Loading...

ATATÜRK VE ÇAĞDAŞLAŞMA



 










Türkiye
 

 

İRFAN GEZER




                                             ATATÜRK VE ÇAĞDAŞLAŞMA
    Türk Ulusunun bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa,huzur ve refaha sahip olması,devletin Ulus egemenliği esasına dayandırılması,aklın ve bilimin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacıyla, temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen,devlet hayatına,fikir hayatına,ekonomik hayata, toplumun temel kurallarına ilişkin gerçekçi fikir ve düşüncelere Atatürkçülük denir.
   Türk Milletinin isteklerini yansıtan,Türkiyenin şartlarından kaynaklanan Atatürk’ün kafasında 25 yılda oluşan bu fikir ve düşünceler, Türk inkılabının fikir ve ideal yönü ve Türk milletini çağdaşlaşma çizgisine götüren ve bu çizgide yürümesini sağlayan altın anahtardır.Bundan dolayı diyebiliriz ki Atatürkçülük bir çağdaşlaşma olayıdır.
    Çağdaşlaşma;medenileşme,muasırlaşma,modernleşme,asrileşme, uygarlaşma demektir.Başka bir ifade ile kültürlerin etkileşimi ve alış verişi ile oluşan adına uygarlık dediğimiz ortak kültüre katılma yani bu kültürün tutumuna,anlayışına,gereklerine uymak, değerlerini,bilgi ve teknolojisini almak, kazandırdığı ruha bürünmek,sağladığı yaşayışa geçmek demektir.Kendiliğinden oluşmayan,çeşitli kültürlerin birikimiyle oluşan,zenginleşen,bi-çimlenen ve çevreye damgasını vuran uygarlık bir meşale gibidir. İnsanlığın ortak malı olan bu meşalenin ışığından yararlanmaya çalışmak,onu elde etmek mücadelesi vermek,onun daha da parlaması için elinden gelen çabayı göstermek çağdaşlaşma girişimleridir.
     Dünya medeniyeti 15. Yüz yıldan itibaren batı medeniyeti (Günümüz medeniyeti,çağdaş medeniyet)olarak nitelendirilmiştir.Çünkü;Coğrafya keşifleri sonucunda oluşan Rönesans ve Reform hareketleri günümüz uygarlığına temel oluşturmuştur.Bu temeller üzerinde hızlı bir gelişme ve yükselmeyle günümüz batı uygarlığı inşa edilmiştir.
   İnsanlık tarihinde ilk uygarlığa geçiş; insanoğlunun yeryüzündeki yaşamını tüm yönleriyle değiştiren,temelinden etkileyen en önemli iki olgu olan tarım ve endüstrinin bulunuşuyladır. Tarım insan yaşamında başta geçim kaynağı olduğu sürece yerel yada belirli coğrafi bölgeler-le sınırlı kalmıştır.Onun için Uygarlık ancak endüstrinin ilkel biçimiyle de olsa başlamasıyla birlikte bölge sınırlarını aşıp genişlemeye başlamıştır. Modern teknolojinin ortaya çıkmasıyla da evrensel yada global bir nitelik kazanmiştır.                                                                                                                                                                                                                                  
    Dünya tarihinin genel panaromasına baktığımız uygarlık denen bütünün,hiçbir ulus ya da bölgenin tekelinde bulunmadığı,10.000 yıllık bir tarih süreci içinde çeşitli kavim ve bölgelerin katkılarıyla geliştiği ve yalnızca 1500’ler sonrasında Batı Avrupa da simgelendiği görürüz.Bunu sağlayan gelişmeler ise şunlardır;      
    Ortaçağda Avrupa maddi ve manevi perişanlık içindedir.Oysa aynı çağda Türk İslam ülkelerin de, her yönden bir zenginlik,üstün ve denge sağlayıcı bir siyasi güç ve bu gücü ayakta tutan bir medeniyet vardı.Engin dünya görüşü,insan değeri,çeşitli din,mezhep ve ırklara mensup toplulukların bir arada,barış ve huzur içinde yaşamalarını sağlayan hoşgörü düşüncesi bu medeniyetin belirgin nitelikleriydi.Bundan başka canlı gücüyle işleyen el sanatları,halkın ve sınırdan sınıra koşan orduların beslenme,giyinme,barınma ve savunma ihtiyaçlarını karşılamak süretiyle toplumu yüksek bir refaha ve imar düzeyine ulaştıran üretim hayatı,orta çağ Türk medeniyetinin maddi yönünü oluşturuyordu.
    Türk dünyasındaki bu zenginlik ve üstünlük ,Avrupa'yı da aynı imkanlara erişmek yolunda harekete geçirdi.Haçlı seferleri,Marko Polo ve Polo kardeşlerin Asya kıtasına,Türk ülkelerine gerçekleştirdikleri seyahatler,doğu kaynaklarına varmak düşüncesinin uygulamaya konulmuş örnekleridir.
   Avrupalılar ,Haçlı seferlerinde başarılı olamamışlardır ama,yeni çağın kuruluşunda yararlandıkları bir çok medeniyet eserlerinin Avrupa'ya taşınmasını sağlamışlartır.Marko Polo ve Polo kardeşler Asya'ya ve Türk ülkelerine yaptıkları seyahatten yeni bilgiler,özellikle,çoğrafi bilgilerle dönmüşlerdir.
    15. yüz yılın en büyük olaylarından biri de, Ortaçağ boyunca doğu-batı ticaretini elinde bulunduran,Akdenizde en büyük ticari ve askeri güce sahip olan Venedik Cumhuriyetinin üstünlüğünü kaybetmesi olayıdır.  
    Yeniçağın başlangıcı kabul edilen İstanbul'un fethi olayı ve bunu izleyen yıllarda Osmanlıların Akdenizdeki limanları bir bir ele geçirmesi sonucunda,Akdenizdeki venedik üstünlüğü sona erdi.Bu olayın Avrupa'da ticari alanda yarattığı sıkıntısı büyük oldu.Çünkü Akdenizde ticaret trafiği Türklerin kontrolüne geçti.Bu durum Avrupalıları doğuya ,özellikle Hindistana yönelik yeni ticari yol arayışına yöneltti.Doğudan elde edilen bilgiler kaşifler tarafından uygulama alanına konıldu. Böylece Kaşiflerin girişimleri,İspanya ve Portekiz krallarının da destekleriyle coğrafya keşifleri denilen olay gerçekleşti.
    Coğrafya keşifleriyle;Amerika keşfedildi,Afrikanın güneyinden dolanarak Hindistana,uzak doğuya varıldı,yeni ticaret yolu bulundu,yeni topraklar elde edildi.İpek ve baharat yollarının ve Akdeniz ticaretinin önemi kalmadı.Bunda Türkler büyük zarar gördüler.
     Bunun yanında Asyadan,Türk ülkelerinden akan bilgiler sayesinde Batıda müspet düşünce oluştu.Akla ,deney ve gözleme dayalı gelişmeler oldu.Bilim,sanat ,edebiyat alanında gelişmeler görüldü. Hiristiyanlığın katolik kilisesinde dini düzenlemeler yapıldı.
      Coğrafya keşiflerinin önemli sonuçlarından biri de ,Avrupa toplumunda burjuva denilen bir sınıf yaratmasıdır.Ticaretle uğraşan,sanata ilgi duyan,sanatçıları koruyan bu sınıf 15.yüz yıldan itibaren Avrupa'daki gelişmelere ön ayak olmuş,tüm gelişmeler-de öncülük yaparak toplumu harekete geçiren,motor görevinde bulunmuştur.
     15 ve 16 yüz yıllarda Avrupa'da görülen Rönesans ve Reform hareketleri günümüz batı uygarlığına temel oluşturan gelişmelerdir.17 yüz yılda akla dayalı bilimsel bilgilerde ilerleme sağlanması,18.yüz yılda da modern bilimlerin temellerinin atılması sonucunda ,bilgilerin tekniğin gelişmesi için kullanılmasına yol açmış, bilim,teknoloji seviyesinin yükselmesine,teknoloji de hayatın kolaylaşmasını sağlamıştır.Toplumların kültür seviyelerinin yükselmesi,bunun yanında,milli egemenlik ,demokrasi,insan hakları gibi değerlerin oluşması ve 18.yüz yılın ortalarında doğan sanayi inkılabıyla da ekonomik düzeylerinin yükselmesi ve bu gelişmelerin 19.ve 20. yüz yıllarda da artarak devam etmesi Avrupa devletlerine üstünlük kazandırmıştır Böylece dünyada bugünkü çağdaş uygarlığın kurucusu ve temsilcisi batı olmuştur.
   Avrupa bu Çağdaş uygarlığı, özgür düşünce ve aklın rehberliği altında,.antik çağdan bu yana gerçekleşen bilgi birikimlerini değerlendirip ve daha da ileri götürüp,teknolojik bir kültür yaratarak gerçekleştirmiştir Bu kültür doğduğu Batı dünyası içinde kalmamış,dışına da taşarak bugün bütün yeryüzünü kaplamak yolunda ilerlemektedir. Bizde de,başka başka birçok yerlerde de görülen’’sanayileşmek’’çabaları bu sürecin kendini göstermele-ridir.  
     16. yüz yılda siyasi ,ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda gücünün zirvesine ulaşan,her bakımdan Avrupa’dan üstün olan Osmanlılar, her şeyde en ileriye sahip oldukları düşüncesi içinde değişmek değil,muhafaza etmek kaygısına vardılar. Avrupa’da 15.Yüz yılda başlayan ve hızla artan gelişmelere ilgisiz kaldılar, neticede Avrupa her bakımda güçlenirken gücüne güç katarken,Osmanlı devleti gücünü kaybetmeye ve her bakımdan gerilemeye başladı. Böylece Avrupa’ya karşı olan üstünlüğünü kaybetti Taasupluk içine düştü . Fatih’in bir anda silkinip de dini yasağı çiğneyip,bir İtalyan’a kendi resmini yaptırmasındaki anlamı ve yol göstericiliği kavranamadı,, ilerlemek konusunda yaktığı ışık görülemedi.Bu sırada ,Hümanizma akımına kendini kaptırmış,İncili kendi diline çevirerek dini bir muamma   olmaktan kurtarmaya çalışan ,’’Matbaa’’denilen buluşun üzerine atılarak bilim ufkunu genişleten ve nihayet,kilise egemenliğine karşı çetin kavgalar veren batının   yanı başında Osmanlı,ne yazık ki,zaptedilen toprakların getirdiği zenginliğinin sarhoşluğu içerisinde günlerini hoş etmeye çalışan,hele 17. Yüz yılın sonuna kadar olan zamanı,dünyada ki gelişmelere kapalı, tam bir vurdum duymazlık için de, haremler düzenleyen ,havuzlara para serpen,dilediğini var ,dilediğini yok eden adamların elinde ve yönetimi altında ,bilim diyerek medrese bilimlerinden başka bir şeye itibar etmeyen,her yeniliği’’Bid’at ‘’diye red eden çok acı bir çöküş çağına girmiştir.
       Osmanlı devletinde 18. yüz yıla gelindiğinde, değişim ve islah ihtiyacı,bir müdafaa yani fayda düşüncesiyle, şiddetli bir zaruret olarak kendini gösterecektir .Batı medeniyetine karşı bakışta da bir değişiklik olacaktır. Artık batı beğenilmeye başlanıyor ,onun başarıları karşısında hayranlık duyuluyor,bir zaruret olarak batı askeri tekniği alınmaya başlanıyor,üç asır bir gecikme ile Matbaa alınıyor,aydınlar arasında batı hayat görüşü yayılmaya başlıyor. Böylece Osmanlı devletinin dağılmasını engellemek ,yıkılmasını önlemek amacıyla yıkılışına kadar bir dizi islahatlar yapılıyor. Ancak bu faaliyetler ,medeniyet ve kültür ayırımı etkisi altında kalınılarak ,sadece bilim ve teknolojinin alınması ile sonuçlanıyordu. Teknolojinin dışında kültür denilen şeyler aktarılamadığı için,taklitçilikten ileri gitmiyordu. Avrupa’nın yalnız bilim ve tekniği alınıp,eski kurumlar kaldırılmadan,yeninin yanında eski de yaşatılmak istenmiştir topyekün bir değişme ve zihniyet değişmesine karşı olunmuştur. Bundan dolayı da batılaşma hareketleri amacına ulaşmamıştır.            
       Osmanlı'da batı medeniyetini,yalnız tekniği ile değil,bütün sosyal kurumları ve yaşayışı ile benimseyerek,toplumun kafasını değiştirmek esasını ilk düşünen ve resmen mücadeleye giren kişi,19. yüz yılda ,Tanzimat döneminin sadrazamı Büyük Reşit Paşa olmuştur..Fakat bu derece ileri fikir sahibi bir kişinin ,kendisinin iktidarda kalması için,gericilere o derece tavizler vermesi son derece enterasan ve bir o kadar da düşündürücüdür.Şöyle ki:''Cami minarelerine konulacak paratonerin ,memlekete girip girmemesi hakkında bile ,fetva istemek yoluna sapmış ve fetvacıların çıkardıkları çeşitli engellere boyun eğerek,paratonerin ülkemize getirilmesinden vazgeçmiştir.''[1]
 Yine Atatürk'ün doğumundan bir kaç yıl önce ,Yeni Osmanlıların koruyucusu Fazıl Ahmet Paşanın günümüz anlayışında laik bir görüşe sahip olduğunu, Padişah Sultan Aziz'e gönderdiği mektubundaki şu sözlerinden anlıyoruz: ''-Padişahım,Din ,sonsuz gerçekler makamında durup kalmazsa,yani dünya işlerine dahi karışırsa,hepimizi yok eder ve kendisi de yok olur.''[2] Fakat ne yazik ki bu düşüncesine sadık kalmamış,iktidar ihtisasına dayanamayarak ülküsüne ihanet etmiştir.
 Bu örneklerden anlaşılıyor ki,Osmanlı dönemindeki asrileşme yanlısı olan liderler ,fikirlerine,düşüncelerine,ideallerine sadakat gösterememişlerdir.Bundan dolayı her ileri düşünce ve hamlenin ardından kısa bir süre sonra gerileme belirmiş ve devlet batağa doğru sürüklenmiş ,yok olma kaçınılmaz olmuştur.Osmanlının çağdaş medeniyet yörüngesine giremeyişinin bir önemli temel sebeplerinden biri de bu olmuştur.
   Batıda 15. yüz yılda başlayan gelişmeler hızla devam etmiş;.Deney ve gözlem yoluyla tabiat kaynaklarına ulaşılmış, elde edilen gaz,buhar ve elektrik gibi canlı olmayan güçlerin hayata uygulanmasıyla, canlı gücüne dayanan el sanatlarından,küçük sanatlardan yeni üretim düzenine geçilmiş,büyük sanayi kurulmuş,tabiat kaynakları insanın emrine ve hizmetine verilmiştir.Yeni topraklardan ,Asya ve Afrika ülkelerinden elde edilen ham maddeler Avrupa'ya taşınmış,fabrikalarda üretilerek sanayileşmemiş ülkelere satılmış,böylece batıda büyük bir servet meydana gelmiştir.Böylece kurulan sömürge düzeni sayesinde Avrupa,üstün bir maddi güce,imar ve refaha kavuşmuş,dünya egemenliğini ele geçirmiştir.Osmanlı devletini yıkan güç,bu güç olmuştur. Dünya,batı ülkelerinin uluslaşma,sanayileşme içinde hızla güç kazanmasına sahne olurken, Osmanlı devleti batı uygarlığının bu gücü karşısında kar gibi eriyip yok olmuştur.
                                                 *               *                    *
     Atatürk İslam dünyasının çağdaş uygarlığın gerisinde kalmasının ana sebeplerinden başında,bugünkü çağdaş uygarlığı,hiristiyan uygarlığı olarak kabul etmek gibi bir yanlışa düştüklerini tespit ederek şöyle açıklıyor:
   ‘’İslam alemine dahil toplumlar ile Hiristiyan kitleleri arasında birbirini affedilmez gören bir düşmanlık vardır.İslamlar,Hiristiyanların,Hiristiyanlar islamların ebedi düşmanı oldular.Birbirlerini kafir mutaasıp nazarıyla baktılar.İki dünya birbirleriyle asırlardan beri bu taasup ve düşmanlıkla yaşadı.Bu düşmanlığın sonucudur ki,İslam alemi batının her ilerlemesinden uzak kalmıştı. Çünkü İslam ileri gelenleri o ilerlemelere tenezzülle ve nefretle bakıyordu.''[3]
    Batılaşma Atatürk ile rayına oturtulacaktır. Atatürk kültürle medeniyeti birlikte ele almış ,bunların güçlülüğüne işaret ederek:’’Kültür bir insan toplumunun devlet hayatında ,fikir hayatında, ve ekonomi hayatında yapabileceği şeylerin muhassalasıdır ki , uygarlık ta bundan başka bir şey değildir.’’[4]demiş. Buna dayalı olarak, batının sadece bilim ve tekniği değil ,hayat felsefesi ile birlikte bütün sembolleri ve hükümleri de alınıp benimsenecek,çağdaş insan protipine bürünülecektir. Çünkü çağdaş uygarlığın temel kaynağı , bu teknolojiyi doğuran dünya görüşü ,yaşam biçimi ve zihniyetidir. Bunun için Atatürk; ’’ Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı zihniyetiyle medeni olduğunu ispat ve izhar etmek mecburiyetindedir. Aile hayatıyla,yaşayış tarzıyla medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir...’’ diyor. 
 Çağdaşlaşmada ,çağdaş insan protipinine bürünmek esastır.Bu çağdaşlaşmanın gereğidir.Bunu yaygınlaştırmadıkça çağdaşlaşma tam anlamıyla gerçekleştirilemez.
    Atatürk'ün değişmez amacı;Türkiye Cumhuriyetini en mamur,müreffeh ve mesut etmek,milli kültürü,çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır.O,1923 yılında bu konudaki düşüncelerini Fransız gazetecilerinden Maurice Pernot'a söylüyor;''Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz.Bütün amacımız Türkiyede çağdaş,batılı bir hükümet yaratmaktır.Uygarlığa girmek isteyip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?'' Yine Cumhuriyetin onuncu yıl nedeniyle yaptığı ünlü konuşmada;''Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız.Milletimizi en geniş refah,vasıta va kaynaklarına sahip kılacağız.Milli kültürümüzü,muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız[5]''demiştir.
    Evet, Atatürk çağdaşlaşmayı bir yaşam davası olarak görmüş,çağdaşlaşmanın gereğini ve önemini sürekli vurgulamıştır.Çünkü Kurtuluş savaşı bitiminde Türk ulusu ve ülkenin durumu hiçte iç açıcı değildi. Şöyleki:  
    Türk ulusu yorgun ve yoksul ,Ülke ,bir uçtan diğer uca değin harap olmuş durumda. Birbiri ardından tam on yıl süren ,Balkan,Birinci dünya ve Kurtuluş savaşları ,ülkenin zaten çok sınırlı olan kaynaklarını tüm olarak kurumuş,sanayi hiç yok.Tarım ilkel vaziyette,Osmanlı döneminde ticaret azınlıkların ve yabancıların elinde olduğundan,Türk ler ticaret hayatının dışına itilmişler.Bundan dolayı ülkede ulusal tüccar oluşmamış.Ulaşım çok yetersiz.Batı ülkelerin ekonomik çıkarlarına uygun olarak Batı Anadoluda yaptıkları demiryolları dışında ,yurtta yol adıyla bir şey yok.Bilgisizlik her yere egemen olmuş,halk yoksul olduğu kadar aç ve hastalıklı.Bulaşıcı hastalıklar yurdu kasıp kavuruyor. Çünkü sağlık elemanı ve sağlık kurumları yetersiz vaziyette,bunun yanında Osmanlıdan ödenmesi gereken büyük miktarda bir de borç var. Kısacası Türk ulusu her bakımdan çağın gerisinde kalmış ve Osmanlıdan da büyük bir enkaz devralmış durumda.
Bu hazin durumu kökten düzeltmek ,ülkenin üzerindeki bu kara bulutları dağıtmak,Türk ulusunu aydınlığa kavuşturmak,çağdaş bir toplum haline getirmek kurtulış savaşı sırasında ,kurulan yepyeni bağımsız bir ülkenin çağdaş dünyada yerini alması gerekiyordu.
Bu uğurda verilecek olan mücadele de misyonluğu Atatürk üslendi. Onun önderliğinde,bilgisizliğe,
cehalete ve geri kalmışlığa karşı ,Atatürk’ün dediği’’Asıl Savaş’’başladı.
    Atatürk bu savaşını verirken’’Geçmiş sistemlere takılanlar ve ananelerinden sıyrılamayanlar hiçbir zaman modern bir devlet bina edemezler’’düşüncesiyle hareket etti. Geri kalmış kurumları ortadan kaldırmak ve yerine,ilerlemeyi,gelişmeyi kolaylaştıracak ve geliştirecek kurumların getirilmesi esasına dayalı,iyiye doğruya güzele ve faydaya yönelik bir devrimci anlayış ile devrimlerini aşama aşama gerçekleştirdi. Türk ulusunu çağdaşlaşma ve gelenekçilik arasında bocalanmaktan kurtarıp ,çağdaşlaşmaya yöneltti ve çağdaş uygarlık yörüngesine girmesini sağladı.Türk inkılabı adı altında toplanan bu devrimleriyle Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine ,hatta üzerine çıkarmayı hedefledi.
   Bu hedefe ulaşmada dayanağı Türk ulusuna güvenmesiydi. Çünkü, Türkler tarihleri boyunca ileri medeniyetleri benimsemekte daima büyük bir kabiliyet göstermişlerdi. Bunun nedeni hayat karşısında almış oldukları tavır genellikle pratik idi,günlük hayatlarında da işlerine yarayan şeylere değer verirler di. Bu davranışları onları çağdaş medeniyete uymalarını kolaylaştırmıştır. Yine tarihlerinde birkaç din değiştiren Türkler, tabir caizse ,dini de pratik zaviyeden ele almışlardır. İslami yörüngeye girince de ,İslamiyet’in metafizik yönünden çok,ahlaki yönüne önem vermişlerdir.Dini de bu tarzda ele almaları Türklerin çağdaş medeniyeti benimsemelerini kolaylaştırdı.
   Atatürk Osmanlıda görüldüğü gibi Batılaşmayı(Çağdaşlaşmayı) yalnızca devleti kurtarmak için başvurulan bir yol olarak görmemiş,uluslararası uygarlık yarışmasının ana amacının Türk insanının mutluluğunu sağlamak için tek yol olduğunu gerçeğini benimsemiştir Bunun için de ,Türk insanına uygarlığın getireceği mutluluğa sahip olması ve ondan yararlanması için, kendisine düşen çabayı gösterecek bilinci verecek çağdaş bir eğitim sistemi kurmuştur.                      
   Toplumların kalkınması,yükselmesi ve yücelmesi bilimsel araştırmalar ve bunun uygulamadaki ürünü olan teknoloji ile mümkün olmuştur.Çağdaş bir toplum olmak demek;çağdaş toplumu oluşturan bütün bu olaylara katılmak ve onları ileriye doğru yürütebilmek demektir diyen Atatürk Çağdaş uygarlık düzeyine yükselmek ‘’derken bunu anlıyordu.Bu düzeyin temelinde bilim olduğunu bildiği için de bilime önem vermiş, 22Eylül 1924 ‘de Samsun İstiklal ticaret okulunda öğretmenlere hitaben;’’Dünyada her şey için ,medeniyet için,hayat için , başarı için, en gerçek yol gösterici ilimdir,fendir.İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir,cehalettir,doğru yoldan sapmadır.’’sözleriyle de bunu vurgulamıştır.
    Toplumlar bilim sayesinde sağlam ve düzgün bir düzen kurarlar.Bunu sağlayamayan toplumlar ilerleyemez,bilimsel çalışmalara katkıda bulunamazlar.Bu düşünceler içinde Atatürk şöyle demektedir: ’’ Uygar yaşantı ancak bilim ve fen ile olur.Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.1923’ün Ocak ayında Alaşehirde de :Arkadaşlar bundan sonra pek malum zaferlere kavuşacağız.Fakat bu zaferlar süngü zaferleri değil ,ilim ve iktisat zaferleri olacaktır.Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım.Yine aynı günlerde de bu tedbirlerin en mühümi ve en birincisi ilim ve irfandır’’ diyerek Türkiyenin kalkınmasının temel taşının bilimsel çalışmalar ve buna dayalı üretim sistemleri ile bilgili ve kültürlü bir toplumun varlığı sayesinde mümkün olabileceğine işaret etmiştir.
     Uluslaşamayan,modernleşemeyen ve uygarlaşamayan toplumların başkalarının avı olacağını dile getiren Atatürk,batı uygarlığının ilim ve akıl metodunu ''Hayatta en hakiki mürşit ilim ve fendir...sözleriyle dile getirip,Türk inkılabı ile yaşama geçirmiş ve İnkılapçılık ilkesini de bu esasa bağlamıştır.Bugün petrol zengini,fakat uygar olamamış topluluklar Atatürk'ün ne kadar gerçekçi ve haklı olduğunu kanıtlamaktadır.
   Atatürk Batıya karşı silahlı mücadele vermişse de ,Avrupa değerler sistemine yani uygarlığın 20 .yüzyılda vardığı noktaya,karşı değildi. Osmanlı devletinin yıkılmasının temel nedenlerinden biri olarak,bu devletin çağdaş dünya ile bağlarının kesilmesini göstermekte ve aynı yanlışın bir daha yapılmaması gerektiğini söylemektedirÜlkelerin kendilerini sınırları içine hapsederek,çağdaş dünya ile en alt düzeyde ilgilenmeleri,Atatürk düşüncelerine tam bir karşıtlık gösterir. Onun kesin inancına göre,uluslar bağımsızlıkları için mücadelede başarılı bile olsalar,gelişme ve çağdaşlaşma yolunu gericiliğin ve karanlığın engellerinden temizleyemedikleri taktirde,çağdaş dünya ve düşünce ile uyumlu bir biçimde yaşayamazlar ve eninde sonunda daha gelişmiş devletlerin’’kuklası’’olurlar demekte ve yine‘’Uygarlık öyle bir ateştir ki,ona kayıtsız kalanları yakar,mahveder.’’diyor.
      Çağdaş uygarlık;bilimi,tekniği ve kuralları ile ülkelere girerken,aletlerini,getirirken adetlerini de getirecektir.Bu gerçeği herkesin kabul etmesi gerekir. Aksi halde dünyadan soyutlanmak durumun da kalınır ki,o da bugün mümkün değildir. Bugün dünya küçülmüştür ve en doğudaki bir olayı, en Batıdaki insan anında görmekte ve öğrenmektedir .Gelen veya sokulmak istenen bu adetlere dikkat edilmeli ve bizim ilerlememize engel olacak durumda olanları içeriye alınmamalıdır. Olay bu kadar basittir. Aksini savunmak’’gavurlar adet ,örf ve inançlarımızı yok ediyorlar’’diye ön fikirle hareket etmek,matbaanın 300 yıl sonra ülkemize gelmesinde olduğu gibi anlamsız gecikmelerin ve memleketimizin geri kalmasını nedeni olur.[6]
   Çağdaşlaşma sürecinde dikkat gösterilmesi gereken bir husus ta Türk dili’dir. Dilimizi zenginleştirirken,yabancı dillerin etkilerinden korumalıdır. Aksi durumda dilimizin varlığını kaybedebiliriz. Türk dili Türk ulusunun kalbidir,zihnidir. Ulusal birliği sağlamada Türk dilinin rolü gerçekten çok büyüktür. Tarihte Türkler henüz milliyet duygusuna sahip değilken bile Türkçe konuşuyorlar dı. Yaşadıkları sonsuz felaketler içinde özelliklerini ancak dili sayesinde korumuşlardır. 
   Atatürk’e göre bir milletin siyasal bakımdan kişiliği de önemlidir.Millet ortaya koyduğu varlığını korumak zorundadır. Siyasal varlığını kaybetmiş,başkalarına tutsak olmuş ,parçalanmış bir milletin birlikte yaşaması mümkün değildir. Çağdaşlaşırken bu birlikteliğinin bozulmamasına da dikkat gösterilmelidir.      
     Günümüzde Türk –İslam sentezi adı altında bir İslam programı ortaya atılıp bunun savunuculuğu yapılmaktadır.Bu durum Türkiyenin çağdaşlaşma programının tamamen zıddıdır.Aynı zamanda laikliğe de tersttir.Çünkü ‘’devletin temel nizamlarını dini esaslara dayandırmayı ‘’amaçlamaktadır.Geriye yönelik bu tür fikirlerin etkisinden Cumhuriyetimizi korumalıyız.
       Türk Ulusunun , hak ettiği çağdaş dünyadaki yerini alması için,güçsüz bir kadro ile tek liderlik ışığının ürünü olarak başlayan,gelişen ve akışı bitmeyen bir olgu halini alan Türk devrimi,gerçekten ,dünya tarihinde, ihtilaller tarihinde görülmemiş bir olay olarak kabul edilmiş ve çağdaş ülkeler tarafından Türk mucizesi olarak nitelendirilmiştir.
        Bugün, Sanayi çağını tamamlamadan ,girdiğimiz bilgi çağında ,yani , 21 yüz yılda,Atatürk’ün bilim anlayışı iyi kavranmalı,onun ilkeleri çağın gereklerine göre yorumlanıp uygulanmalı,eğitim ve öğretim ile araştırma ,geliştirme faaliyetlerine daha fazla yatırım yapılmalı,bilgisayar ,elektronik,ileri malzemeler,bioteknoloji ve uızay teknolojilerinde yoğun çalışmalar başlatılmalıdır.
     Kişi,toplum ve devlet hayatında hangi noktaya gelindiği bilinmezse,nereye gidileceği de bilinmez.Cumhuriyet'in ilk yıllarında bugüne kadar olan,yapılan çalışmalar ,hizmetler bilinmeli,yapılanlar yapılacakların teminatı olmalıdır.Atatürk,Türk ulusuna ''çağdaş uygarlık düzeyini yakalamanın'' yolunu yöntemini göstermiştir.
     Türk Ulusu,Atatürk’le başladığı mücadele sonucunda, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yokluklar ülkesinden,çok büyük bir toplumsal gelişme ve değişme süreci içinde,çağdaş bir ruh gücüyle,birlik ve beraberlik içinde, kağnıdan otomobile,kol gücünden elektroniğe ,telgraftan Türksatlara uzanan bir gelişim göstermiştir. Türk İnkılabını izlemekle elde ettiği bu başarılarını ,aynı bilinç içinde, gelecekte de,birlik ve beraberlik şuuru içinde, yüreklerde azim ve kararlılık sürdükçe ,kafalarda bilimsel fi kirler var oldukça, ruhlarda çağdaşlaşma meşalesi sönmedikçe, yapılan her atılımı bir yeni atılımla devam ettirdikçe, yenileşme,sürekli yenileşme isteği kaybolmadıkça,dinlenmemek üzere çıkılan bu yolda ,hedefleneni çağdaş uygarlık düzeyine ,hatta üzerine mutlaka çıkacaktır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
-

[1] Türkiye'de Hukuk Devletini Kurma Yolundaki Hareketler,Reşat Kaynar,1960,sh 181,
[2] Fazıl Mustafa Paş,ist.1326,sh 24.
[3] Cemil Denk,Atatürk ,Laiklik ve Cumhuriyet,.sh 67.
[4] Prof.Dr.A.İnan,Atatürkten Hatıralar ve Anılar,Ankara,1969,sh 278.
[5] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,11,Ankara,1981,s.275.
[6] Cemil Denk,Atatürk,Laiklik ve Cumhuriyet,s.225.


Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
0.535 607 5459