



İRFAN GEZER
Ulusal egemenlik
Ulusal egemenlik ya da millî hâkimiyet, devletin gücü olan egemenliğin doğrudan doğruya ulusa ait olmasıdır.
Millî egemenlik, ulus egemenliği ya da hâkimiyetimilliye olarak da adlandırılır.
Ulusal egemenliğin var olduğu devletlerde, kurucu ve yönetici güç bazı kişilerde ya da belli gruplarda değil halktadır.Ulusal egemenliğin en önemli göstergelerinden biri meclis ve onu oluşturan demokratik seçimlerdir. Uluslar bu sayede kendi egemen
liklerini oluşturabilirler.
Ulusal egemenlik kavramı, devlet ve egemenlik kavramları oluştuğundan beri pek çok siyaset bilimci ve filozof tarafından ele
alınmıştır.
Günümüz dünyasının pek çok devleti, ulusal egemenlik ilkesine dayalıdır.

Milli egemenlik, Atatürk ilkelerinden Cumhuriyetçilik
ilkesini bütünler. Gerçek cumhuriyet egemenliğin millete ait olduğu cumhuriyettir.
Atatürk, TBMM'nin toplanmaya başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün gücün millette olduğunu belirtmiştir. O'na göre, millet her türlü isteğini yerine getirme gücüne sahiptir. Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur.
“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. ”
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK
VE
ÇOCUK BAYRAMI
Dünyanın çocuklara özel tek bayramının 23 Nisan olduğunu hepinizin bildiğine eminim. Tabi ki bu bayramın esas amacının
TBMM’nin açılışını kutlamak olduğunu da biliyorsunuzdur. Ancak yinede tarihçesine kısaca bir göz atmak ve bu bayram hak
kında bilmiyor olabileceğiniz bazı ilginç bilgiler vermek istiyorum.
23 Nisan 1920’de resmi olarak kuruluşunu ilan eden TBMM’nin kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan,1921 yılı itibariyle Hakimiyet-i
Milliye Bayramı olarak kutlanmaya başladı. Ancak 23 Nisan tarihinin o dönemde özel bir anlamı daha vardı. Himaye-i Etfal Cemiyeti, özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde yetim ve öksüz kalan çocukları sevindirebilmek için 23-30 Nisan haftasını Çocuk Haftası ilan
etmişti.Bu sebeple 1929 yılından itibaren bu haftanın ilk günü olan 23 Nisan da bir çocuk bayramı olarak kutlanmaya başlamıştı.
Türkiye tarihi açısında oldukça önemli olan bu iki bayramın aynı tarihlere denk gelmesi ilginçti ancak her iki bayram da 1935 yılına
kadar ayrı ayrı kutlandı. 1935 yılında iki bayramın birlikte kutlanmasına karar veren Atatürk, 23 Nisan tarihini Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı ilan etti. 23 Nisan 1935 yılından beri ülkemizde coşkuyla kutlanmaktadır.

1979 yılı, UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı ilan edildiğinde TRT büyük bir organizasyona girişti ve hepimizin çok severek takip
ettiği Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlattı. Bayramın uluslararası bir şenliğe dönüştürülmesi neticesinde 23 Nisan tarihi
tüm dünya tarafından bilinir hale geldi. 1979’dan beri ülkemiz her yıl 23 Nisan haftasında dünyanın her köşesinden çocukları ağırla
makta ve bu bayram tüm dünya çocukları ile birlikte kutlanmaktadır.

1979′da, yine ilk olarak altı ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşıdığımız bu millî bayramımıza,ortalama olarak her yıl
kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının misafiri olan yabancı ülke çocukları da katılmaktadır. Dünya’da çocuklarına
bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir.

Türk milletinin gönlünde, onun bağımsızlığının sarsılmaz ifadesi olarak en önemli yeri işgâl eden 23 NisanUlusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı, her yıl yurdumuzda ve yurtdışındaki temsilciliklerimizde,bütün kurumlarımızda, okullarımızda ve her evde çeşitli etkinliklerle kutlanarak millî birliğimizin kenetlenmiş ifadesini temsil etmektedir.,

Büyük Önder Atatürk’ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Onlara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olarak, millî bayramımız olan 23 Nisanlar’ı çocuklara armağan etmiştir.
Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni nesillerce öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisanlar, önemli birer vesiledir.
Milletimize ve bütün çocuklara kutlu olsun.
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN ÇOCUKLAR VE ÇOCUK KALMAYI BİLENLER
ATATÜRK'ÜN EGEMENLİK ANLAYIŞI
Millî Egemenlik, bir kişi veya sınıfın egemenliğine dayanmadan, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması demektir. Bunun, adaletin, eşitliğin ve hürriyetin dayanağı olduğunu düşünen Atatürk;Hürriyetin de, müsavatın da, adaletin de dayanağı milli hâkimiyettir diyerek bu düşüncesini dile getirmiş; Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Milletindir diyerek de egemenlik anlayışını açık bir dille ifade etmiştir.

Atatürk ün bu konudaki düşünceleri, askeri ve siyasi hayatındaki çalışmalarını da etkilemiş, Kurtuluş Savaşı nın ilk gününden itibaren, kişi ya da zümre hakimiyetinden, milli hakimiyete geçişi sağlamak için uğraşmıştır. Mustafa Kemal, giriştiği mücadelenin
bu temel unsurunu, Amasya Genelgesi ndeki şu sözleriyle ortaya koymuştur: Milletin istiklâlini yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.

Atatürk önderliğinde başlatılan Milli Mücadele döneminde bazı kesimler, ülkenin kurtulması için büyük devletlerin mandası altına girmekten başka çare olmadığını savunurlarken; Atatürk,buna şiddetle karşı çıkmış ve milli iradeyi oluşturma ve bağımsızlığa kavuşma konusunda, inancını kaybetmemiştir.
Millî Mücadele ye millî hakimiyet düşüncesi ile başlayan Atatürk, diğer devletlerin manda yönetimi altına girmek yönündeki düşüncesini, Nutuk ta şöyle açıklamıştır: Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet göremedim. Çünkü bu kararların dayandığı deliller ve mantıklar çürük ve esassızdı.

Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı: O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız ve şartsız yeni bir Türk Devleti kurmak. İşte, daha İstanbul dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur.

Milletin, hedeflediği tüm amaçlara ulaşma gücüne sahip olduğunu vurgulayan Atatürk, Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Kuvvet birdir ve o Milletindir.diyerek bu düşüncesini belirtmiştir. Erzurum Kongresinde, Millî iradenin başlıca güç kaynağı olduğunu, Kuva-yı Milliyeyi âmil ve İdare-i Milliyeyi hakim kılmak esastır sözleriyle ilân eden Atatürk ün bu ilkesi; daha sonraki tarihî gelişmelerde Türk İnkılâbının temel bir dayanağı olmuştur.
11 Eylül 1919 da Umumi Kongre tarafından ilân edilen, Sivas Kongresi Beyannamesi adı ile anılan ve kongrede alınan kararları içeren belgede; Erzurum Kongresi nde alınan bu kararın aynen tekrarlanması, Atatürk ün milli iradenin millete verilmesi konusun
daki kararlılığının göstergesidir. Kronolojik açıdan bakıldığında, bütün bu çalışmaların Türkiye de millî egemenliği gerçekleştirmek esasına dayandığı görülecektir.
Kongrelerde alınan kararların yanı sıra, millî egemenlik konusunda atılmış önemli adımlardan birisi de Misak-ı Millî kararlarıdır. Misak-ı Millî ile millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırları çizilmiş, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarındaki millî kurtuluş programı, hukuk ve siyaset anlayışı esaslarına oturtulmuştur.
,

Atatürk ün Türkiye de milli egemenlik ilkesini tam anlamıyla gerçekleştirmesi ise TBMM nin açılması ile olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi nin açılmasıyla,Türkiye de Millî Egemenlikilkesi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Hakimiyet kayıtsız şartsız Milletindir ifadesiyle, iradeyi TBMM ye veren Atatürk, milli hakimiyetin korunması konusunda Türk Milletine düşen görevi, şu sözleriyle ifade etmiştir:
''Hiç şüphe yok, Devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için,milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet herşeyimiz için, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.''


ATATÜRK VE MİLLİ EGEMENLİK (Konferans Metni)
Çağımız bilgi çağıdır.Bilgi ve teknolojiye sahip toplumlar ancak kalkınabilmektedirler.Atatürk devrimlerinin de en belirgin niteliği, çağdaş düşünceye ve bilime dayalı bir toplum yaratmak amacıyla somutlaşan ve hiçbir devrimin özünde bulunmayan,sürekli yenileşmeyi içermesidir.Bundan dolayı,çalışmalarımızda izleyeceğimiz yol,sporcuların taşıdığı olimpiyat meşalesi gibi bizim de meşalemiz, Atatürk ilke ve inkılapları olmalıdır.Bu meşeleyi sevgi,coşku,ve inançla taşımalıyız. Bizden sonrakilere de artan bir sevgi,coşku ve inançla aktarmalıyız.
Atatürk'te çağdaş düşünce yapısının oluşması gençlik yıllarından itibaren başlamıştır..Gençliğinde ki davranışlarında çağdaş çizgiler görülür.Milli mücadele yıllarında yakın arkadaşlarına ''Vatan işgalden kurtarıldığında vazifemiz bitmeyecektir.Ülkemiz medeni milletler arasında yer alacaktır''demektedir.Bu yenilikçi düşünce ile Atatürk yeni Türkiye Cumhuriyeti devletini çağdaş bir yapıya ve görünüme kavuşturmaya çalışmış,yeniliğe açık Türk Milleti de Atatürk'ün bu çağdaş düşüncesinden güç almış,Cumhuriyetin ilk on yılında az zamanda çok işler başarmış ve bu başarılarını günümüze kadar sürdürmüştür.Bu başarılarla küçümsenmeyecek bir gelişme gösterilmiştir.Yapılan iyi hizmetler yapılacakların teminatı olarak gelecek için umut vermektedir.Atatürk'ün önderliğinde askeri ve siyasi başarılar neticesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti,gelecekte de ilim ve iktisad zaferleriyle geliştirlecek ,bağımsızlık anlayışımızla da korunacak ve böylece ilelebet yaşayacaktır.
EGEMENLİK
Osmanlı devletinde egemenlikl ile ilgli ilk değişiklik,1808 yılında 2. Mahmut zamanında Ayanlarla yapılan Senet-i İttifak ile olmuş-tur.Bu olayla Padişah ilk kez egemenliğinden taviz vermiştir.
19 .yüz yılda Padişah Abdülmecid döneminde hazırlanan Tanzimat fermanı ile de Padişah kendi isteği ile egemenliğine sınır koya-rak,kanun üstünlüğünü kabul etmiştir. Böylece hukuk devletine doğru ilk adım atılmıştır.Tanzimat meclisleri açılarak da,halkın iradesine ilk olarak başurulmaya başlanmıştır.1856'da İslahat Fermanı ile de Osmanlı vatandaşları arasında bulunulan farklılıklar
giderilmiştir.
Osmanlı devletinde1876 yılında Meşrutiyete geçilmiştir.Böylece halkın yönetime katılmasıyla idare demokratikleştirilmişFakat egemenlik ,son karar organı olarak padişahta kalmıştır.Bu yönetim kısa ömürlü olmuştur. Padişah 2.Abdülhamit 93 Harbini bahane ederek Meşrutiyeti kaldırıp 33 yıl süren istibdat yönetimine geçmiştir.1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyetinin zorlamasıyla da 2.Abdülhamid 2 Meşrutiyete geçmiştir. 1912 yılında da siyasi partilare dayalı hükümetler dönemi başlamıştır..Fakat İttihat ve Terakki Partisinin yönetimi Balkan savaşları sonrası diktatörlüğe dönüşür.
Osmanlıda yönetim alanındaki bu gelişmeler ,Avrupa devletlerinin iç işlerine karışmasını önlemek ve devletin dağılmasının önüne geçilmesi amacıyla yapılmıştır.Her şey hanedan,saltanat ve hilafet temeline oturtulmaya çalışılmıştır.Yeter ki Osmanlı devleti yıkılmasın idi..Hürriyet ,eşitlik ezgileri yapılmış,ancak hiç kimse de ve hiç bir kuruluş da egemenliği millete götürecek bir çaba görülmemiştir.Cumhuriyet sözcüğü Şinasi,Ziya Paşa,,Namık Kemal,Ali Suavi,Ahmet Mithat e Mithat Paşa gibi öncü aydınlar tarafından ,hürriyet,vatan, ve millet karamlarıyla birlikte kullanılmıştır.
O dönem incelendiğinde ,milli egemenliğe yönelik,kökten değişikliği isteyen tek adamın Mustafa Kemal olduğu görülür.Aydınların hepsi sadece meşrutiyetin ilan edilmesi,Anayasanın yürürlüğe konması ve padişahın bazı haklarının kısıtlanması ile bütün sorunların çözümleneceği fikrindedirler.Padişahlık ve Halifelik kurumlarına yan gözle bakmak kimsenin aklının ucundan bile geçmemektedir.
Atatürk çocukluğundan beri batı ile temas halindedir.Doğduğu yer olan Selanik o dönemde bütün fikirlerin serbestçe tartışılabil-diği,kozmopolitik bir şehirdir.Osmanlının batıya açılan bir penceresi durumundaydı.Onun tahsil hayatını Selanikten sonra Manastır ve İstanbulda devam ettirdiğini görüyoruz.Bu şehirler de Avrupadan esen çağdaş düşünce rüzgarlarının Osmanlı devletinde ilk etki-sinin duyulduğu yerler olmuştur. Atatürk'ün çocukluğunun ,tahsil hayatının bu şehirlerde geçmesi onun fikri dünyasının oluşmasın-da büyük rolü olmuştur.
Nitekim bunun belirtileri Manastır askeri idadide okurken görülmeye başlar.Derslerin dışında memleket meseleleriyle ilgilenir,tartışmalara katılır, böylece fikri hayatı başlamış olur.
Mustafa Kemal ,İstanbulda Harp okulu ve Akademi yıllarında mevcut rejimin eleştirilerini yapmış ve bu hususta Yıldız sarayında Sultan Abdülhamit'in huzurunda sorgulanmıştır.
Yine 1902 yılında Atatürk, İstanbulda öğrencilik yıllarında en iyi arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy'un ,kuzguncuktaki evlerinde bir hafta sonu,eski Berlin elçisi ve Bayındırlık Bakanı olan Osman Nizami Paşa ile tanışır.Osman Nizami Paşanın ''İstibdat idaresi bir gün elbette yıkılacaktır.Fakat onun yerine batılı manada bir idare gelipte memleketi her bakımdan acaba kalkındırabilecek midir?Ben buna inanmıyorum''demesi üzerine Mustafa Kemal''Paşa hazretleri,batılı manadaki idarelerde zamanla gelişmişlerdir.Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyetli cevherleri vardır.Fakat bu inkılabın meydana gelmesinde bugün işbaşında olanlar,yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa,o vakit buyuırduğunuzu kabul etmek gerekir.Yeni nesiller içerisinde her konuda güvenilir insanlar çıkacaktır.''der Bu sözlerle Mustafa Kemal'batılı anlamda bir idareden yana olduğu ve halka dayanan düşünceler içerisinde olduğu-nu anlıyoruz.
1905 yılında topçu subayı olarak sürgüne gönderildiği , Şam’a henüz ulaşmadan daha Beyrutta iken arkadaşlarına söylediği
‘’Dava yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan ,önce bir Türk devleti çıkarmaktır.’’sözleriyle devlet yönetimi fikrinin milli egemenliğe dayalı Cumhuriyet olduğunu da alenen açıklamadan çekinmemiştir.
Şam'da ''Vatan ve Hürriyet Cemiyetini''ni kuran Mustafa Kemal,Burada gelişme fırsatı bulamayınca cemiyetini Selaniğe götürür.Cemiyetin kuruluş gecesinde yaptığı konuşmada:istibdata karşı bir ihtilalle cevap vermek,köhnemiş çürük idareyi yıkmak ve milleti hakim kılmaktan bahseder.Böylece amacını açıkça ortaya koyar.Bu amaç doğrultusunda toplanmaya çağırır.
Yine Mustafa Kemal Selanikte bulunduğu sırada arkadaşlarına bir toplantı sırasında şöyle der ,''Meşrutiyet in ilanı yeterli çare olamaz.Cemiyetin bir siyasi parti haline gelerek hükümeti,meşrutiyetin ilanından sonra ele alması gerekir.Parti,önceden bu vazifesine hazırlanmış ve ne yapacağını programlaştırmış olmalıdır.Aksi taktirde 2. Meşrutiyet de birincisinin akıbetine uğrar.Öyle ise ne yapılmalıdır?der ve çareyi şöyle açıklar;''Meşrutiyet,
köhneleşmiş ve tutarlığını kaybetmiş olan Osmanlı imparatorluğunun gövdesi üzerine değil,aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı,düşmanlarının yapacağı bir tastifte yerine ihtilal idaresi,tek başına ,bir Türk Devleti kurmalıdır.Peki bu tasfiye işi nasıl yapılmalıydı?Mustafa Kemal şöyle düşünüyordu;
''Doğu ve Batı Trakya bizde kalmalı,Edirnenin kuzey hudutları Bulgaristan aleyhine düzeltilmeli,Arnavutluk bağımsız olmalı,Bosna -Hersek,Sirbistan ile Avusturya Macaristan arasında adilane taksim edilmeli,Anadolu sahillerinde yakın olan adalar yeni Türk Devletine kalmalı,Güney hudutlarımız ise,Hatay,Halep ve Musul vilayetlerini içine alacak şekilde geçirilmeli idi.'''
Bu düşünceleriyle daha o zaman tasarladığı Yeni Türk devletinin Mısakı Millisini bile çizmiştir.
2. Meşruti ilanından hemen sonra Selanik’te toplanan İttihat ve terakki cemiyeti kongresinde yaptığı konuşmada Atatürk ’’Bu ha- reketin bir ihtilal olduğunu,inkılaba dönüştürülmesinin ge rektiğini,din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını,ordunun siyasetten ayrılmasını, gizli hiziple üstünlük kurulmamasını istemiş ve bu istekleriyle Cumhuriyetçi olarak suçlanmıştır
2. Meşrutiyetin ılanıyla ortaya çıkan 31 Mart olayını bastırılmak için Selanikten İstanbul'a hareket eden , Hareket ordusunun Kurmay başkanıyken Mutafa Kemal yayınladığı bildirilerde ,yetkililere ,şahısları için değil,millet ve memleket için çalışmalarını işaret etmiş Millet için iş görmenin yetkisini millet vereceğine göre ,yine millete,millet iradesine saygı ve sevgi gösrerilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.Bu ,Milli Egemenliğe uzanan yolu göstermektedir.
Mustafa Kemal,daha geçliğinde beri Osmanlıcılık,Turancılık ve İslamcılık gibi fikirlere katılmamış,o daima ,çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölgede bağımsız bir Türk devleti düşünmüştür.Batılı aydınların eserlerini çok iyi okumuş,incelemiş, Fransız ihtilalinin dünyayı nasıl etkilediğini görmüştür.Ona göre Osmanlı devleti 19.yüz yılda her bakımdan olduğu gibi ,yönetimiyle de çağ dışı idi.Milli egemenliğe dayalı milli devletler yörüngesinin dışındaydı.Bu nedenle,Teokratik bir devlet yapısı düşünmemiş, Padişah ve halife değişikliğinin hastalığa çare olamayacağını görmüş,Meşrutiyetin bekleneni getiremeyeceğine inanmıştır .Tavrı ,düşüncesi daima halkın egemenliğinden yana olmuş ve millet egemenliğini her şeyin üstünde tutmuştur.Her zaman’’Milli devlet ‘’ideali ile yaşamıştır.
Atatürk'ün Milli mücadele ile vatanın kurtarılması hakkındaki düşüncelerinin Birinci dünya savaşının Sina-Filistin cephesinde
7. Ordu komutanı olarak görev yaparken kesinleştiğini ve ,fiili harekete dönüştüğünü görüyoruz 19 Eylül de başlayan İngiliz Arap birlikleriyle yapılan Nablus Muharebelerinde Atatürk orduyu kademe kademe geri çekerek,,Suriyede tutunmasını sağla-mıştır.,
Antalyadan Halep'in kuzeyine geçen,yani tahriben güneyde bugünkü sınırımıza uyan bir hattı Atatürk belirlemiş ve askerle-
rine bu sınırdan düşmanın geçirilmemesini emretmiştir.26 ekim 1918 'yapılan Katma meydan savaşıyla da İngiliz-Arap kuvvetleri yenilgiye uğratılmıştır. Böylece bu zaferle güney sınırımızda düşmanı durdurmuş Türk askerinin süngüleriyle ileride , Kurtuluş Savaşı sırasında kurulacak olan Yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin güneydeki milli sınırı fiilen tespit edilmiştir.
30 Ekim 1918 de Mondros Ateşkes Antlaşması imza edilince,31 Ekim 1918'de Mustafa Kemal Yıldırım orduları komutanlığına atanır.Burada Alman subaylarının kendisine ''Artık harp bitmiştir''demelerine karşılık''Bizim için yeni başlıyor''yanıtını verdikten sonra 'Harb-i Kebir bitmiştir,Har-i Sagir başlayacaktır''demiştir.
Atatürk katmadaki karargahında ilk emirlerini yayınlayarak sonradan vatanın savunması için kurulacak Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarının ilk hücrelerini meydana getirmiştir.Türklerin bir gün kendi öz toprakları için savaşmak zorunda kalacaklarını önceden tespit etmiş ve fazla silahları bölge halkına dağıtarak iş görecek ''Çete Harbi'' için milis kuvvetlerinin kurulmasını plan-lamıştır.Düşman işgallerine karşı da yakın arkadaşı Ali Cenani Bey'e ''teşkilat kurun!Milli kuvvetler meydana getirin ve kendinizi
koruyun demiştir.
5 Kasım 1918'de Adanada bulunduğu sırada Katmada bulunan Ali Fuat Cebesoy'u çağırır. ona ''Artık milletin,bundan sonra ,kendi haklarını kendisinin araması ve savunması,bizlerin de ,mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz gerekir''der.[8] Burada Atatürk Milli egemenliğin tesisine doğru bir gelişmeyi işaret etmektedir.
Atatürk Fransız ihtilali ile birlikte dünyada imparatorluklar döneminin kapandığını,milli egemenliğe dayalı milli devletler dönemine girildiğini biliyordu.Bunun içinde çok milletli Osmanlı İmparatorluğunun yaşama şansının olmadığını olaylar içinde yaşayarak görmiştü.Ona göre Türk ulusu egemenliğine dayanan milli ,çağdaş,laik devletini kurmalıydı.
Atatürk'ün bu ideali taşıdığı ve Birinci Dünya savaşı sonunda artık Cumhuriyetçi fikirleri ile tanınan ve yakınları arasında bilinen bir kişi olduğunu göstermesi açıısında somut bir örnek vermek gerekir ise,1951 yılındaLondra'da Sultan Vahdettin'in yeğeni Prens Saminin Haluk Yusuf Şehsuvaroğlu'na anlattığına göre ,Samsun ve havalisinde bozulan asayişin düzeltilmesi için Osmanlı ileri gelenlerinden hazırlanan bir liste Padişahın önüne çıkarıldığında ,Padişah parmağını Mustafa Kemal' Paşanın isminin üzerine koyarak:
- ''O gitmelidir''der.
Mustafa Kemal Paşanın ismi karşısında ''Cumhuriyetçidir'' ifadesi bulunmaktadır.Sadrazamın bu yazıya Padişahın dikkatini çekmesiyle:
-''Mevcut kumandanlarımızın en liyakatlisidir.Çanakkalede ki muvaffakiyetini bilirsiniz.Almanya seyahatimde kendisini yakından tanıdım.Anadoludaki vaziyeti düzeltecek en muktedir kumandan O'dur ifadesini kullanmıştır.İstanbul'a dönüpte Padişah ile görüş-tükten sonra Mustafa Kemal Atatürk şunları söylemiştir:
-Ogün anladım ki padişahlar milletlerin kaderini değil ,ancak şahıslarının huzurunu düşünürler.O gün Türkiyeyi ancak Cumhu-riyetin kurtaracağına tamamen iman ettim.''
Atatürk’ün milli eğemenliğe dayalı milli devlet ideali Mondros Ateşkes antlaşması sonrası başlayan işgaller sonucu uygulama
alanı bulacaktır.Padişah Vahdettin Karadeniz bölgesindeki kargaşalığı önlemek amacıyla Mustafa Kemal'i , 9. Ordu müfettişi olarak, görevlendirir Oysa Atatürk'ün kafasındaki düşüncelerden padişahın haberi yoktu.Atatürk 16 mayıs 1919 da İstanbuldan Samsuna hareket ederken kafasında üç büyük amaca yönelik düşünceler vardı.Birincisi;Türkiyenin bütünlüğünü ve bağımsızlığını sağlamak,ikincisi;Milli egemenliği demokratik kurumlarla tesis etmek,üçüncüsü de;Türk ulusunu çağdaş medeniyet seviyesine ,hatta üzerine çıkartmaktır.[9] Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için hareketini Türk milletine dayandırmak düşüncesindeydi.Hiç bir maddi kuvveti yoktu.Milletin asaletinden doğan ve onun vicdanını dolduran yüksek ve manei bir kuvvet vardı.Atatürk bu kuvvete güveniyordu.Oysa padişahın düşüncesi böyle değildi. Padişahın düşüncesi hanedanını korumak ve devamını sağlamak,bunun için de gücünü İngiltereye dayandırmak düşünceleri içerisindeydi.
Ataürk 19 mayıs 1919 da bu anlayış içinde ‘’Ya istiklal ya ölüm’’ düsturu ile Samsuna çıkınca hareketini Milli egemenliğin kaynağı olan milli iradeye dayandıracağı mesajını verdi. 22 mayıs 1919'da İstanbul'a sadaret makamına gönderdiği yazıda ;Millet yek vücut olup hakimiyet esasını ,Türklük duygusunu hedef almıştır.''diyerek ilk kez Kurtuluş Savaşı içinde bağımsızlık konusunda sesini duyurdu. 22 Haziran 1919 da ünlü Amasya tamiminde ‘’Milletin istiklalini ,yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.diyerekte kurtuluşu millete dayandırmıştır.’’ 23 Temmuz 1919 da Erzurum kongresinde ‘’Arkadaşlar,tek tedbir:hakimiyeti milliyeye müstenit, bilakayıt ve şart,müstakil bir Türk devleti teşkil etmek ve hedefe ,behemehal vasıl olmaktır[10].'' diyerek yeni bir devletin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür.(Bu kongre sırasında 7/8 Temmuz gecesi Atatürk,Yaveri Mazhar Müfit Kansuya :''Zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını''söylemiştir.) 4 Eylül 1919 da Sivas kongresinde milli birlik sağlanarak,milli iradenin hükümetin üstünde bir güç olduğu ,memleketi korumak için milli kuvvetleri yapıcı duruma getirmek ve milli egemenliği hakim kılmak esastır denilmiştir.Kongrede seçilen 15 kişilik Heyet-i Temsiliye ,Millet Meclisi nin açılışına kadar Anadolu’nun fiili hükümeti durumuna gelmiş ve millet adına uygulamalara başlamıştır.
Mustafa Kemal'in milli hakimiyete dayanan kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurma düşüncesi içinde olduğunu daha ilk andan itibaren İstanbuldaki yabancılar sezinlemişti.17 Eylül 1919 da İstanbul'daki İngiliz Amirali De Robeck,İngiltere Dışişleri Bakanı Curzon'a bir telgraf çekerek,''Anadolu’daki Ulusal Hareketin,bağımsız bir Cumhuriyet kurulması doğrultusunda gelişmekte olduğunu bildirmişti.
Atatürk Sivas Kongresine gözlemci olarak katılan Amerikalı gazeteci Lous Brown'a ,Sivas Kongresinin toplandığı ilk günün gecesi,tertiplenen fener alayını onunla yan yana izlerken ona ;''ülkenin savaşı kazanacağını,bağımsız olacağını,Cumhuriyetin ilan edileceğini'' söylemiştir.
Atatürk Sivas'ta 14 Eylül 1919 da İradeyi Milliye(Milli İrade)adını verdiği bir gazete kurdu.Sivas böylece milli egemenliğin öneminin duyurulduğu bir merkez oldu. Atatürk 27 Aralık 1919'da Ankara’ya ulaşınca da bir gazete daha kurdu,onun adına da ‘’Hakimiyet-i Milliye (Milli Egemenlik) adını verdi .Onun kurduğu gazetelere verdiği bu adlar,hiç şüphesiz rastlantı olmasa gerek. Sivas kongresinde alınan karara göre Osmanlı Mebusan Meclisi bir an önce toplanması gerekiyordu.Heyet-i Temsiliye ile İstanbul hükümeti temsilcileri arasında Amasyada yapılan görüşmelerlerden sonra seçimler yapılmış ve İstanbulda Mebusan Meclisi açılmıştı.
28 Ocak 1920 'de kabul edilen Misak-ı Milli ile de ülkemizin sınırları çizildi,ve bağımsızlığımızla bağdaş-mayan siyasi,mali,adli,ge-lişmemize engel olan kapitülasyonların kaldırılması öngörüldü, ve devletin üç önemli unsuru olan millet, ülke ve bağımsızlık Milli misak ile belirlenmiş oldu.
Nihayet 16 mart 1920 'de İstanbul'un İngilizler tarafından resmen işgal edilmesi ve Mebusan meclisini basıp kapatmaları Milli egemenlige geçiş fırsatı yarattı.Atatürk bu fırsatı iyi değerlendirilip 23 Nisan 1920 de de Ankarada T B M M ‘sini açtı.Meclisin üzerinde bir güç olmadığı ilan edildi.Bu olay Cumhuriyet esaslarına göre bir devletin kuruluşu demekti.Fakat o günün koşulları gereği ,birlik ve beaberliğin dağılma endişesi duyulmasından devletin ismi konmadı.Şartların oluşması beklendi..20 ocak 1921 tarihli Anayasa ile de milli egemenlik ilkesi hukuken tescil edildi.23 Nisan 1921 de 112 sayılı kanunla 23 nisan günü ''milli Bayram''olarak kabul edildi.
TBMM nin kuruluşu,Milli mücadeleyi,içte olduğu gibi dışta da güçlendi.Milli güçleri TBMM’si çatısı altında toplayan Atatürk, bundan sonra savaşı Meclis kararlarıyla yürütmüştür. Meclis ,düşmanı yurtan atma görevini üslenmiştir .Bunu da milli egemenlik ilkesinden güç alınarak,her konuda hesap soran,kıyasıya eleştiren,milletin haklarına titizlikle sahip çıkan meclisle gerçekleş-tirilmiştir. Büyük bir savaşın,millet adına ,bir meclis tarafından yönetilip yürütülmesi,dünya tarihi açısından da üzerinde durulmaya değer bir olaydır.I Kasım 1922'de Saltanat kaldırılıp Osmanlı egemenliğine resmen son verildi. 23 Nisan 1920’de Kurulan Yeni
Türk devleti,24 Temmuz 1923’ de Lozan Andlaşmasıyla bağımsızlığını kazandı ve 29 Ekim 1923 de de adının Cumhuriyet olduğu ilan edildi.Böylece Türk Milleti ,Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti devleti ile tarihinde ilk kez egemenliğine özgürlüğüne kavuşmuş oldu.Böylece eşsiz dehasıyla ,milletimizi egemenliğine kavuşturan Atatürk,1924 Anayasasına ''Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunu hiçbir suretle değiştirilemeyeceği''hükmünü koydurdu.
Atatürk zamanı gelinceye kadar düşüncelerini ,kendi deyimiyle ''Milli Sır'' olarak vicdanında saklamasını bilmiştir.Çıkan fır-satları değerlendirerek veya fırsatlar yaratarak,basamak basamak ilerleyer ek eserini meydana getirmiştir.
Atatürk egemenliği daima ulusta görmüş bir Osmanlı aydınıydı .Ona göre egemenlik ulusun bütününe aittir,bölünemez parçalana-maz,ulustan başka kimse sahip olamaz.Egemenlik insanların iradelerini gerçekleştirmek için kullandıkları bir araçtır.Bir başkasına emanet ederlerse,iradeleri diledikleri biçimde beliremez.Şimdiye kadar ulusumuzun başına gelen bütün felaketler ulus egemenliğini, kendi hükümdarının eline bırakmış olmasından kaynaklanmıştır. Ulus belki egemenliğini birine emanet eder.Onlar
belki ulustan bu egemenliği emanet almışlardır.(Atatürk burada Osmanlı hanedanını kastedmektedir) Ama bu zorlama ile olmuştur. Egemenlik zorla alınır. Osmanoğulları zorla,Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı.Türk milleti de egemenliğini Osmanoğullarından zorla almış, egemenliğine sahip çıkmıştır .Bundan dolayı da ‘’Milli Egemenlik Türk Milletinin namusu-dur,şerefidir,haysiyetidir’’. Bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki Milli egemenlik Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışının temelini oluş-
turmuştur
Atatürk,, milli egemenliğin öyle bir nur olduğunu ,karşısında nice zincirlerin eridiğini,nice taçların ,tahtların yandığını yok olduğunu ve Türk milletinin yaratılışına,onuıruna ve anlayışına en uygun yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğunu söylemiştir. .'
Atatürk'ün milli egemenlik anlayışı soyut ve demokrasiden uzak bir mill egemenlik anlayışı değildir.Sadece Osmanlı hükümdarının kişisel egemenliğini yıkmayı değil,onun yerine halk yönetimi olan demokrasiyi geçirmeyi amaçlamıştırAtatürk bunu yerleştirmek için son derece çetin bir mücadele vermiştir.Kurtuluş Savaşına,''Milli egemenlik' bayrağı ile başlamış,emperyalizme ,istibdata ,esarete karşı bu bayrakla savaşmış,milli egemenliği tesis ederken demokratik kurumlarla bunu gerçekleştirmeye çalışmış ve demokrasi idealini''milli egemenlik''ilkesi içinde ifade etmiştir.Nitekim 1929'da ''Artık bugünkü demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır'' demiştir.
İnsanoğlunun 18. Yüz yıldan 21 yüz yıla taşıdığı değerlerden biri olan milli egemenlik,,egemenliğin doğrudan doğruya ulusa ait olması özelliğini taşımasından dolayı yüz yılımıza kadar önemini korumuş ve günümüzde artık 'Demokrasi idealini'' ifade etmek üzere kullanılmaya başlanmıştır.Bundan dolayı da önemi her geçen gün artmaktadır.
Çağımızda da, en ülküsel yönetim biçimi olan demokrasi,toplum içinde türlü düşüncelerin temsil edilebilmesine,vatanda-
şın yöneticileri bu düşünce akımları içinde dilediğince seçebilmesine,onları her zaman denetleyebilmesine dayanan bir rejimdir.Bundan dolayı da bir biçim değil bir özdür.Devletin dış görünüşünün altında yatan ,ona gerçek kişiliğini veren bir öz .Bir ülkede bu öz yoksa,dış görünüş.Cumhuriyet de olsa bu ülkede demokrasiden söz edilemez.
Cumhuriyet ise demokrasinin gelişmesi için en ülküsel devlet biçimidir.Milli egemenliğe dayanan yönetimlerin ortak adıdır.
Cumhuriyetin gerçek anlamda demokrasiye açılabilmesi için,ilk önce bütün ulusa dayalı olması gereklidir.Başka bir deyişle,demokrasiye giden bir Cumhuriyette,egemenliğin belli gruplara değil bütünüyle ulusa ait olması baş koşuldur Atatür'ün istediği Cumhuriyette de temel esas budur.O. bunu ''Cumhuriyet rejimi demek,demokrasi sistemi ile yönetilen devlet şekli demektir''diyerek ifade etmiştir.
Demokrasi Atatürk'ün sosyal mücadelesine Halkçılık adı ile girmiştir.Eğitimi,kültürü,ekonomik gelişmeyi halka doğru yaymak anlamındadır.Kısaca halkın madde ve kültür seviyesini yükseltmektir.Sınıf esasını kabul etmez.Halk,meslek ve çalışma grupları olarak ayrılmıştır.Türk toplumu bir eşitlik dengesi içindedir.Ayrıcalıklı bir sınıf bilinci yoktur ve olamaz.Yasalar önünde ,bütün yurtttaşlar için kesin bir eşitlik öngörülür.Batı medeniyetinde bunun adı ise Demokrasidir.
Atatürk'e göre özgürlüğün de ,eşitliğinde,adaletinde dayanağı ulusal egemenliktirOna göre hiç bir ulus,egemenliğini kayıtsız ve koşulsuz elinde bulundurmadıkça çağdaş ve uygar olamaz.Çünkü, milli egemenlik esasına dayanan yönetimler aydın insanların yönetimidir.Aydın insanlarda milli egemenliğin sigortasıdırlar. Onun için Atatürk çağdaş eğitim ile ,çağdaş insan yetiştirilmesine önem vermiştir.O inanıyordu ki çağdaş insan ve çağdaş toplum ,çağdaş devletin temelidir.
Dünyada Milli egemenliğin ilanıyla hemen ve tam olarak Demokrasiye geçilememiştir.Bu bir süreç içinde olmuştur.Fransada ihtilalden sonra terör ve diktatörlük,birinci Napolyon imparatorluğu, restorasyon,üçünçü Napolyon diktasını yaşanmış,ancak 1875 'de üçüncü Cumhuriyet Anayasası ile istikrarlı bir demokrasi dönemine kavuşmuştur.Atatürk döneminde de demeokrasi denemeleri başa-rıya ulaşmadığı için demokrasiye geçiş gerçekleşememiştir.Fakat demokratik rejimin alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır.Atatürk'e göre Cumhuriyet demokrasi ile yönetilen devlet biçimidir.Yani demokratik Cumhuriyettir.Cumhuriyet düzenimizin yanı sıra demok-rasiye de zamanla aşama aşama geçilmesini istemiştir.Nitekim 1946 seçimleri ile demokratik döneme geçilmiştir.
SUNUCU
İrfan GEZER
BURSA ERKEK LİSESİ
TARİH ÖĞRETMENİ
VİDEO(23 Nisan Belgeseli - Mustafa Kemal Atatürk)
http://www.vidivodo.com/VideoPlayerShare.swf?u=BFxEQVxHXhI="