





İRFAN GEZER
ATATÜRK'ÜN EĞİTİME BAKIŞI
Bir ülkenin ekonomik ve kültürel alanlarda kalkınma ve güçlenmesinde en önemli unsur insan ve dolayısıyla toplumdur.Yine bir ülkenin gücü ve üstünlüğü o ülkenin insanının değeri ve çağdaş düzeydeki yerine bağlıdır.Bunu çok iyi bilen ve değerlendiren yüce Atatürk,''cahil insan yarım insandır''düşüncesiyle hareket edip,Türk insanını eğitmek için her türlü kaynakları ülke çapında harekete geçirdi.Uygarlığın,e-ğitimle olan sıkı bağından dolayı da ,çağdaş toplumsal bir yapı oluşturmak ve kalkınmayı sağlamak için de hayatı boyunca eğitime önem verdi.
Eğitim;Kişinin zihni,bedeni duygusal,toplumsal yeteneklerinin,davranışlarının istenilen doğrultuda geliştirilmesi, ya da ona bir takım amaçlara dönük yeni yetenekler,davranışlar,bilgiler kazandırılması yolundaki çalışmaların tümüdür.Öğretim ise;Teşkilatlı ve düzenli olarak,genellikle bir öğretim kurumunda(okul vs.) öğretmenler tarafından,öğrencilere,araç-gereç kullanılarak bilgi aktarılması ve öğretilmesi çalışmalarının tümüdür.Öğretim,eğitimin içinde ve onun bir parçasıdır.Öğretilen şeyler,kişinin davranışlarında olumlu değişiklikler meydana getirmişse eğitim haline dönüşürler.
Eğitim sistemi dendiği zaman ise,konunun hem eğitim hem de öğretim boyutunu ele alıp incelemek gerekir.Ancak her ülkenin eğitim tarihinde geçmişe gidildikçe ,plansız,örgütsüz,genel ve yaygın,bazan da bireysel bir eğitim ağır basar.Bu gözlem Türk eğitim tarihi içinde doğrudur.
a)TÜRKLERDE CUMHURİYET ÖNCESİ EĞİTİM: Türk milletinin tarih sahnesine çıkmasından İslamiyet'in kabulüne kadar olan dönemde eğitim anlayışı ve uygula-malarına bakarsak,bunların yaşama biçiminin etkisiyle şekillendiğini görürüz.Eğitim, törelere dayalı usta-çırak ilişki-siyle ve aile eğitimiyle sağlanırdı.Köklü bir bilim sevgisi vardı.Mesleki eğitime önem verilirdi..Eriştikleri uygarlık ve kültür düzeyleri onlarda eğitim kurumlarının varlığına kesin delil ise de bu kurumlar hakkında henüz kesin bilgi yoktur.Öğretici amaçla yazılmış edebi eserler de insanlara hayatta yol gösterici ilkeler,ahlaki esaslar gibi felsefi kırın-tılar vardır.Şiir ve atasözü niteliğindeki bu parçalar,o dönemlerin Türk ahlak ve terbiye anlayışının dayandığı temelleri gösterir.Bunlar,iyiliğin,cömertliğin,bilgeliğin,cesaretin önemi ve değeri,büyüklere itaat vs.gibi bugün de yaşayan değerlerdir.İdeal insan ;dışa dönük mekanda genişlemek isteyen,akıncı,düşmanlar ve hayvanlarla mertçe çarpışan,güçlü zeki ve bilge olan ''alp tipi''insandı.Cinsiyet farkı gözetilmeden büyük bir çocuk sevgisi vardı.Oğlan çocuğunu yetiştirmek babanın,kızı yetiştirmek ananın görevi sayılırdı ve ''ata oğlu ataç doğar'' ,yani oğlan babaya benzer denirdi.
İslamiyetin kabulünden sonraki dönemde ;Türk eğitimi Türk töresi,Türk değerleri değişime uğradı.Türk toplumu İslami esaslara göre düzenlendi.Dini eğitim sürecine girdi.İslamiyetin Türk eğitimine kazandırdığı en önemli özellik medrese denilen okullar oldu.İlk kez Türkler planlı,düzenli,güçlü bir örgün eğitim kurumuna kavuştular.Eski savaşçı alp insan tipinin özellikleri İslami değerlerle kaynaştı.Gazi ve Veli denilen ideal insan tipi oluştu.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında bilime önem veren Türkler, xvı yüz yıla kadar medreselerin yaygınlaşmasını sağladılar.Medreseler dini eğitim veren kurumlar olduğu halde dini bilgilerin yanında matematik,tıp,astronomi, ve fen gibi bilimsel derslerde okutulmaktaydı.Bu dönemlerde bilimsel içerikli programlar sayesinde medreselerden yetişmiş ünlü bilginler vardı.Bunlar;İbn-i Sina,Gazali,Farabi, ve Katip Çelebi gibi.
Medrese eğitiminin yanında önemli eğitim etkinliklerinden biri de,ahilerce verilen mesleki ve teknik eğitimdir.Ahilik,Selçuklularda ortaya çıkmış,Osmanlılarda bir süre etkili olmuş ,lonca teşkilatına dönüşmüş,yaygın ve mesleki eğitim kurumudur.Esnafı,çeşitli mesleklerin usta ve çıraklarını içine alan,onların dayanışmalarını,mesleklerini dürüstlük ve özenle yapmalarını,bu amaçla eğitilmelerini,terbiyeli yetişmelerini sağlamıştır.
Bunun yanında Selçuklular zamanında şehzadelerin eğitiminde görevlendirilen Atabeg denilen bilgili ,birer öğretmen ve özelliklede siyasi eğitimci denilen kişiler vardı.Bunlar şehzadelere hem kuramsal hem de uygulamalı eğitim verirlerdi.Osmanlılarda da şehzadelerin yetiştirilmesinde Lala' lar denilen kişiler görevlendirilirdi.
Osmanlı devletinde eğitim sistemi dinsel idi.Dinsel kurumlar eğitim işlerini düzenlerdi. Devlet eğitim işiyle tanzimat dönemine kadar uğraşmamıştır.Vatandaşın eğitimiyle ilgilenmemiştir.Temel eğitimi ile ilgili eğitim veren mahalle okulları vardı.Bu okullar vakıflara bağlıydı.Bu okullarda okuma ve yazma öğretilirdi.Öğretmenleri basit din adamıydılar.Bunlar eğitim ve öğretim tekniklerinden habersizdiler.Bundan dolayı okuma ve yazmayı da tam olarak öğretemiyorlardı.
Osmanlının yükselme döneminde nitelikçe geliştirilen medreseler,devletin ihtiyacı olan bürokrat,asker,doktor,yar-gıç gibi eğitilmiş insan gücünü yetiştirmiştir.Bu dönemde eğitime verilen önemin göstergelerinden biri de Enderun okullarının açılmasıdır.Medreseler öğrencilerini müslüman halktan seçerken ,enderun okulları müslümanlığı bir ölçüt olarak kullanmamıştır;din ,dil,ırk farkı gözetmeksizin yetenekli çocukları devşirmeyle eğitmiş ve sarayın çeşitli kademelerindeki görevlere hazırlamıştır.Osmanlıların yükselme döneminde açılan bir başka eğitim kurumu da sıbyan okullarıdır.Bu okullar medreselere gidemiyen çocukları kabul ediyor ve onlara Kur'an okutmayı,ayetleri ezberleme-yi,namazı öğretmeyi ve yazı yazdırmayı amaçlıyordu.
Eğitim alanında bütün bu gelişmeler 16. Yüz yıldan itibaren durmaya ve gerilemeye başladı.Bu kurumlar insan öğesi yönünden de geriledi ve buralara niteliksiz kişiler dolduruldu.Böylece medreseler devletin ihtiyaç duyduğu nitelikli ve çağdaş insan gücünü yetiştiremedi.
Avrupada XV ve XVI yüz yıllarda Rönesansla başlayan gelişmeler büyük bir boyut kazanırken ,Osmanlı devletinde dini taasup bütün toplumu ve idareyi sardı.Avrupadaki gelişmelere uzak ve yabancı kalınıldı.Neticede eğitim tamamen geriledi ve bozuldu.
Bu durum XVIII.nci yüz yıla kadar devam etti.Bu yüz yıldan itibaren toplumu bu durumdan kurtarmak için eğitim ile yeni arayışlara gidildi.Batılaşma hareketleri içinde eğitim alanında da bir dizi düzenlemeler yapıldı.Eğitimde nicelik bakımından önemli gelişmeler oldu fakat nitelikte başarı elde edilemedi.
Osmanlı devletinde Tanzimat döneminde ,eğitim işinin ciddiliği anlaşıldı.1845 yılında eğitim işleri ile uğraşan bir komisyon kuruldu.Ortaokul düzeyinde ''idadi ve sultani'' okulları açılmaya başlandı.Ancak bu okulların sayısı çok azdı ve öğretim kadrosu pek yeteneksizdi.1868 'de açılan Galatsaray Sultaniyesi,Cumhuriyetin başlarına kadar,batı kurumları ayarında eğitim verebilen tek Türk lisesidir.Meşrutiyet döneminde de ilk ve orta öğretim kurumlarının sayısı biraz arttırılmış,ancak hiçbir zaman eğitim halka indirilmemiştir.Yüksek öğretim kurumlarının sayısı da ,Tanzimattan sonra artırılmıştır.Fakat,meslek okulu niteliğinde olan Tıp,Harp ve Mülkiye okulları dışında,gerçek anlamı ile üniversite kurulmamıştır.Meşrutiyet zamanında temeli atılan Darülfünun Batılı anlamıyla gerçek bir araştırma ve öğretim kurumu durumuna gelememiştir.
Cumhuriyetten önce ,insanlarımız ülkenin gerçek ihtiyaçlarına ve milli düşüncelere göre değil, geleneklere ve tesadüflere göre eğitiliyordu. Öğretimde bilimsel yöntemler ve amaçlar hakim değildi.Yetişme kaynaklarının farklılığı nedeni ile,insanlarımız arasında düşünce duygu,ideal birliği yoktu.Mehmet Akif’ in Balkan savaşları sırasında yaptığı araştırmaya göre;’’Osmanlının çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan,öğretmenler,müderrisler,hocalar,vaizler,yazarlar, şairler,devlet adamları tarafından işlenen ve ne yazık ki kabullenilen bir hayat ve eğitim felsefesidir. Bu dayakla terbiye vermeyi amaçlayan,korkak,ürkek,hareketsiz,kendine ve milletine güven duymayan ,milletin geleceğine karamsar bir gözle bakan nesiller yetiştiren bir dünya felsefesidir.En büyük hatamız budur ''demiştir.
Osmanlının çeşitli eğitim kurumları arasında eğitim ve öğretim birliği de yoktu.Farklı bilgiler ile işlenen öğrenciler birbirlerine düşman oluyorlardı.Bu da ülkede birlik ve beraberliğin sağlanmasını engelliyordu. Cumhuriyet döneminde rejime süreklilik kazandırmak ve amaçların gerçekleşmesi için sisteme uygun insan yetiştirilmesi gerekiyordu bu da ancak kuşakların çağdaş ve milli bir eğitim ile yetiştirilmesine bağlıydı.
Osmanlının son dönemi olan meşrutiyet döneminde Eğitim kuruluşları şöyle bir statü içindeydiler; Meşihat (Medreseler),Evkaf Nezareti(medreseler) , Müslüman olmayan okullar ( Rum-Ermeni-Musevi ), Yabancı okullar (Fransız,İngiliz, Alman,İtalyan ve Amerikan okulları),Hiçbir ciddi teftiş ve denetlemeye tabi olmayan özel okullar,Maarif Nezaretine bağlı okullar.Bu sıralanış bize eğitimin bir merkeze bağlı olmadığını ,kültür alanında bir keşmekeşliğin bulunduğunu göstermektedir.Bu sistem içinde Türk’ün var olması ve kalkınması mümkün gözükmüyordu.Bunun içinde 3 mart 1924'de Tevhid-i Tedrisat kanunun kabul edildi.Dağınık durumda bulunan eğitim ve öğretim kurumları tek merkezde birleştirildi,okullar Milli Eğitim Bakanlığının denetime girdi ve eğitim laik tabana oturtuldu..
Atatürk nüfusumuzun büyük çoğunluğunun köylerde bulunmasından dolayı ,devrim düşüncesinin köye götürülmesine önem verdi.Bunun için köylünün eğitimine yöneldi.Köylüyü yüzlerce yıl saran gerici düşüncelerden kurtarıp kafasını çağdaş ve milli fikirlerle düzenlemek istiyordu.Bu sorunla çok uğraşmıştır. Ordudan terhis edilmiş açıkgöz onbaşı ve çavuşlardan yararlanma fikrini ortaya atmıştır.Bu yol denenmiş,7000'e yakın eski çavuş ve onbaşı köylere eğitmen olarak gönderilmiştir.Ama sorunun daha geniş bir biçimde kökten çözülmesi gerekiyordu.Nitekim İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tongut bir plan hazırladı.Bu plana göre;Köylüyü eğitecek kişiler köyden çıkmalı ve genç yaştan itibaren Atatürkçü olarak yetiştirilmelidir.Bu kişiler köy çocuğuna yalnız okuma yazma öğretme kalmayacak,köy ekonomisini gerektiği bütün bilgilerle donatılacak,köylüyü toptan yükseltecek yolları denetleyecekler.Özellikle tarım yöntemleri,el sanatları gibi,köylüye yabancı pek çok bilgi,onlara kendi içlerinden biri aracılığı ile verilecek.Köylü,okumayı sevme havasına girecek,öğretmenin yanındaki kitaplık,herkesin malı olacak.Bu plan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından benimsenir ve uygulamaya konur.Böylece,eğitim sorununun alt düzeyde toptan çözümü yolunda,dünyada ilk kez yepyeni bir yöntem bulunup uygulanmıştır.Fakat tutucu çevrelerin çıkarları zedelendiği için bu uygulama tepki görmüş ve etkinliği yozlaştırılmış,sonuçta köy kalkınması yolunda atılan cesur adımlardan dönülmüştür.