BAKARSAN BİR ŞEY GÖRÜRSÜN,GÖRMEK İÇİN BAKARSAN ÇOK ŞEY GÖRÜRSÜN
|
|
|
OSMANLICA
Osmanlı Türkçesi kendi arasında kronolojik esasa göre ;
- 1. Eski Osmanlı Türkçesi: 15. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar.
- 2. Klasik Osmanlı Türkçesi: 16. yüzyıldan 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar.
- 3. Yeni Osmanlı Türkçesi: 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyıla kadar.
20. yüzyıl başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde sadeleşme ve öz Türkçe sözcüklerin kullanılması fikrini doğurmuş, modern Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf Devrimi'nin sonucunda Latin alfabesi kaynaklı yeni Türk harfleri kullanılmaya başlanmış, böylelikle Osmanlı Türkçesinin kullanımı son bulmuştur.
Osmanlı Türkçesinin yazıldığı alfabe, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının ardından kullanımdan kalkmışsa da, Türk tarihinin son 1000 yılına yakın bir dönem bu yazı ile yazılmış olduğu için araştırmacılar, edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli ve bilinmesi zorunlu bir alfabe ve dönem olarak nitelenir.
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan Osmanlı Türkçesi, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsçayı serbestçe kullanma olanağı tanımasıdır.
Osmanlı yazı dili belirgin anlamda 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlı Türkçesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda yazı dili ve gramer olarak kullanımdan kalktı ancak, konuşma ve yayın alanındaki kullanımı Türk Dil Kurumu'nun yabancı kelimeleri Türkçeleştirme uğraşları ve Batılılaşmanın ivme kazanması ile kullanıma giren yeni kelimeler sayesinde değişime uğrayarak devam etti ve bugün kullanmakta olduğumuz modern Türkçeye dönüştü.
OSMANLI ALFABESİ
Osmanlıca
Harfler
|
elif |
ﺍ |
be |
ﺐ |
pe |
پ |
te |
ﺖ |
se |
ﺙ |
cim |
ﺝ |
çim |
ﭺ |
ha |
ﺡ |
hı |
ﺥ |
dal |
ﺪ |
zel |
ﺬ |
re |
ﺭ |
ze |
ﺯ |
je |
ﮊ |
sin |
ﺱ |
şın |
ﺵ |
sad |
ﺹ |
dad |
ﺽ |
tı |
ﻂ |
zı |
ﻆ |
ayın |
ﻉ |
gayın |
ﻍ |
fe |
ﻑ |
kaf |
ﻕ |
kef |
ﻙ |
gef |
ﮒ |
nef |
ﯓ |
lam |
ﻝ |
mim |
ﻡ |
nun |
ﻦ |
vav |
ﻭ |
he |
ﻩ |
lamelif |
ﻻ |
ye |
ﻯ |
Korunmuş |
Bitiş |
Orta |
Başlangıç |
Adı |
ALA-LC Harf Çevirisi |
Güncel Türkçesi |
ﺍ |
ﺎ |
— |
elif |
a, â |
a, e, â |
ﺀ |
— |
hemze |
ˀ |
', a, e, i, u, ü |
ﺏ |
ﺐ |
ﺒ |
ﺑ |
be |
b, p |
b |
ﭖ |
ﭗ |
ﭙ |
ﭘ |
pe |
p |
p |
ﺕ |
ﺖ |
ﺘ |
ﺗ |
te |
t |
t |
ﺙ |
ﺚ |
ﺜ |
ﺛ |
se |
s |
s |
ﺝ |
ﺞ |
ﺠ |
ﺟ |
cim |
c, ç |
c |
ﭺ |
ﭻ |
ﭽ |
ﭼ |
çim |
ç |
ç |
ﺡ |
ﺢ |
ﺤ |
ﺣ |
ha |
ḥ |
h |
ﺥ |
ﺦ |
ﺨ |
ﺧ |
hı |
ẖ, x |
h |
ﺩ |
ﺪ |
— |
dal |
d |
d |
ﺫ |
ﺬ |
— |
zel |
z |
z |
ﺭ |
ﺮ |
— |
re |
r |
r |
ﺯ |
ﺰ |
— |
ze |
z |
z |
ﮊ |
ﮋ |
— |
je |
j |
j |
ﺱ |
ﺲ |
ﺴ |
ﺳ |
sin |
s |
s |
ﺵ |
ﺶ |
ﺸ |
ﺷ |
şın |
ş |
ş |
ﺹ |
ﺺ |
ﺼ |
ﺻ |
sad |
ṣ |
s |
ﺽ |
ﺾ |
ﻀ |
ﺿ |
dad |
ż, ḍ |
d, z |
ﻁ |
ﻂ |
ﻄ |
ﻃ |
tı |
ṭ |
t |
ﻅ |
ﻆ |
ﻈ |
ﻇ |
zı |
ẓ |
z |
ﻉ |
ﻊ |
ﻌ |
ﻋ |
ayın |
ʿ |
', h |
ﻍ |
ﻎ |
ﻐ |
ﻏ |
gayın |
ġ |
g, ğ |
ﻑ |
ﻒ |
ﻔ |
ﻓ |
fe |
f |
f |
ﻕ |
ﻖ |
ﻘ |
ﻗ |
kaf |
ḳ, q |
k |
ﻙ |
ﻚ |
ﻜ |
ﻛ |
kef |
k, g, ñ |
k, g, ğ, n |
ﮒ |
ﮓ |
ﮕ |
ﮔ |
gef¹ |
g |
g, ğ |
ﯓ |
ﯔ |
ﯖ |
ﯕ |
nef, sağır kef |
ñ |
n |
ﻝ |
ﻞ |
ﻠ |
ﻟ |
lam |
l |
l |
ﻡ |
ﻢ |
ﻤ |
ﻣ |
mim |
m |
m |
ﻥ |
ﻦ |
ﻨ |
ﻧ |
nun |
n |
n |
ﻭ |
ﻮ |
— |
vav |
v, w, o, ô, ö, u, û, ü |
v, o, ö, u, ü, û |
ﻩ |
ﻪ |
ﻬ |
ﻫ |
he |
h, e, a |
h, e, a |
ﻻ |
ﻼ |
— |
lamelif |
lâ |
la |
ﻯ |
ﻰ |
ﻴ |
ﻳ |
ye |
y, ı, i, î |
y, ı, i, î |
Sayılar
- 1
- بر (bir)
- 2
- ايكي (iki)
- 3
- اوچ (üç)
- 4
- درت (dört)
- 5
- بش (beş)
- 6
- التي (altı)
- 7
- يدي (yedi)
- 8
- سكز (sekiz)
- 9
- طقوز veya دوقوز (dokuz)
- 10
- اون (on)
KAYNAK: Vikipedi, özgür ansiklopedi
OSMANLI BİLE OSMANLICA’YA KARŞIYDI
18/01/2015
(-Sultan II. Abdülhamit Bile Latin Harflerine Geçilmesini Önermişti!)
Evet, her şey ters yüz ediliyor buülkede…
Yineleyelim:
-“Osmanlı bile Osmanlıca’ya Karşıydı!”
Hem de belli bir kesimin çok değer verdiği Sultan II. Abdülhamit bile Osmanlıca’nın yazı dilinden yakınıyordu.
Bunlar dikkate alınmadan, öyle bir inandırıldı ki toplum: Latin Harfleri’nin benimsenmesiyle, geçmişle bütün bağlar koparılmış…
Toplum okuyamayan, düşünemeyen bir düzeye indirgenmiş…Toplum koskoca bir karanlığın içine itilmiş…
Aman ne yaftalı sözler, ne şatafatlı düşünceler…
Acı gerçek şuydu:
Osmanlı Devleti’nde kadınların okuma yazma oranı hiçbir zaman yüzde birin
üzerine çıkmadı.rtalama okuyan yazan nüfus ise yüzde üçü hiçbir zaman aşamadı.
Kimse o dönemin koşulları öyleydi demesin:
Bu sıralarda İngiltere’de okuma yazma oranı yüzde seksenin üzerindeydi.Açık, seçik; net:
Osmanlı Devleti’nin kullandığı Arapça harflerle oluşturulmuş Osmanlıca alfabe, eğitim ve öğretimin önündeki en büyük güçlüktü.
Gelin, Osmanlı Devleti’nde bu konuya aydınlar nasıl yaklaşmış; birliktgörelim:
İlköğretim zorunluluğu II. Mahmut döneminde getirildi.
1839 Tanzimat Fermanı, eğitimin geliştirilmesi çabalarının en önemli adımıoldu.
O günlerden sonra pek ç ok sivil ve askeri eğitim kurumu kuruldu.
Sivil ve askeri pek çok eğitim kurumu kuruldu.
Osmanlı Devleti’nin en üst düzeyde yöneticileri, halkın yönetenler anlamadığından; okuyup yazma bilmediğinden yakınıyorlardı.Bu sorunu aşmak, bir devlet politikası haline getirildi.
1845’te eğitim işleriyle uğraşmak üzere Maarif Meclisi açıldı.
Bir akademik kurum niteliğinde Encümen-i Daniş, 1851’de kuruldu.
Bu kurumların çalışmaları, eğitimin önündeki en büyük etkenin açıkça alfabe
sorunu olduğunu ortaya koydu.
Bu nedenle, Osmanlı yıkılmadan üç çeyrek yüzyıl önce, yazıda bir reform yapma
düşüncesi oluşmuştu:
Örneğin Münip Mehmet Efendi açıkça Osmanlıca alfabede düzenleme yapılması
gerektiğini anlattı.
Hem de Cemiyet-i İlmiye adlı bir bilimsel kurulda.
İyi hazırlanmıştı:
Tuttu, Osmanlı Alfabesi’ni öteki ülke alfabeleriyle karşılaştırdı.
Ve ardından açıkça şunu dedi:
-“Okuma yazmanın önündeki en önemli engel, alfabedir. Çünkü bu alfabede ünlü
sesler yoktur. Ünlü harfler olmadığı için, Türkçe sözcükleri yazma olanağı
yoktur. Bu nedenle yeni bir düzenleme gerekir…”
İş bununla mı kaldı?
Hayır…
Osmanlı aydını bu konuyla ilgili görüşlerini yazdı çizdi.
Ve devreye, Ahmet Cevdet Paşa girdi.
Büyük Osmanlı Hukukçusu ve Tarihçisi olan bu kişi, aynı yönde düşüncelerini
ortaya koyarak, sorunu devlet katlarına sundu.
Bunun sonucunda, 1863 yılında ilk ders kitaplarında, sesli harfleri göstermek
için işaretler kullanıldı.
Ancak bu da sorunu çözmedi.
Üç yıl eğitim gördükten sonra çocukların pek çoğu, bir mektup bile yazıp
okuyamıyordu.
O günkü koşullarda, sesli harfler eklenirse sorun çözülebilir diye
düşünülüyordu.
Ancak bu da çözüm olmamıştı.
Hatta Terakki gazetesi açıkça şunu yazdı:
“Kuran Arap harfleriyle yazıldığı için, Türkler bu alfabeyi kutsal görüyorlar.
Ancak bu harfler değiştirilmedikçe ilerleme mümkün değildir”.
Aynı dönemde Azarbeycan ve Arnavutluk gibi yerlerde de Osmanlıca alfabesinin
yetersizliği üzerine tartışmalar yapılıyordu.
Namık Kemal bakın ne diyor, konuyla ilgili:
“Bizde çocuklar beş altı yaşında mahalle mekteplerine verilir. İki üç senede
bir hatim indirirler. Birkaç yıl tecvit ve hatimler tekrar tekrar okunur. Beş
altı yıl da sülüs ve nesih karalarlar. Ancak ellerine bir gazete verilse
okuyamazlar. İki satır bir not tutamazlar. Yazılmış tezkereyi bile
okuyamazlar. Onları okutan hocaların içinde de gazete ve tezkere
okuyabilecek, birkaç satır mektup ve tezkere yazabilecek olanlar yüzde beşi
geçmez!”
Görüldüğü gibi; harflerin yetersizliği açıkça görülüyor ve dillendiriliyor;
ancak halk, Osmanlı Harflerini kuranda kullanılan harfler olarak görerek bir
kutsiyet yüklediği için, bu konuda tereddütlü davranılıyordu.
Bütün bu önerilere ve kimi düzenlemelere karşın, Osmanlıca alfabe ihtiyaçlara
cevap veremedi.
Osmanlı Devleti’nin son evresini aydınlar, Osmanlı dilini, yazısını ve
alfabesini tartışarak geçirdiler.
Başka adımlar da atıldı:
1911 yılında İstanbul’da bir “Harfleri Islah” Komisyonu kuruldu.
Bir de kongre yapıldı. Kongre başkanı ünlü Ahmet Muhtar Paşa’ydı.
Kongrede dil konusunda uzman olmuş kişiler görüşlerini dile getirdi.
Bunların en ünlülerinden biri, İspartalı Hakkı Bey’di.
Dil ve alfabe konusundaki araştırmalarıyla biliniyordu.
Yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Kimse yazımızın kolay okunabildiğini iddia edilemez… Hatta mümkün değildir.
Çocuklarımıza bakınız!. Çocuklar okula gidiyor, ama okul sözcüğünü bile
okuyamıyorlar. Başka ülkeler, çocuklarına kolayca okuyup yazmayı
öğretirlerken, biz bütün gücümüzü ve ömrümüzü bu yazıyı öğreteceğiz diye
tüketiyoruz… Bizim çocuklar, bir yazıyı öğrenmek için yıllarca uğraşıp
dururken, nasıl olacak da öteki ülkelerin çocuklarıyla yarışacak? Zavallı
bizler!”
Sebilürreşad o dönemlerin dinci ve tutucu bir dergisiydi.
O bile Osmanlıca harflerin eksikliğini görüyor ve ıslahat öneriyordu.
Islahatın bile yeterli olamayacağı görüşü bir süre sonra iyice yerleşti:
Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Hüseyin Cahit gibi önemli
aydınlar açıkça Arap harflerini ıslah etmenin mümkün olmadığını savundular.
Doktor Musullu Davut tarafından Osmanlı Meclisi Meclis-i Mebusan’a Latin
Harflerinin kabul edilmesine ilişkin bir tasarı bile verildi. Sonradan onu
Karayan ve Hidayet İsmail gibi başka vekiller de izledi.
Ancak sonuç alınamadı.
Ve dikkat:
II. Abdülhamit bugün belli çevreler tarafından göklere çıkarılıyor.
O ne düşünüyor bu konuda dersiniz?
Abdülhamit, Arap harfleriyle yazı yazmanın ve okumanın zorluğunu dile
getirerek, Latif Harflerini almanın artık şart olduğunu söyledi.
Osmanlı aydınları, bir kültür kopuşu yaşanacağını ileri sürerek, yavaş yavaş
Latin harflerine geçilmesini de önerdiler.
Birkaç kişi, Arapça harfler kalsın diye düşünce ortaya koydularsa da, baskın
görüş, Arapça harflerin atılmasında düğümlendi.
Bu konuda ilk radikal adım, Enver Paşa tarafından atıldı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önceydi:
O, “Ordu Elifbası” adıyla bir alfabe hazırlatarak uygulamaya koydu.
Halk bu yazıya Enver Paşa’nın adını verdi ve “Enveriye” dedi.
Enveriye, birleşik yazılan Arapça harflerin, tek tek ve birleştirilmeden
yazılmasını öngörüyor, harf aralarına sesli harfler koyuyordu.
Ancak olmadı.
Büyük bir kargaşa ortaya çıktı ve yazılan emirleri pek çok subay anlayamadı…
Savaşta en önemli konu olan muhabere işi, sanki felce uğradı…
Bu sorun, ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1928 yılında Sarayburnu’nda
yaptığı bir konuşma sonrasında atılan devrimci adımla aşılabildi.
Bu kültürün, eğitim ve öğretimin gelişmesinde büyük bir adım oldu.
Öyle ki, Osmanlı’nın onca çabasına karşın, okuma yazma oranı yüzde üçü
aşamamışken; genç Türkiye Cumhuriyeti yazı devriminin beşinci yılında, bu
oranı birkaç kat aşmış, yüzde yirmilere yaklaşmıştı…
Osmanlıca takıntısı olan Osmanlıcıların günümüzdeki tuhaf önerileri ve
düşüncelerini, onların en çok önem verdiği II. Abdülhamit görseydi, ne
düşünürdü acaba?
|
|
|
|
|