BAKARSAN BİR ŞEY GÖRÜRSÜN,GÖRMEK İÇİN BAKARSAN ÇOK ŞEY GÖRÜRSÜN
  BAK,GÖR,İNCELE.
irfgzr2 - SÖZLÜK(ulslararası ilşkl

  HAYAL VE HEDEF
  => irfgzr
  => UMUT
  => KONUŞMA
  => YAZMAK
  => İLETİŞİM
  => BEDEN DİLİ
  => COŞKU
  => DOSTLUK
  => MUTLU OLMAK
  => VİDEOLAR
  => AKILLI TAHTA(SMART BOART)
  => 18 MART (ÇANAKKALE ZAFERİ)
  => 23 NİSAN
  => 19 MAYIS
  => Osm Dev (Ders Notları)
  => HARİTALAR
  => OSMANLI TARİH(soru-cevap)
  => OSMANLIDA İLKLER
  => Tarih Çağları(genel özellikleri)
  => İNK.T.DERS NOTLARI
  => TEST-T. İNK.T.ve ATA
  => İNK T(soru-cevap)
  => 24 KASIM(Atatürk'ün Öğretmen Yönü)
  => CUMHURİYET BAYRAMI
  => Albert Einstein’in Atatürk’e yazdığı mektup
  => AB DESTEKLİ BÖLGESEL KALKINMA PROGRAMLARI
  => AB EĞİTİM VE GENÇLİK PROGRAMI
  => Atatürk'ün Kimlik No'su
  => Atatürk'ü Koruma Kanunu
  => Atatürk'ten AnılarYeni sayfanın başlığı
  => Atatürk Oratoryosu
  => Atatürk'ün Vasiyeti
  => ATATÜRK'ÜN SOY AĞACI
  => Dokuz Taş(Dokuz Kumalak)
  => Tarih Terimleri(sözlük)
  => TEST-LİSE 9.sın.
  => Tarh Öğrtm Ana Kaynak
  => SİYASİ PARTİLER
  => KOCA YUSUF
  => GÜZEL VE ÖZLÜ SÖZLER
  => PİRİ REİS VE HARİTASI
  => Aile Soy Ağacı
  => TÜRKİYE VE AVRUPA
  => EYC(Avrupa Gençlik Mrk)
  => ETİK EĞİTİMİ
  => EYF (Avrupa Gençlik Vakfı)
  => GENÇLİK HİZMETLERİ DAİRE BŞK
  => TEST(LİSE 10)
  => İlk Kadın Öğretmen(Refet Angın )
  => SINAV STRESİ
  => RİSK YÖNETİMİ
  => Tarih Programları
  => Türklerin ilginç icatları
  => SÖZLÜK(ulslararası ilşkl
  => Büy.sanayi.devr
  => EDİRNE
  => ÇAĞ.T.VE.DÜN.T
  => ÇTDT(2.dönem çalışma soruları)
  => çiçeklerin anlamı
  => 10 ALTIN ÖĞÜT VE ÜÇ ŞEY
  => Uluslararası İlişkiler(ders notları)
  => Biyografi
  => ULİLŞ(çalıma soruları)
  => II.DÜNYA SAVAŞI (ÇALIŞMA SORULARI)
  => BÂCİYÂN-I RUM
  => Türk Kadını(Milli Mücadelede)
  => Etik hikayeler
  => GÜNLÜK GAZETE HABERLERİ
  => FOTOĞRAFLARLA ATATÜRK
  => TÜRKİYE
  => Resimler(Osm)
  => Osman Bey-Şeyh Edebali
  => OĞUZLAR
  => Osm.dev.yerine kurulanlar
  => Osm.dev.yklş
  => Osm-ALBÜM
  => TARİH (Lise 10-Günlük Plan)
  => Osmanlı'dan ABD'ye Deve Yardımı
  => TARİHÇİLER(Osmanlı)
  => Tarihte OsmXRus Savaşları
  => Kıssadan Hisse
  => Hürrem
  => İnsan
  => ULİLİŞ(2.DÖN.ÇALŞ.SOR)
  => MECLİS(İç Tüzük)
  => DEVLET BAŞKANLARI
  => Kur.sav.karş.sorunlar
  => 6 Şapkalı Düşünme Tekniği
  => KARİKATÜR
  => Etik Sözler
  => ANILAR
  => ANNELER GÜNÜ
  => Arkadaşlık
  => ATATÜRK
  => ATATÜRK İLKELERİ
  => ATATÜRK-İLETİŞİM
  => Atatürk'ün Bursa Gezileri
  => Atatürk'ten Alacağımız Feyizler
  => Atatürk ve Doğa
  => Atatürk'ün çıkardığı gazeteler
  => ATATÜRK'ÜN SON RÜYASI
  => Atatürk'ün Laikliğe Bakışı
  => ATATÜRKÇÜLÜK
  => Atatürk'e suikast
  => ATATÜRK'TEN ANILAR
  => ATATÜRK(Yakın Arkadaşları)
  => Bilim Adamları ve Buluşları
  => Atatürk'ün Türk Tanımı
  => ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR
  => Atatürk Madame Tussauds Müzesinde
  => ABD'ye ilk Atatürk heykeli dikiliyor
  => Atatürk'ün Çift Alfabeli İmzası
  => Atatürk Devrimleri
  => Atatürk'e Ait Eşyalar
  => Atatürk Takvimi
  => AMERİKANIN VERGİ ÖDEDİĞİ TEK DEVLET
  => Aklın Yolu Birdr.
  => BECERİ
  => DÜNYADA GAZETENİN TARİHÇESİ
  => DÜNYANIN ''EN'' LERİ
  => OFKE VE ÖFKE KONTROLÜ
  => ULUSLARARASI İLİŞKİLER(2.Dön.çalışm.soru)
  => GİYİM VE KUŞAM(Osm dev. kadın
  => Pusula,Barut,Kağıt ve Matbaa
  => ALINTILAR
  => 2.DÜNYA SAVAŞI
  => LİSE-9(Ders Notları)
  => İLGİNÇ BİLGİLER
  => İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
  => PROTOKOL
  => TARİH ÖĞRETİM YÖNTEMİ
  => METE HAN(Oğuz Kağan)
  => TARİH ŞERİDİ
  => ERMENİLER
  => MY MOTHER
  => MEVLANA
  => 1.Meclis
  => Mehmet Akif Ersoy
  => Mimar Sinan
  => SÖZLÜK(Dini kelime ve deyimlerin anlamları)
  => HAYALİ CİHANA DEĞER
  => LİDER
  => Wikileaks Nedir?
  => 1 Nisan şakası
  => ATATÜRK VE TARİH
  => ATATÜRK’ÜN KARLSBAD’A GİDİŞİ
  => ATATÜRK'ÜN HUKUKA BAKIŞI
  => ATATÜRK'ÜN EĞİTİME BAKIŞI
  => ATATÜRK VE AHLAK
  => ATATÜRK'ÇÜ DÜŞÜNCE
  => SOYKIRIMLAR TARİHİ
  => ATATÜRK VE MİLLİYETÇİLİK
  => ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE BAKIŞI
  => ATATÜR VE DEVLETÇİLİK
  => ATATÜRK VE ÇAĞDAŞLAŞMA
  => ATATÜRK VE CUMHURiYET
  => ATATÜRK VE İNSANLIK SEVGİSİ
  => ATATÜRK VE LAİKLİK
  => Atatürk'ün Araştırma Yöntemi
  => ATATÜRK VE İNKILAP
  => ATATÜRK VE HALKÇILIK
  => ATATÜRK VE BAĞIMSIZLIK
  => Atatürk'ün sevdiği şarkılar
  => AFFETME
  => BİR ERGENDEN MEKTUP
  => BİR ŞEY
  => BURSA'DA İLKLER
  => HAYAT
  => Telafisi olmayan
  => Teknoloji(Videolar)
  => TARİH (TARİH ŞERİDİ)
  => HOŞGÖRÜ
  => Araştırma Yöntemi
  => TAKVİMLER
  => TÜBİTAK
  => TİMSAH YÜRÜYÜŞÜ
  => Mnzr
  => MARŞLAR
  => MESLEKLER(Tarih ile ilgili)
  => NUTUK
  => RESİMLER(OSM.MED.)
  => SARI ZEYBEK
  => MÜZİK
  => ÖLÇÜ BİRİMLERİ
  => ÖNYARGI
  => 1.DÜNYA SAVAŞI
  => 10 KASIM(Tören Konuşması)
  => İSTANBUL RESİMLERİ
  => 100 TEMEL ESER
  => TARİH(soru-cev)
  => İŞGALLER(İllere Göre)
  => YAZMA ESERLER
  => VİDEO 2
  => DEVŞİRME(OSM)
  => 100 Türk Edebiyatçısı
  => ÜNLÜ TARİHÇİLER
  => 14 ŞUBAT
  => Sürgündeki Hânedan
  => OSMANLI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI
  => TARİHİ YAPILAR
  => ANDIMIZ
  => İlginç Şeyler
  => Üç çeşit insan
  => BİLİYOR MUSUNUZ?
  => SLAYT> 1.dünya sav
  => TAVLA
  => KONUŞAN HEYKELLER
  => İstanbul İsimleri
  => Arkadaş
  => Dünya'nın Enleri
  => Yapılandırma Sistemi
  => BULUŞ YOLUYLA ÖĞRENME
  => ALO
  => PROJE NEDİR,NASIL HAZIRLANIR?
  => Performans
  => LİSE 9(DERS NOTLARI)
  => TARİH KAYNAKLARI
  => Kur.sav.Kahraman,yapıt
  => Tarih Dersine Nasıl
  => LİSE 10(17-18 YY)
  => TARİHTE İLK
  => EYLÜL AYI MESLEKİ ÇALIŞMA RAPORU
  => YGS
  => YGS-LYS Tüm sorular
  => LYS
  => YGS-İNK TARİHİ SORULARI
  => ÖSYM-LYS
  => TEST(Karma)
  => ÇTDT
  => SEVGİ VE SAYGI
  => 9.SIN KİTAP CEVAP
  => MİLADİ VE HİCRİ YILI BİRBİRİNE ÇEVİRME
  => İlk Milletler Arası Dili Bir Türk İcat Etmiş
  => ANKA KUŞU
  => OSMANLICA
  => ÇTDT(Test)
  => ADAKALE
  => BİLİMSEL ARAŞTIRMA
  => “Tarihe Geçen Hazırcevaplar”
  => FIKRALAR
  => ARMA(Osm)
  => TARİH HARİTALARI
  => GİZLİ KAHRAMANı
  => MAKALELER
  => MESAJ (ŞŞAL MEZUNLARINA)
  => Makale(Halil İnalcık)
  => KAYNAKÇA
  => BAŞARILI HİKAYELER
  => Savaş ve Barış
  => PROJE HAZIRLAMA
  => İcatlar ve Keşifler
  => YÜRÜYEN KÖŞK
  => RAPORLAR
  => KUT-ÜL AMARE ZAFERİ
  => TÜRK BÜYÜKLERİ(ALFABETİK SIRA)
  => TÜRK BÜYÜKLERİ SERİSİ
  => Sınavlara Hazırlık
  => PROJE
  => TÜRK BÜYÜĞÜ(257)
  => BİLİM KADINLARIı
  => TÜRK BÜYÜKLERİ
  => TARİH ÇEVİRME KLAVUZU
  => GÜVENME
  => ATATÜRK ALBÜMÜ
  => EN GÜZEL GEZİLECEK YERLER
  => LİSE 3(Seç.T) DEVLET TEŞKİLATI
  => LİS-3(seçT)DEV.YÖN
  => TARİHTE BUGÜNı
  => Lis 3-seç.T.(Hukuk)
  => TOPLUM GELİŞİM
  => LİSE 3 (EKONOMİ)
  => LİSE 3(EĞİTİM-ÖĞRETİM)
  => soru-cevap(osm .dev.)
  => osm.Tarh(soru-cevap)
  => veda(Erkek Lisesinden Ayrılış)
  => Kavram Haritaları
  => DERS ÇALIŞMA
  => DİNLEME
  => ANTLAŞMALAR(Osm)
  => KİTAP KAMPANYASI
  => LİSE 3(SANAT)
  => lise 3(seç.T-sorular)
  => ATATÜRK (ANILAR)
  => irfgzr2
  => HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI?
  => LİSE 9(Ders Kitabı Sorularının Cevapları)
  => kaynak(2)
  => İnk.Tarh(Atatürkçülük)
  => ÜLKEMİZDEN MANZARALAR
  => Osm.dev.dağlm.dön
  => DEĞERLİ TABLOLAR
  => MÜZE(BAKL)
  => MÜZE
  => ANDLAŞMALAR(Osm)
  => kavrm(İslam Öncesi)
  İLK DERS
  İLK TÜRK DEV EĞİTİM(Seç.T)
  YERDİR BURSA(Şiir)
  ATATÜRK VE MATEMATİK)
  2017-2018 Etkinlikleri
  TARİH 11(ÜNİTE 2 - DERS NOTLARI)
  Galeri
  TARIH ARAŞTIRMA SITESI
 







 irfgzr2 ile ilgili görsel sonucu
İRFAN GEZER

 




ULUSLARARASI ILISKILER SÖZLÜGÜ

 

 

Acheson Planı

Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963-1964 döneminde A.B.D.'nin özel temsilcisi Dean Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek paylaştırılacak, böylece iki müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir sorun çözülmüş olacak ve NATO dışındaki güçlerin adaya müdahalesi engellenecekti. Plan adanın iki ülke arasında nasıl bölüştürüleceğini açıklığa kavuşturmuyordu. Hem Türkiye hem de Yunanistan'dan destek görmeyen bu plan bir sonuç getirmedi.

 

Açılma Politikası (infitah policy)  

Mısır'da Nasır'dan hemen sonra iktidara gelen Enver Sedat tarafından 1974'te uygulamaya konulan devlet politikası. Nasır'ın daha önceki sosyalist devletçi deneyimi başarılı olmamıştı ve dünya da yumuşama (détente) dönemine girmişti. Mısır'a dış yardım sağlayabilmek, komşu Arap sermayesinin ve yabancı yatırımların Mısır'a gelmesini kolaylaştırmak amacıyla bu yeni açık kapı ekonomi politikası uygulandı.

Adana Görüşmesi, 30 Ocak 1943

Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başkanı Winston Churchill arasında 30 Ocak 1943 tarihinde Adana'da yapılan gizli görüşme.

Adana Görüşmesi, II. Dünya Savaşı'nın Almanya'nın aleyhine döndüğü bir sırada gerçekleşti. O zamana kadar Müttefikler, Türkiye'yi Almanya'nın Ortadoğu'ya inmesine bir engel olarak kabul ediyor ve savaşın dışında kalmasını yeterli görüyorlardı. Ancak 1942 sonlarında Avrupa'da ikinci bir cephenin açılması gündeme gelince bu cephenin Balkanlar'da açılmasını isteyen Churchill, Türkiye'nin de Müttefikler tarafından savaşa katılmasını düşünüyordu. Sovyet yayılmasından çekinen Türkiye ise zaten güçsüz olan ordusunun yıpranmaması için savaşa girmek istemiyordu.

Görüşme sonrasında Türk-İngiliz ilişkilerinde gelişme sağlanmasına rağmen, Churchill Türkiye'yi savaşa girmeye ikna edemedi. Churchill'in çabaları ile Türk-Sovyet ilişkilerinde bir düzelme sağlanırken bu gizli görüşmeyi öğrenen Almanya ile ilişkiler bozuldu.

Addis Ababa Konferansı 22-25 Mayıs 1963

Afrika Birliği Örgütü (OAU)'nün kurulduğu uluslararası konferans. Etiyopya İmparatoru Haile Selassie'nin çağrısı üzerine 1963 Mayısında bu ülkenin başkentinde toplanan konferansa o zamanki bağımsız yirmi Afrika ülkesinin devlet veya hükümet başkanı düzeyindeki temsilcileri katılmıştı. Sömürgeciliğe ve ırkçılığı karşı mücadele konularının ağırlıklı olarak ele alındığı konferansta Güney Afrika Birliği (Güney Afrika Cumhuriyeti) ve Mozambik'e yönelik boykot uygulanması da kararlaştırılmıştı.

 

Afganistan Sorunu

Afganistan'da komünist hükümet ile anti-komünist Müslüman gerillalar arasında başlayan iç savaşa, Sovyetler Birliği'nin hükümet kuvvetlerine yardım adı altında bu ülkeye asker gönderip müdahele etmesi ile uluslararası boyut kazanan bunalım. Savaşın kökeni 1978 Nisanında merkeziyetçi Afgan hükümetinin bir sol darbeyle devrilmesinde yatar. Askerlerin daha sonra iktidarı devrettiği iki Marxist-Leninist parti, ülkenin adını değiştirdi (Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti) ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurdu. Yeni hükümetin başlattığı sosyal ve ekonomik reformlar ise büyük ölçüde Müslüman ve anti-komünist olan halkta tepkiyle karşılandı ve 1978 yazında ilk başkaldırı Nuristan eyaletinde başladı. Kendilerine "Mücahid" diyen Müslüman gerillalar ülkenin her yanında yönetime karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Hükümet-içi anlaşmazlıklar ve başlayan iç savaş komünist hükümeti zor durumda bırakıyordu ve 1979 Aralık ayının sonunda Sovyetler Birliği, 1978 yılında iki ülke arasında imzalanan andlaşmayı ve hükümetin davetini öne sürerek Afganistan'a askeri birlik gönderip bu ülkeyi işgal etti. Bir iki ay içinde ülkede Sovyet askeri sayısı 100.000'i buldu. Sovyet müdahalesi Batılı devletler ve İslam ülkeleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı, birçok ülke bu işgali protesto etmek için 1980 Moskova Olimpiyatları'nı boykot etti.

Sovyet birlikleri şehirlerde kontrolü elde tutarken kırsal kesimdeki Mücahitlerle baş edemediler. Mücahitlere karşı pek çok savaş taktiği uyguladılar ama Mücahitlerin sivil halktan aldıkları destek sonucu bu girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Sovyet birlikleri bu halk desteğinin yoğun olduğu bölgelerde sivil halka karşı da operasyona giriştiler. Sonuçta 2.8 milyon Afganlı Pakistan'a, 1.5 milyon Afganlı'da İran'a kaçmak zorunda kaldı. Bu arada ABD Pakistan aracılığıyla mücahitlere silah yardımında bulunmaya başladı.

Yaklaşık 9 yıl süren savaş sonucu Sovyetler mücahitleri yenilgiye uğratamadılar, savaş deneyimi kazanan mücahitler ise Sovyet birliklerine ağır kayıplar verdirdiler. 1988 yılına gelindiğinde Sovyetlerin asker kaybı 15.000'den fazlaydı. Sovyetler Birliği 1988 sonunda Afganistan'dan çekileceğini açıkladı. Birleşmiş Milletler'in arabuluculuğu ile varılan bu anlaşma ile başlayan geri çekilme 1989 Şubatında tamamlandı. Sovyet çekilmesinden sonra hemen devredileceği sanılan komünist Necibullah hükümeti üç yıl daha ayakta kalmayı başardı ama 28 Nisan 1992'de Kabil'e giren mücahitler yönetimi devraldılar. Ama bu sefer de farklı görüş ve isteklere sahip, farklı etnik ve mezhepsel temellere dayanan mücahit gruplar arasında silahlı mücadele başladı.

 

Afyon Savaşları

XIX yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin'de bizim tarihimizdeki kapitülasyonlar benzeri ticari ve hukuki ayrıcalıklar kazanmaları ile sonuçlanan iki savaş.

1939 yılında Çin hükümetinin, İngiliz tüccarların gerçekleştirdiği yasadışı afyon ticaretini durdurma girişimi ve bir İngiliz denizcinin yargılanması konusunda doğan hukuki anlaşmazlığın doğurduğu gerginlik sonucu I. Afyon Savaşı patlak verdi. Küçük ama güçlü İngiliz kuvvetleri kısa sürede zafer kazandılar. 1842'de imzalanan Nanjing ve 1843'te imzalanan Bogue Ek Antlaşmaları ve Çin'in önemli bir miktarda tazminat ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın ve İngilizlere bırakılması ve İngiliz yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde yargılanmaları konuları karara bağlandı. Öteki Batılı devletler de hemen Çin hükümetine istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde ettiler.

"Ok Savaşı" olarak da bilinen II. Afyon Savaşı, ticari ayrıcılıklarını arttırmak isteyen İngilizlerin Ok adlı gemideki İngiliz bayrağının indirilmesini bahane ederek 1856 yılında başlattıkları savaştır. Bir Fransız misyonerinin öldürülmesini bahane eden Fransa da İngiltere yanında savaşa girdi. Savaş sonucunda İngiltere ve Fransa 1858 yılında Çin hükümetini Tianjin Andlaşması'nı imzalamaya zorladır, ancak Çin andlaşmayı onaylamayı reddedince savaş yeniden başladı ve 1860 Pekin Sözleşmesi'yle Çin, Tianjin Andlaşması'na uyması kabul etti. Bu andlaşmaya göre yabancı elçiler Pekin'de yerleşebilecek, birçok yeni liman ticaret ve yerleşim için Batılılara açılacak, yabancılar Çin'in iç bölgelerine seyahat edebilecek ve Hıristiyan misyonerlere hareket serbestisi tanınacaktı. Ayrıca 1858'de Shang-hai da yapılan görüşmelerle Çin'e yapılan afyon ihracatı yasallaştı.

Çin'in XIX. yy.'da ve XX. yy'ın başında Batılı devletlerle yaptığı Tianjin benzeri egemenlik ve toprak bütünlüğünden büyük ödünler verdiği andlaşmalar "Eşitsiz Andlaşmalar" olarak da alınır.

Ahali Mübadelesi Sorunu

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol'e göre Türkiye'deki Rum-Ortodokslar ile Yunanistan'daki müslümanların (Türk olmayanlar dahil) büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. Buna göre Batı Trakya'da yaşayan müslüman ahali ile İstanbul'da yaşayan Rumlar dışında nüfus yer değiştirecekti. Daha sonra Lozan Barış Andlaşması ile Gökçeada ve Bozcaada'daki Rumlar da değişim dışında tutuldu. Değişim konusu olan ahali bir daha geri dönemeycek, yanında götürebildiği kadar taşınır mal götürecek, taşınmaz malları ise oluşturulmuş karma komisyon gözetiminde altın değerine göre tasfiye edebilecekti. Karma Komisyon Ekim 1923'te çalışmalarına başladı. İlk yıl karşılıklı olarak belli bir sayıda yer değiştirme olduktan sonra sorunlar ortaya çıkmaya başladı. En önemli sorun "Etabli" (yerleşmiş) deyiminin kimleri kapsadığı sorunu oldu. Yunanistan İstanbul'da oturan bütün Rumlar'ın "etabli" sayılmasını isterken, Türkiye bunun Türk yasalarına göre belirlenmesi gerektiğini savundu. Milletler Cemiyeti'ne oradan da Uluslararası Sürekli Adalet Divanı'na sevkedilen sorun, Türkiye'nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da, Yunanistan buna uymadı ve Batı Trakya'daki Türklerin mallarına el koyarak bunları Rum göçmenlere dağıtmaya başladı. Türkiye de buna karşılık İstanbul'daki Rumların mallarına el koydu. Bu biçimde tırmanan anlaşmazlık ilişkilerde bir gerginliğe dönüşünce taraflar bunu 1 Aralık 1926'da imzaladıkları bir andlaşma ile çözmeye çabaladılar. Ancak bu andlaşma uygulanamadı ve Türk Yunan ilişkileri bir kez daha gerginleşti. Daha sonra ise Yunanistan Başkanı Venizelos'un girişimi ile 10 Haziran 1930'da imzalanan andlaşma ile sorun çözüldü ve iki ülke arasındaki ahali mübadelesi resmen sona erdi. Bu son andlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul'daki Rum-Ortodokslar ve Batı Trakya'daki Müslüman ahalinin tamamı "etabli" sayıldı ve mübadele dışı tutuldu.

 

 

 

Akdeniz Paktı (Akdeniz İttifakı) 

II. Dünya Savaşı öncesi dönemde İtalya'nın Akdeniz'de oluşturduğu tehdit karşısında İngiltere ile Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında herhangi bir saldırı durumunda karşılıklı askeri yardımlaşma sözlerine dayalı güvenceler sistemi.

1935 Ekiminde İtalya Habeşistan (bugünkü Etiyopya)'a saldırınca, Milletler Cemiyeti Konseyi aldığı bir kararla bu ülkeyi saldırgan olarak ilan etti ve İtalya'ya karşı üye devletlerin zorlama tedbirleri-bütün ticari ve parasal ilişkilerin kesilmesi gibi -almalarını kabul etti. Bu ortamda İngiltere, İtalya'nın Habeşistan'a yerleşmesinin, imparatorluk yolu açısından taşıdığı tehlikeli dikkate alarak, İtalya'nın 1935 Kasımında zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık ayında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye'ye askeri güvence verdi. İspanya dışındaki devletler 1936 Ocağında bu güvenceye kabul ettiklerini açıkladılar. İngiltere'nin verdiği güvenceye göre, zorlama tedbirlerine katılmalarından dolayı bu devletler İtalya'nın saldırısına uğrarlarsa, İngiltere kendilerine askeri yardımda bulunacaktı. Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan da buna karşılık olarak İngiltere'ye aynı güvenceyi verdiler. İtalya'nın Akdeniz'de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan bu güvenceler sistemine siyasi tarihte "Akdeniz Paktı" (Akdeniz İttifakı) adı verilir.

Akdeniz Paktı ile Türkiye, İtalya tehdidi karşısında güvenliğini sağlama açısından İngiltere'ye dayanmaya başlamıştır. Bu, Türkiye'nin İngiltere ile ilişkilerinde bir dönem noktası sayılabilir. İki devlet arasındaki bu yakınlaşma, üç yıl sonra, II Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde bir ittifaka kadar varacaktır.

 

AKKA (AKKUM), 19 Kasım 1990 

Avrupa'da konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması görüşmeleri. Görüşmeler ilk olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın Viyana'daki izleme toplantısında 1989 yılında gündeme geldi. 1987 Aralık ayında ABD ile SSCB arasında imzalanan orta menzilli nükleer füzelerin karşılıklı olarak imha edilmesini öngörüne INF Antlaşması (Orta Menzilli Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması) gündeme konvansiyonel silahların indirimini de getirdi. Bu alandaki çalışmaların iki ülke yerine pakt arasında yapılması öngörüldü. Bu çalışma için 1975'ten bu yana konvansiyonel silahsızlanma görüşmelerinin merkezi olan Viyana seçildi. Görev yönergesinin 1989 Ocak ayında kabul edilmesi ile 9 Mart 1989'da "AKKUM" diye adlandırılan görüşmeler başladı.

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) onaltı ve Varşova Paktı'nın Demokratik Almanya'yı da kapsayan yedi ülkesinin Viyana'da biraraya geldikleri AKKUM'un 3 temel amacı vardı. a)Konvansiyonel silahlarda daha alt düzeylerde güvenli ve istikrarlı bir dengenin sağlanması, b)İstikrarı ve güvenliği tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, c)Sürpriz taarruza geçme ve geniş kapsamlı saldırı başlatma yeteneğinin öncelikli olarak ortadan kaldırılması.

Bu görüşmeler sonucunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması (AKKA) 19 Kasım 1990 tarihinde yirmi iki ülkenin lideri tarafından imzalandı. Antlaşma Avrupa bazında ve merkezi Avrupa'dan birbirinin içine geçecek dışarı doğru açılan 4. bölgeye uyarlanarak yapıldı. Türkiye, Yunanistan, Norveç, Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği'nin altı askeri bölgesi aynı kapsamda ele alındı.

Antlaşma her dört bölgedeki ülkeler için öngörülen sayısal sınırların bölge içerisinde yeniden pay edilmesi ile taraf ülkeler açısından hukuki yükümlülükler belirlendi. Buna göre global tavanlar NATO ve Varşova Paktı için tank ve toplarda 20.000 olarak saptanırken, zırhlı savaş araçlarında 30.000, savaş uçaklarında 6800, saldırı helikopterlerinde 2000 rakamında anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye'nin elinde Güneydoğu Anadoluyu kapsayan uygulama içinde 279 tank, 3120 zırhlı savaş aracı, 3523 top 750 savaş uçağı bulunacaktır. Bu tavanların dışında eldeki silahlar ise antlaşmaya göre imha edilecektir. Öngörülen indirimler iki pakta da "asimetrik" biçimde uygulanacağı için Varşova Paktı saptanan tavanlar çerçevesinde silah düzeyini NATO'ya eşitlemek amacı ile daha çok imha işlemi gerçekleştirecektir.

Antlaşmanın getirdiği en önemli unsur, iki pakta birbirlerinin silah miktar ve yerlerini etkin biçimde denetleme olanağını vermesidir.

AKKUM: bkz. AKKA 

Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, 24 Ağustos 1939

Sovyetler ve Batılılar arasında yapılmaya çalışılan ortak cephe ya da "barış cephesi" görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkması üzerine, Stalin zaman ve alan kazanmanın Hitler'le doğrudan anlaşarak gerçekleşebileceğine karar verdi. 10 Mart 1939'da Stalin Batılıları bir Alman-Sovyet çatışmasının gerçekleştirmeye çalışmakla suçladı. Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişeleniyor ve bunu bozmak istiyordu. Hitler, 20 Ağustosta Stalin'den Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u kabul etmesini istedi ve 23 Ağustos'da Moskova'da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Tipik bir saldırmazlık paktı olan bu anlaşmanın gizli maddesinde Doğu Avrupa'da ve özellikle Polonya ile Baltık bölgelerinde Almanve Sovyet etki alanları belirlendi. Bunu izleyecek Polonyanın işgali ile birlikte 2. Dünya Savaşı başlayacaktır.

 

Alman Ulusal Birliği, 1871

XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bugünkü Almanya sınırlarında onlarca bağımsız prenslik yer alıyordu. Bu prensliklerin sayıları Viyana Kongresi'nden sonra azaltılmıştı ve bir Germen Konfederasyonu kurulmuştu. Bugün Almanya'nın doğusu ve Polonya toprakları üzerinde kurulu olan Prusya güçlenerek bu prenslikleri birleştirip Almanya Ulusal Birliği'ni oluşturmaya çalışıyordu. Bu yolda Prusya'nın en önemli rakibi Avusturya'ydı. Prusya'nın Alman Ulusal Birliği'ni kurabilmesi için Danimarka ve Fransa ile de savaşması gerekliydi. 1964 yılında iki Alman dükalığı olan Schlezwig ve Hollestein'i ele geçirmek amacıyla German Konfederasyonu adına Prusya ve Avusturya Danimarka'ya savaş açtı. Savaştan sonra bu iki dükalığın yönetimi konusunda Prusya ve Avusturya arasında anlaşmazlık çıktı. Prusya Başbakanı Bismarck, Fransa ve Rusya'nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Avusturya'ya savaş açtı ve 1866'da bu ülkeyi Sadowa'da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra 1867'de Prusya'nın denetiminde Kuzey Germen Konferedasyonun kuruldu. Bismarck Avusturya'dan sonra Fransa'nın da gücünü kırmak istiyordu. Be sefer Avusturya ve Rusya'nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Fransa'ya savaş açtı.

1870'te Sedan Savaşı'nda yenilen Fransa'nın böylece Katolik Alman prenslikleri üzerindeki denetimi kırılmış oldu. Prusya 1871 Frankfurt Barışı ile Alsace-Lorraine'i de ilhak etti. Bundan sonra Mein akarsuyunun güneyindeki Katolik Alman devletçikleri Prusya'ya katıldılar ve böylece Alman Ulusal Birliği kurulmuş oldu. Prusya Kralı Alman İmparatoru, Bismarck da Alman Şansölyesi ünvanını aldılar.

 

Almanya'nın Birleşmesi, 3 Ekim 1990

Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi olayı. Birleşme, "Birleşme Antlaşması"nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş'ın simgesi olan Almanya'nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990'da "Birinci Devlet Anlaşması" imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu'da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.

Daha sonra II. Dünya Savaşı'nın galibi dört müttefik ülke İngiltere, Fransa, A.B.D., S.S.C.B. ile iki Almanya arasında "2+4" görüşmeleri yapıldı ve 3 Ekim 1990'da imzalanan "Birleşme Andlaşması" ile iki Almanya resmen birleşti. 2 Aralık 1990'da yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha sonra aldığı bir kararla birleşik Almanya'nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi.

 

Altı Gün Savaşı: bkz. Arap İsrail Savaşları    

Amerikan Ambargosu, 1975-1978

A.B.D.'nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Şubat 1975'ten itibaren Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosu.

Amerikan yöntemi, 1971'de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim yasağını kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve A.B.D.'nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı da Türkiye'nin bu ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Harekat sonrası Kongre'de bir grup üye Türkiye'ye karşı silah ambargosu uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun için de A.B.D.'nin Türkiye'ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs'ta kullanmış olmasına sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre'de çıkacak herhangi bir ambargo kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate Skandalı yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat 1975'te Türkiye'ye yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye'nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975'te Türkiye A.B.D.'ye verdiği bir nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma İşbirliği Anlaşması'nı (Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki bütün Amerikan üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "kontrol ve gözetimi" altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki ülke arasında yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976'da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi silah ambargosunun kalkması şartına ve Kongre'nin onayına bağlanmıştı. Temmuz 1978'de KTFD Başkanı Rauf Denktaş'ın Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla yumuşayan hava ve Başkan Jimmy Carter'in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül 1978'de kaldırıldı.

 

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

(American Declaration of Independence), 4 Temmuz 1776

Kuzey Amerika'daki 13 İngiliz sömürgesinin bağımsızlıklarını ilan edip Amerika Birleşik Devletleri'ni kurduklarını bütün dünyaya duyuran belge. Bildirinin hazırlanması görevi Philadelphia'da toplanan Kongre tarafından 7 Haziran 1776'da John Ademo, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson'un denetimindeki bir kurula verilmişti. Kurulun hazırlayıp Jefferson'un kaleme aldığı belge 4 Temmuz 1776'da Kongre'de kabul edildi. Bildirgenin özü işi idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar; devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlanmasını sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de ödevdir; İngiltere Hükümeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur; bu suretle serbest kalan Amerikan halkı, yeni bir hükümet kurmaya karar vermiştir.

Amerikan Devrimi (American Revolution)

1774'te başlayan Amerika'daki İngiliz kolonilerinin İngiltere'ye karşı yürüttükleri bağımsızlık hareketi. Kuzey Amerika'ya XVII. yüzyıldan itibaren Britanya Adaları'ndan göçler başlamıştı. İlk göç edenler üzerindeki dini baskıdan kaçan Prütenlerdi. Onları daha sonra pekçok sebepten birçok grup izledi. Burada yeteri kadar nüfus birikince, bazı birimler özerk devletler haline gelmeyi, bir anayasa hazırlamayı ve eşit haklara dayalı bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Kolonilerde bu yönde bir gelişme olurken Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları'ndan dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu ve denizlere hakim devleti olarak çıkan İngiltere, artık çok genişlemiş olan bu imparatorluğa bir çekidüzen vermek ve sömürgeler ile bağlarını güçlendirmeyi istiyordu. Ayrıca Yedi Yıl Savaşları'nın masraflarını da bu sömürgelerden çıkartmak niyetindeydi. İngiltere'nin yeni vergiler koyması Kuzey Amerika'daki kolonilerde tepkiye yol açtı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damla oldu ve Boston limanında İngiltere'ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık hareketi başladı. İngiltere'nin rakibi Fransa'nın desteği ile 4 Temmuz 1776'da Amerikan bağımsızlık mücadelesi resmen ilan edildi. İngiltere ile başlayan askeri çatışma sonucu 1782'de İngiltere Amerika Birleşik Devletleri'ni tanımak zorunda kaldı.

 

Amerikan İç Savaşı (American Civil War), 1861-1865

Amerika Birleşik Devletleri'nde 1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney eyaletleri arasında yapılan savaş. Savaş köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini savunan Güney eyaletleri arasında olmuştur. Görünüşte insancıl bir sebep olmasına rağmen savaşın bir de ekonomik boyutu vardı. Kuzey eyaletleri zenci kölelerin bağımsızlık kazandıktan sonra Kuzey'e gelip oradaki sanayi kuruluşlarında ucuz emek olarak çalışacaklarını umuyorlardı. Ayrıca Kuzey, Güney ile İngiltere arasındaki ticari ilişkilerden de rahatsızdı. İngiltere Güney eyaletlerine Afrika'dan zenci köle sağlıyor, karşılığında pamuk alıyordu. Kuzey eyaletleri pamuğu hem kendi endüstrileri için istiyorlardı, hem de pamuğun ucuza dışarı satılmasına karşıydılar. Sonuçta köleliği kaldırmak istemeyen 13 Güney eyaleti Amerika Konfedere Devletleri adı altında A.B.D.'den ayrılmaya karar verdiler. Bunun üzerine 1861'de başlayan savaşı 1865'te Kuzey kazandı ve o tarihten sonra A.B.D.'de kölelik yasaklandı.

 

Amerikan Planı (White Plan), 1944

Bretton Woods uluslararası para sisteminin kuruluş çalışmalarında A.B.D.'nin görüşlerinin toplandığı plan. Plan 1944'teki Bretton Woods Konferansı'nda Harry D. White tarafından hazırlanmış ve bazı değişiklikler dışında aynen kabul edilmiştir. Bretton Woods görüşmelerinde White'in planının yanında İngiltere'nin görüşlerini yansıtan Keynes Planı da tartışılmıştır. Görüşmelerde, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası değer taşıyan paralara istikrar kazandırmanın yolları aranmış, ortak bir para biriminin oluşturması konusu tartışılmıştı. White Planı bu iki sorunu Birleşmiş Milletler İstikrar Fonu ve Dünya Bankası'nın kurulması şeklinde çözümlenmiştir.

A.B.D. ve İngiltere arasındaki görüşmelerde Keynes Planı ile birlikte ele alınan White Planı, Nisan 1944'te Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kuruluşuna ilişkin Ortak Bildiri'de önemli yer tutmuştur.

Ankara Andlaşması, 1964

Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortak üyelik statüsü kuran andlaşma.

Türkiye, Topluluğa ilk kez 31 Ağustos 1959'da başvurmuş, sözkonusu andlaşma 12 Eylül 1963'de imzalanarak ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylandıktan sonra 1 Aralık 1964'te yürürlüğe girmiştir. Ankara Andlaşması'nın temel amacı, Türkiye ile Topluluk arasında aşamalı bir biçimde gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai amacın ise, Batı Avrupa ile hem ekonomik, hem de siyasal yönden bütünleşme olduğu ileri sürülebilir.

Andlaşma uyarınca, gümrük birliği birbirini izleyen üç dönemde gerçekleştirilecektir. Bunlar a)Hazırlık Dönemi b)Geçiş Dönemi, c)Son Dönem (ya da tam üyelik dönemi)'dir. Hazırlık döneminde Türk ekonomisinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Topluluğun Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması ve finansal yardımlarda bulunması öngörülmüştür. Geçiş Dönemi fiilen 1 Eylül 1971 tarihinde başlamıştır. Bu dönemde Topluluk ile Türkiye arasında sanayi malları alanında gümrük birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal ürünler arasında bu dönemde gümrük birliği sözkonusu değildir; ancak Topluluğun tarım ürünleri alanında Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması öngörülmüştür. Üretim faktörlerinin serbest dolaşımı ise andlaşmaya göre 1976-1986 arasında gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca, Topluluk, Türkiye'nin tam üyeliğini kolaylaştırmak için finansal yardımlar sağlayacaktır. Türkiye'deki yasal mevzuatın ve iktisat politikalarının Toplulukla uyumlulaştırılması da geçiş döneminde gerçekleştirilmesi öngörülen konulardandır. Son (yani tam üyelik) döneminin ise 1995'ten itibaren başlaması öngörülmüştür. Ankara andlaşmasına göre, geçiş döneminde bu son dönemde tarım ürünlerinin de serbest dolaşımı sağlanmış olacak; diğer yandan Türkiye'de izlenen iktisat politikaları da Toplulukla uyumlu duruma getirilmiş bulunacaktır.

 

Ankara İtilafnamesi, 20 Ekim 1921

TBMM ile Fransa arasında imzalanan antlaşma (20 Ekim 1921). Mondros Mütarekesi'nden sonra Fransa, Ermeniler ile işbirliği yaparak güney bölgelerimize hakim olmaya çalıştıysa da ummadığı bir dirençle karşılaştı. Fransa 1921 ortalarında TBMM hükümeti ile temas girişimlerinde bulundu. Bunda Yunanlılara karşı kazanılan askeri başarılar, Sovyetlerle imzalanan antlaşmalar, İtalyanların Anadoluyu terke başlaması, Ren bölgesinin geleceği konusunda İngiltere'nin Fransayı desteklememesi gibi nedenler de rol oynadı. Fransa Franklin Bouillon'u 9 Haziran 1921'de TBMM hükümeti ile gayri resmi bir temas kurmak üzere Ankara'ya gönderdi. Görüşmeleri M. Kemal Paşa yönetti. Sakarya Meydan Savaşının kazanılması Fransa'nın tereddütlerini giderdi. Türk temsilcisi Yusuf Kamil Bey (Tergirşenk) ile Fransız temsilcisi Franklin Bouillon arasında Ankara İtilafnamesi imzalandı. Antlaşmayla Türkiye ile Fransa arasındaki savaş durumu sona erdi. Türkiye Suriye sınırını çizdi. İskenderun ve Antakya Türk özerkliği kabul edilmek şartıyla ve korunmak şartıyla Fransa'ya bırakıldı. Böylece Fransa Anadolu'nun işbirliği yaptığı dostlarından ayrıldı. Güney cephesinin tasfiyesi ile batı cephesinin güçlendirilmesi sağlandı. Daha sonra Lozan'da bu anlaşma koşulları kesinlik kazanacaktır.

Anschluss, 12 Mart 1938

Almanca "Birlik". Avusturya ile Almanya'nın siyasi birleşmesini öngören ve 1938 Martında Hitler Almanyasının Avusturya'yı ilhakı ile gerçekleşen siyasi düşünce.

İlk kez 1919'da ortaya atılan "Anschluss" fikri, 1933'e kadar Avusturyalı sosyal demokratlarca desteklenmiş, 1933'te Almanya Nazilerinin iktidara gelmesi ile çekiciliğini kaybetmiştir. Hitler "bir ulus-bir devlet" ideali doğrultusunda "Anschluss"u gerçekleştirmek için 1934 Temmuz'unda Avusturya'da Nazilerin iktidarı ele geçirme çabasını desteklemiş, ama bu başarısızlıkla sonuçlanınca bunu bir süre ertelenmiştir. 1937'de Almanya İtalya ile anlaştıktan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmış ve Almanya'ya davet ettiği Avusturya Şansölyesi Schuschnigg'e bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği isteklerde bulundu. Schuschnigg bu isteklerin çoğunu yerine getirdi ama Anschluss'u halk oyuna sunmak istedi. 13 Mart 1938 olarak tespit edilen plebisit tarihinden bir gün önce 12 Mart'ta Alman birlikleri Avusturya'ya girdi ve iki ülkenin birleşmesi bir oldu bitti ile gerçekleşti.

Versailles Andlaşması'nın açık bir şekilde ihlali olan Anschluss, Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'na doğru ilerlemesinin ilk sinyallerinden biriydi.

 

Antarktik Andlaşması, 1959

1 Aralık 1959 tarihinde Washington'da imzalanan ve Antartika kıtasının silahlandırılmasını önlemeyi amaçlayan andlaşma. Aralarında ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa'nın da bulunduğu on iki devlet tarafından imzalanan andlaşma Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği tarafından imzalanan ilk silahsızlanma andlaşması olması bakımından önemlidir. Ayrıca nükleer silahlarla ilgili olarak imzalanan ilk andlaşma olma özelliğini de taşır. AndlaşmaAntartika'da askeri üslerin kurulmasını, silahların denenmesini, askeri tatbikatların yapılmasını bölgede radyoaktif atıkların bulundurulması ve nükleer patlamalara yol açılmasını yasaklamıştır. 23 Haziran 1961'de yürürlüğe girmiştir.

 

Anti-Balistik Füze Sistemlerinin Sınırlandırılması Andlaşması ve Ek Protokol (Treaty on The Limitation of The Deployment of Anti-Ballistic Missile Systems and Protocol), 3 Ekim 1972

Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri çerçevesinde (SALT) A.B.D. ve Sovyetler birliği arasında 26 Mayıs 1972'de Moskova'da imzalanan anti-balistik füze sistemlerini sınırlandıran andlaşma. 3 Ekim 1972'de yürürlüğe girmiştir.

Onaltı maddelik bu andlaşma ile her iki tarafın anti-balistik füze (ABM) sistemleri nicelik, nitelik ve coğrafi bakımdan geniş sınırlamalara tabi tutulmakta, böylece her iki taraf için "ilk darbe" girişimi rasyonel bir politika olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktaydı. Ayrıca, andlaşma ile bir sürekli Danışma Komitesi kurulmakta, bu komite ile Andlaşma hükümlerinin uygulanmasının kolaylaştırılması hedeflenmekteydi. Andlaşma doğrultusunda A.B.D. ve Sovyetler Birliği topraklarında sadece ikişer tane ABM savunma sistemi kurabileceklerdi. Bu sistemlerden biri ülkelerin başkentleri çevresinde ötekisi de bir kıtalararası balistik füze (ICBM) koruganı çevresinde olacaktı. Alan savunmasını önlemek amacıyla da her iki sistem arasında en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en fazla 100'er rampa ve füzeden ve gerekli radar ağından oluşacağı hükme bağlanmıştı. Ayrıca taraflar kendi ülke toprakları dışında başka ülkelerde ABM sistemi kuramayacaklardı.

Moskova'da 3 Temmuz 1974'te imzalanan bu andlaşmaya ek protokol ile tarafların sahip olabileceği ABM sistemi sayısı ikiden bire indirilmişti. Bu protokol 24 Mayıs 1976'da yürürlüğe girdi.

 

Anti-Komintern Paktı, 25 Kasım 1936

Görünüşte Komünist Enternasyonal'i ama asıl Sovyetler Birliği'ni hedef alan andlaşma. 25 Kasım 1936'da Almanya ile Japonya arasında imzalandı. Daha sonra 6 Kasım 1937 tarihinde Pakt'a İtalya da katıldı. Pakt'ın hazırlanmasına Hitler önderlik etmiştir. Hitler kendi kurmak istediği Büyük Almanya'ya Avrupa'da en büyük engel olarak Sovyetleri görüyordu. Japonya ise Çin'e karşı giriştiği savaşta Sovyetlerin tutumundan ve Çin'e savaş açacağı ve askeri malzeme satmasından rahatsızdı. Pakt biri açık diğeri gizli olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Açık bölüm Komintern (Komünist Enternasyonal)'in faaliyetlerini hedefleyen bir siyasi anlaşma görünümündeydi. Gizli bölümde ise askeri içerikli maddeler ağırlıktaydı ve Sovyetler Birliği ile gerçekleşebilecek bir çatışmada tarafların nasıl tutum alacakları ele alınıyordu.

 

 

Anti-Semitizm

Musevilere karşı düşmanca duygular besleme. Musevi düşmanlığı tarihin derinliklerinden gelmektedir. Hz. İsa'yı Çarmıha Musevilerin gerdirdiğine inanan Hristiyan gruplar tarih boyunca Musevilere karşı şiddet eylemlerinde bulunmuş, onlara karşı ayrımcılık yapmışlardır. Bunun Orta Çağ'daki en uç örneği İspanyol Engizisyon'unun Musevilere karşı tutumu olmuş, bu dini terk etmeyenler zorla İspanya'dan çıkarılmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Orta Avrupa'da yükselen milliyetçilikle beraber anti-semitizme ırkçı bir nitelik de eklendi, özellikle Almanya ve Avusturya'da zengin Musevi kesim milliyetçi akımların hedefi haline geldi. Sonunda 1933'te Almanya'da Nasyonel Sosyalistlerin işbaşına gelmesi ile anti-semitizm doruğa çıktı. Önce Museviler ayrı gettolarda yaşamaya zorlandı, daha sonra II. Dünya Savaşı'na kadar pekçok Musevi ülkeden ya sınırdışı edildi ya da göçe zorlandı. Savaş sırasında ise Almanya'nın çeşitli yerlerinde ve Alman işgalindeki ülkelerde -özellikle Polonya'da- kurulan toplama kamplarında milyonlarca Musevi soykırıma tabi tutuldu. Savaş sonrasında ise Musevilere bir ulusal yurt kurmak amacıyla 1948'te İsrail devleti kuruldu ve anti-semitizm daha başka bir biçim kazandı.

 

Arap-İsrail Savaşları

İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında meydana gelen çatışmalar. Bunların en önemlileri 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982 savaşlarıdır.

Balfour Bildirisi ile Filistin'de bir "ulusal yurt" sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin'deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947'de Filistin'de biri Arap diğeri Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşı başladı. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak güçleri bu ülkeye saldırdı. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye katlayarak uluslararası tanınan sınırlarına ulaştı.

İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır'ın Temmuz 1956'da Süveyş Kanalı'nı millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında başladı. İngiltere ve Fransa Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirdiler. Ekim ayında Londra'da toplanan konferanstan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim ayının sonunda İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve Sovyetler Birliği'nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve kuvvetlerini 6 Kasım'da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız paraşütçü birlikleri çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş sonucunda Mısır-İsrail sınırına Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve İsrail Akabe Körfezi'ne bir çıkış kazanmış oldu.

1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail gemilerinin Akabe Körfezi'ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise İsrail-Suriye sınırında çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden daha fazla kuvvete sahip olduğunu anladığı Arap devletlerinin ani bir saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı gerçekleştirmeye karar verdi. 5 Haziran'da İsrail Hava Kuvvetleri'nin Mısır Hava Kuvvetleri'nin bulunduğu üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve "Altı Gün Savaşı" olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır'dan Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası'nı Ürdün'den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye'den Golan Tepeleri'ni aldı.

Altı Gün Savaşı Arap devletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açtı. Diplomatik çabalar İsrail'in işgal ettiği toprakları geri vermeyi reddetmesi ile sonuçlandı. Bunun üzerine Ekim 1973'te Yahudilerin kutsal ayı olanYom Kippur'da Mısır ve Suriye birlikleri eşgüdümlü bir sürpriz saldırı gerçekleştirdiler. İsrail, Golan ve Sina'da ilk başta gerilemek zorunda kaldı ama ikinci haftanın sonunda Galon Tepelerini geri aldı ve Mısır birliklerini Sina'dan püskürttü. Bu savaş ile İsrail'in yenilmezlik miti sarsıldı.

5 Haziran 1982'de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında tırmanan gerginlik sonucu İsrail F.K.Ö kamplarının bulunduğu Beyrut ve Güney Lübnan'ı bombaladı. İsrail birlikleri Lübnan'ın güneyini işgal etti ve Beyrut'un kenar mahallelerine kadar ilerledi. Kentteki Filistinli mülteciler kenti terk ederek mülteci kamplarına gönderildi. İsrail kentten çekildikten sonra 14 Eylül'de tekrar Beyrut'a girdi. 16 Eylül günü İsrail destekli Falanjist gerillalar Beyrut'taki Sabra ve Şatilla kamplarına girerek yüzlerce Filistinli mülteciyi öldürdüler.

Arap Zirveleri

Arap ülkelerinin liderlerinin bir araya geldikleri, sorunları tartıştıkları zirve toplantıları. Bu toplantıların büyük çoğunluğu Arap Birliği çerçevesinde olmuştu.

Bu zirve toplantılarından ilki 5-11 Eylül 1964 tarihleri arasında 13 Arap devletinin katılımı ile Kahire'de yapıldı. Yemen sorununun tartışıldığı bu toplantı herhangi bir sonuç elde edilemeden sona erdi. Ağustos 1967'deki Hartum Zirvesi'nde 1967 Arap İsrail Savaşı'nın sonuçları ile Yemen'deki Mısır askerlerinin geri çekilmesi konuları ele alındı. Zirve sonunda Mısır ve Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum Andlaşması'yla Mısır askerlerinin 1967 sonuna kadar Yemen'den ayrılması kararlaştırıldı. Zirvede ayrıca İsrail ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamasına ve Filistinlilerin haklarının sonuna kadar savunulmasına karar verildi. Üçüncü Arap zirvesi 25 Kasım 1978 tarihleri arasında yapılan Bağdat zirvesi oldu. Zirvenin toplanması için girişimi Mısır'ın İsrail ile Camp David Antlaşmaları'nı imzalamasına tepki gösteren Arap devletleri yaptı. Zirvede Mısır Camp David Andlaşması'nı iptal ederek diğer Arap devletleriyle ortak hareket etmeye davet edildi.

1990 Haziran'ında yine Bağdat'ta Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ın çağrısıyla yapılan dördüncü Arap zirvesinde İsrail işgali altındaki topraklara yapılan Yahudi göçü konusu ele alındı. Zirvede ayrıca Türkiye'nin GAP çerçevesinde Fırat'ın sularını bir süre tutması ve bu projenin geleceğinden duyulan kaygılar, İsrail, Ürdün ve Suriye arasındaki Ürdün nehrinin durumu, Mısır'a akan Nil sularının azalması ve bundaki "İsrail etkisi" de görüşüldü. Zirvede Sovyetler Birliği'nden İsrail'e, ayda yaklaşık 10.000 kişiyi bulan Yahudi göçü kınandı ve bu göçe yardımcı olan ülkelerle olan ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuldu. Sonuç bildirgesinde bu göç için "insan haklarının köklü bir ihlali ve Arap ulusuna yönelik bir tehdit" ifadeleri yer alıyordu. Zirvede ayrıca Mısır'ın Camp David Andlaşması'nın imzalanmasından sonra Tunus'a taşınan Arap Birliği örgütünün merkezinin tekrar Kahire'ye alınmasına ve zirvenin her sene olağan bir şekilde Kahire'de toplanmasına karar verildi. Ama Irak'ın Kuveyt'i işgali üzerine Beşinci Arap Zirvesi olağanüstü bir şekilde 10-12 Ağustos 1990'da Kahire'de toplandı. Zirvede bir araya gelen 21 Arap ülkesi lideri Irak'ın Kuveyt'i işgali sonucu doğan bunalımı görüştüler. Suudi Arabistan'ın olası bir Irak saldırısına karşı bir Birleşik Arap Gücü kurulması önerisi sert tartışmalara yol açtı. Sonuçta 12 leyhte oy ile bu gücün kurulmasına karar verildi. Bu olay Arap Birliği'nin tam bir parçalanmanın eşiğine geldiğini göstermiştir.

 

Atatürk'ün Dış Politikası

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği dış politika. Üç döneme bölünerek incelenebilir: i. Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Türk Dış Politikası, ii. Lozan Andlaşması'ndan 1930'a kadar olan dönem, iii. 1930'dan Atatürk'ün ölümüne kadar ki dönem.

Birinci dönemde Atatürk'ün amacı en kısa sürede ve tam bir şekilde ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasıydı. Bu işgalin sona ereceği sınır ise son Osmanlı Mebusan Meclisince belirlenen Misak-ı Milli sınırları idi. Ayrıca Misak-ı Milli ilkeleri bu dönem dış politikasını temelini oluşturuyordu. Bu dönemde Türkiye yeni kurulmuş Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurarak bu devletten yardım almış ve gerek bu devleti Batılı devletlere gerekse de Batılı devletleri Sovyetlere karşı kullanarak kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk Müttefik devletler arasındaki menfaat çatışmalarından doğan ayrılıkları da kullanmasını iyi bilmiştir.

Lozan'dan sonra Türkiye'nin gerçekçi bir dış politika izlediği söylenebilir. Her ne kadar Lozan'dan arta kalan sorunlar çözülmek isteniyorsa da-Hatay, Musul, Boğazlar gibi- bu dönemde Türkiye Lozan'la elde ettiği statükoyu koruma çabasındadır. Sovyetler Birliği ile dostça ilişkiler sürmekle beraber bu ülke artık Türkiye'nin dayandığı tek devlet olmaktan çıkmaktaydı. Bu arada 1925'te Musul sorununun Türkiye'nin aleyhine bir şekilde çözülmesi ile Türk-İngiliz ilişkilerinde bir soğukluk yaşanmıştır.

Son olarak 1930-1938 döneminde Türkiye bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve Türk dış politikasının temelini belirleyen "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözü bu dönemde söylenmiştir. 1932'de Milletler Cemiyeti'ne giren Türkiye, Yunanistan ve diğer Balkan devletleri ile kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda bu devletlerle Balkan Antantını imzalamıştır. 1937 yılında da aynı barışçı politika doğrultusunda Türkiye İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı'nı kurmuştur. Türkiye bu dönemde de statükocu bir politika izlemiştir. Montreux Sözleşmesi ve Hatay'ın Türkiye'ye katılması bu statükoculuktan kayış gibi değerlendirilse de bu gelişmelerin barışçı ve meşru yollardan sağlanması Türkiye'nin statükocu dış politikasının sürdüğünün göstergesidir.

Atlantik Bildirisi (Atlantic Charter), 14 Ağustos 1941

II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile o sırada henüz savaşa girmemiş olan ABD'nin Başkanı Franklin Roosevelt arasında Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren görüşmeler sonucunda 14 Ağustos 1941'de yayınlanan ortak bildiri. 8 maddelik bu bildiri bir bakıma Wilson'un 14 noktası'na benzemektedir. Bu bildiri ile A.B.D.'nin tarafsızlık politikasını terk ettiği açıkça ortaya çıkmıştır. Bildirinin maddeleri özetle şöyledir: i.Savaştan sonra toprak kazanılmayacak ii.ilgili halkın onayı anılmadan toprak değişikliği yapılmayacak, iii.Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacaklar (self-determination), iv.Uluslararası işbirliği gerçekleştirilip geliştirilecek, v.Temel hammaddelerden eşit biçimde faydalanılacak, vi.İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak vii.Açık denizlerde ticaret serbestliği gerçekleştirilecek, viii.Mihver devletleri silahtan arındırılacak ve savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek. Bu maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Andlaşması'nın içine de alındı.

 

Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Andlaşma, 5 Ağustos 1963

Atmosferde, uzayda ve su altında nükleer denemelerini barışçı ya da askeri-yapılmasını yasaklayan andlaşma. 5 Ağustos 1963'te Moskova'da imzalanan andlaşma 10 Ekim 1963'te yürürlüğe girdi. Toprak altında nükleer deneme yapılmasını yasaklamadığı için "Sınırlı Deneme Yasağı Andlaşması" olarak da bilinir. Andlaşma metninde nükleer silah denemelerinin yanısıra "herhangi başka nükleer patlama" şeklinde barışçıl denemelerin de yasaklandığı belirtilmektedir.

 

Augsburg Barışı, 1555

Almanya'da Lutherciliğin varlığını kabul eden ilk kalıcı yasal düzenleme. Augsburg'da toplanan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dieti tarafından 25 Eylül 1555'te ilan edilmiştir. Buna göre imparatorluğun üyesi hiçbir devlet dinsel gerekçelerle bir başka üye devlet ile savaşa giremeyecek ve mezhepler silaha başvurmadan yeniden birleşene dek barış geçerli olacaktı. Ayrıca imparatorluğun her topluluk diliminde sadece bir mezhep tanınıyor -Katolik veya Luthercilik- böylece prenslerin seçtiği mezhep uyruklarını da bağlıyordu. Öteki mezhepten olanlar mülklerini satarak, bağlı oldukları mezhebin tanındığı prensliklere göç edebilirlerdi. Augsburg Barışı, eksikliklerine rağmen yarım yüzyılı aşkın bir süre Kutsal Roma-German İmparatorluğu'nu ciddi bir iç çatışmadan korudu.

Avrupa Ahengi: bkz. Avrupa Uyumu

Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme)

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa ekonomileri büyük bir yıkıma uğramıştı. Savaştan sonra bu ülkeler yoğun bir ekonomik anırıma giriştiler. Onarım için gerekli araç ve gereçlerin sağlanabileceği tek kaynak ABD idi. Fakat bu da o ülkelerin kapasitelerini aşan altın ve döviz rezervi gerektiriyordu. 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall önderliğide, Batı Avrupa ülkelerinin onarımı amacıyla hazırlanan bir Avrupa İmar Programı ortaya çıktı. Bu programın finansmanı için ABD'nin yaptığı yardımlar Marshall Yardımları diye bilinir. 1947'de bir miktar yardım dağıtılmakla birlikte, programın asıl uygulanışı 1948'de olmuştur. Programın başlatılmasından sonraki dört yıl içerisinde 17 Avrupa ülkesine toplam 12 milyar dolar tutarında hibe veya kredi şeklinde kaynak transferi yapılmıştır. Türkiye de az da olsa bu yardımlardan yararlanmıştır.

Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması: bkz. AKKA

Avrupa Uyumu (Concert of Europe)

XIX. yüzyılda Avrupa'da barışı tehdit eden önemli olaylar karşısında büyük güçlerin kurduğu ad hoc bir karşılıklı danışma sistemi. Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya'ya daha sonra Almanya ve İtalya katılmış, geri kalan küçük devletler ise kendileriyle doğrudan ilgili bir olay durumunda sisteme dahil olmuşlardır. Uyum sistemi genellikle büyük devletlerin barışın tehdit edildiğine inandıkları anda topladıkları konferanslar şeklinde yürüyordu. Sonuçta büyük güçlerin hegemonyası egemen oluyordu. Sistem büyük güçlerin Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf şeklinde iki kutupta kamplaşmasına kadar sürmüştür.

Avrupa Uyumu Sistemi Avrupa'da siyasi istikrara büyük katkıda bulunmuştur. Büyük güçlerin birliğinin bozulması Avrupa'yı doğrudan I. Dünya Savaşı'na sürükledi.

 

Baas Partisi (Hizb el Ba's el-Arabi el-İştiraki)

Tam adı Arap Sosyalist Baas Partisi ve Arap Sosyalist Yeniden Doğuş Partisi. Tek bir sosyalist Arap toplumu oluşturmayı hedefleyen radikal siyasi hareket. Pekçok Arap ülkesinde kolları vardır.

Baas Partisi 1943 yılında Mişel Eflak ve Salah el-Bitar tarafından Şam'da kuruldu. 1953'de Suriye Sosyalist Partisi ile birleşen parti Arap Sosyalist Baas Partisi adını aldı. Bağlantısızlık politikasını, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı çıkmayı benimseyen Baas Partisi, İslam'ın bazı unsurlarından faydalanarak sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir hareket gerçekleştirmeye çalışmıştır. Katı disipline dayalı aşırı merkeziyetçi bir yapıya sahiptir.

1963'te Suriye'de iktidarı ele geçiren Baas, "milliyetçi" ve "ilerici" diye anılan iki gruba bölündü ve 1970'te Hafız Esad'ın başa geçmesiyle iki grup arasındaki çekişmeyi milliyetçiler kazanmış oldu. Irak'ta 1963 yılında kısa bir süre Baasçılar iktidara geldiyse de 1968'de yeniden iktidarı ele geçirdiler. Irak ve Suriye'deki Baas Partileri arasındaki anlaşmazlık iki ülkenin siyasi birliğine engel oldu ve daha sonra iki ülke birbirine karşı pek dostça olmayan siyaset yürütmeye başladı. Suriye'de Baas hükümetine en önemli tehdit Müslüman Kardeşler Örgütü olmuştu. Ama Hafız Esat 1982 yılında Hama'da kanlı bir müdahale ile örgüte ağır bir darbe indirdi. Irak'ta ise kuzeydeki Kürt ve güneydeki Şii gruplar Baas için en önemli tehlikelerdi.

Suriye Baas Partisi yıllardır Batı'ya karşı sert olan tutumunu Orta Doğu Barış Süreci doğrultusunda yumuşatırken Irak'ta Baas, Körfez Savaşı ve sonrası Batı ve özellikle Amerika karşıtı bir siyaset izlemektedir.

Bağdat Paktı, 1955

Ortadoğu'da barış ve güvenliğin korunması için kurulan ittifak. 1955 yılında Türkiye ve Irak arasında kurulan Pakt'a aynı yıl Pakistan, İran ve İngiltere katılmıştır. Bütün Arap Birliği üyesi ülkeler ve büyük Batılı devletlerden bazıları da Pakt'a davet edilmiş ama hiçbiri buna ilgi göstermemiştir. 1959'da rejim değişikliği ile Irak'ın üyelikten ayrılmasıyla Pakt, Merkezi Andlaşma Örgütü (CENTO) adını almıştır.

Bakü Kongresi, 1920

III. Komünist Enternasyonal (Komintern) tarafından Bakü'de düzenlenen toplantı. 1920 yılında Bolşevikler artık Batı'da umdukları büyük devrimin pek de yakın olmadığına inanmaya başlamışlardı. Bu ortamda Doğu halklarına doğru yönelen Sovyetler Birliği onlarla Batı'ya karşı bir ittifak kurmaya çalışıyor ve Batılı emperyalist güçlerin egemenliği altındaki Doğulu halkları bu güçlere karşı ayaklandırmayı düşünüyorlardı. Eylül 1920'de Bakü'de çoğunluğu sömürge rejimi altındaki Doğu ülkelerinden gelen komünist partilerin temsilcilerinin katıldığı bir Kongre düzenlendi. Kongrede iki ana konu üzerinde yoğunlukla duruldu. i)Doğu halklarının ulusal kurtuluş mücadeleleri beklenen dünya devrimi açısından nasıl değerlendirilecek. ii)Komintern bu konuda nasıl bir strateji izleyecek. Kongre'de komünist nitelikli olmayan -bu sırada Anadolu'daki kurtuluş mücadelesi dahil- ulusal kurtuluş hareketlerine karşı nasıl bir tutum takınılacağı da tartışıldı.

Balfour Bildirisi, 1917

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur J. Balfour'un 2 Kasım 1917'de, Uluslararası Siyonist hareketin önderlerinden Lord Rotschild'e gönderdiği, Filistin'de Yahudilere bir "ulusal yurt" kurulması çabasının İngiliz hükümetince destekleneceğinin belirtildiği mektup. Ancak yine mektuba göre, Yahudiler için kurulacak böyle bir yurt, bölgenin Yahudi olmayan kesiminin haklarını ihlal etmeyecekti. İngiliz Dışişleri Bakanını böyle bir mektup yazmaya iten en önemli sebep, toprakları üzerinde çok sayıda ve önemli etkiye sahip Yahudi'nin yaşamakta olduğu A.B.D.'nin sempatisini ve Almanya'ya karşı yürütülen savaşta katkısını sağlamaktı. Mektubun zamanlaması da iyi yapılmıştı. Çünkü kısa bir süre sonra Almanya ve Osmanlı Devleti deYahudi desteğini sağlayabilmek için özellikle Almanya Siyonistlerine savaş sonrası ödünleri vermeye başlamışlardı.

Siyonist liderlerden H. Weizman ve N. Skolov'un ısrarlı çabaları ile yayımlanan Bildiri, Filistin'de yalnızca Yahudilere ait bir devletin kurulmasını isteyen Siyonistlerin isteklerini tam anlamıyla karşılamıyordu ama ilerde İsrail'in kuruluşu için bir dayanak oldu.

Balkan Antantı, 1934

9 Şubat 1934'te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan ittifak andlaşması.Avrupa'nın revizyonist ve anti-revizyonist iki kamp etrafında toplanmaya başlaması Balkan devletlerini bir grup kurmaya yönlendiriyordu. İlk kez 1929'da Yunanistan Başbakanı Papanastasio'nun ortaya attığı bir Balkan birliği kurulması fikri çeşitli devletlerden destek görmüş ve arka arkaya Balkan devletleri arasında gayriresmi nitelikli konferanslar toplanmaya başlamıştı. Konferanslar sonucu verilen uzlaşma doğrultusunda 9 Şubat 1934'te Atina'da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Atlantı imzalandı. Üç maddeden oluşan Antant Balkan ülkelerinin kendi aralarında olan sınırları koruyor ve bu ülkeler arası işbirliğini geliştirmeyi amaçlıyordu. Antant bölgede revizyonist politika izleyen Bulgaristan'ı hedeflemekteydi. II. Dünya Savaşı'nda Türkiye dışındaki üyelerin Alman işgaline uğraması ile Antant geçerliliğini kaybetmiştir.

 

Balkan Paktı

Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'nın taraf olduğu siyasal nitelikli bölgesel örgüt. Pek uzun ömürlü olamamıştır.

A.B.D. 1950'lerin başında Sovyetlerle gergin ilişkileri olan Yugoslavya ile ilgilenmeye başlamıştı ve NATO'ya girmeleri kesinleşmiş olan Türkiye ve Yunanistan ile bu ülkeler arasında bir pakt yapılması yönünde çabalıyordu. 1951 yılı sonuna doğru ve üç ülke arasında başlayan yakınlaşma 1952 boyunca da devam etmiş ve 28 Şubat 1953'te Ankara'da üç ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından bir "Dostluk ve İşbirliği Andlaşması" imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre üç devlet ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklar ve üye devletlerin Dışişleri Bakanları yılda en az bir defa toplanacaktı. Dışişleri Bakanları arasında süren toplantılar sonucu yeni ilerlemeler sağlanmış, 9 Ağustos 1954'te üç ülke arasında Bled Andlaşması imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre taraflar, aralarından herhangi birine ya da birkaçına yönelen bir saldırıyı kendilerine de yapılmış sayarak askeri güç de dahil her türlü önlemi alacaklardı.

Ama daha paktın ilk günlerinden itibaren Türkiye ve Yugoslavya arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ve 1955'ten itibaren Sovyetlerle ilişkilerini düzeltmeye başlayan bu ülkenin pakta ilgisi azalmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasıyla da Paktın doğurduğu olumlu hava silinmeye başlamıştı. Pakt 1960 yılına kadar devam etmiş 1960 Haziranında da resmen sona erdiği açıklanmıştır.

 

Balkan Savaşları, Ekim 1912-Haziran 1913

Birincisi Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti, ikincisi Balkan devletlerinin kendi aralarında yaptıkları iki savaş. I. Balkan Savaşı Osmanlı Devleti'nin Rumeli'de kalan son topraklarını da kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.

1912 yılı boyunca Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan kendi aralarında yaptıkları ittifak andlaşmaları ile Osmanlı Devletine karşı bir birlik kurdular. 1912 Eylül'ünde seferberliklerini tamamlayan Balkan devletleri Osmanlı'nın Trablusgarp Savaşı ile uğraşması ve iç siyasi çekişmelerinden faydalanarak hazırlıklarını pekiştirdiler. 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın savaş ilanı ile I. Balkan Savaşı başladı ve bunu öteki devletlerin savaş ilanları izledi. Hazırlıksız yakalanan Osmanlı orduları hemen hemen her cephede yenildi ve Midye-Enez hattının gerisine çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etti. 17 Aralık'ta Londra'da toplanan bir konferans sonunda 30 Mayıs 1913'te bir barış andlaşması imzalandı.

Londra barışından umduğunu bulamayan Bulgaristan'ın 30 Haziran'da Yunanistan'a saldırması ile II. Balkan Savaşı başladı. Bulgaristan savaşta pek bir başarı sağlayamadı ve Romanya'nın savaşa girmesi ile yenilgiye uğratıldı. Bulgaristan'ın zayıf durumundan yararlanan Osmanlı Devleti de Edirne'yi aldı. 10 Ağustos 1913'te Bükreş'te imzalana barış andlaşması ile II. Balkan Savaşı sona erdi. Osmanlı Devleti de Yunanistan'la Atina, Bulgaristan ve Sırbistan ile İstanbul Andlaşmalarını yaptı. Böylece bugünkü Türk-Bulgar ve Türk-Yunan sınırları birkaç istisna dışında çizilmiş oldu ve yapılan andlaşmalarda Balkan devletleri sınırları içinde kalan Türk azınlıklarla ilgili maddeler yer aldı.

 

Bandung Konferansı, 1955

18-24 Nisan 1955 tarihlerinde Endonezya'nın Bandung kentinde toplanan ve Bağlantısızlar Hareketi'nin temellerinin atıldığı toplantı. Endonezya, Pakistan, Hindistan, Seylan (Sri Lanka) ve Birmanya'nın düzenlediği toplantıya o zamanki dünya nüfusunun yarasından fazlasını oluşturan 20 Asya ve Afrika ülkesi katılmıştı.

Konferansı düzenleyen ülkeler, Batılı devletlerin Asya'ya ilişkin aldıkları kararlarda kendilerine danışılmamasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Tartışmalar temel olarak Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa ve Orta Asya'daki tutumunun Batılı devletlerin sömürgeciliği ile eş biçimde eleştirilip eleştirilmemesinde yoğunlaştı. Sonunda "tüm görünümleri ile sömürgeciliğin" mahkum edilmesi üzerinde uzlaşıldı. Birleşmiş Milletler Bildirisi'ndeki ilkelerle Hindistan başbakanı Nehru'nu beş ilkesini kapsayan on maddelik bir "dünya barış ve işbirliğini geliştirme bildirisi" oybirliği ile kabul edildi.

Konferansa katılan Türkiye'nin toplantılar boyunca izlediği Batı yanlısı tutum, bağlantısızlık politikası izleyen diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerinin soğumasına neden oldu.

 

Baruch Planı, 1946

1946'da A.B.D. tarafından Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonu'na sunulan atom silahının yayılması ve atom enerjisinin kontrolü ile ilgili teklif. Plan hazırlaycısı Bernard Baruch'un adıyla anılır. Plan önce atom enerjisi üzerinde etkili bir denetimin kurulmasını, sonra da nükleer stokların tümünün yok edilmesini öngörüyordu. Ayrıca bir Uluslararası Atomu Geliştirme Örgütü (International Atomic Development Agency) kurulacak, dünyanın güvenliği için tehlike teşkil eden tüm atom enerjisine bu örgüt sahip olacaktı. Eğer Sovyetler Birliği bu örgütün kurulmasını kabul ederse, A.B.D. elindeki tüm atom silahlarını ve bunların yapılması için gerekli bilgiyi bu örgüte devredecekti. Örgütün çalışmasıyla ilgili olarak Güvenlik Konseyi'nde hiçbir devlet veto yetkisini kullanamayacaktı. Ancak, Sovyetler Birliği bu öneriyi kabul etmedi, veto yetkisinin devamında direnerek, etkili bir tedbir için önce nükleer silah stokunun yok edilmesi, denetimin bunun izlemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Taraflar görüşlerinde ısrar edince, Atom Enerjisi Komisyonu'nda bu konuda yapılan uzun tartışmalardan hiçbir sonuç çıkmamıştır.

 

Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi (Euzkadr Ta Azcatasuna-ETA)

İspanya'da Bask azınlığının yoğun olarak yaşadığı bölgenin bağımsızlığı için mücadele eden silahı örgüt. ETA, Franco döneminde bütün baskılara rağmen 1950'lerden sonra belirli bir örgütlenme düzeyine ulaştı ve yönetime karşı silahlı mücadeleye başladı. Düzenlediği birçok bombalı saldırı ve suikastten en önemlisi 1973 yılında İspanya Başbakanı Blanco'nun öldürülmesidir. Franco döneminin sona ermesinden sonra Bask bölgesine özerklik tanınmasına rağmen ETA mücadeleye devam etti.

 

Belgrad Konferansı, 1-6 Eylül 1961

1-6 Eylül 1961 tarihleri arasında Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'ta yapılan ilk Bağlantısızlar zirvesi. Konferansa yirmibeş ülkenin devlet veya hükümet başkanı katılmıştır. Konferans Soğuk Savaş'ın en yoğun olduğu dönemlerden birinde, Berlin ablukasının sürdüğü ve Sovyetlerin nükleer denemelere yeniden başladığını açıkladığı sırada toplanmış ve uluslararası ortamın gerginliği konferansa da yansımıştır. Tito, Abdulnasır, Sukarno ve Nkrumah'ın en faal liderler olarak göze çarptıkları konferans sonunda kabul edilen yirmiyedi maddelik deklerasyonda çeşitli uluslararası sorunlara değinilmiştir.

 

Berlin Ablukası, 1948-1949

1948-1949'da Sovyetler Birliği'nin, Batılı işgal devletlerini Batı Berlin'deki egemenlik haklarından vazgeçmeye zorlama girişiminin yol açtığı uluslararası bunalım. Mart 1948'de İngiltere,Fransa ve A.B.D.'nin Almanya'daki işgal bölgelerini tek bir ekonomik birim halinde birleştirme kararı Sovyetlerin tepkisine yol açtı ve Sovyetler Birliği Müttefikler Kontrol Konseyi'nden çekildi. Batı'da yeni bir Alman Markı'nın piyasaya çıkmasını Doğu Alman parasına karşı rekabet olarak gören sovyetler Batı ile Berlin arasındaki demir, kara ve su yollarını kapatarak kenti ablukaya aldı. 26 Haziran 1948'de ABD ve İngiltere kente acil gereksinimleri havayoluyla sağlamaya başladılar ve Berlin'den dışarı yapılan sanayi ihracatının hava yoluyla gerçekleşmesi için bir "hava köprüsü" kurdular. Artan gerginlik karşılıklı askeri güç tırmanmasına yol açtı. Gerginlik sovyetler Birliği'nin 12 Mayıs 1949'da ablukayı kaldırmasına değin sürdü.

 

Berlin Andlaşması, 3 Haziran 1972

Berlin kentinin A.B.D., Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere'nin yükümlülüğü altına konduğuna ilişkin andlaşma. 3 Eylül 1971'de hazırlanıp parafe edilen andlaşma, 3 Haziran 1972'de imzalandı. Bu andlaşmayla Batı Berlin'de A.B.D., Fransa ve İngiltere'nin sorumluluğu devam ediyor ama Batı Berlin'i temsil yetkisi Federal Almanya'ya geçiyordu. Sovyetler Birliği ise Doğu Berlin üzerindeki haklarını Demokratik Alman hükümetine devretmeyecekti.

Bu andlaşma sonucunda 12 Ağustos 1970 tarihli Federal Almanya ile Sovyetler Birliği arasında imzalanmış olan Moskova Andlaşması ve 7 Aralık 1970'de yine Federal Almanya ile Polonya arasında imzalanmış olan Varşova Andlaşması da yürürlüğe girmiştir.

 

Berlin Batı Afrika Konferansı, 1884-1885

Afrika'nın kıyılarında ve büyük nehirlerde ticaret serbestliğinin sürekliliğini sağlamak ve bu kıyılardaki yeni yerlerin işgal koşullarını belirlemek amacıyla Bismarck'ın girişimi ile 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 tarihleri arasında Berlin'de toplanan uluslararası konferans.

O tarihe kadar sömürge işletmelerine pek rağbet etmeyen Alman başbakanı, Alman egemenliğine konan toprakları değerlendirecek imtiyazlı şirketlerin kurulmasını göz önüne alarak tavrını değiştirdi. Bismarck, öteki Avrupa devletleri arasındaki sömürge rekabetini kızıştırıyor ve Fransa'yı yeni sömürge hayalleri ile kışkırtarak bu ülkenin Almanya'ya karşı bir öç alma siyaseti gütmesini önlemeyi umuyordu. Jules Ferry'nin ve sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığının onayını alan Bismarck, Viyana Antlaşması'nı imzalayan devletler ile Belçika, İtalya, ABD ve Türkiye'yi konferansa çağırdı.

Antlaşmanın sonuç belgesi Nijer ırmağında ulaşım özgürlüğünü ve Atlas okyanusundan Hint okyanusuna kadar uzanan Kongo havzasında ticaret serbestliğini güvence altına alıyordu. Bu, Fransa ile Portekiz'in toprak ilhakları ve 1884 İngiliz-Portekiz anlaşması ile bir süre için tehlikeye düşen liberalizmin zaferi demekti.

Konferans Afrika'nın paylaştırılmasını gerçekleştirmedi ama bunu kuşkusuz hızlandırdı. Konferansta, imzacı devletlerden birinin gerçekleştireceği toprak ihlallerinin, ancak öteki imzacı devletlere bildirilmesi koşuluyla geçerlik kazanabileceği ilkesi kabuledildi.

Bir bildirge de köle ticaretiyle ilgiliydi (md. 9). Genel olarak, imzacı devletler, yerlileri, gezginleri ve din özgürlüğünü korumayı yükümlüyorlardı. Ancak Afrikalılara alkollü içki satışı, Almanya ile Hollanda'nın itirazı üzerine yasaklanmadı. 1885 sonunda Fransa ile Almanya arasında Togo-Kamerun sınırını belirleyen özel bir antlaşma imzalanmasıyla Berlin Antlaşması tamamlandı.

Berlin Deklerasyonu, 1955

II. Dünya Savaşı sonrasına İngiltere, A.B.D.,Fransa ve S.S.C.B.'nin işgali altındaki Berlin üzerinde bu devletlerin haklarını belirleyen belge. Bu deklerasyona göre kentin güvenliği, kentte bulunan askeri birliklerin gözetimi ve sivil havacılığın denetimi işgal birliklerinin sorumluluğu altındaydı. Hukuki açıdan Batı Berlin Federal Almanya'nın bir parçası değildi ve kentin bu kesiminde 12 bin Müttefik devletlere bağlı asker bulunmaktaydı. Bu yüzden Federal Alman Parlamentosu ve Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının Batı Berlin'de uygulanabilmesi için Batı Berlin Parlamentosu'nun bunları onaylaması gerekiyordu. Müttefiklerin parlamentodan geçen yasalara itiraz ve bu yasaları geçersiz kılma hakları vardı. Bu nedenle Federal Alman Parlamentosu'ndan çıkan yasalar Berlin'e gelmeden önce Bonn'daki Müttefik devletlerin büyükelçileri tarafından gözden geçirilmekteydi. Ayrıca Batı Berlin'in silahlanması yasaklandığı için Batı Berlinliler'in askerlik yapmaları da yasaktı. Deklerasyona göre, Müttefik devletler gerekli durumlarda Batı Berlin polisi üzerinde de yetkili olabilmekteydiler.

Berlin Kongresi, 13 Haziran-13 Temmuz 1878

Osmanlı Devleti, Rusya, Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'nın katılımı ile gerçekleşen kongre. Kongre sonunda 1887-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası imzalanan Ayastefanos Andlaşması'nın yerine geçmek üzere bir andlaşma yapıldı. Ayastefanos ile kurulan "Büyük Bulgaristan" oldukça küçülerek Osmanlı'ya bağlı bir prenslik haline geldi. Doğu Rumeli eyaleti kuruldu ve Ayastefanos'ta Bulgaristan'a bırakılan Makedonya reform yapılması şartıyla Osmanlı Devleti'ne iade ediliyordu. Osmanlı Devleti açısından daha olumlu görülen bu andlaşma, bu kazançları Bosna-Hersek ve Kıbrıs'ta geçici yönetimler adı altında Avusturya-Macaristan ve İngiltere'nin yönetimine vermesi ile geri alıyordu.

Berlin Kongresi her ne kadar Rumeli'nin Osmanlı Devleti'nin elinde kalmasını sağlamışsa da ilerde ortaya çıkacak bunalımlara da ortam yaratmış oldu.

Berlin Senedi, 1885

Berlin Batı Afrika Konferansı olarak adlandırılan ve Kasım 1884 ile Şubat 1885 arasında Berlin'de yapılan bir dizi görüşme sonucunda kabul edilen belge. Konferans Orta Afrika'daki Kongo Havzası ile ilgili anlaşmazlıkları çözmek amacıyla toplanmıştı. Berlin Senedi ile Kongo Havzası Alman Doğu Afrikasını da kapsayacak şekilde tarafsız bölge ilan edildi. Burada bütün devletlere serbest ticaret ve taşımacılık hakkı tarafında ve Portekiz'in Atlas Okyanusu'ndaki hak iddiaları reddedildi. Bu senet ile sömürgeleştirmede "fiili işgal" ilkesinin benimsenmesi sonucu olarak Avrupalı devletler Afrika'da mümkün olduğu kadar geniş toprak parçalarını hızla işgal etme yarışına girdiler. Böylece Afrika'nın sömürgeleştirilmesi süreci hızlanmış oldu.

 

Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918

1914 yılı yazında Avrupa'da başlayıp sonradan dünyanın geri kalan bölgelerine yayılan ve 1918 yılının sonuna kadar süren topyekün savaş. 1914 Haziranında Saraybosna'da Avusturya Macaristan veliahtının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi sonucunda Avusturya-Macaristan önce Sırbistan'a bir nota vermiş ardından bu ülkeye savaş açmıştı. Bu olaydan sonra Rusya'nın Sırbistan'ı savunması, bu ülkenin seferberliğini ilan etmesiyle daha önce bu durumu savaş sebebi sayacağını ilan eden Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan etmesi sonucunda I. Dünya Savaşı başlamış, Rusya'nın müttefikleri İngiltere ve Fransa'nın da Almanya'ya karşı savaşa girmeleriyle savaş diğer kıtalara da yayılmıştır. Savaşın nedenleri üzerinde tarihçiler arasında hala görüş birliğine varılamamıştır. Ama savaşın en temel nedeni olarak Avrupa devletleri arasındaki emperyalizm mücadelesini gösterebiliriz. 1870'lerin son çeyreğinde ulusal bütünlüğünü sağlayan Almanya sanayiini geliştirmesine rağmen bu sanayii destekleyecek sömürgelere sahip değildi. Almanya sömürge elde etmeye karar verdiğinde ise dünyanın hemen hemen tamamının komşusu Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmış olduğunu gördü. İngiltere de Almanya'nın sömürgecilik yönündeki faaliyetinden rahatsız oluyordu. Öte yandan benzer bir mücadele de Balkanlar üzerinde Rusya ve Avusturya-Macaristan arasında yaşanıyordu. 1878 Berlin Kongresi'nden sonra Bosna-Hersek'in yönetimini ele geçiren ve daha sonra burayı ilhak eden Avusturya Macaristan'ın sınırları dahilinde pekçok Slav asıllı ulus yaşamaktaydı. Bu ülke küçük Sırbistan'ı kendisi için tehlike görmekteydi. Rusya da Avusturya'nın Balkanlar'daki etkisinden rahatsızdı ve Sırbistan'ı Avusturya'ya ezdirmeye kararlıydı.

Yukarıdaki gelişmeler Avrupa'yı bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya, diğer yanda, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın bulunduğu bir üçlü ittifak ve üçlü itilaf kamplaşmasına götürdü ve böylece Avrupa'da Viyana Kongresi'nden bu yana süren Avrupa Uyumu bozulmuş oldu.

27 Temmuz 1914'te Avusturya'nın Sırbistan'a savaş açması ile başlayan savaş Almanya'nın 31 Temmuz'da Rusya'ya, 3 Ağustos'da Fransa'ya savaş açmasıyla genişledi. 4 Ağustos'ta Belçika'nın Alman kuvvetlerince işgali sonunda İngiltere'de Almanya'ya karşı ilan etti. Bu arada Osmanlı Devleti 2 Ağustos'ta Almanya ile Rusya'ya karşı bu ülkenin yanında yer almayı öngören bir İttifak imzaladı.

Akdeniz'deki İngiliz donanmasından kaçan iki Alman gemisi 10 Ağustos'ta Osmanlı Devleti'ne sığındı. İngiltere'nin protestosu üzerine Osmanlı devleti bu iki gemiyi satın aldığını söyleyerek bunlara Yavuz ve Midilli adalarını verdi. Bu iki geminin 1914 Ekimi sonunda Karadeniz'deki Rus limanlarını bombalaması ile Osmanlı Devleti de Almanya yanında savaşa girmiş oldu. Osmanlı Devleti savaşta dört ana cephede çatışmaya girdi. i)Çanakkale, ii)Kafkas, iii)Kanal-Filistin, iv)Mezopotamya. Bunlardan sadece Çanakkale cephesinde başarılı oldu. 1917 yılı sonunda Rusya'da meydana gelen Bolşevik devriminin sonucunda yeni kurulan Sovyetler Birliği ittifak devletleri ile Brest-Litovsk Andlaşmaları'nı imzalayarak savaştan çekildi. Ama 1917 Nisan'ında itilaf devletleri yanında savaşa giren ABD Rusya'nın boşluğunu fazlasıyla doldurdu. ABD'nin savaşa girme nedeni ticaret gemilerinin Alman denizaltıları tarafından batırılması idi. Sonuçta savaş ittifak devletlerinin yenilgisi ile noktalandı. Savaş sonunda itilaf devletleri Almanya ile Versailles, Avusturya ile St. Germain, Macaristan ile Trianon, Bulgaristan ile Neuilly ve Osmanlı Devleti ile Sevres Antlaşmalarını imzaladı. Bu andlaşmalarla yukarıda anılan devletler önemli oranda toprak kaybına uğradılar ve yüklü miktarda savaş tazminatı ödemek durumunda kaldılar. Bu antlaşmalardan Serves Andlaşması sadece yukarıdaki özellikleri göstermekle kalmayıp Osmanlı Devleti'ne yaşam hakkı dahi tanımayacak bir özelliğe sahiptir. Anadolu Hareketi ve Kurtuluş Savaşı sonucunda imzalanan Lozan Andlaşması ile yürürlüğe giremeden hükmünü kaybetti. Bu andlaşmalar doğrultusunda kurulan savaş sonrası düzen mağlup devleti tatmin etmedi ve revizyonist diye adlandırılacak mevcut statüko karşıtı politikaların bu devletlerce izlenmesine neden oldu. Özellikle Versailles Andlaşması ile Almanya'ya getirilen kısıtlamaların II. Dünya Savaşının tohumlarını atmış olduğu söylenebilir.

 

Bir Millet, Bir Devlet İlkesi (Ein Volk, Ein Reich)

Hitler'in bütün Almanca konuşan toplulukları tek bir Alman devleti (Reich) altında toplamayı amaçlayan ülküsünün sloganı ve Nazi Almanya'sının dış politikasının temellerinden biri. Hitler 1933'te iktidara gelmesinden sonra bu amacı adım adım gerçekleştirmeye başladı. 1934'te Almanya ile Avusturya'nın birleşmesi için yaptığı ilk girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bunun ardından Versailles Andlaşması'na göre Saar bölgesinde yapılan plebisit sonucu, bölge Fransa'dan ayrılarak Almanya'ya katıldı. 1938'deki ikinci Anschluss denemesi ise başarıyla sonuçlandı ve Mart 1938'de Avusturya Almanya'ya katıldı. Aynı yıl Hitler Çekoslavakya'nın Südetler bölgesinin Almanya'ya katılması için bu ülkeye baskı uygulamaya başladı. Eylül 1938'deki Münih Konferansı ile de önce Südetler bölgesi sonra da Çekoslovakya'nın geri kalanı Almanya tarafından ilhak edildi. Hitler "bir millet, bir devlet ilkesi"ni büyük ölçüde gerçekleştirdikten sonra dış politikasının ikinci aşaması olan "hayat sahası" (Lebensraum) için çalışmaya başladı.

Bismarck, Otto Von

Alman devlet adamı ve şansölyesi. Alman ulusal birliğinin kurulmasında, belkide en önemli rolü oynamış kişi.

Bismarck, Kral Wilhelm I ile birlikte, Alman ulusal birliğini kurmak için Danimarka, Avusturya ve Fransa ile savaştı. Her seferinde, ince diplomatik girişimlerle, diğerlerini dışarda bırakmayı başararak, her üç savaştan da zaferle çıktı. 18 Ocak 1871 tarihinde II. Reich'ın kurulduğu ilan edildi.

Bismarck, Berlin Kongresi (1878)'ni izleyen barışçı dönemin kurucusu oldu. Bismarck'ın diplomasisinin iki temel karakteri vardır: i)gerçekçilik, ii)çok yönlü etkinlik. Ayrıca, Avrupa'ya egemen olma özleminden kaçındı ve savaşı yalnızca diplomasiyi destekleyen bir araç olarak gördü.

Wilhelm II'nin genişlemeci ve ihtiraslı politikalarını benimsemeyen Alman şansölyesi Bismarck, bu görevini bırakmak zorunda kalmıştır.

 

Blitzkrieg (yıldırım savaşı)

II. Dünya Savaşı'nda Alman ordularının uyguladığı savaş taktiği. Blitzkrieg zırhlı birliklerin yoğun ve seri bir şekilde düşman hatların belirli noktalarına saldırarak onları arkadan kuşatmalarına dayanmaktaydı. Bu taktik Hitler'in gerek Polonya'da gerekse Batı cephesinde kısa zamanda büyük zaferler kazanmasını sağladı. Ama coğrafi, topografik ve iklimsel şartların zırhlı araç harekatına elvermediği durumlarda bu taktik işlemiyordu. Bu yüzden Alman orduları -başka şartların etkisiyle beraber- Rusya'da kısa sürede hedefe ulaşamadılar.

 

Boğazlar Komisyonu

Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin 10. maddesine göre İstanbul ve Çanakkale Boğazları'ndan geçişi denetlemek amacıyla kurulan komisyon. Karada herhangi bir yetkiye sahip olmayan Komisyon, bir Türk temsilcinin başkanlığında sözleşmeye taraf olan devletlerin temsilcilerinden oluşacaktı. Eğer ABD ve Karadeniz'e kıyıdaş öteki devletler sözleşmeye katılırlarsa Komisyon'a birer temsilci gönderebileceklerdi. Sözleşmenin 14. maddesine göre Boğazlardan geçen savaş gemileri ve Boğazlar'ın üstündeki hava sahasını kullanan askeri uçakların geçişi ile ilgili kuralların gereğince uygulanıp uygulanmadığı Komisyon'un denetimine tabi olacaktır. Komisyon, Milletler Cemiyeti'nin koruması altında olacak ve Cemiyet'e faaliyetlerini gösteren bir yıllık rapor sunacaktır. Ayrıca Komisyon kendi çalışması ile ilgili gerekli yasal düzenlemeleri yapmakta serbest kılınmıştı. 1936 yılında imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar komisyonu kaldırılmıştır.

 

Boğazlar Sorunu

Türk Boğazları'nda (İstanbul ve Çanakkale Boğazları) yabancı devletlere ait deniz araçlarının geçişine ilişkin olarak çeşitli dönemlerde ortaya çıkan anlaşmazlık. XVIII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devletinin boğazlar üzerinde kayıtsız şartsız bir egemenliği söz konusuydu. Bu tarihte Rusya Karadeniz'in kuzey kıyılarını ele geçirmeye başlamıştı. 1774'te iki ülke arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş hakkı tanındı. 1798 ve 1805 Osmanlı-Rus ittifak andlaşmalarıyla da boğazlar bütün üçüncü devletlerin savaş gemilerine kapatılırken Rus savaş gemilerine serbest geçiş hakkı tanındı. Ancak 1807'de iki ülke arasında çıkan savaş sonucunda bu andlaşma yürürlükten kalktı. Bu arada Osmanlı Devleti 1809'da İngiltere ile imzaladığı Kala-i Sultaniye Andlaşması ile Boğazları kapalı tutmayı taahhüt etti. Daha sonra 1829'da Rusya ile yapılan Edirne Antlaşması sonucunda Boğazlar tekrar Rus ticaret gemilerinin serbest geçişine açıldı. 1833'te Osmanlı Devleti'ni iyice zor duruma sokan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Rusya Osmanlı Devleti'ne yapacağı askeri yardım karşılığında bu devletten boğazları üçüncü devletlerin savaş gemilerine kapalı tutma sözünü aldı. Hünkar İskelesi Andlaşması, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile iptal edilmişti. Bu sözleşme barış zamanında boğazların Osmanlı dışındaki bütün savaş gemilerine kapalı tutulmasını öngörüyordu. londra Sözleşmesi 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalanmasına kadar yürürlükte kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonundaki Mondros Ateşkes Andlaşması ile boğazlar itilaf devletlerince işgal edilmişti. Bu devletlerin Ağustos 1920'de İstanbul hükümetiyle imzaladıkları Serves Andlaşması, Boğazların denetimini bir uluslararası Boğazlar Komisyonuna devrediyordu. Bu komisyon çeşitli devletlerin gönderecekleri üyelerden oluşacak ve adeta bir devlet niteliğine bürünecekti. Serves'in hiçbir zaman yürürlüğe girememesi ile bu Komisyon da hiç bir zaman kurulamadı.

1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar bölgesi Türkiye'nin egemenliğine bırakılıyordu ama Türkiye bu bölgeyi silahlandıramazdı. Her ne kadar Türkiye'nin başkanlığında bir Boğazlar Komisyonu öngörüyorsa da bu komisyonun statüsü Serves'dekinden çok daha farklıydı. Sözleşme ile bütün savaş gemilerine boğazlardan geçiş serbestisi tanınmıştı. 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı sırasında Türkiye bu sözleşmenin değiştirilmesi yönündeki talebini imzacı devletlere sundu. İtalya dışındaki bütün imzacı devletlerin katılımıyla 1936'da Montreux'de toplanan Konferans sonucuna 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye göre Türkiye Boğazlar bölgesini silahlandırabilecek, savaşta, barışta ve savaşa yakın hissettiği durumlarda Boğazlardan gemi ve diğer deniz araçlarının geçişi hakkında çeşitli kararlar verebilecektir. Boğazlar Komisyonu da kaldırıldı.

Sovyetler Birliği 1945 yılındaki Yalta ve Potsdam Konferanslarında Montreux düzeninin değiştirilmesi ile ilgili öneriler ileri sürdü ama bu konuda ABD ve İngiltere ile uzlaşamadı. Savaş sırasında Türkiye'nin Montreux Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini öne sürecek boğazların Karadeniz'e kıyıdaş devletlere açık, geri kalan devletlere ise kapalı tutulmasını istedi. Ayrıca boğazları, Türkiye ile ortaklaşa savunma talebinde bulundu. Batılı devletler ise sorunun bir uluslararası konferans çerçevesinde çözülmesini savundular. Türkiye de Sovyetlere verdiği notalarla sorunun uluslararası görüşmelerle çözülmesi gerektiğini ileri sürdü ve Sovyetlerin ortak savunma talebini reddetti. Bir uluslararası konferans toplanması girişimleri de bir sonuç getirmedi ve Boğazlar rejiminde bugüne kadar bir değişiklik olmadı.

Bolşevik Devrimi: bkz. Rus Devrimi

Boxer Ayaklanması, 1900

Çin'de bütün yabancıları ülkeden atmayı amaçlayan ve devletten destek gören köylü ayaklanması. XIX. yüzyılın sonlarına doğru yoksullaşmanın artması, karşılaşılan doğal afetler ve şiddetlenen yabancı saldırıları sonucu Çin'in kuzey eyaletlerinde Boxer'ler güç kazanmaya başladı. Boxer'lerin kışkırtmalarıyla başlayan köylü ayaklanması Alman elçisinin öldürülmesi ile doruğa ulaştı. Bunun üzerine Ağustos 1900'de bir uluslararası birlik Pekin'i işgal etti. Mahsur kalan diğer elçilik görevlileri ile öteki yabancıları kurtardı. Yapılan görüşmeler sonunda imzalanan bir protokol ile çatışmalar sona erdi ve Çin'in yabancı devletlere ödeyeceği tazminat belirlendi.

Brandt Raporu, 1980

Azgelişmiş ülkelerin sorunlarına yönelik olarak Almanya eski başbakanı Willy Brandt tarafından hazırlanan rapor. Dünya Bankası, Willy Brandt'in başkanlığında bir komisyonun kurulmasını önermişti. Kurulan bu komisyonda hazırlanan ve azgelişmiş ülkelerin sorunlarını ele alan rapor, 1980'de "Kuzey-Güney: Yaşam Savaşı İçin Bir Program" başlığı ile yayınlandı. Rapora göre Kuzey ve Güney ülkeleri arasında giderek artanoranda bir gelişmişlik farkı vardır. Zengin Kuzey ülkeleri fakir Güney ülkelerine yardım etmeli ve bu şekilde aradaki açık kapatılmalıyda. Rapor, azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının başarıya ulaşması, bu ülkelerdeki açlık ve yoksulluğun giderilmesi amacıyla azgelişmiş Güney ile kalkınmış Kuzey arasında işbirliği oluşturmaya çalışmıştır.

Brejnev Doktrini

Sovyetler Birliği'nin herhangi bir sosyalist ülkede rejim karşıtı bir gelişmeye karşı o ülke ve diğer sosyalist ülkelerdeki düzeni korumak amacıyla "büyük ağabey" olarak müdahalesini öngören siyasi görüş. 1968 Prag Baharı döneminde Çekoslovakya'da gerçekleşen liberalleşme hareketine Sovyetler Birliği'nin kanlı bir şekilde müdahalesini meşru göstermek amacıyla Sovyet Devlet Başkanı Leonid Brejnev tarafından ortaya atılmış ve onun adıyla anılmıştır. Brejnev, 12 Kasım 1968'de Polonya Komünist Partisi 5. Kongresi'nde yaptığı konuşmada sosyalist ülkeler arasında Çekoslovakya benzeri müdahalelerin normal olduğunu savunuyordu; bir sosyalist ülkedeki gelişmeler diğer sosyalist ülkeleri de ilgilendirirdi ve sosyalist bir ülkenin egemenliği dünya sosyalizminin çıkarlarıyla ters düşemezdi.Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa sosyalist ülkeler topluluğu adına yapılacak bir müdahale meşru bir hareket olacaktı.Brejnev Doktrini'ne karşı en önemli tepkiler İspanyol ve İtalyan Komünistleri başta olmak üzere Avrupalı komünistlerden geldi ve bu gelişme Avrupa Komünizmi için önemli bir uyarıcı durum oldu.

 

Brest-Litovsk Barış Andlaşmaları, 1918

I. Dünya Savaşı sırasında Üçlü İttifak devletlerinin Sovyetler Birliği ve Ukrayna ile imzaladıkları barış andlaşmaları.

Bolşevik Devriminden sonra kurulan Sovyetler Birliği savaştan çekilmek istiyordu ve Sovyet hükümetinin 1917 Kasım'ındaki barış talebinden sonra Aralık sonuna doğru barış görüşmeleri başladı. Zorlu geçen ve kimi zaman kesilen görüşmeler sonunda 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk'ta barış andlaşmaları imzalandı. Sovyetler Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya'dan çekilirken Osmanlı Devleti'ne de 1877-1878 savaşında kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum'u geri veriyordu.

Bu andlaşmalarla ittifak devletleri önemli toprak kazançları elde etmekle beraber doğu cephelerinde de savaşa son veriyorlardı, ama 1918 sonunda savaşı yenilgiyle bitirdiler ve Brest-Litovsk'un hükümleri müttefik devletlerce tanınmadı.

 

Briand-Kellog Paktı, 1928

Savaşı ulusal politikanın bir aracı olmaktan çıkarmayı amaçlayan, 1928'de tamamlanıp daha sonra hemen hemen bütün ülkelerce imzalanan genel andlaşma. Resmi adı Savaşın Terk Edilmesi İçin Genel Andlaşma'dır. Paris Paktı olarak da bilinir, ayrıca Amerika metinlerinde Kellog-Briand Paktı olarak da geçer. ABD Dışişleri Bakanı Frank B.Kellog ileFransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand'ın girişimleri sonucu hazırlanan Pakt 1928 Ağustos'unda ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya tarafından imzalandı. Türkiye daha sonra bu Pakta katılacaktır. Andlaşmanın iki ana maddesine göre taraflar: i.Uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde savaşa başvurmayı kınıyor ve savaşı ulusal politikalarının aracı olarak kullanmayacaklarını açıkca ilan ediyorlardı. ii.Hangi şart ve kökene sahip olursa olsun hiçbir anlaşmazlık ve çatışmanın çözümü için barışçı yollar dışındaki yollara başvurulmayacaktı. Yine de Paktı imzalayan pek çok ülke andlaşmaya kendilerine yönelik "saldırı" olması durumuyla ilgili olarak çekince koydular.

Briand-Kellog Paktı Birleşmiş Milletler öncesi dönemde barışı koruma konusundaki en önemli girişimlerden biridir. Paktın tarafları andlaşmayı çiğnemiş olsa da II. Dünya Savaşı'na kadar Pakt güvenilir bir belge olma özelliğini korumuştur ve savaş sonrası oluşturulan savaş suçları kavramına hukuksal temel olmuştur. Ayrıca Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri'nde Briand-Kellog Paktı'nı ihlal eden suçlardan dolayı da yargılamalar olmuştur.

 

Brüksel Andlaşması, 17 Mart 1948

17 Mart 1948 tarihinde Brüksel'de imzalanan savunma ve işbirliği andlaşması. İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg II. Dünya Savaşı sırasında Londra'da bir gümrük andlaşması imzalamışlardı ve 1948 yılı başından itibaren bu ülkeler arasında gümrük oranları büyük ölçüde azalmıştı. Bu Benelux Ekonomik Birliği'ne temel oluyordu. Öte taraftan İngiltere ve Fransa Mart 1947'de Dunkirk Andlaşması'nı imzalayarak askeri ve ekonomik işbirliği yolunda önemli bir adım atmışlardı. Sovyetlerin Doğu Avrupa'da etkinliğini arttırarak Şubat 1948'de Çekoslovakya'da komünistleri iktidara getirmesi Batı Avrupa Birliği'nin kurulması doğrultusundaki çabaları hızlandırdı. Brüksel Andlaşması ile taraflar ortak bir savunma sistemi kurmaya, ekonomik ve kültürel bağları kuvvetlendirmeye karar vermişlerdi. Andlamanın 4. maddesine göre taraflardan herhangi biri "Avrupa'da silahlı bir saldırıya uğrarsa andlaşmaya taraf diğer devletler bu devlete mevcut askeri ve diğer bütün olanaklarla yardım edeceklerdi. Andlaşma ile "Batı Birliği"nin en üst organı olarak, beş ülkenin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla oluşan Danışma Konseyi ve bu Konsey'e bağlı Savunma Bakanlarından kurulu Batı Savunma Komitesi kuruluyordu.

Brüksel Andlaşması 1949'da kurulan NATO ile 1955'te kurulan Batı Avrupa Birliği'ne öncülük etmiştir.

 

Bükreş Barış Andlaşması, 10 Ağustos 1913

II. Balkan Savaşı'nı sona erdiren andlaşma. I. Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni ağır bir yenilgiye uğratan müttefik Balkan devletleri arasında, ele geçirilen toprak konusunda anlaşmazlık çıktı. Bulgaristan'ın Yunanistan'a saldırması sonucu tekrar ama bu sefer eski müttefikler arasında başlayan savaş Bulgaristan'ın yenilgisiyle sonuçlandı. I. Balkan Savaşı'na katılmamış olan Romanya da Bulgaristan karşısında savaşa girdi. Bükreş'te 10 Ağustos 1913'te imzalanan barış andlaşmasıyla Bulgaristan'a Makedonya'nın küçük bir bölümü ve Batı Trakya bırakılırken Bulgaristan Güney Dobruca'yı Romanya'ya vermek zorunda kaldı. Sırbistan Makedonya'nın orta ve kuzey, Yunanistan ise güney bölümünü aldı.

 

 

Camp David Andlaşmaları, 1979

17 Eylül 1978 tarihinde Mısır ile İsrail arasında imzalanan çerçeve anlaşmalar. Bu anlaşmalar temelinde ve A.B.D.'nin çabaları sonucunda iki ülke 26 Mart 1979'da yine Washington'da bir Barış Antlaşması yaparak aralarındaki 30 yıllık savaş durumuna son verdiler.

Mısır ve İsrail, İsrail devletinin 1948'deki kuruluşundan beri birbirlerine düşman durumundaydılar. A.B.D. Başkanı Jimmy Carter bu iki devleti antlaşma masasına oturtarak sürmekte olan Arap-İsrail sorununa bir çözüm bulmayı amaçlıyordu. 1977 Kasım'ında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın sürpriz Kudüs ziyareti bu yolda önemli bir adım oldu. Sonuçta A.B.D.'nin sürekli çabası ve her iki devlete görülmemiş miktarda ekonomik yardım sözü karşılığında Mısır Cumhurbaşkanı Sedat ile İsrail Başbakanı Begin 1978 Eylül'ünde Camp David'de biraraya geldiler ve 17 Eylül'de Camp David Antlaşmalarına imza koydular. Antlaşmalar Batı Şeria, Gazze, Filistin ve Sina Yarımadası konularını kapsayan ve iki devlet arasında gerçekleşecek barışın esaslarını belirliyordu. Buna göre İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılacak görüşmelerle Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan Filistinliler'e özerklik tanınacaktır. Sina Yarımadası bu antlaşmalardan sonraki üç ay içinde imzalanacak barış antlaşmasından sonraki üç ay zarfında İsrail tarafından boşaltılacaktı. Öngörülen Barış Antlaşması 26 Mart 1979'da Washington'da imzalandı. Bu antlaşma, Filistin Kurtuluş Örgütü ile hemen hemen bütün Arap dünyasında tepki ile karşılanmış, Mısır'a karşı geniş bir siyasi ve ekonomik boykota girişilmiştir. Mısır belirli bir süre Arap dünyasında yalnızlığa itilmiştir.Öte yandan İsrail, 1979 Eylül'ünde Sina Yarımadası'ndan tamamen çekilmiştir.

Carter Doktrini

1979 sonlarında Sovyetler'in Afganistan'a askeri müdahalede bulunarak ülkeyi kontrol altına alması üzerine, ABD bu hareketin Basra Körfezi ve petrol bölgesine yayılmasından kuşkulandığından, Başkan Carter bir açıklama yaparak, herhangi bir yabancı devletin bu Körfezin kontrolünü ele geçirmeye çalışılmasının ABD'nin hayati menfaatlerine saldırı sayılacağından, askeri kuvvet kullanılması da dahil her türlü tedbiri alacaklarını ilan etti. Bu açıklama ve politik tutum Carter Doktrini olarak anılmaktadır.

 

Casablanca Konferansı, 15-24 Ocak 1943

II. Dünya Savaşı sırasında A.B.D. Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill arasında Fas'ın Casablanca kentinde yapılan görüşme. Konferansa daha sonra sürgündeki Fransız hükümeti adına da Gaulle de katılmışsa da pek bir ilgi görmemiştir. Konferans, 15-24 Ocak 1943 tarihleri arasında müttefiklerin Kuzey Afrika harekatından önce yapılmıştı. Görüşmelerde bu harekatle beraber Sicilya ve Güney İtalya'ya yapılacak çıkarma da ele alındı. Konferans sonunda alınan karara göre Mihver Devletleri kayıtsız şartsız teslim olacaklardı. Bu kararın sebebi I. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Wilson'un 14 noktasına göre teslim olduğunu ileri sürmüş olan Almanya'nın Versailles düzenine bunu göstererek karşı çıkmış olmasıdır. Savaş sonrasında Almanya'nın bu gibi gerekçelere dayanarak sorun çıkarması istenmiyordu.

 

 

 

Castlereagh, Robert Stewart

1818-1822 yılları arası İngiltere Dışişleri Bakanı. Napoleon'a karşı kurulan Büyük İttifak'ın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, ayrıca 1815'te Avrupa haritasını yeniden çizen Viyana Kongresi'nde önemli rol oynamıştır. Avusturya Şansölyesi Metternich ile beraber 1815 sonrası Avrupa düzenin mimarlarından sayılır.

 

Cenevre Anlaşmaları, 1954

Nisan-Temmuz 1954 arasında Cenevre'de yapılan, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere, Fransa, S.S.C.B., A.B.D., Kamboçya, Laos, Kuzey ve Güney Vietnam'ın katıldığı konferansta kabul edilen, fakat bağlayıcı niteliğe sahip olmayan belgeler. İmzalanan on belgeden, üçü askeri anlaşma, altısı tek taraflı bildiri ve sonuncusu da Sonuç Bildirgesiydi.

Fransa, Kuzey-Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya arasında başlayan görüşmeler 21 Temmuz'da bu ülkeler arasında imzalanan anlaşmalar ile sonuçlandı. Buna göre Vietnam'ı ikiye bölen 17. enlem boyunca ateşkes ilan ediliyor, karşılıklı olarak askeri birliklerin çekilmesi için taraflara 300 gün tanınıyordu. Ayrıca komünist gerillaların Kamboçya ve Laos'tan çekilerek bu ülkelerde serbest seçimlerin yapılması ve bu ülkelerin rızası doğrultusunda Fransız birliklerinin bu ülkelere yerleştirilmesi öngörülüyordu. Anlaşmalar ile bölünme çizgisi olarak ileri sürülen sınırları da ortadan kaldırıyorlardı. Anlaşmaların uygulanması, Polonya, Hindistan ve Kanadalı temsilcilerden oluşacak bir kurul tarafından denetlenecekti. Konferans'ın Sonuç Bildirgesi ise Vietnam'ın yeniden birleştirmesi ve 1956 Temmuz'unda bu ülkede seçimlerin yapılması çağrısında bulundu.

Konferansa katılan ülkeler anlaşma hükümlerine uymayı taahhüt ettiler, ama A.B.D. anlaşmaların kendisini bağlamadığını ileri sürdü. Güney Vietnam da anlaşmayı imzalamayı geciktirince Sonuç Bildirgesi imzalanamadı.

Cenevre Bildirgesi, 30 Temmuz 1974

I. Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974) sonrasında Birleşmiş Milletlerin çağrısı ile Cenevre'de bir araya gelen Türk, Yunan ve İngiliz Dışişleri Bakanlarının imzaladıkları bildiri. Buna göre i-Adada 1960 Anayasası ile kurulmuş düzene dönülmesi için gerekli önlemler alınacak ii-Adada taraflar 30 Temmuz 1974 günü denetimleri altında bulundurdukları alanları genişletmeyecekler iii-30 Temmuz ateşkes çizgisinde sadece Birleşmiş Milletler kuvvetleri denetimi altında olacak bir güvenlik bölgesi oluşturulacak iv-Kıbrıs Rum ve Yunan kuvvetlerinin kuşatması altındaki bütün Türk bölgeleri bu kuvvetlerce boşaltılacak ve bu bölgeler Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin koruması altına girecek v-Adada anayasal düzenin yeniden kurulması için, üç Dışişleri Bakanı, Kıbrıs'daki iki toplumun liderlerinin de katılımıyla 8 Ağustos'ta Cenevre'de yeniden bir araya gelecekti.

 

 

Cenevre Konferansları, 25-30 Temmuz 1974, 8-14 Ağustos 1974

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin çağrısı ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Cenevre'de yapılan Kıbrıs Sorununun çözümüne yönelik iki konferans, 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta Enosis amaçlı EOKA'cı Nikos Sampson tarafından yapılan darbe üzerine Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni harekete geçirmeye çabaladı. Bir sonuç alınamaması sonucu Türkiye I. Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirdi (20 Temmuz 1974). Bunun üzerine Güvenlik Konseyi aldığı 353 sayılı kararla, tarafları ateşkes yapmaya, yabancı güçleri Kıbrıs'tan çekilmeye ve üç garantör devlet olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'yi görüşmeler yapmaya çağırdı. 25 Temmuz'da Cenevre'de biraraya gelen üç ülke Dışişleri Bakanları 30 Temmuz'da Cenevre Deklarasyonu'nu imzaladılar. Deklarasyona göre 8 Ağustos'ta üç ülke Dışişleri Bakanları Cenevre'de bir kez daha biraraya geldiler. Görüşmelerde bir sonuç alınamaması üzerine Türkiye, 14 Ağustos'ta II. Kıbrıs Barış Harekatı'na başladı.

Cenevre Sözleşmeleri, 1949

12 Nisan-12 Ağustos 1949 tarihleri arasında Cenevre'de toplanan uluslararası konferansta imzalanan ve Uluslararası İnsancıl Hukuk'un temelini oluşturan dört sözleşme. Bu sözleşmeler şunlardır: 1)Kara savaşında yaralıların ve hastaların durumlarını iyileştirme hakkında sözleşme 2)Deniz savaşında yaralıların ve hastaların durumlarını iyileştirme sözleşmesi 3)Savaş tutsaklarına yapılacak işlemlere ilişkin sözleşme 4)Savaş zamanında sivil halkın korunmasına ilişkin sözleşme.

 

Cezayir Anlaşması, 1975

6 Mart 1975'te Irak ile İran arasında Cezayir'de imzalanan iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlığı ve bazı diğer sorunları çözüme bağlayan anlaşma. 1969 Nisan'ında, A.B.D.'nin desteğine sahip ve askeri gücü yüksek olan İran Şahı, önemli bir suyolu olan Şatt-ül Arab'ın Irak'a ait bulunduğu 1937 tarihli Irak-İran Sınır Antlaşması'nı ortadan kaldırmak istedi. Bu amaçla İran gemilerini bir güç gösterisi olarak bölgeye gönderdiğinde, iki ülke kuvvetleri arasında silahlı çatışma çıktı ve 1970'te de diplomatik ilişkiler kesildi. Ancak çok geçmeden 1973 yılında Irak ile İran arasında diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu. 1975 yılında Cezayir'deki Petrol İhraç Eden Ülkeler toplantısında, Cezayir Devlet Başkanı Bumedyan'ın arabuluculuğu ile iki ülke arasında Cezayir Anlaşması imzalandı. Buna göre, iki ülke arasındaki sınır Şatt-ül Arab suyolunun en derin noktasından geçecek ve İran, Irak'taki Kürtleri merkezi hükümete karşı desteklemekten vazgeçip onlara yaptığı yardımı kesecekti. Ancak 1979'da İran'da Şah'ın devrilip İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler kötüleşti ve 1980 Eylül'ünde İran-Irak savaşı başladı.

Cezayir Konferansı, 1973

Bağlantısız ülkeler dördüncü zirve toplantısı. Cezayir'in başkenti Cezayir'de toplanan zirveye 77 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştır. Konferans 5-9 Eylül 1973 tarihleri arasında yapılmış, 1970'teki Lusaka Konferansı'nda olduğu gibi bu konferansta da ekonomik sorunlar ağırlıklı ele alınmıştır. Bunun sebebi uluslararası ortamdaki "yumuşama" ile beraber artık bu ülkeleri ilgilendiren pekçok siyasi bağımsızlık mücadelelerinin başarıya ulaşmış olmasıydı. Bunun sonucu bazı Latin Amerika ülkelerinin konferansa ilgi duyması olmuştur. Konferans sonunda yayınlanan "Ekonomik Bildiri"de "Siyasal Bildiri"den daha geniş yer almıştır.

 

Chaumont Andlaşması, 1814

1 Mart 1814'te İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında imzalanan ve bu devletler arasında sürekli bir diplomatik işbirliğinin temellerini atan antlaşma. 1822 yılına kadar yürürlükte kalan antlaşma bu tarihte İngiltere tarafından geçersiz sayılarak sona ermiştir.

Chester Projesi

Amerikalı emekli Amiral Colby Chester'in aracılığı ile bir ABD-Kanada ortaklık grubu şirketi tarafından hazırlanan, inşa bölgesinin çevresindeki madenleri işletme imtiyazı karşılığında bazı bölgelerde demiryolu ve liman yapımını içeren proje. Projeye göre şirket Adana-Yumurtalık, Musul-Kerkük ve Samsun bölgelerinde yaklaşık 4400 km'lik bir demiryolu; Yumurtalık ve Trabzon'a birer liman inşa edecek, buna karşılık olarak da bu bölgelerin çevresindeki 40 km'lik bir kuşak çevresinde bilinen ve sonradan bulunabilecek petrol ve diğer bütün madenlerin 99 yıllığına işletecekti. Şirket gerek demiryolları ve limanlardan gerekse madenlerin işletiminden elde ettiği kardan Türk hükümetine belirli bir pay verecekti.

Chester Projesi ile verilen imtiyaz, Cumhuriyet döneminin ilk yabancı sermaye yatırım girişimi olması bakımından önemlidir. Nisan 1923'te Meclis tarafından onaylandıysa da Musul ve Kerkük'ün Lozan Antlaşması ile alınamaması nedeniyle proje uygulamaya konamadı ve Meclis Aralık 1923'te sözleşmeleri feshetti.

Chicago Sözleşmesi, 1944

Aralık 1944'te Chicago'da toplanan konferansta kabul edilen Uluslararası Sivil Havacılık Sözleşmesi. Daha önce imzalanmış Paris ve Havana Sözleşmeleri'nin yerini almıştır. Sözleşme ile her devlete kendi üzerindeki hava sahasında "kısıtlamasız ve tekelci bir egemenlik" tanınmıştır. Fakat bu egemenliğin kullanımının yanında herhangi bir tarifeye bağlı olmayan uçaklar önceden izin almadan -sözleşmeye taraf devletin ülkesine veya ticari amaçlı inişler hariç- transit olarak sözleşmeye taraf ülkenin hava sahasından geçebileceklerdir. Tarifeli uçuşlar veya charter seferlerinde ise o ülkenin izni gerekmektedir. Sözleşme kabotaj hakkını ülke devletine tanımış ve güvenlik nedeniyle uçuşa yasak bölgeler kurulabilmesine izin vermiştir. Ayrıca Sözleşme ile uçakların uyruğunun belirlenmesi için kullanılabilecek kurallara da açıklık getirilmiş, her uçağın, tescil edildiği devletin uyruğunda olduğu kararlaştırılmıştır.

Sözleşme ile ilgili bir nokta da Birleşmiş Milletler uzmanlık kuruluşlarından biri olan ve merkezi Montreal'da bulunan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü'nün (ICAO) kurulmasıdır. Bu örgüt, sivil havacılıkla ilgili kural ve yöntemlerin geliştirilmesi için çalışır ve bazı önlemler önerir.

Chicago Konferansı sonunda Uluslararası Sivil Havacılık Sözleşmesi'yle beraber Uluslararası Hava Servisleri Transit Sözleşmesi ve Uluslararası Hava Nakliyatı Sözleşmesi de imzalanmıştır. Bu sözleşmeler, ülke-devletinin geçiş ile ilgili olarak diğer devletlere tanıyacağı hakları ve geçiş ile beraber nakliyet ve ticaret ile ilgili birtakım hak ve kolaylıkları içermektedir.

Churchill, Sir Winston

İngiliz devlet adamı, başbakan ve yazar. 1940-1945 ve 1951-1955 yılları arasında Muhafazakar Parti'nin lideri olarak Başbakanlık yapmıştır. II. Dünya Savaşı'nda ülkesini yenilginin eşiğinden döndürmüş, Roosevelt ve Stalin ile beraber müttefiklerin savaş stratejisini belirlemiştir. Kraliyet Askeri Okulu'nu bitirdi ve 1895'te orduya katıldı. 1900'da ordudan ayrılarak siyasete girdi. 1911'de önce İçişleri sonra Deniz Kuvvetleri Bakanı oldu. Çanakkale Savaşı'nda donanmanın başarısızlığı sonucu bakanlıktan ayrılarak orduya döndü. 1921'de ise Sömürgeler Bakanlığı'na getirildi. Bir ara Maliye Bakanlığı yaptıysa da 1935 seçimlerinden sonra kabineye alınamadı. Savaşın başlaması ile tekrar Deniz Kuvvetleri Bakanlığı'na getirilen Churchill Nisan 1940'ta Chamberlain'in istifası ile onun yerine geçerek Başbakan oldu. Churchill acı sonuçlara ve tartışmalara yol açan bazı kararlar almak durumunda kaldı ama kendine özgü mizah anlayışını bırakmadan halka gerçekçi açıklamalar yapıyordu. Ağzındaki puro ve eliyle yaptığı zafer işareti Churchill'in simgesi olmuştu. A.B.D.'nin de savaşa girmesiyle bu ülke ile her cephede komuta birliği ve ortak strateji kurdu. Başbakan Roosevelt'ten aldığı destekle Sovyetlerden gelen bütün "ikinci cephe" kurulması isteklerini erteledi.

Savaş sırasında toplanan Kazablanka, Quebec, Tahran ve Yalta konferanslarında Roosevelt ve Stalin ile biraraya gelerek savaşın devamı ve savaş sonrası düzenle ilgili kararlara katkıda bulundu. Savaş sonrasında Potsdam Konferansı'na da katıldıysa da önemli bir rol oynayamadı. Partisinin seçimleri kaybetmesiyle konferans bitmeden ülkesine döndü.

Colbertçilik

Fransa Maliye Bakanı J.Baptiste Colbert (1619-1683)'in Fransa'da izlediği, sıkı bir devlet himayesi, sanayileşme ve ekonominin devlet eliyle düzenlenmesi yoluyla bir devletçilik öngören ekonomi politikası. Colbert'in Fransız Sanayisini geliştirecek ihracatı arttırma yönündeki bu politikası "Colbertçilik" diye anılmaktadır. Colbertçiliğe "Fransız Merkantilizmi" veya "Sanayi Merkantilizmi" de denmektedir. Colbert, sanayinin gelişmesi için gerekli mali reformları yapmış ve bundan elde edilen geliri yine sanayie aktarıp devlet eliyle fabrikalar kurmuş ve imalat yöntemleri ile kalite kontrolü hakkında kararnameler yayınlamıştır. Sanayiin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin ithalatı kolaylaştırılırken bunun dışındaki ithalat yüksek vergilerle önlenmeye çalışılmış, ihracat ise teşvik edilmiştir. Bu dönemde ekonomiye devletin müdahalesinin artması ile Colbertçilik gerek sanayiciler gerekse ihmal edilen tarım kesimi tarafından eleştirilmiş ama Colbertçilik Fransa'nın alt-yapı ve imalat sanayiin gelişmesinden önemli bir rol oynamıştır.

Colombo Konferansı, 1954

Mayıs 1954'te Seylan (Sri Lanka)'ın başkenti Colombo'da yapılan beş güney Asya devleti temsilcisinin katıldığı konferans. Endonezya Devlet Başkanı Sastroamidi Jojo'nun çağrısı ile toplanan Konferansa Hindistan, Pakistan, Seylan, Endonezya ve Birmanya katılmıştır. Konferansın esas amacı Çinhindi'deki gelişmeleri izlemek olmakla beraber daha büyük bir Asya-Afrika devletleri Konferansı toplanması konusu tartışılmıştır. Konferans 1955'te toplanan Bandung Konferansı'na öncülük etmiştir.

 

Colombo Konferansı, 1976

Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da toplanan Bağlantısız ülkeler zirve toplantısı. 11-14 Ağustos 1976 tarihleri arasında toplanan Konferansa aralarında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün de yer aldığı 86 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştı. Konferans'ta Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, sömürge ülkelerinden bazılarının bağımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırk ayrımı politikası, Filistin ve Kamboçya sorunları, Hint Okyanusu ve Kore yarımadasının silahtan arındırılması gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Konferans'ta ekonomik konulara ilişkin olarak aynı yılın Mayıs ayında Nairobi'de yapılan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nda "77'ler Grubu" tarafından önerilen görüşler tekrarlanmıştır. Ayrıca Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) model alınarak diğer hammaddeler için de benzer uluslararası örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi konusu da tartışılmıştır.


Colombo Planı

Üyeleri arasında karşılıklı yardımlaşmayı geliştirmeyi ve çok taraflı bir danışma mekanizmasını amaçlayan bölgesel ekonomik yardım programı. Colombo Planı 1950'deki Colombo İngiliz Uluslar Topluluğu Konferansı'nda kabul edildi. Plan ilk önce gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere altı yıllık bir kalkınma programı dahilinde 5 milyar dolarlık bir yardımda bulunmasını öngörüyordu. Pakistan, Hindistan, Seylan (Sri Lanka), Yeni Zelanda, Avusturya ve İngiltere arasında gelişen bu örgütlenme daha sonra başka Asya ülkelerinin de katılmasıyla genişledi. Sovyetler Birliği'ne karşı çevreleme politikası izleyen A.B.D.de Asya'daki komünist olmayan ülkeleri desteklemek amacıyla plana katılmıştır. 1950'den bu yana kalkınmaları amacıyla Asya ülkelerine 25 milyar dolarlık borç ve yardım bu plan çerçevesinde sağlanmış ve binlerce kişi bu plan sayesinde teknik eğitim edinmiştir.

 

Curzon Hattı

1919-1920 Sovyetler Birliği -Polonya Savaşı'nda Sovyetler ile Polonya arasında ateşkes hattı olarak önerilen sınır çizgisi I. Dünya Savaşı sonrasında Polonya'nın doğu sınırı olarak Lord Curzon tarafından önerilmişse de kabul edilmemiştir. II. Dünya Savaşı'nın başlangıcında Almanya Eylül 1919'da bu hatta kadar olan Polonya topraklarını işgal etmiş ve bu hattın doğusundaki Polonya toprakları ise Molotov-Ribbentrop Antlaşması'na göre Sovyetlerin işgali altına girmiştir. Şubat 1945'teki Yalta Konferansı'nda Sovyetler Birliği, A.B.D. ve İngiltere'ye Curzon Hattı'nı Sovyet-Polonya sınırı olarak kabul ettirdi. 1951'de yapılan ufak bir iki değişiklikle beraber hat, Sovyet-Polonya sınırını oluşturdu.

 

Çanakkale Savaşları, Şubat 1915-Ocak 1916

Müttefik devletlerin 1915 Şubat'ında başlattıkları Çanakkale Boğazı ve İstanbul'u ele geçirmeye yönelik askeri harekat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) kuvvetlerinin katıldığı harekatın amaçları şunlardı i-Boğazları açarak Rusya'ya savaş malzemesi ve yardım göndermek ii-İstanbul'u işgal ederek Osmanlı Devleti'ni savaş dışında bırakmak ii-Balkanlarda üstünlük sağlayıp henüz savaşa girmemiş İtalya ve Romanya'nın İtilaf Devletleri yanında savaşa girmelerini sağlamak.

Yaklaşık her iki taraftan da 300.000'er askerin ölmesi ile sonuçlanan Çanakkale Savaşları İtilaf Devletleri için büyük bir başarısızlık oldu. Boğazların açılamaması sonucu yardım alamayan Rusya'da rejim çöktü ve işbaşına gelen Bolşevikler Brest-Litovsk Antlaşmaları ile savaştan çekildiler. İngiltere'de ise Asquith liderliğindeki Liberal hükümet istifa etmek zorunda kalarak yerini koalisyon hükümetine bıraktı. Böylece o sırada Deniz Kuvvetleri Bakanı ve harekatın mimarlarından Churchill kabineden ayrılmak zorunda kaldı. Tarihçiler tarafından savunulan genelkanı, Çanakkale Savaşları'nın başarısızlıkla sonuçlanmasının I. Dünya Savaşı'nın en az iki yıl uzamasına yol açtığı yönündedir.

Çekiç Güç (Combined Task Force-Poised Hammer)

Temmuz 1991 tarihinde kurulan ve amacı Saddam Hüseyin'in olası saldırılarına karşı Kuzey Irak Kürtlerine güvence sağlamak olan "Huzur Operasyonu-2"nin (Operation Provide Comfort-2) uygulama birliği olan hava kuvveti ile küçük fakat etkili bir yer unsurunun adı. Türkiye'de İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanmış 77 uçak ve helikopterden ve Amerikan-İngiliz-Fransız-Türk 1862 kişilik personelden oluşmaktadır. Kuzey Irak'taki Zaho'da da bir irtibat merkezi (Military Coordination Center-MCC) bulunmaktadır.

 

Çekoslovakya Bunalımı, 1968

Çekoslovakya'da Prag Baharı ile görülen katı Marksist rejim uygulamalarından daha liberal politikalara kayma eğilimine karşı Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı ülkelerinin bu ülkeye yaptıkları askeri müdahale sonrası ortaya çıkan bunalım. 1968 Ocak'ında Çekoslovakya Komünist Partisi Genel Sekreterliğine Aleksander Dubçek'in atanmasıyla birlikte ülkede liberalleşme politikaları gözlenmeye başladı. Üst düzey görevlere Dubçek gibi liberalleşme yanlısı kişilerin getirilmesi Moskova'yı tedirgin etti ve Sovyetler Birliği Dubçek'i, tutumunu değiştirmesi yönünde uyardı. Buna Dubçek'in uymaması üzerine Sovyetler Birliği önderliğindeki Macaristan, Polonya ve Demokratik Almanya birliklerinden oluşan bir Varşova Pakto gücü Çekoslovakya'yı işgal etti. Sovyetler bu olayı bir Pakt içi mesele olarak görürken uluslararası platformda bu olay bir ülkenin egemenliğinin ihlali olarak algılanıyordu. Bu olay, uluslararası komünist hareketler arasında da tartışmaya yol açtı ve bir tarafta Brejnev Doktrini öte yanda ise Avrupa Komünizmi görüşleri ortaya çıktı.

Çelik Pakt (Pacto d'Acciaio), 1939

Nazi Almanyası ile faşist İtalya arasında 22 Mayıs 1939'da imzalanan ittifak antlaşması. Her iki devlet kendileri için öngörmüş oldukları "hayat sahası"nı gerçekleştirmeyi hedefleyen bu ittifak antlaşmasına göre taraflar birbirlerini ilgilendiren bütün sorunlarda karşılıklı olarak yardımlaşacaklardı ve taraflardan biri, bir veya daha fazla devlet ile savaşa girer ise, öteki devlet bütün gücü ile ona yardım edecekti. Çelik Paktı, İngiltere ve Fransa'nın doğu ve güney Avrupa'daki bazı küçük devletlerle -Türkiye dahil- yaptıkları ikili antlaşmalara bir tepki niteliğindedir.

 

Çevreleme Politikası (Containment Policy)

II. Dünya Savaşı sonrası A.B.D.'nin Sovyetler Birliği'ne karşı olarak onun etrafındaki devletlerle oluşturduğu veya oluşmalarında katkıda bulunduğu ittifaklar zinciri. Savaş sonrasında iki farklı dünya görüşüne sahip devlet dünya egemenliği konusunda sıkı bir mücadeleye girdiler. Doğu Avrupa'da Sovyetlerin kendisine bağlı uydu sosyalist devletler kurmasından ürken A.B.D. bu Sovyet yayılmasını önlemek amacıyla çeşitli tarihi ve politik nedenlerle bu ülkeden çekinen devletlerle bir ittifaklar zinciri oluşturarak onu "çevrelemek" istiyordu. Bu doğrultuda kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Balkan Paktı, Bağdat Paktı, Güney Asya Antlaşması Örgütü (SEATO), Anzus Paktı bu politikanın ürünleridir.

 

Çifte Çevreleme Politikası (Dual-Double Containment Policy)

Amerika Birleşik Devletleri'nin 1990-1991 Körfez Savaşı'ndan sonra İran ve Irak'a yönelik olarak uyguladığı politika. ABD, 1979'daki İslami nitelikli rejim değişikliği nedeniyle İran'a yönelik olarak uygulamaya koyduğu siyasal ve ekonomik kuşatmaya Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ı da dahil etmiş, yani her ikisini birden karşısına alarak dünya politikasından tecrit etmeye çalışmıştır ve buna da çifte çevreleme denmiştir.

Çin-Sovyet Uyuşmazlığı

II. Dünya Savaşı sonrasında 1949'da Çin'de kurulan komünist rejim ile Sovyetler Birliği arasında 1950'lerin sonlarında başlayıp 1980'lerin ikinci yarısına kadar süren soğuk ilişkiler. Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Sovyetler Birliği ile bu ülke arasında sıcak ilişkiler kurulmuştu. Fakat Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 20. Kongresi'nden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler giderek bozulmaya başladı. En başta iki ülke arasında yüzyıllardan beri süren bir tarihi mücadele vardı. Çin Rusya'ya XIX. yüzyılda kendisini sömüren bir devlet gözüyle bakıyordu. Bununla beraber iki ülke önderliği Marksist-Lenininst ideolojiyi farklı şekillerde yorumlamaktaydılar. Mao'ya göre Stalin'in kötülenmesi kampanyası çok ileri gitmişti ve Sovyetlerin "barış içinde birarada yaşama" tezini beğenmiyordu. Ayrıca 1960'lardan itibaren Çin, Çin İmparatorluğu'nun zayıf olduğu ve bu yüzden Çarlık Rusyasına toprak bıraktığı "haksız" sınır antlaşmalarının değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmeye başladı. Bu sınır anlaşmazlığı 1969 yılında iki devletin silahlı kuvvetleri arasında ciddi çatışmalara varacak kadar büyüdü. Bu arada Çin, 1968'de Çekoslovakya'ya yapılan Sovyet müdahalesini kınadı. 1970'lerde sınır görüşmelerinin başlamasına rağmen bunlar ancak belli aralıklarla sürmüş, 1978'de yine ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Çin, kendisine karşı Sovyetler kadar büyük bir tehlike olarak görmediği A.B.D. ilişkileri normalleştirmeye çalışmaktaydı. 1972'de A.B.D. Başkanı Nixon Çin'i ziyaret etti ve 1976'da iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruldu.

1976'da Mao'nun ölümü ve muhalif önderlerin iktidara gelmesiyle ilişkilerin normalleşmesi yolunda bir engel kalktıysa da bu hemen gerçekleşmedi. 1979'da Çin, Kampoçya ile savaşan Vietnam'a girdi ve Nisan ayında Sovyetler ile 1950 tarihli Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardım Antlaşması'nı iptal etti. Sovyetler ise Vietnam'ın yanında yer aldı. 1979'un sonunda Sovyetlerin Afganistan'a girmesi de ilişkilerin daha da bozulmasına yol açtı. 1982'de Sovyet Devlet Başkanı Brejnev'in ölümünden sonra iki ülke Dışişleri Bakanları görüşmelere başladılar ve 1983'te Moskova'da yapılan görüşmeler sonucunda ticari konularda anlaşmaya varıldı. 1983 Kasım'ında Çin-Sovyet sınırı ticarete açıldı.

Yine de ilişkilerin normalleştirilmesi için Gorbaçov iktidarını beklemek gerekecekti. Çin'de ekonomik reformla birlikte Sovyetler Birliği, Çin'in dış ticaretine önemli ülkeler arasına girdi ve Çin'in Gorbaçov'un reformlarına ilgisi arttı. 1987 Ağustos'unda iki ülke arasında görüşmelerin başlamasıyla sınırın doğu kesiminde toprak iddialarından doğan sorunların çözülmesi yolunda adımlar atılmaya başladı. Sovyetler Birliği bir yıl sonra Moğolistan'ın kuzeyinden önemli sayıda asker çekti. Nihayet 1989 Mayıs'ında Gorbaçov'un Pekin'i ziyareti sırasında Sovyet ve Çin liderleri karşılıklı olarak dostluk, egemenlik ve birbirlerinin içişlerine karışmama sözü verdiler ve "ilişkilerin normalleştiğini" açıkladılar.

 

Çok Taraflı Nükleer Güç (Multilateral Force-MLF)

1960'ların başında A.B.D. tarafından öne sürülen Batı bloku çerçevesinde nükleer gücün kullanımının paylaşılması önerisi. 1960'ların ilk yarısında A.B.D., Sovyetler Birliği ve İngiltere'den sonra Fransa ve Çin de nükleer denemeler yapmışlardı. Hindistan, Federal Almanya, İtalya, Japonya, Brezilya, İsrail, Pakistan, İsveç, İran ve Libya'nın da nükleer silah yapmak için çalıştıkları veya bunu arzuladıkları biliniyordu. Bunun üzerine özellikle bağlantısız devletler, Birleşmiş Milletler çerçevesinde nükleer silahların yayılmasını önleme çabalarına girişmişlerdi. Bu ortamda A.B.D. çok taraflı nükleer güç düşüncesini ortaya atmış, bu yolla Avrupalı müttefiklerini nükleer silah yapımı yerine, nükleer silah paylaşımına ikna etmeye çalışmıştı. Buna göre bu projeye katılacak ülkeler, bu amaç için ayırdıkları bütün güçlerini NATO'nun emrine verecek, masrafları da ortaklaşa paylaşacaklardı. Bu şekilde oluşturulacak nükleer güç bazı ülkelere yerleştirilmek yerine denizaltı ve gemilerde bulundurulacaktı. Bu silahlar da ancak ortaklaşa alınacak bir karar ile kullanabilecekti. Bu proje çeşitli tartışmalara yol açtı. Nükleer silahların bu silahlara sahip olmayan devletlerle paylaşılması nükleer gücün yayılması demek değil miydi? Sovyetler Birliği her ne şekilde olursa olsun Almanya'nın "nükleer tetikte" parmağının bulunmasına karşıydı. Sonuçta bu proje 1968 yılında A.B.D. ve Sovyetler Birliği'nin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (The Non-Proliferation Treaty)'nı imzalanması ile gündemden kalkmıştır.

 

Danzig Sorunu

Nazi Almanyası'nın Versailles Antlaşması ile "serbest kent" ilan edilmiş olan Danzig (Gdansk)'i Almanya'ya katma çabaları ve buna karşı Polonya'nın gösterdiği tepki sonucu doğan uluslararası bunalım. Serbest kent olan Danzig 1922 yılında Polonya'nın gümrük sınırları içine alınmıştı. Doğuya doğru genişleme politikası izlemeyi amaçlayan Hitler, İngiltere ve Fransa'nın herhangi bir Alman saldırısına karşı Polanya'ya verdikleri askeri güvencenin boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin ciddi olup olmadığını denetlemek istiyordu. Bunun sonucu 1 Eylül 1939 sabahı Alman birlikleri Polonya'yı işgale başladılar. Almanya çekilmesi için verilen ultimatomu reddedince 3 Eylül günü önce İngiltere sonra da Fransa Almanya'ya savaş ilan ettiler ve böylece II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

 

Dawes Planı, 1924

I. Dünya Savaşından sonra Almanya'nın ödeyeceği savaş tazminatı sorununu çözen Amerikalı maliyeci Charles G.Dawes başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan rapor.

Versailles Antlaşması ile Almanya'nın müttefik devletlere ödeyeceği savaş tazminatı -veya diğer deyişle tamirat borcu- 56 milyar dolar olarak hesaplanmıştı. Daha sonra Almanya'nın itirazları üzerine bu miktar 33 milyar dolara indirildi. Almanya'nın bu miktarı da ödemeyeceğini bildirmesi üzerine bir komisyon kuruldu ve bu komisyon tarafından Dawes Planı diye adlandırılan plan hazırlandı. Bu plana göre Almanya'nın tazminat borcu taksitlere bölünüyor ve bu borç için belirli bir tavan da saptanmıyordu. Rapor Ağustos 1924'te müttefik devletler ve Almanya tarafından kabul edildi. Rapor Almanya'nın 250 milyon dolardan borçlanmak üzere giderek artan oranlarda yıllık ödemeler yapmasını öngörmüştü. Ayrıca Almanya'ya 200 milyon dolarlık bir kredi açılacaktı.

Planın olumlu sonuç vermesi üzerine 1929 yılında Almanya üzerindeki sıkı denetimin kaldırılmasına ve toplam tazminat borcu miktarının belirlenmesine karar verildi. Bu da 1929 Young Planı ile gerçekleşti. Dawes Planı tazminat borcu sorunu nedeniyle bozulan Alman-Fransız ilişkilerini düzelmesine yardımcı olmuş ve Lokarno Antlaşmaları'na giden yolu açmıştır.

 

Dayanışma Hareketi

Polonya'da Eylül 1980'de Gdansk kentinde kurulan bağımsız Dayanışma Sendikası'nın önderliğinde başlayan komünist rejimin yumuşaması yönündeki hareket. Aralık 1981'de ilan edilen sıkı yönetimle sendikanın faaliyetleri durduruldu ve Ekim 1982'de Polonya Ulusal Meclisi'nin kararıyla resmen kapatıldı. Bu "kapatılmışlık" dönemi boyunca sendika başkanı Lech Walesa liderliğinde komünist yönetimen karşı pasif bir direnişte bulundu. Bu mücadele sonucunda 80'lerin sonlarına doğru Jaruselwski hükümeti Dayanışma ile temaslara başladı. Yönetim ile Sendika arasında yapılan "yuvarlak masa" toplantılarından sonra yasallaştı ve bir siyasi parti niteliğini de kazandı. 4 Haziran 1989'da yapılan yarı serbest seçimlerle birlikte Dayanışma Hareketi parlamentonun seçimle belirlenen %35'inin tamamını kazanarak 460 üyeli Ulusal Meclis'te 151 sandalya kazandı. Tamamı seçimle belirlenen Senato'da ise 100 üyeliğin 99'unu kazanarak büyük bir başarı elde etti. Seçim sonrası Dayanışma Hareketi ile Komünist Parti geniş kapsamlı bir koalisyona gitti ve başbakanlığa Mazowiecki getirilirken Cumhurbaşkanı Jaruselwski görevine devam etti.

Demir perde

II. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa'daki sosyalist rejimlerin komünist olmayan ülkelerle ilişkilerindeki kapalılık ve gizlilik siyasetini belirten terim. Demir perde terimi ilk kez Winston Churchill tarafından 5 Mart 1946 tarihli ünlü Fulton konuşması sırasında kullanılmıştır. Terim Soğuk Savaş dönemi boyunca Batılı ülkelerce komünist ülkelerin kapalılık, gizlilik yönündeki tutumlarını eleştiri amacıyla sık bir şekilde kullanılmıştır.

 

Deniz Egemenliği Teorisi

XX. yüzyılın başlarında Amerikalı Amiral Alfred T. Mahan tarafından ortaya atılan jeopolitik egemenlik teorisi. Bu teoriye göre denizlere egemen olan devlet, bütün dünyanın egemenliğine sahip olacaktır. Nitekim Avrupalı devletlerin denizaşırı sömürgeciliğinin en ileri noktaya ulaştığı dönemde yazdığı "Deniz Gücünün Tarih Üzerindeki Etkisi" adlı kitabında Mahan esas olarak dönemin en büyük deniz gücü ve "üzerinde güneşin batmadığı" bir sömürge imparatorluğuna sahip İngiliz imparatorluğunu incelemiştir.

Denktaş-Kyprianu Anlaşması, 1979

Kıbrıs sorunun çözümü konusunda toplumlararası görüşmeleri yönlendirecek ana ilkeleri saptamak amacıyla 19 Mayıs 1979 da Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Spiras Kayprianu arasında varılan anlaşma.On maddeden oluşan bu anlaşmaya göre toplumlararası görüşmeler Birleşmiş Milletler gözetiminde 15 Haziran 1979'da başlayacak ve 1977 tarihli Denktaş-Makarios Anlaşması ile Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlar çerçevesinde yürütülecekti. Toprak ve anayasa sorunları temel olarak görüşülecek ama Maraş bölgesinin durumu öncelikle ele alınacaktı. Maraş konusunda bir anlaşmaya varılır varılmaz bu anlaşma öncelikle yürürlüğe geçirilecekti. Anlaşmaya rağmen taraflar ortak noktalarda uzlaşmaya varamadılar.

 

Denktaş-Makarios Anlaşması, 1977

12 Şubat 1977'de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan anlaşma. Dört maddeden oluşan bu anlaşmaya göre taraflar "federal bir cumhuriyet" esasını kabul etmiş ve devlet yapısı ve anayasal sistemi bu esasa dayandırmayı kararlaştırmışlardır. Buna ek olarak toprak düzenlemesi konusunun ekonomik yeterlik ve toprak mülkiyeti ilkelerine göre yapılması kararına da varılmıştır.

Derebeylik: bkz. feodalizm

Doğrudan Haberleşme Hattı Antlaşması, 1963

Kırmızı Telefon Antlaşması olarak da bilinir. A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında, herhangi bir yanlışlık çıkması veya kaza sonucu bir nükleer savaş çıkması tehlikesini önlemek amacıyla imzalanan antlaşma. 1962 Ekim Füzeleri Bunalımı (Küba)'ndan sonra, iki ülke lideri arasında doğrudan devreye girecek ve diyaloğu kolaylaştıracak bir iletişim sisteminin kurulması gündeme gelmişti. Bu amaçla iki ülke arasında 20 Haziran 1963'te Cenevre'de söz konusu antlaşma imzalandı.

 

Doğu Politikası (Ostpolitik)

Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir bakışın sonucu olarak Federal Almanya'nın 1967 yılından itibaren izlemeye başladığı, Varşova Paktı ülkeleri ve Demokratik Almanya ile ilişkilerini normalleştirmeyi amaçladığı Doğu Avrupa politikası. Bu politikanın üç ana unsuru vardı. i-Moskova ile doğrudan diyaloğun açılması ii-Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerin tam olarak normalleştirilmesi için yolların aranması iii-Demokratik Almanya'yı ayrı bir birim olarak tanımaksızın bu devletle "geçici bir anlaşmaya" (modus vivendi) varılması.

Diyaloğun ilk adımı, 12 Ağustos 1979'te Sovyetler Birliği ile Federal Almanya arasında yapılan andlaşmadır. Bu andlaşmayla iki devlet yumuşamayı en önemli siyasal amaçları arasında tanımlamakta ve ilişkilerinde başlangıç noktası olarak Avrupa gerçeklerini kabul edeceklerini belirtmekteydiler. Ayrıca iki devlet, ilişkilerinde kuvvet kullanmayı ve Avrupa'daki ülkelerin oluşmuş sınırlar içinde bütünlüklerine saygı göstereceklerini taahhüt etmekteydiler. Andlaşmada ayrıca taraflar Oder-Neisse akarsularının Doğu Almanya-Polanya sınırını oluşturduğu kabul ettiklerini de açıklıyorlardı.

Ostpolitik'in ikinci unsuru 7 Aralık 1970 Federal Almanya-Polonya Andlaşmasıdır. Bu andlaşma ile iki ülke Potsdam Konferansı ile belirlenen Oder-Neisse sınırını tanımayı ve gelecekte de sınırların dokunulmazlığını kabul ve birbirlerine karşı kuvvet kullanmamayı taahhüt ettiler.

Ostpolitik'in en önemli unsuru ise Federal Almanya ile Demokratik Almanya arasında Soğuk Savaş'ın temelini oluşturan ilişkileri idi. İki Alman devleti arasındaki andlaşma 21 Aralık 1972'de imzalandı. Böylece Federal Almanya'nın Doğu Politikasının en önemli ve anlamlı uygulaması gerçekleştirildi. Bu andlaşmaya göre, taraflar birbirlerine karşı kuvvet tehdit kullanmayacaklar, birbirlerinin sınırlarının dokunulmazlığını ve toprak bütünlüğünü kabul edecekler, birbirlerini uluslararası alanda temsil etmeyecekler, öteki adına davranışta bulunmayacaklar ve aralarında daimi temsilcilikler kuracaklardı. Federal Almanya, andlaşmanın imzalandığı gün Demokratik Alman hükümetine bir nota vererek, imzalanan andlaşmanın Almanya'nın birleşmesi amacıyla çelişmediği görüşünde olduğunu açıklamıştır.

Federal Almanya'nın Doğu Politikasındaki son engel 11 Aralık 1973 tarihli Federal Almanya-Çekoslovakya Andlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. Bu andlaşma ile, 1938 Münih Düzenlemesinin geçersiz olduğu kabul edilmiş, iki ülke sınırlarının dokunulmazlığı yükümlülük altına alınmıştır. Ayrıca iki devlet arasında diplomatik ilişki kurulmuştur.

Böylece, Willy Brandt'in 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu politikanın özüne uygun olarak imzalanan andlaşmalarla yürürlüğe girmiş ve Federal Almanya'nın bu tutumu, Soğuk Savaş'tan yumuşama dönemine geçişte en önemli basamak taşı olmuştur.

 

Doğu Sorunu (Eastern Question)

Osmanlı Devleti'nin dağılmaya başlamasından sonra büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki rekabetlerini açıklayan terim (Eski dilde Şark Meselesi). İlk kez 1813 Viyana Kongresi'nde kullanılmıştır.

1699 Karlofça Andlaşması ile Osmanlı ilk kez büyük toprak kayıplarına uğramıştı. Kuzeyde Rusya'nın büyük bir güç olarak ortaya çıkması ile de XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti'nin hem Karadeniz'de hem de Balkanlar'da nüfuzu sarsılmaya başladı. Bu arada Rusya I. Petro zamanında itibaren Kafkasya'ya da inmeyi başlamış, bu da Osmanlı Devleti için başka bir sorun olmuştur. XIX yüzyılda sömürgeci Avrupa devletleri de Osmanlı Devleti'nin Afrika ve Ortadoğu'daki topraklarına göz dikmeye ve buraları ele geçirmeye başladılar.

Bu parçalama süreciyle beraber tek bir devletin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini artırılmasından korkan büyük devletler, mevcut dengeye korumak amacıyla Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü Batılı devletlere dayanarak koruması ve bunun karşılığında çeşitli ödünler verme yolunda bir politika izlediler. Ama XIX. yüzyılın sonunda Osmanlı'nın artık yaşamayacağına karar veren bu devletler, başta İngiltere olmak üzere, artık Osmanlı Devleti'ni paylaşma çabasına girdiler. Bu durum Osmanlı Devleti'ni Almanya'ya yaklaştırdı. 1912-1913 Balkan Savaşları'nda Avrupa'daki son topraklarını da kaybeden Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşının hemen öncesinde Almanya ile bir ittifak andlaşması imzalandı. Savaş sırasında Sykes-Picot andlaşması ile Osmanlı'yı paylaşma konusunda anlaşan Batılı devletler, savaş sonrasında Rusya'da Bolşevik Devrimi'nin olması sonucu doğan yeni ortam doğrultusunda San Remo Konferansı'nda yeni bir paylaşıma gittiler. Bunun sonucunda Ortadoğu'daki Osmanlı toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Büyük devletlerin Boğazlar ve Anadolu için öngördükleri paylaşım ise Kurtuluş Savaşı ile başarısızlığa uğratıldı. Sonuçta Batılı devletler 1923 Lozan Andlaşması ile Türkiye'yi tanımak zorunda kaldılar.

 

Domuzlar Körfezi Olayı, 1961

1961 Nisan'ında Küba'daki Castro rejimini devirmek aacıyla A.B.D.'nin desteklediği Kübalı mültecilerin ülkenin güneybatısındaki Domuzlar Körfezinde giriştikleri başarısız askeri hareket. 1959 başında Küba'daki Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı devirerek iktidara geçen Fidel Castro Sovyet yanlısı bir politika izliyordu. A.B.D. Castro'yu devirebilmek için çeşitli yollar aradı. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS)'ndaki diğer Latin Amerikan devletlerini Küba aleyhinde girişme zorladı ve bu ülkeye karşı bir şekel boykotu uygulamaya başladı. Castro bu harekete, Küba'daki Amerikalıların mülklerini millileştirerek cevap verdi ve Havana'daki Amerikalı diplomatların ülkeyi terk etmesini istedi. Bunun üzerine Başkan Eisenhower Küba ile diplomatik ilişkileri kesti. Bundan sonraki Başkan Kennedy de CIA'nın hazırlanmış olduğu planı uygulamaya koyarak Domuzlar Körfezi Çıkartmasını gerçekleştirdi, ama plan başarısızlıkla sonuçlandı. Kübalı yetkililerin harekata katılmış mültecileri yargılamaları sonucu harekattaki A.B.D. rolü ortaya çıktı. Bu olaydan sonra iki ülke arasındaki gerginlik Sovyetler Birliği'nin Küba'ya nükleer başlıklı Ekim Füzelerini yerleştirmeye başlaması ile daha da arttı.

 

Dörtlü İttifak, 1815

Viyana Kongresi düzenlemeleri çerçevesinde, 20 Kasım 1815'te Avusturya, Rusya, Prusya ve İngiltere arasında imzalanan ittifak. Rus Çarı Aleksander'in girişimleri sonucu imzalanan Kutsal İttifak'a rağmen Rusya'ya güvenmeyen Avusturya, daha geniş kapsamlı bir ittifak istemekteydi. Yeni ittifak çağrısına daha sonra İngiltere de katıldı. Bu ittifak, Fransa'ya karşı imzalanmış olmasına karşın Avrupa'da yeni oluşturulan statükoyu korumayı amaçlamaktaydı. Her türlü liberalist eyleme karşı tarafların ortak faaliyeti öngörülmekteydi. Aynı şekilde milliyetçilik akımlarına da cephe alınacaktı. Bu ittifaka daha sonra 1818'de Fransa da katıldı. 1848 devrimlerine kadar bir şekilde başarılı olduğu söylenebilecek ittifak, Viyana Düzeni'nin kurucularından Avusturya şansölyesi Metternich'in adıyla da anılır.

 

Drago Doktrini

Ülkelerin dış borçlarının askeri müdahalelerle ödetilmesine karşı çıkan doktrin. Bu doktrin 1902'de Arjantin'in Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılmıştır. Louis M. Drago, borçlu devletin borcunu ödeyemediği durumlarda zorlama tedbirleri uygulamanın veya borçlu devletin topraklarını işgal etme hakkının olmadığını ve bunun uluslararası hukuğa aykırı olduğunu ilan etmiştir.

Drago doktrinine göre, bir yabancı devlete borç veren sermaye sahipleri, söz konusu ülkenin kaynaklarını, ödeme kabiliyetini durumunda karşılayabilecekleri olası zararları gayet iyi bilirler. Bu yüzden de borcun şartlarını o derece ağır tutarlar. Ayrıca sermaye sahipleri borç verdikleri devletin egemen bir birim olduğunun ve borcunu ödemeye zorlanamayacağının da bilincinde olmak durumundadırlar. Buna karşılık borçlu devlet de mutlaka borcunu tanımak ve ödeme yollarını aramak zorundadır. Ancak, varolan borcu zorla ödetmeye kalkmak zayıfların kuvvetlilerin etkisi altına girmesine yol açacaktır. Drago'nun bu görüşleri 1907'de La Haye İkinci Barış Konferansı'nda yeniden ele alınmıştır. ABD temsilcileri Genel Horace Portes'in bazı önerileriyle birlikte biraz değişikliğe uğrayarak kabul edilmiştir.

Drago Doktrini 1902'de İngiltere, Almanya ve İtalya tarafından Venezuela borçlarını ödemeyince kurulan deniz ablukasıyla gündeme gelmiştir. Drago doktrini Monroe doktrini çerçevesinde Avrupa'nın yarımküreye müdahale etmemesi prensibini desteklemek için ABD tarafından savunulmuştur. Bununla beraber borçlu devlet yargısal ve idari çareler bulamazsa uluslararası hukuk standartlarında hakkın reddi davasına konu olabilir. Böyle bir durumda bir dış devlet kendi vatandaşları adına diplomatik olarak müdahale edebilir.

 

Dumbarton Oaks Konferansı, 21 Ağustos-7 Ekim 1944

Birleşmiş Milletler'in kuruluş ve faaliyetleri hakkındaki ön çalışmaların yapıldığı konferans. İki ayrı safhadan oluşan konferansın ilk ve önemli olan safhasına A.B.D., İngiltere ve Sovyetler Birliği katılmış, ikinci safhada Çin de yer almıştır. Konferansta Milletler Cemiyeti yerine kurulacak yeni uluslararası örgütle ilgili görüş alışverişinde bulunulup önerilerle ilgili taslak planlar hazırlanmıştır.

Konferansta büyük güçlerin kurulmasını amaçladıkları dünya örgütünün yapısı konusunda büyük oranda anlaşmaya varılmış. Anlaşılamayan konuların çözümü (veto hakkının kullanımı, üyelik, bunalımların çözüm şekli) Yalta Konferansı'na bırakılmıştır. Dumbarton Oaks Konferansı'nda hazırlanan öneriler taslağı 1945 yılında düzenlenen San Fransisco Konferansı sonunda yayınlanan Birleşmiş Milletler Andlaşmasına birkaç değişiklik dışında temel olmuştur.

 

Dunkirk Andlaşması, 4 Mart 1947

İngiltere ve Fransa arasında 50 yıllığına imzalan ve yeni bir Alman saldırganlığına karşı karşılıklı danışma ve ortak hareketi öngören andlaşma. Tam adı Dunkirk İttifak ve Karşılıklı Yardımlaşma Andlaşması'dır. Andlaşma askeri konularda olduğu kadar ekonomik konularda da karşılıklı danışmayı içeriyordu.

Dunkirk Andlaşması, II. Dünya Savaşı'nda yaşanan felaketten sonra Fransa'nın yeniden bir büyük güç olarak doğuşunu simgeler. Andlaşma bir yıl sonra imzalanacak olan Brüksel Andlaşması'na öncülük etmiştir.

 

Düyun-ı Umumiye

Osmanlı Devleti'nin 1854 Kırım Savaşı'ndan sonra almaya başladığı dış borçları ödemeyecek duruma gelmesi üzerine kurulan kurum.

Osmanlı Devleti 1854'ten sonraki yirmi yıl içinde on beş defa dış borç aldı. 5.297.676.000 altın Franka ulaşan borcun yıllık faizi de 300 milyon Franka varıyordu. Osmanlı Devleti bu borcun faizini bile ödemeyecek duruma gelince Ekim 1875'te Ramazan Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname ile vadesi gelen taksitlerin ancak yarısının ödeneceği açıklandı. Ancak Mart 1876'da ödemeler tamamen durdu. Bunu, Osmanlı hükümetinin Galata bankerlerinden aldığı ve toplam 8.725.000 Osmanlı lirası iç borcun ödenmesinin durdurulması izledi.

1881 Eylül'ünde alacaklı temsilcileri İstanbul'da biraraya geldi. Toplantı sonucunda, borçları, alacaklıların seçeceği üyelerden meydana gelen bir meclisin yönetmesine karar verildi. 20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem Kararnamesi ile de hükümetle anlaşmaya varıldı. Kararname, 1858-1874 arasında alınan 5.5 milyon Franklık borcu içermekteydi. Aynı yıl içinde, göreve borçlara ayrılan devlet gelirlerinin, alacaklıların çıkarlarına uygun biçimde yönetilmesi olan "Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclis-i İdaresi" kuruldu. Düyun-ı Umumiye'nin yönetim kurulu, İngiltere ve Hollanda'yı temsilen bir, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Osmanlı Devleti ile Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen yine birer olmak üzere sekiz üyeleden oluşuyordu. Düyun-ı Umumiye'ye tuz, pul, ipek, tütün, balık avı ve alkolden alınan vergiler ile damga resmi gibi gelirler bırakılmıştı. Avrupa sermaye çevrelerinin baskısı ile tütünden alınan vergiden elde edilen gelirin artırılması amacıyla bu ürünün üretimi denetim altına alındı ve 1884 yılında Tütün Rejisi adında bir şirket kuruldu.

Osmanlı Devleti, Duyun-ı Umumiye'nin kurulmasından sonra da borç almaktan kurtulamadı. I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul hükümetiyle itilaf devletleri arasında imzalanan Sevres Andlaşması ile Düyun-ı Umumiye'nin devamı öngörülüyordu, ama Lozan Andlaşması ile bu kurum tarihe karışmıştır. Lozan Andlaşması ile Osmanlı borçları ondan bağımsızlığını kazanan devletler arasında paylaştırılmış ve Türkiye 1954'e kadar taksitler halinde kendisine düşen payı ödemiştir.

Edirne Andlaşması, 1829

Osmanlı devleti ve Rusya arasında 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne'de imzalanan ve 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşını sona erdiren andlaşma. Andlaşma ile Rusya'nın Doğu Avrupa ve Balkanlardaki konumu güç kazanırken Osmanlı devleti zayıflama ve Avrupa'daki güç dengesine bağımlı bir hale gelmiştir. Bu andlaşma Osmanlı'nın Balkanlarda geri kalan son toprakların da kaybetmesi yolunda bir başlangıç olarak kabul edilir.

 

 

Ege Sorunları

Türkiye ile Yunanistan arasında varolan ve karasuları, kıta sahanlığı, FIR hattı-hava sahası ve adaların silahlanması olmak üzere dörde ayrılabilecek sorunlar.

 

Karasuları sorunu

Lozan Andlaşması Ege'deki karasuları 3 mil olarak kabul edilmiştir. 17 Eylül 1936 tarihinde Yunanistan bir yasa ile karasularını 6 mile çıkarmıştır. O dönemde iyi olan Türk-Yunan ilişkileri nedeniyle, Türkiye buna ses çıkartmamıştır. Böylece Yunanistan'ın Ege'deki payı %35'e çıkmıştır. 6 mili ancak 1964'te uygulamaya başlayan Türkiye ise, %8,8'lik bir paya ulaşmıştır. Eğer Ege'deki karasuları 12 mile çıkarsa bu oranlar sırasıyla %63,9 ve %10'a yükselecektir. Bunun nedeni Ege'deki 12 mil olayının aslında bir adalar sorunu olmasıdır. Yunanistan'ın Ege'de, bir kısmı da Türkiye'ye çok yakın yerlerde bulunan 2383 adası bu ülkeye böyle bir avantaj sağlamaktadır.

12 mil sorunu, sadece Türkiye'yi değil, Ege denizinin açık denizini bir uluslararası su yolu olarak kullanan her devleti ilgilendirmektedir. Çünkü 12 mil durumunda Ege'deki açık deniz oranı %56'dan, %26.1'e inecektir.

Yunanistan, Ege karasuları sorununda karasularının azami sınırının 12 mil olabileceğini kabul eden 1982 BM Sözleşmesine atıfta bulunmaktadır. Türkiye ise, bu sözleşmeye taraf olmadığını vurgulamakta, Ege denizinin bir yarı-kapalı deniz olduğunun altını çizmekte ve Ege'de sınır saptaması yapılırken hakkaniyet ilkesine göre hareket edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Türkiye, ayrıca Yunanistan'ın karasularını 6 milin üstüne çıkarmasının casus belli (savaş sebebi) sayılacağını ifade etmektedir.

 

Kıta sahanlığı sorunu

Yunanistan, Türkiye ile herhangi bir anlaşma yapmadan kıta sahanlığını "eşit uzaklık" ilkesine göre tek taraflı bir biçimde saptayarak, bölgede yabancı şirketlere petrol arama izni vermeye başlamıştır. Böylece Yunanistan Ege denizi kıta sahanlığının tamamını kendisinin sayma eğilimine girmiştir. Türkiye'de, kıta sahanlığının Ege Denizi'nin en derin noktalarından geçen hatta göre sınırlandırılabileceği görüşünden hareket ederek 1 Kasım 1973'te, TPAO'ya, Anadolu'nun doğal uzantısı, yani kendi kıta sahanlığı saydığı yerlerde (ki bazı Yunan adalarının batısına düşüyorsa) petrol arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan bunu 7 Şubat notasıyla protesto etmiş ve böylece sorun tırmanmıştır.

Yunanistan, Ağustos 1976'da sorunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı'na götürdü. Güvenlik Konseyi, taraflarla görüşmelere başlama ve Adalet Divanı'na başvurma önerisinde bulundu. Divan, Yunanistan'ın "ihtiyatı tedbir" istemini 11 Eylül 1976'da reddetti. Ayrıca divan, üç yıl sonra, 1979 Ocağında, Ege Denizi Kıta Sahanlığı konusunda yetkisiz olduğuna karar verdi.

Taraflar arasında Kasım 1976'da, Bern'de yapılan toplantıda, kıta sahanlığı konusunda yapılacak olan görüşmelerde nasıl davranılacağını belirleyen birtakım kurallar saptandı. Ancak görüşmeler kesildikten sonra, Yunanistan Bern Bildirisi'ni tanımadığını açıkladı. Mart 1987'den sonra kendi kıta sahanlığı olduğunu iddia ettiği bölgede petrol arama izni verdi. Bunun üzerine Türkiye 25 Mart 1987'de Yunan adalarının çevresinde petrol arayacağını belirtti. Silahlı çatışma olasılığının çok yaklaştığı bir bunalım doğduysa da 27 Mart'da her iki taraf şimdiki karasuları dışına çıkmayacaklarını açıkladılar.

Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan'ın görüşleri şunlardır. a)Türk kıyısı boyunca dizilmiş olan Yunan adaları, Yunan ülkesinin ayrılmaz parçalarıdır. Bu adaların takımada oluşturanlarında en uç noktalar birleştirilerek bu çizginin içi "takımada suyu" kabul edilmektedir. Böylece, Türk kıyılarındaki Yunan adalarının batısında Türkiye'ye kıta sahanlığı kalmamaktadır. b)Adalar kıta sahanlığına sahiptir ve bu kıta sahanlığının sınıflandırılması, kıta ülkeleri ile eşit koşullarda yapılır. c)Kıta sahanlığı konusunda andlaşma yapılmamışsa, Türkiye ile adalar arasında eşit uzaklık ilkesi uygulanmaktadır. Türkiye ise hakkaniyet ilkesi gereğince bir tesbit yapılması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında doğal uzantı esastır. Ülkesini savunmakta, bir bölgede adaların bulunmasının kıta sahanlığı açısından "özel durumlar" oluşturduğunu, Ege Denizi'nin bir "yarı kapalı" deniz olduğunu iddia etmektedir. Kıta sahanlığı sorununu çözmek amacıyla, konuyu sürekli olarak uluslararası forumlara götürmek eğiliminde olan Yunanistan karşısında Türkiye gene sürekli olarak, karşılıklı görüşme ve anlaşmanın esas olmasını ileri sürmektedir.

 

Fır hattı-hava sahası sorunu

Yunanistan, 1931'de bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile hava kontrol sahasını 3 milden 10 mile çıkarmış ve Türkiye o dönemdeki iyi ilişkiler nedeni ile herhangi bir itirazda bulunmamıştır. 1952 tarihli bir ICAO (International Civil Aviation Organization-Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) toplantısında, Türk-Yunan karasuları çizgisinin batısında kalan hava trafiğinin Atina FIR'ının yetki alanına girmesi kabul edilmiştir.

Bu hattın doğusunda ise İstanbul FIR'ı geçerli olacaktır. Bu hat 1974'e kadar bir sorun çıkarmamış, fakat 4 Ağustos'ta Türkiye NOTAM 714'ü ilan etmiştir. (Notice to Airmen-Havacılara Duyuru). Buna göre, Türkiye yönünde uçarken kuzey-güney orta çizgisine varan her uçak durumunu ve uçuş planını Türk yetkilerine bildirecektir. Amaç, Türk radarlarının Kıbrıs bulanımında zararsız uçaklarla potansiyel saldırgan uçaklar arasındaki farkı daha iyi saptamalarını sağlamaktır. Böylece Türkiye, FIR hattını fiilen batıya kaydırmış olmaktadır. Yunanistan bunu, Türk kıta sahanlığı iddialarının batı sınırı olarak yorumlayarak reddetti ve 13 Eylül 1974'de NOTAM 1157'yi ilan etti. Yunanistan Ege hava sahasının tehlikeli duruma geldiğini açıklayarak, Ege Denizini uçuş trafiğine kapattığını açıkladı.

Haziran 1979'da NATO başkomutanı William Rogers'in hazırladığı plan çerçevesinde taraflar, 1980 yılında NOTAM'ları kaldırdılar. Böylece Ege Denizi yeniden sivil havacılığa açılmış oldu. Ancak Yunanistan'ın hava sahasını 10 mil olarak kabul etmesini yarattığı sorunlar halen devam etmektedir.

Adaların silahlandırılması sorunu

1960 sonrasında Ege Denizi üzerindeki adalarda taraflar arasında egemenlik, denetim ve güvenliği sağlamaya yönelik anlaşmazlık başlamıştır. Yunanistan, askeri amaçlarla da kullanılabilecek havaalanı ve diğer tesislerin ilkini 1952'de Leros adasında kurmuştur. Ancak, Yunan adalarının, 1974'ten daha doğrusu Türk Ege Ordusu'nun kurulduğu 1975'ten sonra hızlanarak silahlandırıldığını kabul etmek uygun olacaktır.

Uluslararası andlaşmalar, bu adaları üç katogoriye ayırmaktadır.

1-Yunan adaları Limni ve Semadirek ile Türk adaları İmroz ve Bozcaada. Bu "Boğaz önü" adaları Boğazlarla birlikte, Boğazlar Rejimine ilişkin Lozan Sözleşmesinin 4. maddesiyle askerden arındırılmıştır.

2-Limmi, Sakız, Sisam ve Nikarya adlı Yunan adaları. Bunlar Lozan Barış Andlaşması'nın 13. maddesi gereğince ülkelerinde ancak polis ve Jandarma kuvveti bulunabilecek, deniz üssü ve istihdam kurmanın yasak olduğu adalardır.

3-Oniki ada, sayıları aslında 14 olan bu adalar da 1947 Paris Andlaşması'yla İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilmiş adalar olup, aynı andlaşmanın 14. maddesine göre üzerlerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kuvvet bulundurulabilir.

Yunanistan'a göre, andlaşmalar yapıldığı sıradaki koşullar köklü biçimde değişmiştir (rebus sic stantibus), dolayısıyla adalar üzerindeki sınırlama ortadan kalkmıştır. (Ayrıca Boğazları silahtan arındıran Boğazlar rejimini düzenleyen Lozan Sözleşmesi'nin yerine 1936 Montreux Andlaşması geçmiş ve Boğazlar tekrar silahlandırılmıştır. 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi tamamen sona ermiştir. Boğazlar tekrar silahlandırıldığı için, bu sistemin bir parçası olan adalar da silahlandırılabilir. Türkiye'ye göre ise Montreux'den Boğaz-önü adalarının silahlandırılabileceği şeklinde bir anlam çıkarılamayacağı, çıkarılsa bile, Lozan Barış Andlaşması'nın 12. maddesi vardır. Bu madde, anılan adaların 1914'te silahsızlandırıldığını doğrulamaktadır. Yunanistan, ayrıca, Türkiye'nin 1947'nin Paris Andlaşması'na taraf olmadığını, bu nedenle de hak ve yükümlülükler doğurmadığını iddia etmektedir. Türkiye ise, her ne kadar taraf olmasa da, Paris Andlaşması'nın bir "objektif statü" yarattığını, bu nedenle de kendisini ilgilendirdiğini belirtmektedir.

Eisenhower Doktrini, 1957

A.B.D. Başkan Eisenhower'in 1957 yılı başında Kongre'ye sunduğu bir raporla açıkladığı ve uluslararası komünizm tehdidine karşı direnmek için Amerikan yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardımı içeren politika. Doktrinin temelinde A.B.D.'nin Sovyetler Birliği'nin Süveyş Bunalımı'ndan sonra Ortadoğu'da kazandığı prestije karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası ve bölgedeki olayları uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir. Kongre'nin 9 Mart 1957'de kabul ettiği yukarda anılan rapor Eisenhower Doktrini'nin temeli oluyordu ve şu noktaları içeriyordu. i-A.B.D. Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü, kendi ulusal çıkarları ve dünya barışı açısından hayati olarak kabul etmekteydi. ii-Uluslararası komünizm tarafından desteklenen herhangi bir devletten gelecek açık bir saldırıya karşı yardım isteyen bir devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak amacıyla, Amerikan askeri kuvvetinin kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli yardım ve işbirliğinin sağlanması için Kongre A.B.D. Başkan'ının bu amaçla serbestçe kullanabileceği 200 milyon dolarlık bir ödenek ayrılmaktaydı.

Eisenhower Doktrini A.B.D. açısından beklenen sonucu vermemiştir. Sovyetler Birliği Mısır ve Suriye doktrini, Ortadoğu ülkelerin içişlerine doğrudan bir müdahale, siyonizm tarafından beslenen emperyalist bir manevra olarak görmüşlerdi. Doktrin İsrail'de bile soğuk karşılanmıştır. Doktrini kabul eden Lübnan ve Libya ile hararetle destekleyen Türkiye, İran ve Irak dışında Batı yanlısı Arap devletleri bile Doktrine katılmaktan endişe duymuşlardır.

 

Ekim Füzeleri Bunalımı: bkz. Küba Bunalımı

Emperyalizm (imperialism)

Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onların toprakları üzerinde onların rızası olmadan egemenlik kurma yönündeki politikası. Dar anlamda emperyalizm ise Avrupalı büyük devletlerin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır.

Emperyalizmin nedenleri ve ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli tartışmalar vardır. Bunları esas olarak dört grupta toplayabiliriz. Birinci grup görüşler emperyalizmin ekonomik yanını ön plana çıkartır. Biriken sermayeye yatırım olanak ve alanları bulma, makineleşme sonucu ortaya çıkan üretim fazlası için pazar yaratma, nüfus fazlası için yerleşim alanı bulma zorunluluğu ve üretim için gerekli hammaddeleri elde etme isteklerinin devletleri emperyalist politikalara zorladığı iddia edilir. Bu tezlere karşı çıkan Adam Smith, Rickardo, Hobson gibi ekonomistler emperyalizmden sadece ufak bir grubun yarar sağladığına işaret ederler. Marksist kuramcılara göre kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalist devletler ile rekabet halinde yeni pazarlar bulmaya çalıştığı zaman ortaya çıkar. Bu görüşe karşı çıkanlar, bu görüşün tarihsel kanıtlarca yeterince desteklenmediği ve kapitalizmden önceki emperyalizme açıklama getiremediğini öne sürerler.

Emperyalizmle ilgili ikinci grup görüşler ise emperyalizm ile insanın ve devlet gibi insan topluluklarının doğası arasında bir ilişki kurarlar. Farklı bakış açılarına sahip, Machiavelli, Bacon ve Hitler gibi kişiler bu yolla benzer sonuçlara varmışlardır. Bunlara göre emperyalizm var olabilmek için sürdürülen doğal mücadelenin bir parçasıdır. Güçlü olanların diğerlerine egemen olmaları doğanın kanunudur.

Üçüncü grup görüşler strateji ve güvenlik üzerinedir. Bu görüşe göre devletler güvenliklerini sağlamak amacıyla stratejik noktalar, önemli kaynaklar tampon devletler ve "doğal" sınırlar ile ulaşım ve haberleşme yollarının denetimini ele geçirmek veya buraları başka devletlerin ele geçirmelerini önlemek zorundadırlar.

Son grup görüşler ise ahlakla ilgilidir. Buna göre emperyalizm halkları zorba yönetimlerden kurtaran ya da daha üstün bir uygarlığın nimetlerini sağlayan bir araçtır.

Emperyalizmin zor bir şekilde ortadan kaldırabilmesi, kendilerini emperyalizmin etkisi altında hisseden devletlerin emperyalist amaç taşımayan politikalardan bile kuşku duymalarına sebep olmuştur. Eski sömürgeci ve yeni gelişmiş bazı ülkeleri yeni-sömürgecilik (neo-colonialism) ile suçlayan Üçüncü Dünya ülkelerine göre azgelişmiş ülkelere verilen yardımların arkasında emperyalist amaçlar yatmaktadır.

 

 

Endüstri Devrimi

XVIII. yüzyılın ortalarından başlayıp XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarına kadar süren, Batı'da özellikle Avrupa da bilimsel ve teknolojik gelişme doğrultusunda buhar gücüyle çalışan makinaların yapılması ve makinalaşmış endüstrinin doğması süreci. İki ayrı endüstri devriminden söz edilebilir XVIII. yüzyılda başlayıp XIX. yüzyılın ortalarına kadar süren birinci endüstrileşme sürecine "makinalaşma çağı" denebilir. Bu dönedeki gelişme bir "makina devrimi"dir. Makina kullanımının yaygınlaşması sonucu, büyük fabrikaların ortaya çıkmasıdır. Böylece, Avrupa'da temelde tarım işçilerinin toplumundan, fabrikalarda eşya üreten nüfusa doğru düzenli bir değişim olmuştur.

1870'lerle birlikte endüstri devrimi nitelik değiştirdi. Artık bilimsel buluşlar ve bunların üretime uygulanması, pratik zekalı tek tek bireylerin birbirinden ayrı çalışmalarına bağlı olmaktan kurtulmuş, devletlerin tüm olanaklarıyla destekledikleri ve gerektiğinde de örgütledikleri büyük ve zengin kuruluşların eline geçmiştir. Bu dönemle birlikte başlayan gelişme "teknolojik devrim" olarak da anılır. Bu dönemde doğal kaynaklar ve bilim elele vererek yeni ve kitle halinde mal üretimine yönelmiştir. Endüstrileşme sürecinin bu ikinci aşaması, birincisine göre, toplumsal etkilerinde daha şiddetli, sonuçlarında daha şaşırtıcı ve halkın yaşamını değiştirmede daha etkilidir.

Enosis (birleşme)

XIX. yüzyılda Girit, XIX. yüzyılda da Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmelerini amaçlayan siyasi hareketlere verilen ad. Yunanca "birleşme" anlamına gelir. 1830'da Yunanistan bağımsızlığa kavuşurken Girit ve doğu Ege adaları bu ülke sınırları dışında kalmıştı. Pan-Helenizm tarafları Yunan milliyetçileri Yunan-Rum asıllı halkların yaşadıkları bu adaları Yunanistan'a katılması ile bu amaçlarına ulaştılar. Enosis'in ikinci halkası olan Kıbrıs'ın ilhakı için de Georgias Grivas liderliğinde EOKA örgütü kuruldu. Bu örgüt 1950'lerin ortalarından itibaren Kıbrıs'ta Enosis için faaliyetlere başladı. 15 Temmuz 1974'te EOKA Kıbrıs'ta Makarios'u devirerek Nikos Sampson'u başa geçirdi. Bunun üzerine Türkiye Kıbrıs'taki garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulundu (I ve II. Barış Harekatları). Sonuçta Enosis hayata geçirilemedi.

Entente Cordiale: bkz. Samimi Anlaşma

Enternasyoneller

1.Enternasyonel: 28 Eylül 1864'te Londra'da kurulan Uluslararası İşçi Birliği (UİB)'ne daha sonradan verilen isim. Birliğin kuruluş bildirgesi yürütme organının en önemli kişisi olacak olan Karl Marx tarafından ele alındı. (UİB)'nin amacı: "İşçi sınıfının karşılıklı yardımlaşmasını, ilerlemesini ve tam bir özgürlüğe kavuşması"nı gerçekleştirmekti. Bu özgürlük işçilerin kendisinin olacaktır.

2.Enternasyonel: Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin girişimi üzerine 23 ülkenin sosyalistlerinin biraraya gelmesi. Bu enternasyonal 2 buçukuncu Enternasyonel kuruluncu 1923'e kadar sadece adı olan bir kuruluş olarak kaldı. Sosyalist İşçi Enternasyoneli kurulunca ortadan kalktı.

2 Buçukuncu Enternasyonel: Şubat 1921'de Viyana'da toplanan Sosyalist partiler çalışma topluluğuna verilen isimdir. 2 buçukuncu Enternasyonel çok geçmeden İkinci Enternasyonele yaklaştı ve bu örgüt Mayıs 1923'de Hamburg Kongresinde Sosyalist İşçi Enternasyoneli ile birleşti.

3.Enternasyonel: 4 Mart 1915'de Moskova'da kurulan siyasal örgüt. Komünist Enternasyonel olarak da bilinen bu enternasyonelin temelinde Rus Bolşevikleri ve 1915'ten başlayarak "2.Enternasyonelin iflasını ilan eden Lenin vardır. Mart 1919'da Kurucu Kongresi 21 ülkeden 54 delegeyle toplandı.

Ağustos 1935'de Alman-Sovyet Paktı imzaladıktan sonra Enternasyonel Yürütme Komitesi savaşta her iki taraf için de "haksız, gerici ve emperyalist olarak niteledi. Ama bu eğilim Haziran 1941'de Hitler'in SSCB'ye saldırması üzerine yeniden gözden geçirildi. Bundan sonra, Nazilere karşı direnişe ve ulusal cephelerin kuruluşuna ağırlık verildi. Bazı komünist partiler daha önceden bunu yapmaya başlamıştı. Bu cephelerin kuruluşunu kolaylaştırmak için Komünist Enternasyonel 15 Mayıs 1943'te feshedildi.

4. Enternasyonel: 11 ülkenin Troçkici hareket ve parti delegelerin Paris Bölgesinde Eylül 1938'de kurdukları siyasal örgüt.

Ermeni Sorunu

1877 yılındaki Türk-Rus savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun güçsüzlüğünden cesaret alan Ermenilerin ortaya çıkardığı sorun. Ermeniler eğitim düzeyleri yüksek ve dış bağlantılara sahip olmalarına rağmen Ermeni milliyetçiliği ancak 19. yy.'ın ikinci yarasında doğmuştur. Ermeni cemaatinin bir tür anayasası olarak kabul edilen Ermeni Tüzüğü Osmanlı padişahı tarafından 28 Mart 1862'te onaylanmıştır. Bu tarihe kadar Ermenilerin büyük bir çoğunluğu "ayrılık" düşüncesine fazla eğilimli olmamışlardır. XIX. yüzyılın son çeyreğinde dışarıdan tahrik edilen Ermeni ayaklanmaları hızlandı. 1877 savaşını (tarihimizde 1293 savaşı olarak anılır) Osmanlı İmparatorluğu kaybedince Ermeniler Aya Stefones'a gelen Rus Çarına giderek koruyuculuk istediler. Çarlık Rusyası,Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Hristiyan azınlıklar, özellikle Ortodoks Rum ve ermeniler için"koruyucu patron" rolünü benimsemişti. Bu durumdan ve Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğünden cesaret alan Ermeniler, II. Abdülhamid döneminde Anadolu'nun doğusunda zaman zaman başkaldırarak kanlı olaylara neden oldular. Çarlık Rusyası 1877'de ele geçirdiği Kars, Artvin ve Ardahan'da Ermeni nüfusunu çoğaltmaya çalışmakta idi. I. Dünya Savaşı'nda Ruslar yeniden Türkiye'ye saldırdılar. Ermeni subay ve erler Rus ordularının ön saflarında yer aldılar. Diğer yandan Bogos Nubar Paşa adlı bir Ermeni, bağımsız birErmenistan kurmak için Çarlık ile ilişkilerde bulunuyordu. Kendi sınırları içindeki Ermenilere karşı sert önlemler alan Çarlık, Osmanlı ermenilerini koruyarak Avrupa merkelerinde Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapmaya yöneltmekteydi. XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa'da Ermeni tehdiş hareketleri arttı. Çarlık Rusya'nın Anadolu'yu işgal planına karşı Osmanlı Hükümeti, savunma hattının gerisini güvence altına almak amacı ile 14 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Yasası ile Ermenileri toplu olarak Osmanlı İmparatarluğu'nun bir ili olan Suriye'ye göndermeye başladı. Ayrıca 24 Nisan 1915'te İstanbul'da Ermeni cemaatinin bazı üyeleri tutuklandı. Ermeni Taşnak ve Hınçak komitelerinin I. Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu'da giriştikleri katliamların ve ayaklanmaların yarattığı karışıklık böyle bir zorunluluğa yol açmıştı. Çarlık Rusyası'nın yanısıra Fransa ve İngiltere de Ermenileri kendi politikalarının aracı olarak kullanmaya çalışmaktaydılar. Fransa'nın Ermenilere olan ilgisinin temelleri Napolyon dönemine dayanmaktaydı. Napolyon, Rus Ermenistanı Tiflis'te Ermeni ağırlıklı bir ordu oluşturarak, Hindistan'daki İngilizlerle savaşmayı amaçlamıştı. Bu düşünce yaşama geçmedi fakat, Paris'te Doğu Dilleri Enstitüsü bünyesinde Ermeni Enstitüsü kuruldu. Enstitünün amacı, Ermeni ayrıkçılığının bilimsel temellerini oluşturmaktı. Daha sonra Fransa'nın Ermeniler ile ilişkisi I. Dünya Savaşı'ndan sonra yoğunluk kazandı. Osmanlı Devleti'nin paylaşımı sırasında Fransa, Kilikya bölgesinde (Antep, Urfa, Maraş, Adana) Ermeni devleti kurmaya çalıştı. Bu hareket bölge halkı tarafından bastırıldı. Fransa daha sonra Ermenileri Beyrut'a yerleştirerek oradan Marsilya'ya taşıdı. Ermenilerin bir kısmı Fransa'da kalırken, bir kısmı da Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Orly katliamına kadar Fransa ASALA dahil tüm Ermeni örgütlerine göz yumdu.

İngiltere ise 1877 savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü savundu. Bu savaştan sonra politikasını iki nedenle değiştirdi. Birincisi, Doğu Akdeniz'de çıkarlarını koruyacağı bir üs olarak Kıbrıs'ı ele geçirmişti; ikincisi 1877 savaşındaki performasından dolayı Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek, kendi kontrolunda küçük devletler oluşturma yoluna seçti. Rusya'nın Akdeniz'e ve Ortadoğu'ya yayılmasını önlemek amacı ile İngiltere'nin kurmaya çalıştığı tampon Ermenistan oluşturma çabaları kısa dönemde sonuç getirmedi. Diğer yandan İngiliz misyonerler, Ermeniler arasında "protestanlık" propagandasına girişerek Ermeni hareketini, Ermeni Patrikhanesinin kontrolu dışına çıkarmaya çalıştı. Ancak artan Alman tehlikesi Rusya ile İngiltere'yi birbirine yaklaştırılınca, İngiltere dikkatini bu bölgeden ayırarak, Alman donanmasının denizlerde yaratacağı sorunlara yöneltti.

Dışarıdan yöneltilen Ermeni hareketi beraberinde tehdiş eylemlerini doğurdu. İttihat ve Terakki Partisi'nin başında bulunanlardan Talat Paşa, Cemal Paşa ve Bahattin Şakir Bey'in öldürülmesi ile başlayan terör, son on yıllarda ABD'de ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Türk diplomatlarının öldürülmesi ile tırmandırılmıştır.

Eski rejim (Ancient regime)

Avrupa'da rönesans, reformasyon hareketleri ve coğrafi keşifler ile yıkılmış bulunan Ortaçağ düzeninden Büyük Fransız Devrimi'ne kadar olan dönem. Otokrasi, monarşi ve kilise unsurlarını içeren eski rejim, 18. yüzyılın sonlarına doğru milliyetçilik, demokrasisi ve liberalizmin etkisiyle ortadan kalkmış, yerini çağdaş dünyaya bırakmıştır.

 

Eşik Antlaşmaları: bkz. Treshold Antlaşmaları

ETA: bkz. Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi

Etabli Sorunu: bkz. Lozan Andlaşması

Evrensel Bildirge

Bütün halklar ve uluslar için temel siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sağlanmasını amaçlayan bildirge. BM İnsan Hakları Komisyonu ve Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından hazırlanmıştır. 10 Aralık 1948 tarihinden de Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir. Otuz maddeden oluşan bildirge, hak ve özgürlükler, doğrudan insanın kişiliğini ilgilendiren haklar, vatandaşlık hakları ve sosyo-ekonomik haklar konularında hükümler içerir. Bildirge, devletler için bağlayıcılık ve yaptırım gücüne sahip olmadığından aykırı uygulamalara karşı bir denetim sistemi oluşturmamış ve sadece insan hakları konusunda bir ideali simgeleyen bir belge olarak kalmıştır.

Bildirge'nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edildiği 10 Aralık tarihi İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.

Fachoda Bunalımı, 10 Temmuz 1898

Fransız yüzbaşısı Manahand'ın Mısır kalesi Fachoda'yı ele geçirmesiyle başlayan İngiltere ve Fransa arasındaki bunalım.

 

Falkland Savaşı (Falkland Bunalımı), 2 Nisan 1982

2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etmesi ile başlayan savaş. Altı hafta sürdü. Falkland Adaları üzerindeki egemenlik sorunu 1964'de Birleşmiş Milletler'de Sömürge Sorunları Komisyonu'nun gündemine geldi. Arjantinlilere göre, Malvinas olarak bildikleri adalar Arjantin'in bir parçasıydı. Adaların Güney Amerika'ya coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin İspanya'nın halefi olduğunu ileri sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin'e devretmeli, yönetimi belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi. İngiltere ise adada yaşayan İngiliz asıllıların isteklerine aykırı olarak, böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere 1833'den beri adalar üzerinde "işgal ve yönetimi" sürdürdüğünü ve Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 1. maddesine göre Falklandlılara self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere'ye göre Falkland Adaları, Arjantin'in yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek, tam tersine başlayacaktı.

Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etti. İngiltere Güney Amerika'ya hemen bir görev kuvveti gönderdi. İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nda büyük diplomatik destek gördü; Arjantin'e otomatik zorlama tedbirleri uygulandı. 25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı Galtieri'nin ayrılmasından sonra da İngiltere adalardan çekilme niyetinde olmadığını gösterince iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.

Feodalizm (feudalism)

Toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ rejimi. Bir diğer adı derebeylik.

Derebeyliğin özü, orgütlenmiş devletin bulunmadığı yerel düzeyde, bir hükümet görevinin yürütülmesidir. 500-600 km2'lik bir toprak parçası üzerinde en önemli bir güçlü kişi, daha az toprağa sahip olanların koruyuculuğunu üstlenmiş ve onlar da bu kişiye bağlılık sözü vermişlerdir. Böylece, feodal "lord", "vassal" ve toprağa bağlı (serf) köylüleriyle, derebeylik ortaya çıkmıştır.

Derebeyliğin önemli özelliği, lord ile vassal arasındaki "karşılıklılık esası"dır. Derebeylikte hiç kimse tam anlamı ile hükümran değildir. Kral ile halk ve lord ile vassal, bir cins "mukavele" ile birbirlerine bağlıdırlar. Bu mukaveleye aykırı hareket edilirse, karşılıklı hak ve görevler sona ermektedir. Bu durum, sık sık karışıklıklara, siyasal istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da, gelecek çağların "anayasal hükümet" anlayışı, derebeyliğin bu mukaveleye dayanan niteliğinden doğacaktır.

Filistin Sorunu (Palestinian Question)

Üç büyük dince (Musevilik-Hristiyanlık-İslam) kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili sorun. Günümüzün en karmaşık uluslararası sorunlarından birisi olan Filistin sorununun çok eski bir geçmişi vardır.

Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, XIX. yüzyıl sonlarında başlayarak XX yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, 1948 yılında bu toprak üzerinde İsrail Devlet'inin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu tarihten başlayarak meydana gelen Arap-İsrail çatışmaları veya İsrail'in giriştiği tek yanlı eylemler sonucunda, hemen tüm Filistin toprakları İsrail'in işgali altına girmiş, bu topraklarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarına göçmüşlerdir. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail'in kuruluşu Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler, bunu izleyen yıllarda, İsrail'in kuruluş aşamasındaki sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terketmesi yolunda ve de özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda pek önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Soruna bir çözüm bulunamamasında, anlaşmazlığın oldukça karmaşık bir nitelik taşımasının yanı sıra Arap ülkelerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının sürmesinin, süper güçlerin bölgedeki çıkarları ile ilgilenmelerinin ve İsrail'in askeri gücünün önemli rolü vardır.

1987'de Ortadoğu'da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütünün Yaser Arafat liderliğinde yeniden birleşmesinde önemli rol oynamaya başladı. 20 Nisan 1987'de Cezayir'de yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında Arafat'ın Ürdün Kralı Hüseyin ile 1985 yılında İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürme konusunda vardıkları anlaşmayı feshetmesi üzerine örgüt içinde yeniden birlik sağlandı.Yıl sonuna doğru Amman'da toplanan Arap Birliği zirvesinde, barışın ön koşulunun "işgal altındaki tüm Arap topraklarının, özellikle Kudüs'ün kurtarılması" olduğu vurgulandı. Diğer yandan, işgal altındaki topraklarda FKÖ'nün genel yönlendirilmesi ile Aralık 1987 başlayan "intifada" (ayaklanma) hareketi karşısında İsrail ordusunun kullandığı dayak ve işkence yöntemleri, Filistin halkı ile geniş bir uluslararası dayanışma yolu açtı. İsrail hükümeti ile kamuoyunda da ciddi görüş ayrılıkları doğurdu.

13 Eylül 1993'te FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Andlaşmasının" ardından başlayan "Ortadoğu Barış Süreci" içinde Mayıs 1994'te Kahire'de yapılan anlaşma ile İsrail Gazze ve Batı Şeria'yı Filistin Özerk Yönetimi İdaresi altına bırakmayı kabul etmiştir. Bugün Gazze ve Batı Şeria'da Filistin Özerk Yönetimi İdareyi sağlamakta, Filistin polis gücü asayiş hizmetlerini yürütmektedir.

Filistin özerk yönetimi idaresi altındaki bu bölgede bugün ciddi bir işsizlik, altyapı, konut, gıda ve sağlıklı içme suyu bulamama sorunları vardır. Özellikle Gazze'de altyapı yetersizdir ve içebilecek su kaynakları hızla bozulmaktadır. Bölgede ciddi yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni yönetimin deneyimsizliği ve maddi imkansızlıklar sebebiyle kamu hizmetleri aksatmaktadır. Bu bölgelerde hala olaylar çıkmakta, İsrail güvenlik güçleri ile halk zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.

 

Ford Doktrini

ABD Başkanlarından Gerald Ford'un Kongrede yüksek miktardaki savunma bütçesini geçirmek için yaptığı konuşmada ilan ettiği görüş olup, ABD'nin barışçı yollarla ve müzakere masasında başarı sağlamasının, askeri alanda çok kuvvetli bulunmasına bağlı olduğu ve bunun gerçekleştirileceğini savunmuştur. Yeni ve güçlü silahların geliştirilmesi, bazı bölgelerde yeni üsler kurulup kuvvet bulundurulması gereği bu doktrinin uygulanması için öngörülmüştür.

 

Frankfurt Barışı, 1871

Fransa ile Almanya arasında imzalanan ve 1870-71 savaşına son veren barış antlaşması. Bismark ile Thiers arasında Versailles'de imzalanan ön anlaşmalar (26 Şubat 1871) Almanların Paris'e girmesini önlemek amacıyla 1 Mart'ta; Bordeaux'da Ulusal Meclis tarafından kabul edilmiş, Brüksel'de yeniden başlayan (28 Mart-24 Nisan) görüşmeler, Frankfurt'ta Dışişleri Bakanı Jules Fanre ve Maliye Bakanı Pouyer-Quertier tarafından sürdürülmüştü. 10 Mayıs 1871'de imzalanan barış, ön antlaşmaları onaylıyordu. Birey (Bismarck buradaki demir yatağının değerini çok geç öğrenmişti) Chaleau-Salins ve Belfort bölgesi dışında (kat çevresinde 10 km'lik bir yarı çap). Alsace ve Moselk vadisi de içinde olmak üzere (Thionville ve Metz) Lorraine yaylasının kuzeydoğusu Almanya'ya bırakılıyordu. Anlaşmanın mali hükümleri ağırdı. %5 faizli 5 milyar frank tazminat (1,5 milyarı 1871'de, 0,5 milyarı 1872'de ve 3 milyarı da Mart 1874'den önce ödenmek üzere), 266 milyarın üzerinde savaş borcu. Fransız ordusu Lorraine'ın güneyine çekilerek, ancak Paris garnizonu bırakılmayacaktı. Thiers, borçlanma yoluyla son borç taksidini Eylül 1873'te ödemeyi ve ülkeyi 6 ay önce kurtarmayı başardı.

 

Fransız Devrimi, 1789

1789 Devrimi olarak da bilinir. 1787'den başlayarak Fransa'yı sarsan, ilk doruk noktasına 1789'da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek 1799'a değin süren devrimci hareket. Fransa'da ancien regime'e (eski rejim) son vermiş ve Avrupa tarihinde yeni bir çağ açmıştır.

Devrime yol açan nedenler konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, genel olarak üzerinde durulan başlıca etkenler şunlardır: 1)Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olan Fransa'da yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, 2)Gelişmekte olan varlıklı burjuvazinin başka ülkelerdekinden daha sistemli bir biçimde siyasal iktidarın dışında tutulması, 3)Köylülerin, üzerlerinde ağır bir yük oluşturan çağdışı feodal sisteme duyduğu tepkinin güçlenmesi, 4)toplumsal ve siyasal reformu savunan düşünürlerin Fransa'da başka yerlere göre daha yaygın bir etki uyandırması, 5)Fransa'nın Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na sağladığı yoğun mali ve askeri destek yüzünden devletin iflasın eşiğine gelmesi.

Fransız maliyesini düzene sokmakla görevlendirilen Charles-Alexandre de Calonne, Şubat 1787'de üst düzey din adamları, büyük soylular ve yüksek yargıçlardan oluşan İleri Gelenler Meclisi'ni toplantıya çağırarak bütçe açığının kapatılması için ayrıcalıklı kesimlerin vergi yükümlülüğünü artıracak reformlar önerdiğinde, Fransa'da devrimin ilk kıpırdamaları başladı. Meclis, reformları reddederek ruhban sınıfı, soylular ve halkın temsilcilerinden oluşan ve 1614'ten beri toplanmamış olan Etats-Genaraux'un toplantıya çağrılmasını talep etti. Calonne'dan sonra Fransız maliyesini yönetenlerin, direnişe karşın reformları uygulama yolundaki çabaları, aristokratik kurumların, özellikle de Mayıs 1788'de çıkarılan yasa ile yetkileri kısıtlanmış olan Parlement'lerin başkaldırısına yol açtı. 1788'in bahar ve yaz aylarında Paris, Grenoble, Dijon, Toulouse, Pau ve Rennes'de huzursuzluklar baş gösterdi. Ödün vermek zorunda kalan Kral XVI. Louis, Jacques Necker'in maliyenin yönetimine getirdi ve Etats Generaux'yu 5 Mayıs 1789'da toplayacağını açıkladı. Kralın basın özgürlüğüne de göz yummasıyla Fransa bir anda devlet yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin tasarıları içeren kitapçıklarla dolup taştı. Ocak-Nisan 1789 arasında yapılan Etats-Generaux seçimleri kötü geçen 1788 hasadının neden olduğu karışıklıklarla aynı zamana rastladı. Temsilcilerini belirlemekte herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmayan üç toplumsal zümre de kendi sorunlarını ve isteklerini dile getiren dilek listeleri ya da "şikayet defterleri" (cahiers de doleances) hazırladılar. Tiers Etat (Halk Meclisi) için 600, soylular ve ruhban kesimlerinin her biri için de 300 temsilci seçildi. Kırsal alanlarda iki, kentlerde ise üç dereceli seçimler sonunda belirlenen Tiers Etat temsilcileri bütünüyle burjuvalardan oluşuyordu.

5 Mayıs 1789'da Versailles'de toplanan Etats-Generaux, daha başlangıçta, oylamaların toplam temsilci sayısına mı yoksa etat esasına göre mi yapılacağı konusunda ikiye bölündü. Bu yöntem sorunu üzerindeki şiddetli mücadelede Tiers Etat temsilcileri çok geçmeden çoğu halk kökenli küçük papazların da desteğini kazandı. Ardından krala da meydan okuyarak Jeu de Paume salonunda toplantı (20 Haziran) ve Fransa'ya yeni bir anayasa getirilinceye değin kesinlikle dağılmayacağına ant içti. XVI. Louis bu duruma istemeyerek boğun eğdi ve ruhban kesimiyle soyluları Kurucu Meclis'i oluşturmak üzere Tiers Etat'ya katılmaya çağırdı; bir yandan da meclisi dağıtmak üzere asker toplamaya girişti.

Askeri birliklerin kralın emriyle Kurucu Meclis'in çevresini sarması ve Necker'in görevinden alınması meclisin tepkisine, kralın buna kayıtsız kalması da Paris halkının ayaklanmasına yol açtı. Silahlanan Paris halkı 14 Temmuz 1789'da krallık baskısının simgesi olarak gördüğü Bastille'i ele geçirdi. Bu hareketle ayaklanma devrime dönüştü. Yeniden boyun eğer Kral, kentte dolaşırken krallığın beyaz renginin yanı sıra Paris'in renkleri olan mavi ve kırmızıyı da içeren üç renkli kokart takarak halkın egemenliğini tanıdığını gösterdi.

Taşrada büyük korku köylülerin de feodal beylere karşı ayaklanmalarına ve şatoları hedef alan saldırılara girişmelerine yol açtı. Soylular ve burjavazi dehşete kapıldı. Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak için 4 Ağustos'ta feodal vergi ve ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile edilerek (26 Ağustos) özgürlük, eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnme hakları tanındı.

Kral, toplumsal yapıyı altüst eden 4 Ağustos kararları ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'ni onaylamayı reddetti. Bunun üzerine Paris'te halk kitleleri yeniden ayaklanarak 5 Ekim'de Versailles'a yürüdü. Ertesi gün,kralliyet ailesi Paris'e getirilerek Tuileries Sarayı'nda oturmak zorunda bırakıldı. Kurucu meclis de Paris'te yeni anayasa üzerinde çalışmalarını sürdürdü.

Kurucu Meclis, feodalizmin tasfiyesini sürdürerek eski zümreleri (ordre) kaldırdı, sömürgelerde köleliğe son vermekle birlikte en azından Fransa'da yurttaşlar arasında eşitliği sağladı ve kamu görevlerine girişteki eşitsizliklere son verdi. Kamu borçlarının ödenmesi amacıyla kilise topraklarının devletleştirilmesi kararını mülklerin yaygın bir biçimde yeniden dağıtılması izledi. Bundan çok yararlanan burjuvaziyle toprak sahibi köylüler oldu; ama bazı topraksız köylüler de arazi satın alabildi. Kiliseyi mal varlığından yoksun bırakan Kurucu Meclis, ardından yeni bir düzenlemeye girişerek Fransız Kilisesi Temel Yasası'nı çıkardı. Yasa, papa ve Fransız ruhban sınıfının çoğunluğu tarafından reddedildi. Ortaya çıkan ayrılık, çekişmelerin şiddetini artırdı.

Kurucu Meclis, ancien rengime'in karmaşık yönetsel sistemini yıkarak yerine seçilmiş meclislere yöneltilen il (departement), ilçe (arrondissement), kanton (canton) ve bucak (commune) bölünmesine dayalı akılcı bir sistem getirdi. Adalet mekanizmasının temelini oluşturan ilkeler de köklü bir biçimde değiştirildi ve sistem yeni yönetsel birimlere uyarlandı; yargıçların da seçilerek göreve gelmesi ilkesi kabul edildi.

Kurucu Meclis'in çerçevesini çizdiği yeni düzen, yasama ve yürütme güçlerinin kralla meclis arasında paylaşıldığı bir monarşiyi öngörüyordu. Ama bütünüyle aristokrat danışmalarının etkisi altında olan XVI. Louis ülkeyi yeni güçlerle birlikte yönetme yolunu seçmeli. 20-21 Haziran 1791'de ülkesinden kaçma girişiminde bulunduysa da Varennes'de yakalanarak Paris'e geri getirildi.

 

Kırım Savaşı, 12 Mart 1854-10 Eylül 1855

Abdülmecid devrinde Osmanlı, Fransız ve İngiliz devletlerin Rusya'ya karşı yaptıkları savaş. Sultan Abdülmecid'in Osmanlı İmparatorluğunu diriltmek amacıyla giriştiği reformlar, kendini "hasta adam"ın varisi sayan Rus çarı Nikolay I'i memnun etmemişti. Bu yüzden, Türkiye'deki bütün ortadoksların himayesine verilmesini istedi ve padişahın ret cevabı üzerine Enflak-Boğdan eyaletlerini işgal etti ve bir Rus donanması Sinop şehrini bombalayarak Osman Paşa kumandasındaki Türk donanmasını batırdı. (30 Kasım 1853). Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, İstanbul'un ve Boğazlar'ın Rus tehdidi altına girdiğini anladılar. Türk Rus anlaşmazlığı bu olaydan sonra bir defa daha meselesi durumuna geldi. İngiltere ve Fransa'da basın, savaş lehine yazılar yazmağa başladı; Fransa ve ingiltere hükümetleri Ekim ayında çar anlaşmaya yanaşmazsa, Türklere yardım edeceklerini bildirmişlerdi. Nitekim bir süre sonra da İngiliz ve Fransızlara ait donanmalar Çanakkale boğazını geçerek İstanbul önlerine geldi. Durumu haber alan Rus Çarı, İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale boğazını geçmesini protesto etti. Avusturya ve Prusya, Boğazlar Antlaşmasını (3 Temmuz 1841) imzaladığı halde olaylarla ilgilenmediler. Sinop bombardımanından sonra İngiltere kraliçesi Victoria ve Napoleon III, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk teklif ettiler. Çar Nikolay'ın bunu kabul etmemesi üzerine, Londra ve Paris kabineleri Rusya'ya birer ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Eflak ve Boğdan'ın hemen boşaltılmasını, Osmanlı imparatorluğunun mülki bütünlüğünün tanınmasını, ortadoks tebaa üstünde himaye fikrinde vazgeçilmesini istediler. Böylece Eflak ve Boğdan'ın boşaltılması, savaş için yeterli bir sebep olacaktı. Çar bu ültimatomu reddetti, sonra da Rus ordularına Tuna'yı geçme emrini verdi (9 Şubat 1854). İngiltere ve Fransa, bunun üzerine Rusya'ya savaş açılmasını kararlaştırdılar. (12 Mart 1854). Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler arasında üç antlaşma yapıldı, ilki İstanbul Antlaşmasıydı. Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü garanti ediyor ve yenileşme hareketlerini destekliyorlardı (12 Mart 1854). İkincisi Londra Antlaşmasıydı. Bunda, iki devlet Osmanlı İmparatorluğundan özel çıkarlar sağlamak düşüncesinde olmadıklarını açıkladılar. 28 Ocak 1854'te Ruslar genel bir saldırıya geçtiler. Tuna'yı, Kalas'ı, İbrail'i ve İsmail'i de alarak Dobruca'ya girdiler. Bu arada bir Osmanlı ordusunu yenerek Silistre'yi kuşattılar. Kaledeki Osmanlı kuvvetleri, Ruslara karşı kaleyi şiddetle savundu; Mayıs'ta yapılan altı saldırıyı püskürttüler. Bu arada İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Osmanlılara yardım etmek üzere Gelibolu'dan Varna'ya geldiler. Avusturya da Rusya'yı zorlamağa başladı. Osmanlılar Avusturya ile bir antlaşma yaparak Tuna bölgesindeki cepheyi ortadan kaldırdılar. Bu antlaşmadan sonra müttefikler Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım üzerine yürümeyi uygun buldular. Kırım Savaşının daha fazla uzamayacağını ve kesin bir zafer kazanacaklarını umuyorlardı. Fakat Fransız ve İngiliz orduları Avrupa'daki üslerinden çok uzakta dövüşmek zorunda kaldı; ayrıca böyle bir sefer için her bakımdan hazır değillerdi. Üç devletin deniz ve kara kuvvetleri arasında işbirliği, kumanda birliği de yoktu. Türk kuvvetlerinin başında Ömer Paşa, Fransız kuvvetlerinin başında Saint Arnaud, İngilizlerin başında Lord Ralgan bulunuyordu. 89 savaş gemisinin yanında 267 taşıt gemisi, Kırım'da Veupatoria'ya 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 6.000 Türk askeri çıkardı (29 Eylül 1854). Bu kuvvetlerin karşısında 51.000 Rus askeri vardı. Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol'u almaktı. Sivastopol yolunu kapayan Mençikov kuvvetlerini Alma'da yendiler. Fakat Ruslar savaş gemilerinin bir kısmını batırarak limanın deniz tarafından güvenliğini sağladılar. Albay Totloben'in yaptığı tabyalar da karadan gelen taaruzu önledi. Bunun üzerine şehrin sürekli kuşatılmasına karar verildi. Bu arada Rusların müttefik çemberini yarmak için yaptığı çıkış hareketleri de sonuç vermedi (25 Ekim-5 Aralık 1854). Kış gelince, savaşlar durdu. Bu sırada Küçük Piyemonte hükümeti Rusya'ya karşı savaşa girerek 15.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. 1855 Baharında müttefikler 14.000 kişilik bir kuvvetle tekrar savaşa başladılar. Malakov tabyasının Yeşiltepe mevkii ve Beyaz tabya, 7 Haziran'da alındı. Yardıma gelen kuvvetler Traktik köprüsünde ezildi (16 Ağustos 1854), Sivastopol sürekli topa tutuldu, Ruslar günde 1.000 kayıp verdiler. Müttefikler 4-7 Eylül'de genel bir saldırı ile Sivastopol'u savunan Malakov tabyalarını teslim aldılar, 10 Eylül'de bir harebe durumuna gelen şehre girdiler. Limanı, dokları, tersaneyi tahrip ettiler. Harekat, Kangil çarpışması ve Kinbun ile Orçakov'un işgaliyle sona erdi Bu arada Ömer Paşa da Rusları Yevpatoria'da kesin bir yenilgiye uğrattı. B savaşlarda iki tarafın kayıpları 240.000'e yükseldi. Müttefiklerin başarılı, Nikolay'ın ölümü ve yerine Aleksandr II'nin geçmesi, Ruslar'da, savaşı kazanma ümidini yok etti. Yeni çar şerefli bir barış yapmağa hazır olduğunu bildirdi. Barış şartlarının görüşülmesi için Paris'te bir kongrenin toplanması kararlaştırıldı.

 

Kırmızı Telefon (Hot Line)

Washington ile Moskova arasındaki özel telefon. Nükleer silahların gelişmesi ve çoğalmasından sonra milletlerarası politikada büyük devletler arasında varolan dehşet dengesinin sonucu olarak, nükleer savaştan kaçınma tedbirleri aranmaya başlanmıştır. Özellikle ABD ile Rusya en güçlü silahlara sahip iki devlet olarak, gerek önemli bunalımlarda, gerekse bir yanlışlık neticesi böyle bir savaştan kaçınmaya özel bir önem vermişler, Washington'da Başkanlık evi olan Beyaz Saray ile Sovyet yöneticilerinin Moskova'daki Kremlin Sarayı arasında bu amaçla özel bir telefon bağlantısı kurmuşlardır. Böylece tehlike anında, nükleer silahları harekete geçirmek için, aynı zamanda bölgesel çatışmaların (Ortadoğu devletleri arasındaki çatışmalar gibi) doğrudan temas ile çözümlenebilmesi amacıyla iki devlet yöneticileri derhal özel hatla konuşma olanağına kavuşmuşlardır ve bu telefon bağlantısına kırmızı telefon denmektedir.

Bu bağlantı, 1962 Ekim'inde, Sovyetlerin Küba'da Amerika'ya çevrik füzeler yerleştirmeleri ve ABD'nin yeni füzeler getirmekte olan Sovyet gemilerine karşı deniz kuvvetlerini harekete geçirerek Küba'yı ablukaya almasıyla ortaya çıkan Küba Krizi'ni takiben gerçekleştirilmiştir. Bu krizin şiddetlenmesi iki ülkeyi nükleer bir savaşın eşiğine getirmiştir.

 

Kıta sahanlığı sorunu

Devletlerin karasuları ve karasularının dışında kalan bölgelerden faydalanmaları ile ilgili ortaya çıkan sorun. Kıta sahanlığı kavramı 1945'te ABD başkanı Truman'ın bir bildirisi ile ortaya çıkmıştır. Bunun önemi kıta sahanlığında maden yumrularının, sahanlığının toprak altında petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve bunların işletilmeye başlamasıdır. Kıta sahanlığı alanının nereye kadar uzanacağı önemli bir sorun olmuştur. Kıyıları doğrudan açık denizlere, okyanuslara açılan ülkelerin (örneğin, Latin Amerika ülkelerinin) büyük çoğunluğu, bu bölgeleri mümkün olduğunca geniş tutmaya çalışmışlardır. Amaç ekonomik değeri olan balık avlanma hakkını artırmaktır. Bu konuda uygulanacak kurallar 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansında yapılan Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile belirlenmiştir. Kıta sahanlığı kuramının açıklığa çıkmasında Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969) ve III. Deniz Hukuku Konferansı ve bunun sonunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (1982) son aşamayı oluşturmaktadır.

Kolonicilik: bkz. sömürgecilik

Kore savaşı

Kore yarımadası 1945 Ağustos'unda, Rusya'nın Japonya'ya harp ilan etmesiyle kuzeyde Rus istilasına uğramış ve 38'inci paralelden itibaren Rusya ile ABD tarafından geçici olarak ikiye bölünerek Kuzey Kore yaratılmıştır. Ruslar kuzeyde komünist bir idare kurup çekilmişler ve 1948'de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adını alan devlet ortaya çıkmıştır. Böylece, ilerde iki ülkenin birleştirilmesi kararı da askıda kalmıştır. İki ülke arasında 38. paralel boyunca çeşitli sınır çatışmaları başlamış ve 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore Güney Kore'ye saldırıya geçmiştir.

Bu durumda, Birleşmiş Milletler bir karar alarak çok büyük kısmı ABD Kuvvetlerinden oluşan bir B.M. Kuvvetini Güney Kore'nin yardımına göndermiş, bu kuvvetler kuzeye doğru ilerleyerek Mançura'daki Çin sınırına yaklaşmışlardı. Çinliler de gönüllü kendi kuvvetleriyle Kuzey Kore'ye yardıma girişmişler, böylece savaş genişlemiş ve uzamıştır. B.M. Başkumandanı olan General Mac Arthur savaşın durması için bir ara Mançurya'ya atom bombası atılmasını önermiş ve bu yüzden görevinden alınmıştır. Daha sonra Temmuz 1953'de iki taraf arasında 38. paralel civarında mütareke imzalanmıştır.

Kore savaşı çok sayıda insan hayatına mal olmuş, dünya ekonomisine birçok maddenin fiyatını yükselterek önemli etkiler yapmıştır.

Türkiye'de 17 Ekim 1950 tarihinde Kore'ye General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir Tugay çıkarmıştır. Çeşitli görevler alan Türk Tugayı Kore'de büyük başarı göstererek, dünyanın takdirini kazanmıştır (Kunuri savaşı). Türk Tugayı Kore'de 900'den fazla şehit vermiş, 200 kişi de yara almıştır. Zamanla Türk Tugayının mevcudu indirilmiştir. Kore'de önemli bir Türk şehitliği vardır ve Ankara'da da 1973'de şehitlerin hatırasına bir anıt yapılmıştır.

Kore savaşından tarafların kayıplarının durumu ise şöyledir: Güney Kore ordusu 141 bin ölü ve 43 bin kayıp, Birleşmiş Milletler kuvvetleri 36 bin ölü vermiş, karşı taraftan Kuzey Kore ordusu 295 bin ölü, komünist Çin ordusu da 184 bin ölü vermiştir. (Kore'de sivil halktan da her iki kesimde 3 milyon kişi kadar ölmüştür.)

 

Körfez Savaşı, (1980-1988): bkz. İran-Irak Savaşı

Körfez Savaşı (Gulf War)

Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak'ın silahlı kuvvetleri 1 Ağustos 1990'da Kuveyt Krallığını, Kuveyt ülkesinin Osmanlı Devleti döneminde Basra eyaletine bağlı olduğu, Basra'nın da Irak'a ait olduğu gerekçesiyle işgal etmiştir. Pekçok ülke Irak'a geri çekilmesi konusunda uyarıda bulunmuş, ancak Irak bunları dikkate almamıştır. Birleşmiş Milletler 15 Ocak 1991'de, Irak'ın geri çekilmesi konusunda ültimatomu içeren bir karar almıştır.Ayrıca, ABD, 7 Ağustos 1990'da Suudi Arabistan'a askeri birlikler göndermiştir. 12 Ocak 1991'de ise ABD Kongresi, Başkan George Bush'un, Irak'a ABD kuvvetleri sevk etme planını onaylamıştır. Ardından, 430.000'i Amerikalı olmak üzere 28 koalisyon ülkesi kuvvetlerinden oluşan 700.000 kişilik askeri birlik Irak'a karşı koymuştur. Irak'ın müttefikleri sadece Filistin Kurtuluşu Örgütü (FKÖ) ve Ürdün olmuştur. Saldırının Hazırlanması sırasında Iraklılar, ülkedeki yabancı işçileri rehin almıştır. Bu rehinler arasında 1.200 İngiliz, 900 Amerikalı, 200 Japon, ayrıca daha az sayıda olmak üzere Polonyalılar ve Almanlar bulunmaktaydı. Irak kuvvetlerine karşı saldırı 17 Ocak 1991'de başlamış ve Iraklılar Kuveyt'ten geri çekilmişlerdir. Saldırı sırasında müttefikler tarafından 200 kişi ölmüş ya da yaralanmış buna karşılık 100,000 den fazla Irak'lı yaşamını yitirmiştir. Bunlar arasında siviller azımsanmayacak sayıdaydı. 180.000 Iraklı asker ise koalisyon güçlerine teslim olmuştur. Savaş sırasında Irak hava gücünün büyük kısmı, tahribattan korunmak için İran'a geçmiştir. ABD Başkanı Bush'un Iraklı liderleri ve özellikle de, kendi yönetiminden kaçan Kürtlere baskı uygulayan ve kimyasal ve nükleer silah materyallerini gelecekte kullanmak üzere saklayan Saddam Hüseyin'i yeterince takip edip uğraşmama kararı oldukça eleştirilmiştir. ABD gelecekteki muhtemel bir kullanım için bölgede 25.000 askerden oluşan bir kuvveti ve 200 hava gücünü bölgede bırakmıştır. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bir istatistiğe göre savaşın maliyeti 61.1 milyar dolar olmuştur. Savaşın açıklanan sebebi Kuveyt'in, Irak'ın saldırısından kurtarılmasıdır. Ancak bu savaşı soğuk savaş ertesi dönemde Amerikan'ın Pax-Amerikana'yı oluşturmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirenler de vardır. ABD bu savaşta, soğuk savaşta rastlanmayan bir askeri stratejiyi (orta yoğunlukta çatışma-mid-intensity conflict) uygulamıştır. ABD Irak'a yönelik bu stratejinin hazırlıklarına Körfez Savaşı'ndan birkaç yıl önce başlamıştır. Irak yönetimi, ateşkes antlaşmasından sonra, savaş sırasında ayaklanan Kürt ve Şiilere karşı askeri bir harekat düzenlenmiştir. Baskı karşısında Türkiye'ye sığınan Kürt, Şii ve Azeriler için Irak'ın kuzeyinde ve Türkiye'de sığınma kampları oluşturulmuştur. Irak'ta Zaho kenti çevresi koalisyon güçlerince denetim altına alınarak sığınmacılar için güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Kurulan yerleşim yerlerinin aşamalı olarak Birleşmiş Milletler denetimine bırakılması kararlaştırılmıştır.

Türkiye, Körfez savaşı sırasında Birleşmiş Milletler'in ambargo kararına uyarak, Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının kapatmış, ayrıca güneyde bulunan İncirlik ve Pirinçlik üslerini koalisyon güçlerinin kullanımına açmıştır.

Kudüs Sorunu.

Bir çok dinin inançlarına göre kutsal kabul edilen Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmesiyle başlayan sorun. Kudüs 1948 yılında İngilizler çekilince İsrail ve Ürdün arasında paylaşıldı. 1967'deki Altı Gün Savaşının ardından İsrail doğu Kudüs'ü işgal ederek kenti eli geçirdi. Ancak Birleşmiş Milletler'in daha önceki Filistin'in paylaşılması planında Kudüs'ün statüsü (corpus-separatum) uluslararası statüde -ayrılmış- kent olarak belirlenmişti. Kudüs sorununun çözümü 1991'de FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Açıklaması"nda 1996'ya ertelendi. 1996'daki ABD başkanlık seçimi, İsrail Knesset seçimleri, soğuk savaşın bitmesiyle diasporadan gelen yahudi göçlerinin artması ve Kudüs'ün kuruluşunun 3.000 yıldönümü kutlamaları sorunun çözümünü zorlaştıracak faktörler olarak görülüyor.

 

Kutsal İttifak.

Rus çarı I. Aleksandr, Avusturya imparatoru I. Franz ve Prusya kralı III. Friedrich Wilhelm'in, Napoleon'un yenilgisinin ardından başlayan II. Paris Antlaşması görüşmeleri sırasında kurdukları ittifak (26 Eylül 1815). Siyasal ve toplumsal yaşamda Hristiyan ilkelere bağlılığı güçlendirmeyi amaçladığını ilan edilen Kutsal İttifak'ın kuruluşuna Çar Aleksandr önderlik etti. Sonradan İngiltere veliaht prensi, Osmanlı padişahı ve papa dışında bütün Avrupa hükümdarlarının katıldıkları ittifak, fazla etkili olmamakla birlikte, liberaller ve sonraki tarihçiler tarafından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki tutucu ve baskıcı yönetimlerin aracı ve simgesi olarak kabul edildi. Napoleon sonrası dönemin önde gelen diplomatlarından Avusturya Dışişleri Bakanı Prens Klemens von Metternich ve İngiltere Dışişleri Bakanı Vikont Castlereagh ise Kutsal İttifak'ı önemsiz ve geçici bir birlik olarak değerlendirmişlerdir.

 

Kuveyt Krizi: bkz. Körfez Savaşı, 1991.

Küba Bunalımı, 1962

Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri'ni doğrudan savaşın eşiğine getiren uluslararası siyasal bunalım.

Küba'da Fidel Castro, 1959'da Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı devirerek iktidarı ele geçirmişti. Bu tarihten itibaren Küba'nın ABD ile ilişkileri bozulurken, SSCB ile gelişmiştir. Özellikle 1961 yılının Nisan ayında, ABD tarafından Küba'ya karşı düzenlenen başarısız Domuzlar Körfezi çıkartması ABD-Küba gerginliğini iyice artırmıştır. Bu arada 1962 Ocağında OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) devletleri Küba'nın OAS'tan atılmasını kararlaştırmışlardır. 1962 Ağustos'unda ABD istihbaratı Küba'ya bazı Sovyet füzelerinin yerleştirilmiş olduğunu saptamıştır. Bunun üzerine Küba'daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22 Ekim 1962 tarihinden başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de Küba limanlarına doğru Atlantik'te seyretmekte olması, daha önce 1948 tarihli Berlin ablukasında karşı karşıya gelen iki "süper devlet" arasında doğrudan bir çatışma olasılığını ortaya çıkarmıştır. Tüm dünyada bir nükleer savaş korkusu yaşatan bir kaç kritik gün içerisinde, kısmen Khruchchev liderliğindeki SSCB yönetiminin biraz geri adım atması, kısmen de taraflar arasında sürdürülen pazarlıklarda bir anlaşmaya varılması, krizin sıcak bir çatışmaya dönüşmesini önlemiştir. Sovyetler Birliği, Türkiye'de bulunan Jüpiter füzelerinin de sökülmesi kaydıyla Küba'daki füzelerin sökülmesini kabul etmiştir. Küba (Ekim füzeleri) bunalımının en önemli sonucu, soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde, "yumuşama" ve "görüşme" havası yaratmış olmasıdır. Bunalımın ikinci sonucu, NATO'nun Avrupalı ortaklarının, böylesine büyük bir bunalımda, yanı kendilerini de son derece tehlikede bırakan durumlarda, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüş olmalarıdır. Küba Bunalımı, her iki ittifak grubunda da üyelerin, stratejik değişikliklerle başlayan yeni uluslararası ortama uyum gösterme özlemlerine hız kazandırdı. Bunalım,ayrıca geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır. Son olarak, ABD ile Sovyetler Birliği arasında, iki devlet başkanının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri ile birçok yanlış anlamanın giderilmesi amacıyla bir doğrudan telefon hattı (hotline) kurulmuştur.

Küçük Antant (Petite Entente)

Birinci Dünya Savaşını izleyen devrede Avrupa'da oluşan yeni bloklaşmalardan biridir. Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya'nın aralarında kurdukları bir işbirliği ve ittifak sistemidir.

Küçük Antant; 1920'de Çekoslovakya-Yugoslavya, 1921'de Çekoslovakya-Romanya ve Yugoslavya-Romanya arasındaki ikili anlaşmalardan oluşmuştur. Amacı, bu savaş ertesi yeni devletlerin Orta Avrupa'daki güvenliklerini korumak (Alman, Macar ve Bulgar tehlikesine karşı) ve status quo'yu devam getirmekti. Fransa bu sistemin koruyucusu rolünü oynamış, bu ülkelerin dış siyasetini hayli etkilemiştir.

 

La Haye Konferansları

Devletler hukuku alanında sık sık değinilen Lahey Konferansları, başlıca 1899'da ve 1907'de olmak üzere iki defa toplanmıştır. Genel olarak milletlerarası anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ile savaş hukuku konularında bazı kurallar koyarak devletler hukukunun düzenlenmesi (codification) konusunda yararlı çalışmalar yapmıştır. Daha sonra 1930 yılında da bir diğer konferans daha yapılmışsa da, önceki ikisi kadar önemli sayılmaz.

Birinci Konferansta 26 ülke bulunmuş, hemen bütün Avrupa devletleri ile ABD de katılmıştır. İkinci Konferans ise 44 ülke arasında yapılmıştır.

Lahey Konferanslarında saptanan kurallar bazı sözleşmeler meydana getirmiştir. Bunlara Lahey Sözleşmeleri denmektedir. Örneğin, "Milletlerarası Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümlenmesine Dair Lahey Sözleşmesi" veya "Savaş Açılmasına Dair Lahey Sözleşmesi" bunlardandır.

 

Laval-Mussolini Anlaşması, 7 Ocak 1935

Fransız Pierre Laval ile İtalya Devlet Başkanı Benito Mussolini arasında yapılan anlaşma. Nazi Almanyası ortaya çıktıktan sonra ve özellikle 1934 Ekim'inde Dışişleri Bakanlığına gelen Pierre Laval ile birlikte, Fransa-İtalya münasebetleri hızla gelişti. Fransa İtalya'ya daha fazla kaydı ve anlaşma imzalandı.Anlaşma, Tuna ülkeleri konusunda bir pakt öngörmekteydi. Avusturya'nın bağımsızlığı garanti altına alınıyordu. Bu Avrupa'da barışın korunması için bir şart olarak kabul ediliyordu. Anlaşmada yer almayan fakat gizli görüşmelerde Habeşistan (Etyopya) bahis konusu olmuş ve Laval Fransa'nın bu konudaki ilgisizliğini açıklamıştır. Bu da Etyopya'nın İtalyanlar tarafından işgalini kabul ettiğini gösteriyor.

 

Lenin, Vladimir İ.

Asıl adı Vlamidir İliç Ulyanov'dur. 1917 Sovyet Devrimi'nin esin kaynağı ve önderi olan Marksist düşün, siyaset ve eylem adamı. İlk başkanlığını yaptığı (1917-1924) yeni Sovyet devletinin temellerini atmış, dünya işçi hareketinin yeni öncü örgütü olarak III. Enternasyoneli (Komintern) kurmuştur. Tarihinin en büyük devrimcilerinden biri ve Marx sonrası dönemin en etkili sosyalist düşünürü olarak kabul edilir. Marx'ın kuramlarına yaptığı katkılardan dolayı komünist hareketler genellikle Marsizm-Leninizm olarak anılmıştır.

Litvinov Protokolu, 9 Şubat 1929

Sovyetler Birliği'nin Briand-Kellog Paktının güttüğü aynı amacı kapsayan bir protokolü kendi komşuları arasında da en kısa zamanda yürürlüğe koymak için hazırladığı özel bir protokol. Kellog Paktı'nı Sovyetler, Batılıların Sovyet Rusya'yı izole etmek, çember içine almak ve Sovyet Rusya'ya karşı mücadele etmek ve kurdukları bir kombinezon olarak karşılamışlardı. Fakat Fransız hükümetinin daveti üzerine 1928 Ekim'inde Sovyet Rusya da bu pakta katılmıştır. Sovyetler, paktın silahsızlanmaya gereken önemi vermemiş olduğunu belirtmekle beraber paktın en kısa zamanda yürürlüğe girmesini sağlamak için Polonya ve Litvanya'ya özel bir protokol önerdi. Polonya bu protokole katılmak için Romanya ve diğer Baltık devletlerinin de katılmasını şart koşmuştur. Protokol 9 Şubat 1929'da SSCB, Letonya, Estonya, Romanya ve Polonya tarafından imzalanmıştır. Türkiye, Litvanya, İran ve Danzig de kısa bir süre sonra bu protokolü imzalamışlardır. Protokol ve pakt, tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmaları imzalamamış olan devletler ile SSCB arasında bu çeşit anlaşmaların yerini almıştır.

 

Locarno Antlaşmaları, 1 Aralık 1929

I. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa'da barışı korumak amacıyla Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere ve İtalya arasında imzalanan bir dizi antlaşma. 16 Ekim'de İsviçre'nin Locarno kentinde kaleme alınan antlaşmalar, 1 Aralık'ta Londra'da imzalanmıştır.

Locarno Paktı Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasındaki karşılıklı güvence antlaşmasını, Almanya ile Belçika ve Almanya ile Fransa arasındaki hakem antlaşmalarını, eskiden itilaf devletleri tarafından Almanya'ya verilen ve Milletler Cemiyeti sözleşmesinin 16. md.'ne göre sözleşmeyi çiğneyen bir devlete karşı uygulanacak yaptırımları açıklayan notayı, Fransa ile Polonya ve Fransa ile Çekoslavakya arasındaki güvence antlaşmalarını içeriyordu.

Güvence antlaşmasına göre Versailles Antlaşmasıyla (1919) belirlenen Almanya-Belçika ve Almanya-Fransa sınırları da değiştirilemezdi. Almanya, Belçika ve Fransa "meşru savunma" ya da Milletler Cemiyeti'nin koyduğu yükümlülüklerden biri nedeniyle doğacak durumlar dışında birbirlerine asla saldırmayacaklar, anlaşmazlıklarını barışçı yollarla çözümleyeeklerdi. Bu antlaşmanın ihlali durumunda, antlaşmaya imza koyan devletler, Milletler Cemiyeti'nin saldırıya uğradığına karar verdiği tarafın yardımına koşacaktı. Fransa'nın Polonya ve Çekoslavakya arasındaki anlaşmalar ise tahrik unsuru olmaksızın başlayan herhangi bir saldırı karşısında, tarafların birbirlerini desteklemelerini öngörüyordu. Pakta ayrıca Ren Bölgesinin kararlaştırılmış tarihten beş yıl önce 1930'da boşaltılması öngörülüyordu.

Locarno'nun açık anlamı, Almanya'nın batı sınırlarını değiştirmek için zor kullanmaktan vazgeçip doğu sınırları konusunda hakem kararına uymayı kabul etmesi, İngiltere'nin ise Belçika ve Fransa'ya askeri destek sağlamayı kabul ederken aynı güvenceyi Polonya ve Çekoslovakya için vermemesiydi. Uluslararası politika açısından önemli kısa ve uzun vadeli sonuçları olmuştur. Savaştan sonra ilk kez Fransa ile Almanya'nın ilişkilerini normalleştirdi. Almanya'yı yeniden Avrupa'nın büyük devletleri arasına alarak Dawes Planının başlattığı işi bitirdi.

Uzun vadeli sonuçları, tüm savaş sonrası düzenin üzerine oturduğu Versailles Antlaşmasının başka antlaşmalar ile teyid edilmedikçe bağlayıcı olmadığını açıkça olması bile, üstü kapalı ortaya koymuştur. Bu da Versailles düzeninin iflası demekti. 2. olarak hükümetlerin kendilerini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen sınırların korunması için askeri harekata girişmeyecekleri açıkça ortaya çıkmıştır.

Belirli bir süre Avrupa'daki barış yanlılarını umutlandıran bu anlaşmaların yarattığı yumuşama havası, 1936 yılında Hitlerin Ren bölgesine asker sokması ile sona erdi.

 

Londra Boğazlar Sözleşmesi, 17 Ocak-13 Haziran 1871

Rusya'nın ilan etmiş olduğu Karadeniz'in tarafsızlığının (1856 Paris antlaşmasının 11, 13 ve 14. maddeleri) kaldırılmasını onayladı; fakat boğazlar kapalı olmağa devam etti. Kırım savaşına son veren Paris Antlaşmasıyla Karadeniz'in tarafsızlığı kabul edilmişti. Buna zorunlu olarak uyan Rusya, 1871'de Fransız Alman Savaşının Fransa aleyhine sonuçlanmasıyla Paris Antlaşmasındaki bu hükmü tanımadığını belirtti. Osmanlı İmparatorluğunun başvurusu üzerine toplanan konferansta imzalanan antlaşmayla Karadeniz'in tarafsızlığı ve barış zamanlarında Osmanlı İmparatorluğu'na Boğazlar'ı kapalı tutma yetkisi tanıyan Paris antlaşmasındaki madde kaldırıldı. Ancak gerektiğinde Osmanlı devletinin dost ve bağlaşık donanmaları içeri almakta serbest bırakılması, Osmanlı Devleti için önemli bir ödün olduğu kadar Rusya açısından da yeni bir tehdit öğesi oluşturdu.

 

Londra Deniz Silahsızlanma Konferansı, 21 Nisan 1930

1930 yılının Ocak ayında deniz silahlarının sınırlandırılması konusunda toplanan konferans. 1928'de Briand Kellog Paktı'nın oluşturduğu barışçı atmosfer bu antlaşmaya yol açmıştır. Görüşmeler sonunda hazırlanan antlaşma iki kısma ayrıldı. İlk kısımda, ABD, İngiltere ve Japonya daha küçük tonajda savaş gemilerinin de sınırlandırılabilmesi konusunda anlaşmaya vardılar. İkinci kısmı ise, deniz savaşının düzenlenmesine ilişkin hükümleri içermekteydi. Bu konferans Uzakdoğu'da büyük bir güç olarak ortaya çıkan Japon ile bölgenin üstün gücü ABD arasındaki rekabetin açıkça ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1933 yılında ABD Başkanlığına seçilen Roosevelt'in, Amerikan donanmasına geliştirici önlemler almasıyla Japonya 1934'te bu antlaşmaya uymayacağını belirtti. İngiltere'nin Londra'da yeni bir konferans toplama çalışmaları da Japonya'nın isteksizliği yüzünden sonuçsuz kaldı ve 1936'da Konferansı terkeden Japonya hiçbir kısıtlamaya uymayarak savaş gemileri yapımına başladı.

 

Londra Konferansı, 1912 ve 1921

Balkan Savaşı sırasında1912 Aralık ayının ortalarında aynı anda başlayan iki ayrı uluslararası konferans. Bunlardan birinde Osmanlı ve Balkan ülkelerinin temsilcileri karşı karşıya geliyordu. Diğeri ise, Avrupalı altı büyük devlet temsilcisinden oluşmaktaydı. Osmanlının ve diğer tarafın koruyucuları vardı. Avusturya-Macaristan ve Almanya İstanbul hükümetini, Rusya ve Üçlü İtilaf devletleri de Balkan ülkelerini destekliyordu. Konferansta, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği ve altı büyük devletin denetimi altında özerk bir Arnavutluk kurulması kararlaştırılmıştır. Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğundan Avrupa'daki sınırını Midye-Tekirdağ çizgisine çekmesi, Edirne'nin teslim edilmesi, Ege denizindeki tüm haklarından vazgeçmesi isteniyordu. Bu istemler İstanbul hükümetince kabul edildiği sırada 23 Ocak 1913 günü Jön Türkler darbe ile iktidara geçmişler ve konferans sonuçları uygulanamamıştır.

I. İnönü Savaşı'nda elde edilen başarı sonucu Batılı devletler bir konferans düzenlemeye karar verdiler. Londra Konferansı 21 Şubat'tan 12 Mart 1921'e kadar devam etmiştir. Londra görüşmelerinde Bekir Sami Bey, Ankara ve İstanbul temsilcileri arasında varılan bir anlaşma sonucunda, her iki heyet adına hareket etmiştir. Türk temsilcilerinin Londra temaslarını iki kısma ayırmak gerekir. Birincisi, Türk temsilcilerinin Müttefik devletlerle yaptıkları genel görüşmeler; ikincisi de Ankara heyeti başkanı, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey ile İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri arasındaki görüşmelerde hazırlanan andlaşma tasarılarıdır. Ankara hükümeti Bekir Sami Bey'in yaptığı anlaşmaları kabul etmedi. Bir anlaşma gerçekleşmemiştir. Ama bunu önemi Ankara hükümetinin Avrupa devletleri tarafından gizli bir şekilde de olsa tanınması ve İtilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarını ortaya çıkarmasıdır.

 

Londra Konferansları, 1955-1959

Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında düzenlenen iki konferans. I. Londra Konferansı'nda (29 Ağustos-7 Eylül 1955) bir sonuç elde edilmezken, II. Londra Konferansı'nda (19-23 Şubat 1959) Kıbrıs'ın bağımsızlığı kabul edilmiştir. Belirli bir süre Kıbrıs sorununun varlığını kabul etmeyen İngiltere, Ada'daki gelişmeler hızlanınca, Türkiye ve Yunanistan'ın katılacağı bir konferans toplamaya karar verdi. I. Londra Konferansında İngiltere, egemenlik kendisinde kalmak üzere, Kıbrıs'a özerklik verilmesini ve Ada'nın savunmasında Türkiye ve Yunanistan'ın yeralması tezini savundu. Türkiye, Ada'nın tarihsel geçmişe göre kendisine verilmesi gerektiğini ileri sürdü. Yunanistan ise Kıbrıs halkına kendi geleceğini belirleme hakkının verilmesinde ısrar etti. Konferans bir sonuca ulaşamadan dağıldı.

II. Konferans, Aralık 1958'de Paris'te yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı vesilesiyle Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Dışişleri Bakanlrı Kıbrıs'a bağımsızlık verilmesi üzerinde görüşmeler yaptılar. Daha sonra Zürich'te biraraya gelen Türk ve Yunan tarafları prensip olarak anlaştılar (11 Şubat 1959). Kıbrıs anlaşmazlığına böyle bir çözüm daha önce 1958 yılında Makarios tarafından ortaya atılmıştı. Antlaşmayı Londra'da Lancester House'de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere başbakanları imzaladılar. Antlaşmaya göre Ada'da Türklerden ve Rumlardan meydana gelen ikili bir yönetim tarzı uygulanacak ve Kıbrıs devletinin bağımsızlığı Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantisi altında bulunacaktı. Kıbrıs, hiçbir devlete katılmayacak; Türkler bir azınlık muamelesi görmeyecek, Ada'nın savunmasına Yunanistan ve Türkiye katılacak, İngiltere buradaki bazı askeri üslerini koruyacaktı.

Ada'nın Temsilciler Meclisinde her iki cemaat belirli oranlar içerisinde üye bulunduracak; Cumhurbaşkanı Rumlardan, yardımcı Türklerden seçilecekti. Türkler, kurulacak Kıbrıs ordusuna %40, mahalli kolluk kuvvetlerine ve yönetime %30 oranında katılacaklardır. Bakanlar kurulunun 3 üyesi Türk, 7'si Rum olacaktı. Antlaşmada daha birçok kurumun, "ikili yönetime" göre nasıl kurulacağı hakkında ayrıntılı hükümler yer aldı.

Louis, 14.

17. yüzyılda (1638-175) Fransa'da hüküm süren kral. 1943'te beş yaşındayken Fransız tahtına çıktı. Bunda önce yönetimde, kral Naibi Kardinal Nazarin vardı. 14. Louis 1661'de 23 yaşında iken ülkenin yönetimini ele aldı ve 1715'te ölene kadar tam 72 yıl iktidarda kaldı. Çağdaş tarihin iktidarda en uzun süreyle iktidarda kalan monarkıdır. Kendi döneminde, yönetimde mutlakiyet hakimdi. 16. yüzyılda yaşanan din savaşları ve Westphalia Barışı sırasında 1648 ayaklanmaları, Almanya'yı küçük devletlere bölmüş, Fransa'ya da dünya üstünlüğünü ele geçirmesini sağlamıştır. 14. Louis, sınıflara bölünmüş bir Fransa'nın bütünleştirilmesinde tek gücün ulusal monarşinin olduğuna inanmıştır. Merkeziyetçi otoritesini kurduktan sonra, orduya çekidüzen verdi. Çünkü askerler önceden istedikleri ülkeye hizmet ediyorlardı. Bunlara sürekli oturacak barakalar kurdu, emir komuta zinciri kurdu ve tek bir üniforma giydirdi. 14. Louis bunları içerde yaparken, dış politikada da çeşitli stratejiler uyguladı. Bu stratejinin temelinde genişleme yatıyordu. Doğuya ve Ren bölgesine doğru genişlemek ve İspanya Hollandasını (Belçika) kendi ülkesine ilhak etmek istedi. Bir de İspanya kralı II. Charles'in kızkardeşi ile evlenmişti). Bu konudaki amacı, Avrupa'nın öteki devletlerinin bağımsızlıklarına son verecek olan, "evrensel monarşi" kurmaktı.

Arkasında büyük bir miras bırakacak olan İspanya Kralı II. Charles'in ölmesi ile 1700 yılında Avrupa savaş ile karşı karşıya gelmişti. Miras üzerinde en büyük hak sahibi, II. Charles'in iki kızkardeşi ile evli bulunan Habsburg İmparatoru ve Fransa Kralı'ydı. II. Charles ölmeden önce mirasın kime kalacağı konusunda vasiyet bırakmıştı. Vasiyete göre İspanya toprakları parçalanmadan bir bütün olarak 14. Louis'in torununa kalacak ama taht hiç bir zaman birleştirilmeyecekti. 14. Louis kabul etmezse, Habsburg İmparator'unun oğluna verilecek. 14. Louis bu mirası kabul etti ve savaş başladı. Savaş sonunda Utrecht Barış Antlaşması imzalanacak ve İspanya tahtına 14. Louis'in torunu II. Philippe geçecektir.

 

Lozan Antlaşması, 1923

Kurtuluş savaşımızın sonunda, yeni Türk devleti ve diğer imzacı ülkeler arasında yapılan barış antlaşması ile Türkiye tam bağımsızlığını bütün dünyaya kabul ettirmiş oldu. Bugünkü sınırlarımız ile dış ilişkilerimizin bir kısmı da Lozan Barış Antlaşmasına göre saptanmış ve yürütülmektedir.

20 Kasım 1922'de başlayan ve çok çetin geçen görüşmeler, aradaki bir kesilme döneminden sonra, 24 Temmuz 1923'de sonuçlanarak bu tarihte Antlaşma imzalanmıştır. Daha sonra da TBMM'de 23 Ağustos 1923 günü 340, 341, 342 ve 343 sayılı kanunlarla kabul olunmuş ve böylece hazır bulunan 227 üyeden 213'ünün olumlu oyu ile tasdik olunmuştur. Aynı gün, İstanbul ve Boğazlar bölgesindeki müttefik kuvvetleri ve donanmasının çekilmesi istenmiş ve 6 hafta içinde gitmişlerdir.

Lozan Konferansında Türkiye'yi baş delege olarak, o sırada Dışişleri Bakanı bulunan İsmet İnönü temsil etmiştir.

Lozan Barışıyla özet olarak şu sonuçlara ulaşılmıştır:

Henüz tespit edilmemiş güney sınırları hariç Türkiye'nin yeni sınırları Milli Misak ile kabul edilen sınırlardı. Türkiye Müttefiklere hiç bir tazminat ödemeyecekti. Kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Türkiye'de bulunan yabancılar ve yabancı kurum ve okullar Türk kanunlarına tabi olacaklardı. Yunanistan ile ahali mübadelesinden sonra, Türkiye, halkının büyük çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği mütecanis bir devlet haline gelmişti. Boğazlarda, tam kontrol hakkını kulanmamakla beraber egemenliği ve bağımsızlığı üzerine konulan tehditlerin bir çoğunu kaldırmaya muvaffak olmuştu.

Lozan'da imzalanmış olan belgelerin dökümü ise şöyledir:

1. Türkiye ile İngiltere, Fransa, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Barış Andlaşması).

2. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya, Yugoslavya arasında (Boğazların Usulüne Dair Sözleşme),

3. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Trakya Sınırlarına Dair Sözleme),

4. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Ticaret Sözleşmesi),

5. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Yunanistan arasında (Genel Af ile İlgili Beyanname ve Protokol).

6. Yunanistan'daki Müslümanların malları hakkında (Yunan Beyannamesi).

7. Sağlık Sorunlarına Ait Türk Beyannamesi

8. Adalet işlerinin İdaresine ait Türk Beyannamesi

9. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında Osmanlı İmparatorluğunca verilmiş olan bazı imtiyazlara dair Protokol ve (Türk Beyannamesi),

10. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya arasında Lozan'da imza edilen belgelerin bazı hükümetlerine Belçika ve Portekiz'in katılmasına dair Protokol ve (Belçika Beyannamesi) ile (Portekiz Beyannamesi).

11. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya arasında İngiltere, Fransa, İtalya tarafından işgal edilen Türk arazisinin boşaltılmasına dair Protokol ve (Türk Beyannamesi).

12. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan arasında Karaağaç arazisiyle Bozcaada ve İmroz adalarına dair Protokol.

13. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan arasında Yunanistan'daki azınlıkların korunması hakkında başlıca müttefik devletler ile Yunanistan arasında 10.08.1920 gününde yapılmış andlaşması ile Trakya'ya ait olarak aynı devletler arasında aynı günde yapılan andlaşmaya dair Protokol.

14. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan arasında, Yugoslavya tarafından Barış Antlaşmasının imzasına dair Protokol.

15. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Belçika, Portekiz arasında Lozan Konferansının bitimine ait Belge.

Barış Andlaşmasının kapsamı içinde olarak Türkiye ile Yunanistan arasındaki Rum ve Türk ahalinin karşılıklı değiştirilmesine dair Andlaşma 30.1.1923'de imzalanmıştır.

Atatürk, Nutkunda, Mondros Mütarekesinden sonra Müttefik devletlerce Türkiye'ye dört defa barış teklii yapıldığını, ilk üçünü Türk milletini tatmin etmekten çok uzak olduklarını, dördüncü ve son teklifin Lozan Antlaşması ile sonuçlanan görüşmeleri başlattığını belirterek ayrıntılarını vermiş ve Lozanı bir zafer olarak nitelemiştir.

 

Lusaka Konferansı, 1970

Bağlantısızların Zambia'nın başkenti Lusaka'da yaptıkları üçüncü bağlantısızlar toplantısı. "Barış, Bağımsızlık, İşbirliği ve Uluslararası İlişkilerin Demokratikleştirilmesi Üzerine Lusaka Deklarasyonu" ile bağlantısız bir dış politika izleme özlemi kararlı bir biçimde bir daha ilan edilmiştir.

Lübnan Sorunu

Ortadoğu sorununun önemli bir parçası durumundaki olaylar. Lübnan, 1970'lerin ortalarında taraflarını Hıristiyan sağcılar, Müslüman solcular, Suriye birlikleri, İsrail ve BM Barış Gücü'nün oluşturduğu bir iç savaş içine girdi. Bu çatışmanın nedenleri, Lübnan'ın iç yapısında ve bölgenin özelliklerinde aranmalıdır.

Bir kere Lübnan çeşitli dinsel ve etnik bölüntülere ayrılmış olup bir ulus-devlet görünümünde değildir. Ülkede hiçbir mezhep çoğunluğa sahip olamamıştır. Bunlar arasında Müslüman Sünniler, Şiiler, Düriziler, Hristiyan Maruniler, Yunan Ortodokslar, Katolikler ve Yahudiler en önemlilerini oluşturmaktadır. Bu etnik ve dini mozayiğe bir de 1970'te Ürdün'deki iç savaşı kaybederek bir anlamda bölgeden sürülen Filistinliler eklenmiştir. Burada bir yandan Hıristyan, Batı kültürü ile öte yandan İslam ve Doğu kültürü aynı potada erimemektedir. Lübnan toplumunun ailelere bölünmüş yapısı ülkenin siyasal yaşantısına kişisellik özelliği katmıştır. Siyasal iktidarın bozulduğu dönemde iktidarı ele geçirme çabaları büyük çatışmalara yol açmaktadır.

Lübnan 1943 yılında tam bağımsız olduğundan bu yana siyasal istikrarını geleneksel olarak bir Hristiyan başkan ve müslüman bir başbakan seçerek sürdürüyordu. Hristiyanlar mecliste ve hükümette çoğunluğu ellerinde bulunduruyorlardı.

Filistinlilerin de Lübnan'a gelmesi dengeyi iyice bozdu. 1975 yılında sağcı ve Hristiyanlar, solcu Müslümanlar ve Filistin gerillaları arasında bir savaş çıktı. Bir yıl sonra da Suriye, ABD ve İsrail'in onayı ile çatışmaları durdurmak için müdahale etti. 1978 yılında İsrail Güney Lübnan sınırından içeri girdiyse de BM Barış gücü gelince geri çekildi. Bu tarihten itibaren Lübnan'a saldırı için fırsat kollayan İsrail bir harekatı başlatarak Lübnan'ın güneyini işgal etti. Sonuçta Arafat ve Filistinliler bölgeden çekilirken, Lübnan'da yeni bir mücadele dönemi başlıyordu. 1980'li yıllar Lübnan'a özlediği barışı getiremedi ve 1975'te başlayan iç savaş hızını artırarak sürdürdü. Özellikle İsrail'in bölgede çekilişi sırasında ülkede, Devlet Başkanı Emin Cemayel dışında üç güç odağı ortaya çıktı. Hristiyanlar, Düriziler ve Şii Emel Örgütü. Saldırılara hedef olan Uluslararası Barış Gücü 1984 yılında ülkeden çekildiyse de İsrail askeri varlığını sürdürdü. 1986'dan sonra Suriye birlikleri, Şii Emel milisleri ve Filistinliler arasında yeni çatışmalar çıktı. 1989 yılında ise iç savaşın yeniden alevlenmesi, yeni seçilmiş başkan Rene Moawad'ın bir suikast ile öldürülmesi ve Batılı rehineler bunalımı sürmekteydi. Ordu komutanı Michel Aoun Hristiyanlar'ın lideri olarak ortaya çıktı. Auon, Suriye'nin Lübnan'dan elini eteğini tümüyle çekmedikçe herhangi bir anlaşmaya varamayacağını açıkladı. Aynı yıl içinde Arap Birliği Örgütü'nün çeşitli arabuluculuk komitelerinin çabaları sonuç getirmedi. Nihayet, 22 Mayıs 1991 tarihinde Suriye ile Lübnan arasında imzalanan bir antlaşma ile Suriye 1943 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk defa Lübnan'ı ayrı ve bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Bu tarihten sonra Lübnan merkezi hükümetinin en önemli sorunları, etnik dengelerin bozulup yeni çatışmalara yol açmasını engellemek, ülke topraklarının her tarafında denetimi sağlamak ve İsrail'in zaman zaman saldırıda bulunduğu gerilla kamplarının ne yapılacağı konusunda açıklık kazandırmaktır.

 

Maastricht Zirvesi (Maastricht Summit), Aralık 1991

Avrupa Topluluğu üyesi oniki ülkenin Hollanda'daki Maastricht kentinde Aralık 1991'de, 1992'de yürürlüğe girmek üzere ortak bir Avrupa pazarına geçiş prosedürünü modernize etmek amacıyla düzenledikleri toplantı. Zirvede kararlaştırılan ana konu, geri dönülmez olarak değerlendirilen birliğin siyasal, ekonomik ve parasal yönü idi. Avrupa Topluluğu, dünyanın en geniş piyasası olarak, malların ve insanların serbest dolaşımı ile global güçlerden birisi olabilecektir.

Macar Ayaklanması, 1956

Macaristan'daki Sovyetler Birliği karşıtı ayaklanma. Stalin'in ölümünün ardından SSCB'de sözkonusu olan değişiklikler Macaristan'a da yansımıştı. Macaristan'daki Rakosi yönetimi, öteki Doğu Avrupa ülkelerine göre enyeni, kapalı ve halktan kopuk olanıydı. Böyle bir yöneticiye Sovyet önderliğinin geri görüşleri anlatılmalıydı. Rakosi istenen değişiklikleri yapmayınca Sovyet yöneticileri Rakosi'nin tek adam yönetimine son vererek, 1953'te iktidara Liberal görüşlü İmre Nagy'nin gelmesini sağladılar. Nagy'nin başbakanlığı sırasında yöneldiği liberal uygulamalar Sovyetler'i endişelendirdi. Bunun üzerine 1955 Nisan'ında sağcı sapma ve hizipçilik ile suçlanarak, Moskova'nın da oluru ile görevinden uzaklaştırıldı. Rakosi bazı serbestlikler tanıdıysa da başarılı olamadı. Ayrıca bu sırada Polonya'daki Poznan ayaklanmasının olması da onu tedirgin etti. Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi 24 Ekim'de İmre Nagy'i yeniden başbakanlığa getirdiyse de durumu denetim altına alamadı. Sovyetler Birliği aleyhinde gösteriler ve grevler daha da arttı. Tam bu sırada Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getirilen Sanos Kadar'ın yaptığı çağrılar da olayın hızını kesmedi. Bu arada daha önceden önemli yerleri tutmuş olan Sovyet tanklarının olaylara müdahalede bulunması Macar halkına birleştirdi ve Sovyetler'e karşı mücadeleyi güçlendirdi. Bu durumda başbakan İmre Nagy ile Sovyetler Birliği'nin arası iyice açıldı. 4 Kasım sabahından itibaren Sovyet tankları Budapeşte'yi tamamen işgal ederken Kadar'da başbakanlığa getirildi. Böylece ayaklanma bastırılmış oldu. Kadar 1960'lara kadar koyu bir baskı politikası uygulamışsa da bu tarihten sonra kısmi liberalleşme hareketlerine girişmiştir.

 

Mac Arthur Planı

İkinci Dünya Savaşı'nın Pasifikteki başarılı komutanlarından ve savaş sonrasında Japonya'da A.B.D. yönetiminin başı olan General Mac Arthur, Kore Savaşı sırasında Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Başkomutanlığında bulunduğu sırada, Çinlilerin de Kuzey Koreliler yanında aktif şekilde savaşa katılması üzerine en uygun çare olarak, Kore'ye Bitişik Çin topraklarına atom bombaları atılmasını planlayıp A.B.D. hükümetine önermiş ve görevinden alınmıştır. Buna rağmen, Generalin Amerika'ya dönüşü büyük bir olay oldu ve halk kendisini tam bir kahrman gibi karşıladı.

Magna Carta, 1215

Kral "Yurtsuz" John ile baronlar arasında Runnymede çayırında imzalanmış olan belge. Kıran kırana bir savaşın sonucunda, kralın baronlara yenilmesiyle kabul edilmiş olan bu "Büyük Özgürlük Fermanı"nın olağanüstü önemli, çağcıl demokrasi tarihinde kralın yetkilerini sınırlayan ilk temel belge olmasıdır.

Magna Carta'yı oluşturan 63 madde İngiliz feodal toplumunun çeşitli sınıf, katman ve kurumlarının geleneksel olarak sahip oldukları hak ve özgürlükleri güvenceye bağlamaktadır. Bu sınıflar içinde en önemlisi baronlardır. Bunun yanısıra özgür köylüler var. Ayrıca fermanda, geleneksel uyruk hakları de resmen anımsatılıp açıkça tanınmaktadır. Kilise'nin tam özerk olmasını sağlayan temel ayrıcalıklar burada yinelenmiştir.

Magna Carta anımsattığı bu temel hak ve özgürlükleri güvenceye de bağlamıştır. Bu haklar, 1)Adalet satılmaz, reddedilemez, geciktirilemez, 2)Suçsuza ceza verilemez, 3)Ceza suçla orantılı olmalı, 4)Zoralım yasak, 5)Kendilerinin izni olmadan uyrukların araçları kullanılamaz, 6)Ülkeye giriş ve çıkış serbesttir, 7)Tam bir ticaret serbestisi vardır.

Makedonya Sorunu

19. ve 20. yy'da Makedonya bölgesini ele geçirmek isteyen Balkan devletleri arasında başgösteren anlaşmazlık. Bulgaristan'ın bölgeyi alma girişimi, 1878'de İngiltere ve öteki büyük güçler tarafından engellendi. Daha sonra bölge üzerinde hak iddia eden Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan, I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlıların bölgedeki egemenliğine son vererek 1913'te Makedonya'yı 3'e ayırdılar. I. Dünya Savaşı'nda Bulgaristan, bölgenin Sırbistan'a ait bölümünü kendi topraklarına kattıysa da 1919'da kendi topraklarının da bir bölümünü kaybederek bölgeden çekilmek zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Makedonya'nın Sırbistan'a ait bölümü, Yugoslavya'yı oluşturan altı Cumhuriyet'ten biri oldu.

 

Marshal Planı (Marshall Plan)

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD tarafından Avrupa ülkelerine yardımda bulunmak ve bu ülkeleri kısa zamanda geliştirip güçlenmelerini sağlamak amacıyla hazırlanan bir program.Savaştan sonra Avrupa ülkeleri, yıkılan ekonomilerini onarmak için yoğun bir çabaya girişmişlerdir. Bunun için gerekli olan makine ve donatım ancak ABD'den sağlanabilirdi. Dolayısıyla bu ülkelerin tüm döviz ve altın rezervleri ABD'ye akmış ve büyük bir döviz darboğazı içine sürüklenmişlerdi. Bu koşullar altında zamanın ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Avrupa'ya programlı yardım yapılması önerisinde bulundu. Bunun üzerine bir Avrupa Onarım Programı (European Recovery Program) hazırlandı. Öneri sahibinin isteminden dolayı buna Marshall Programı da denir. Marshall Programı, 1948 yılında Başkan Truman tarafından imzalananbir kanun ile kabul edildi. Program dört yıllık bir süreyi kapsamaktaydı. Program çerçevesinde yapılan yardımlara da Marshall Yardımları denmektedir. ABD, yardımları karşılığında Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri almalarını ve aralarında yakın bir işbirliği gerçekleştirmelerini istiyordu. Böylece Avrupa ülkelerinin ABD'ye bağımlılıkları da azaltılmış olacaktı. Bu ortamda Avrupa ülkeleri aralarında gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını dağıtmak üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC)'nü kurdular. 17 BatıAvrupa ülkesinden her biri, 1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayacak, ekonomisini toparlayacak, üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler alacaktı. Bu planlar OEEC tarafından gözden geçirilece ve aralarında uyum sağlanacaktı.Aslında bu koordinasyon, ABD'ye bir ölçüde üye ülkelerin ekonomik, para ve mali politikaları üzerinde denetim olanağı sağlıyordu. Kısacası, Marshall Programı'nın başlıca iki amacı vardı. Birisi, sağlanacak dış yardımlarla Avrupa ülkelerinin yıkılan ekonomilerinin onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak, diğeri de Komünizmin Batı Avrupa'daki yayılışına engel olmaktı. Savaş sonrası dönem dünyada "soğuk savaş"ın başlangıç dönemidir. Dolayısıyla ABD, ne pahasına olursa olsun Komünizmin yayılışına set çekmek istiyordu. Diğer yandan, Batı Avrupa, ABD'nin geleneksel bir piyasası durumundaydı. O bakımdan bu piyasayı yeniden canlandırmakla ihracat olanaklarını artırmayı umuyordu. Avrupa Onarım Programı'nın uygulandığı dört yıllık süre içerisinde ABD, Avrupa'ya 11.4 milyar $ yardım yaptı, bunun %90'ı doğrudanhibe şeklinde idi. En fazla yardım alan ülkeler İngiltere (%24), Fransa (%20), Federal Almanya (%11) ve İtalya (%10) idi. Aza miktardaolmakla birlikte Türkiye de yardım alan ülkeler arasında idi. Marshall Programı, Amerikan yardımının sadece bir yönü idi. 1945'de başlayan Amerikan yardımı, 1955'e kadar 51 milyar doları buldu. Bu yardımlar tüm Batı Blokuna yapılan yardımları kapsar.

 

Mc Mahon Hattı

1914'de Çin ile Hindistan arasındaki sınırı saptayan İngiliz delegesinin çizdiği hattın ismi. Çin daha sonra bu hattın çizilmesinde kendisine haksızlık edildiği görüşünü savunmuştur. Bugün de aynı görüştedir.

 

Megali İdea

Yunanca "Büyük Fikir veya İdeal" anlamına gelen bu deyim, Yunanistan'ın yayılma ve büyüme siyaseti ve engellerini açıklayan bir slogandır. Eski İskender imparatorluğu ve Bizans imparatorluğu devrinden esinlenen bu görüşün bütün Yunanlıları bir araya toplayan irredantist bir yönü olduğu gibi, eski toprakların geri alınması ve yenileri de katılmasıyla bir imparatorluk kurma hayaline dayanan emperyalist bir yönü de bulunmaktadır.

 

Meiji Anayasası (Meiji Constitution)

1889'da Japon imparatorluğu döneminde, seçilmiş üyelerden oluşacak kanun yapıcı bir organın kurulmasını öngören anayasa. Bu anayasa, daha sonra 1947'de yerini modern bir anayasaya bırakacaktır. Tokugawa şogunluğunun yıkılmasından ve 1868'deki İmparator Meiji'nin restorasyon çalışmasından sonra Japon ulusunun hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Modern Japonya'nın kurucu babalarından birisi, bir devlet adamı daha sonra da başbakan olan Ito Hirobumi'dir. Hirobumi, 1870'de iyi bir anayasa bulup incelemek üzere bir yolculuğa çıkmış, ilk kez Amerikan modelini değerlendirmiş ancak pek tatmin edici bulmamıştır. Çünkü Amerikan modeli istikrarlı bir hükümetin kurulması ve korunması konusunda yetersiz kalıyordu. Aranan model Berlin'de bulunmuştu. Ito, Lorenz von Stein'in geliştirdiği, kontrolsüz bir bireyselcilikten uzak ve yığınların gereksinimlerini dikkate alan "sosyal monarşi" düşüncesini benimsemiştir. Sonuçta, Alman Anayasası'nın 71 maddesinde 46'sını hemen hemen harfi harfine alan Meiji Anayasası Japonya'da 1881'de kabul edilmiştir. Bu anayasa ile Japonya'da bürokrasinin resmi sorumluluğunun, disiplinin, ekonominin ve verimliliğin altı çizilmiştir.

Merkantilizm

Devlet gücünü ve güvenliğini artırmak için bir ulusun ekonomik yaşamını düzenleyen hükümet uygulamaları ve ekonomik felsefesidir. Merkantilizm 16. yy.'da 18. yy.'a kadar Avrupa devletleri tarafından izlenen bir modeli oluşturdu. Bu dönemde Avrupa'da feodalizm çöküp yerine devletler kurulmuş ve ticaret kapitalizmi gelişmiştir. Bunun temelinde devletçilik, ulusal ekonomiyi korumacılık ve sanayileşme vardır. Her devlet ihracatın ithalattan fazla olmasını sağlamaya çalıştı. İstenen ticaret dengesi altın ve gümüşün içeriye akışıyla sonuçlandı. Bu yolla dış ticaret bilançosundan fazlalar oluşacak ve devlet zenginleşecekti. Merkantilizmin gelişmesinde coğrafi keşiflerin artması da önemli bir rol oynamıştır. Sistemde içe karşı müdahalecilik, dışa karşı korumacılık sözkonusudur. İçerde mamul maddelere düşük taşıma maliyetleri ve yüksek fiyatlar önerildi. Koloniler ucuz hammaddelerin kaynağı ve phalı ürünlerin pazarı olarak kullanıldı. Merkantilizm, daha çok devleti güçlendirmeye yönelik bir dış ticaret doktrini ve politikasını ifade etmektedir. Komünist devletler politik amaçlarını ekonomik politikanın üstünde tutarak merkantilist fikre en yakın olanlardır.

Merkantilizm sistemi, 18. yy. sonları ve 19.yy.'ın başlarında bireyci laissez faire'ci kapitalist teoriler yerini alana kadar uluslararası ekonomiyi yönlendirdi.

Merkantilizmin Fransa'daki uygulamasına Colbertizm, Almanya ve Avusturya'daki uygulamasına Kameralizm ve İspanya'dakine de Bulyonizm denmektedir.

 

Metternich

Avusturyalı tutucu devlet adamı. Napoleon'u yenilgiye uğratan ittifakın oluşmasına katkıda bulunmuş ve Viyana Kongresi'ni (1814-15) toplayarak Avusturya'yı yeniden Avrupa'nın önde gelen devletlerinden biri durumuna getirmiştir.

Metternich, Napoleon'a karşı genel bir Alman ayaklanması başlatma gibi görüşlerinden zamanla vazgeçti. Her türlü halk hareketine karşı duymaya başladığı tepki, çok uluslu devlet yapısını statükocu bir yaklaşımla korumaya yönelmesine yol açtı. Öte yandan dış politikada Avrupa'da güç dengesi öğretisinin en kararlı savunucusu durumuna geldi.

Metternich'in Avusturya'yı eski gücüne kavuşturma çabaları, Viyana Kongresiyle doruğa ulaştı.

Zamanla baskının ve gericiliğin nefred edilen bir simgesi haline geldi.1848'de yükselen devrimci dalganın ilk kurbanı olarak 13 Mart'ta istifa etmek zorunda kaldı.

Mihver Devletleri

II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında müttefik devletlere karşı savaşan devletler. İttifak halindek İngiltere ve Fransa'ya karşı oluşturulan Mihver'de Almanya, İtalya ve Japonya yer aldı. Ancak savaş mihver devletlerinin yenilgisiyle sonuçlanınca savaş sırasında gerçekleştirilen üçlü askeri mihver paktı da sona erdi.

1823 yılında Amerikan Başkanı P. Monroe'nin Kongreye sunduğu birmesajdan doğmuş bir politika anlayışı ve tutumudur. Bunda hakim olan üç görüş bulunmaktadır.

(a) Karışmazlık-non intervention-isteği: Çünkü o sıralarda Güney Amerika'daki İspanyol kolonilerinde bağımsızlık isyanları olmaktaydı ve Avrupa büyük devletlerinden oluşan Mukaddes İttifak (Sainte Alliance)'ın buralara müdahale ile koloniyalist çıkarlara hizmet için karışması istenmiyordu;

(b) Anti-koloniyalizm görüşü: O sıralarda Alaska'ya sahip bulunan Rusya'nın egemenliğini daha aşağılara doğru genişletmek niyetine-Kaliforniya'ya kadar-karşı çıkılıyordu;

(c) Kabuğuna çekilme (isolation) ilkesi: Sözkonusu mesajda, Amerika'nın Avrupa işleriyle ilgilenmeyeceği ve karışmayacağı ilkesi açıklanıyordu.

Yüzyılımızda ve hatta günümüzde bile zaman zaman Monroe Doktrini sözkonusu edilmekte ve bazı politik çevreler bunun tekrar yürürlüğe konmasını savunmaktadırlar.

Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918

Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgisini belgeleyen Mondros Mütarekesi aslında bir silah bırakılması, bir ateşkes sözleşmesi olarak hazırlanmakla birlikte içerdiği hükümler bakımından tam bir teslim antlaşmasıdır.

Osmanlı Devleti ile bağlaşıkları Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan Eylül 1918'de artık savaşı sürdüremeyeceklerini anlamışlardı. Önce Bulgaristan 29 Eylül'de ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekildi. Bunu Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti'nin ateşkes için ABD Başkanı Woodrow Wilson'a başvuruları izledi. Yenilgiyi kabul eden bu devletler Wilson'ın 8 Ocak 1918'de çıkardığı 14 maddelik barış programı çerçevesinde bir antlaşma yapmak istiyorlardı. Ama İngiltere ve Fransa buna karşı çıkınca ABD'de de onlara uyarak daha sert bir tutum takındı. ABD, Almanya ve Avusturya-Macaristan ile kendibağlaşıklarının istekleri doğrultusunda ateşkes koşullarını görüşmeye başlarken Osmanlı Devleti'nin başvurusuna yanıt bile vermedi.

Bu arada 1913'ten beri başta bulunan İttihat ve Terakki hükümeti 8 Ekim'de istifa etmişti. Yeni hükümeti kuran Ahmed İzzet Paşa ABD'den bir yanıt alamayınca ateşkes için İngiltere'ye başvurdu. Bu isteği hemen kabul eden İngiltere, görüşmelerin Ege Deniz'indeki Limni Adası'nın Mondros Limanında demirli bir savaş gemisinde yapılmasını istedi. İngiltere'yi Amiral Arthur G. Calthorpe'un, Osmanlı Devleti'ni de Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey'in başkanlığındaki kurulların temsil ettiği görüşmeler 27 Ekim'de Mondros'ta başladı. Amiral Calthorpe görüşmeye ateşkes koşullarını içeren bir taslakla gelmişti. Osmanlı kurulunun son derece ağır hükümlerle dolu bir belgeye itiraz edecek gücü yoktu. Bazı hükümleri hafifletme yolundaki çabaları da başarılı olamadı ve 30 Ekim'de 25 maddelik mütareke metnini imzalamak zorunda kaldı.

Mütareke hükümlerine göre İstanbul ve Çanakkale boğazları silahsızlandırılarak serbest geçişe hazırlanıyor, denetimi de İtilaf Devletleri'ne bırakılıyordu. Sınırların korunması ve iç güvenlik için gerekli sayının dışındaki askerler tehris ediliyor, yani ordu dağıtılıyordu. Donanma da İtilaf Devletleri'nin gözetimi altında limanlara çekiliyordu. Bütün ulaştırma ve haberleşme hizmetleri İtilaf Devletleri'nin denetimi altına giriyordu. En önemli madde ise İtilaf Devletleri'nin, güvenliklerini tehlikeye düşürdüğünü ileri sürerek istedikleri yeri işgal edebileceklerini öngören yedinci maddeydi. Nitekim kısa bir süre sonra bu madde hükmüne dayanılarak dört bir yanda işgaller başlayacak, İtilaf devletleri 1920'de Osmanlı Devleti'ne Sevr Antlaşmasını imzalatarak bu işgalleri resmen kabul ettireceklerdi. Buna karşı çıkanlar ise Anadolu'da Kurtuluş Savaşı'nın bayrağını açacaklardı.

Monroe Doktrini

Milletlerarası ilişkilerde ve siyasi tarihte sözü sık edilen Monroe Doktrini, çok kısa şekilde basit ifadesiyle "Amerika Amerikanlılarındır" şeklinde tanımlanmakta ise de bu konuda biraz ayrıntı hukuki yönden gereklidir.

Montrö Sözleşmesi (Convention de Montreux)

Gerek milletlerarası bir su yolu olarak devletler hukukunda önemli bir yer tutan, gerekse Türkiye'nin ve bulunduğu bölgenin jeopolitik durumu açısından büyük anlam ve değeri bulunan Türk Boğazlarının statüsü son olarak, 20 Temmuz 1936'da İsviçre'nin Montrö şehrinde imzalanan milletlerarası bir sözleşme ile saptanmıştır.

 

Montrö Sözleşmesinin esasları şunlardır:

1. Boğazlardan geçiş; barış ve savaş zamanı ile ticaret ve askeri gemiler açısından ve ayrıca Karadeniz'de kıyısı bulunan devletlerle bulunmayanlara göre değişik biçimlerde saptanmıştır. Aşağıda açıklanacak bazı incelikler dışında, genel kural olarak "Geçiş serbestliği" kabul olunmuştur.

2. Boğazların askeri kontrolu ve savunma tedbirleri tamamen Türkiye'ye aittir. Bundan önceki 1923 Lozan Antlaşması'ndaki hüküm burayı askersizleştirmişti. Montrö'de en büyük isteğimiz bu hükmün değişmesiydi ve bu hakkımız tanındı.

3. Boğazlardan geçişi denetleyen Milletlerarası Boğazlar Komisyonu kaldırılmıştır (Montrö'den evvel yabancı devletler uzmanlarını da kapsayan böyle bir kontrol komisyonu bulunmaktaydı).

Yukarıdaki sonuçlar bakımından Montrö Sözleşmesi Türkiye için bir başarı olmuştur ve Boğazlar üzerindeki genel hakimiyetimizi sağlamıştır.

Sözleşmeye göre, yabancı gemilerin Boğazlardan geçişlerinde şu incelikler hükme bağlanmış bulunmaktadır:

 

A)Barış Zamanında

a) "Karadeniz'de kıyısı olmayan" (non-riverain) devletlerin ticaret gemileri serbestçe geçerler. Savaş gemileri ise, 8-15 gün önceden Türkiye'ye haber vereceklerdir. En fazla bir arada 9 gemi geçebilir ve bunların toplamı tonajı 15.020 tonu aşamaz. Denizaltılar, uçak gemiler ve 10.000 tondan büyük savaş gemileri ise hiç geçemezler. Sözleşmeye uyan şekilde geçen yabancı savaş gemileri Karadeniz'de 21 günden fazla kalamazlar.

Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin barışta, denizde bulunabilecek savaş gemilerinin toplam tonajı 30.000 tonu aşmayacak şekilde saptanmıştır. Ancak burada kıyısı bulunan en kuvvetli filoya sahip devletin filosunda 10 bin tonu aşan bir artış gerçekleştiğinde, sözkonusu diğer devletler de bulundurabilecekleri toplam tonajı, bu artışa paralel olarak artırabilecekler, fakat en fazla 45.000 tonu aşamayacaklardır.

b) "Karadeniz'de kıyısı bulunan" (riverain) devletler için ise ticaret gemileri yine serbesttir. Savaş gemileri de, 8 gün önceden bize bildirilecek, bu arada geçenlerin toplam tonajı 15.000'den fazla olmayacaktır. Karadeniz'de kalışları tabii süreye bağlı değildir.

 

B)Savaş Zamanında

a) "Türkiye tarafsız" ise: Herkesin ticaret gemileri serbestçe geçerler. Fakat, savaşan devletlerin savaş gemileri geçemezler.

b) "Türkiye savaşa katılmış" ise: Her tür gemiyi geçirip, geçirmemekte kendisi karar verir. Dilerse Boğazları herkese kapayabilir.

c) Savaş tehlikesinin çk yaklaştığı durumlarda: Türkiye yine karar serbestisine sahiptir. Boğazları kapayabilir.

Bunların yanısıra, sözleşmede daha bir çok teknik husus hükme bağlanmıştır. Türkiye, boğazlardan geçen gemilerin sayı ve tonajlarını düzenli raporlar halinde ilgili devletlere bildirir.

Morgenthau Planı

İkinci Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan ve işgal olunan Almanya'nın artık bir sanayi ülkesi olmaktan çıkarılarak, bir tarım ülkesi haline getirilmesini amaçlayan, Amerikalı uzman Morgenthau'un hazırladığı bir plandır. Bu plan tam bir onay görüp uygulanmadı ise de, işgalci devletler savaş tazminatı yerine Alman sanayiinin zaten zayıflamış bulunan gücünü hiçe indirdiler. Ancak, Almanya 10-15 yıl içinde, "Alman mucizesi" denen bir kalkınma ve gayret göstererek yine Avrupa'nın en güçlü sanayi ülkesi oldu.

Moskova Antlaşması, 16 Mart 1921

TBMM ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan destek antlaşması. Antlaşmaya göre, Sovyetler Birliği Misak-ı Milli sınırlarını tanıyor ve tarafların birine zorla kabul ettirilecek bir barış anlaşmasını tanımama ilkesi karşılıklı olarak kabul ediliyordu. Boğazlardan tüm ülkelerin ticaret gemilerinin serbestçe geçmesi, Türkiye'nin güvenliğini zedelememek koşulu ile kabul edildi. Karadeniz ve Boğazların hukuki durumu ise daha sonra kıyı devletlerin temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından belirlenmesi öngörülüyordu. Türkiye Çarlık döneminde imzalanmış sözleşmelerden doğan bazı mali yükümlülüklerden kurtuldu.

 

Moskova Antlaşması, 1970

Federal Almanya ile SSCB arasında 12 Ağustos 1970'de imzalanan antlaşma. Bu antlaşmya göre Batı Almanya, ABD, Fransa ve İngiltere'nin Berlin üzerindeki hakları saklı kalmak şartıyla, Avrupa'daki sınırların dokunulmazlığını kabul ettirme, bu sınırların yalnızca barışçı yollarla değiştirilebileceği ilkesi getirildi.

Moskova Konferansı, 1943: bkz. II. Dünya Savaşı

Moskova Konferansı, 1944: bkz. II. Dünya Savaşı

Musul Sorunu

1920'lerde Türkiye-İngiltere arasında çekişmelere neden olan bir bölge anlaşmazlığı. Irak'ın kuzeyinde bulunan bu bölge, zengin petrol yataklarından olayı devletlerin her zaman ilgisini çekmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu'ya yönelik yapılan gizli antlaşmalardan "Sykes-Picot Andlaşması" ile Fransa'ya bırakılmıştı. Bu bölge 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman Türk kuvvetlerinin elinde bulunuyordu. İngiltere ise, mütarekeye dayanarak, "Müttefikler, güvneliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik yeri işgal hakkına sahip olacaktır" maddesinden yararlanarak bölgeyi işgal etti ve 1920 San Remo Antlaşması ile kendisine bırakıldı. Lozan Konferansı sırasında Türkiye etnik ve coğrafi nedenlerle Musul'un kendisine bırakılmasını istemişti. İngiltere statükonun korunmasında diretmiş ve sorun bir çözüme bağlanamamıştı. Lozan Antlaşmasının hükümlerine göre, dokuz ay içerisinde bir sonuca ulaştırmak üzere, Türkiye-İngiltere ikili görüşmelerine bırakılmıştı. 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamayınca, daha önce Lozan Antlaşmasında kararlaştırılmış olduğu gibi, sorun Milletler Cemiyeti'ne sunuldu. Türkiye bölgede plebisit yapılmasını önerdiyse de İngiltere bunu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti tarafından oluşturulan komisyon, yaptığı incelemelerle hazırladığı raporda, bölgenin Irak'a bırakılmasını, bölgede yaşayan Kürt halkının haklarının garanti altına alınmasını ve İngiltere'nin tartışma konusu yaptığı Hakkari'nin Türkiye'ye bırakılmasını öneriyordu. Milletler Cemiyeti Genel Kurulu 1925 Aralığında bu raporu kabul etti. Türkiye o sıralarda Milletler Cemiyetinin üyesi olmamakla birlikte, ilgili taraflardan biri olarak, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü (Aras) tarafından temsil edilmiştir. Türkiye, 5 Haziran 1926'da İngiltere ile bir anlaşma yaparak bunu kabullenmek zorunda kaldı. Çünkü Türkiye'de bir Şeyh Said ayaklanması çıktı ve olayı İngiltere buna dayandırmıştı. Bunun ardından Türkiye'nin dış politikasında Sovyetler Birliği ile bir yakınlaşma görüldü.

Daha sonra Türk-Irak sınırında yerel bazı çatışmalar çıktı ve bunun üzerine Brüksel'de geçici nitelikte bir sınır saptandı ve bu Türk-Irak sınırı olmuş, Musul Irak'a bırakılmış ve Türkiye'nin Musul petrollerinden 25 yıl süre ile %10 hisse alması kabul edilmiştir. Türkiye, daha sonra 500.000 İngiliz lirası karşılığında bu hakkından vazgeçecektir. Böylece, yeni Türkiye Cumhuriyeti ile İngiltere arasındaki sorun ortadan kaldırılmış oldu.

 

Münih Konferansı, 1938

Hitler, Mussolini, Fransa Başbakanı Daladier ve İngiltere adını Chamberlain arasında yapılan ve Çekoslovakya'nın batısındaki "Südetler" bölgesini Almanya'ya veren andlaşma ile sonuçlanan konferans.

Almanya, Avusturya'yı ele geçirdikten sonra ve "bir uluslu bir devlet" politikasını gerçekleştirmek için gözlerini 3.5 milyon Almanın yaşadığı Südetler (Çekoslavakya'nın batısında bulunan bölge) bölgesine çevirdi. Bu bölgede Naziler hareketlerini sürdürüyorlardı. Hitler amacını gerçekleştirmek için sürekli olarak bu bölgeden sözediyor ve bu bölgenin anayurt ile birleşmesinden sözediyordu. Bu kışkırtmalardan doğan bölgedeki karışıklığı bahane ederek Hitler Çekoslavakya sınırına asker yığdı. Bunun üzerine Çekoslavakya hükümeti seferberlik ilan etti. Çekoslavakya 1924 yılında Fransa ile bir ittifak anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre, Fransa, bir işgal durumunda, Çekoslavakya'ya yardım edecekti. Ancak Fransa, 1938 yılı geldiğinde, İngiltere ile birlikte hareket edeceğini bildirdi. Bu durum üzerine, İngiltere Başbakanı Chamberlain, 15 Eylül 1938 tarihinde Almanya'da Hitler ile görüştü. Başbakan Chamberlain Südetler bölgesinin Almanya'ya verilmesi konusunda Fransa ile Çekoslavakya'yı ikna edeceğine söz verdi. Chamberlain'in görüşmeden çıkardığı sonuç, Almanya'nın denetimli bir biçimde hareket etmesi halinde, Avrupa istikrar ve barışının bir iki küçük devletin ortadan kalkması pahasına da olsa kurtarılabileceğiydi. Chamberlain söz verdiyse de bu Hitler'i tatmin etmedi. Chamberlain ile Hitlerin tekrar bir görüşmesi oldu. Bu arada Almanya'nın desteklediği Polonya ve Macaristan, Çekoslavakya'dan toprak talebinde bulundular. Bundan tedirgin olan Hitler derhal Südetler bölgesinin işgal edilmesini istedi. Ancak Fransa 1924 yılında Çekoslavakya ile yaptığı ittifak anlaşmasına sadık kalacağını söyleyince, Chamberlain, bu bunalımın atlatılabilmesi için bir uluslararası konferansın yapılmasını önerdi.

Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa Başbakanı) ve Chamberlain'in (İngiltere Başbakanı) katıldıkları Münih Konferansı 29 Eylül'de toplantı. Mussolini'in taraflara sunduğu anlaşma tasarısı kabul edilerek "Münih Düzenlemesi" adını aldı (30 Eylül 1938). Daha sonra İtalya tarafından hazırlandığı sanılan bu tasarının Almanlar tarafından hazırlandığı ortaya çıktı. Yapılan düzenlemeye göre, Südetler bölgesi dört aşamada Almanya'ya verilecekti. Ayrıca, ilerde doğacak anlaşmazlıkların çözülmesi için uluslararası birkomisyon kurulması kararlaştırıldı. Çekoslavakya'nın sınırlarının (yeni oluşacak sınırlar) uluslararası güvence altına alınacağı ve İngiltere ile Almanya'nın birbirlerine karşı savaşmayacaklarını, taraflar oybirliği ile kabul ettiler.

Düzenlemeye göre, Almanya 10 Ekim'e kadar Südetler bölgesini işgal edecekti. Çekoslavakya bu düzenlemeden sonra, Polonya ve Macaristan'ın isteklerine boyun eğerek, Polonya'ya "Teschen" bölgesini, Macaristan'a da Slovakya'dan bir bölgenin verilmesini kabul etti.

Münih Düzenlemesi, dört büyük devletin isteklerini küçük bir devlete kabul ettirdiklerini göstermektedir. Herşeyden önce, Almanya saldırganlığının durdurulamamasıdır. Çekoslavakya, bu büyük devletlere daha sonra duyduğu güvensizlikten dolayı, II. Dünya Savaşından sonra, Sovyetler Birliğine sığındı.

 

Nasırizm

Mısır'da krallığın bir darbe ile 1952'de yıkılmasından bir kaç yıl sonra başa geçen Albay Nasır zamanla bütün Arap dünyasında önemli bir milliyetçi lider oldu. İngiliz kuvvetleri Süveyş Kanalı bölgesinden çıkartıp Kanalı millileştirmesi ve ülkede sosyal reformlar yapması Nasır'ın prestijini yükseltti. Kendisinin ayrıca Asya-Afrika ülkeleri ve bloksuz ülkeler arasında faal bir rol oynaması da şöhretini arttırdı. Nehru-Tito-Nasır, "Üçüncü Dünya" denilen bu blokun liderleri oldular. Arap ülkelerinde Nasır taraftarları çoğaldı ve Nasır Arap milliyetçiliğini uyandırdı. İdeali, Atlantik Okyanusu'unda Hint Okyanusu'na uzanan bölgede birleşik bir Arap dünyası meydana getirmekti. Nasır taraftarlığı ve kendisinin bu projesine "Nasırizm" adı verildi. Mısır ve Suriye arasında 1958'de bir birleşme oldu ise de çok sürmedi. Birleşik Arap Cumhuriyeti adı olan bu girişimden sonra başka bir birlik kurma çabaları da sonuç vermedi. 1967 Altıgün Savaşı'ndan ve 1970'de ölümünden sonra Nasırizm yavaş yavaş zayıfladı.

 

Neuilly Andlaşması, 27 Kasım 1919

Birinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Wilson, Fransız Başbakanı Georges Clemenceu ve İngiltere Başbakanı Lloyd George'un eseri olan Paris Barış Konferansında yenik devletlere imzalattırılan barış antlaşmalarından biri. 9 Ağustos 1920'de yürürlüğe giren bu andlaşma ile, Romanya, Yunanistan ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı gibi devletlere toprak veren Bulgaristan'a askeri kısıtlamalar getirildi ve tamirat borcu ödetildi. Buna göre Bulgaristan, 300.000 kişinin yaşadığı Ege Denizi kıyısındaki Güney Dobruca'yı Romanya'ya Batı Trakya'daki Gümülcine (Komotini) ve Dedeağaç (Aleksandriapolis)'i Yunanistan'a ve bir kısım bölgeyi de Sırp-Hırvat-Sloven krallığına bırakıyordu. Asker sayısı 20.000'e inecek ve %75'i silinen bir savaş tazminatı ödenecekti.

Nixon Doktrini

1968'de ABD Başkanı seçilen Richard Nixon 1974 Temmuz'unda Watergate Skandalı sonucu istifa edinceye kadar, dünya politikası açısından önemli girişimlerde bulunmuştur. Kendisine bu yönden Dışişleri Bakanı Henry Kissinger de çok yardımcı olmuştur.

Nixon'un ABD dış politikasında ve uluslararası ilişkilerde büyük etkileri olan en önemli girişimleri Vietnam Savaşı'nın durdurulması, Çin'i ziyaretle bu büyük ülkeyle temaslara geçilmesi, Sovyet Rusya ile stratejik silahlar ve nükleer savaş konusunda bazı anlaşmalar yapılması, 1973'te Ortadoğu'daki Ekim Savaşı sonunda bazı anlaşmalar yapılarak barış görüşmelerinin başlatılması gibi hususlardır ve bu girişimler dünya barışına yararlı olmuşlardır.

Başkan Nixon bu politikayı bazı belirli pratik ilkelere dayandırmaktaydı ve bunların tümüne uzmanlarca Nixon Doktrini denmiştir.

1. Amerika dost ülkelerle bir nevi ortaklık kurmalı barış yükümlülükleriyle yararları bu ortaklıkta adilane paylaşılmalıdır.

2. Amerika olsun, dostları olsun, anlaşmazlıkla sonuçlanabilecek sorunların derin nedenlerine çözüm yolu bulmak için her an müzakereye hazır olmalıdırlar.

Doktrinin özeti şudur: Amerika kuvvetli olmalıdır, fakat, uluslararası sorunların çözümüne elde silah ile değil müzakere ile gitmelidir.

Nixon'un başkanlıktan istifasından sonra da ABD'nin dış politikasında değişiklik olmayacağı özellikle belirtilmiştir.

 

Normandiya Çıkartması, 1944

İkinci dünya savaşında müttefik devletlerin 5 Haziran 1944'te Avrupa'nın kuzey kesiminde, Normandiya kıyılarında düzenledikleri bir çıkartma harekatı. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük donanması, tarihin en büyük çıkartmasını başlattı (Operation Overlord). Bu donanma 80 km.'lik bir mesafeyi kapsıyordu. Almanların çok iyi tahkim ettikleri için hiç beklemedikleri Normandiya açığında çıkartma gerçekleşti. Savaşta Batılı müttefikler ve Sovyetler Birliği yetkilileri arasında yapılan görüşmelerde Almanya'ya karşı bir cephe açılması kararlaştırılmıştır. Bu cepheyi Fransa'nın Normandiya kıyı şeridinde açmayı kararlaştırdılar. Bu çıkartma bin uçak ve dört bin çıkartma gemisi ile başladı. Önemli kayıplara rağmen çıkartma başarılı oldu ve Fransa'nın güneyinden gelen birliklerle 26 Ağustos'ta Paris'te birleşerek kent kurtarıldı. Müttefikler Amsterdam ve Brüksel'i ele geçirmişler ve Eylül ayının sonunda Fransa ve Belçika'da savaşan Alman askeri kalmamıştı. Daha sonra Müttefik kuvvetleri Ren nehrini aşarak Alman topraklarına girdiler. Doğuda ise aynı zamanda Sovyet ordusu Polonya ve Baltık ülkelerine girdi. Eylül'de Bulgaristan Sovyet tarafından işgal edildi, Romanya ile Finlandiya ise mütareke istediler.

Bütün bu avantajlar, D. Day'in (Normandiya çıkartması gününün kod adı) başarısı ile oldu.

 

Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması Antlaşması (Test Ban Treaty): bkz. Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma

Nükleer Savaşın Önlenmesine İlişkin Anlaşma, 1973

Soğuk savaş döneminde, Küba Bunalımı'ndan sonra ortaya çıkan "yumuşama" sürecinde, ABD ve SSCB arasında yapılan ikili anlaşma. Bu anlaşma 22 Haziran 1973 tarihinde Washington'da imzalandı. Anlaşma nükleer savaşın çıkma riskini azaltmak için karşılıklı işbirliğini, düşünce alışverişini ve davranış ilkelerini içermektedir. Anlaşma, imzalandığı tarihten itibaren yürürlüğe girmiştir.

 

Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (Non-Proliferation Treaty), 1968

Soğuk savaş döneminin yumuşama sürecinde, nükleer silahlara ilişkin yapılan çok taraflı antlaşma.

Soğuk savaşın doğruğa ulaştığı dönemlerde, ABD ve SSCB dışındaki ülkeler nükleer silahlara sahip olmaya başlamışlardı. Hindistan, İtalya, Japonya ve İsveç, Brezilya, Federal Almanya, Pakistan, İsrail, Güney Kore, Libya ve İran nükleer bomba yapma yönünde çalışmalar yapıyorlardı. Bunun üzerine, özellikle bağlantısız devletler, Birleşmiş milletler çerçevesi içinde nükleer silahların yayılmasını önlemek için girişimde bulunmuşlardı. Federal Almanya'yı NATO çerçevesi içinde nükleer tetikte söz sahibi yapacak olan "Çok Taraflı Nükleer Güç" (MLF-Multilateral Force) konusu, Sovyetler Birliği veAmerika Birleşik Devletleri arasında tartışma yaratmıştı. Sovyetler Birliği, Almanya'nın "nükleer tetikte" parmağının bulunmasına karşı geliyordu. Bağlantısızlar grubu ise, nükleer silahların hem devletler arasında, hem nükleer devletlerin ellerindeki silah sayısı ve güç artışına karşıydılar ve bu konudaki amaçlarını gerçekleştirmek için, geniş kapsamlı tedbirler üzerinde duruyor, nükleer deneylerin tümden yasaklanmasından yanaydılar.

İki büyük devlet, nükleer silahların yayılmasını önlemek için, 1 Ocak 1967 tarihinde anlaştıkları metin, 14 Mart 1968 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na sunuldu. Kurul'a gelen metin yapılan bazı değişikliklerden sonra, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleyen Antlaşmanın (The Non-Proliferation Treaty) imzaya açılmasını öngören tasarı, 95 olumlu oya karşı, 4 olumsuz (Arnavutluk, Küba, Tanzanya ve Zambiya) oyla kabul edilmiş, 21 devlet ise çekimser oy kullanmışlardır. Antlaşma, 1 Temmuz 1968 tarihinde Moskova, Washington ve Londra'da imzaya açıldı. Yürürlüğe girdiği tarih ise 5 Mart 1970'tir.

Nürnberg Mahkemeleri (Nüremberg Mahkemesi)

II. Dünya Savaşı sonunda savaş suçlularının cezalandırılmasını sağlamak için Müttefik devletler tarafından kurulan mahkeme. Uluslararası Askeri Mahkeme bu davalara bakma yetkisini 8 Ağustos 1945'te ABD, İngiltere, SSCB ve Fransa geçici hükümeti temsilciliklerinin imzaladığı Londra Anlaşması'ndan alıyordu. Yetkisine giren konular ise barışa karşı suçlar, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş yasalarını ihlal eden suçlar ve ilk üç kategoride belirtilen suçları işlemek üzere ortak bir anlaşma içine girmeydi. Nürnberg'de kurulan bu mahkeme 20 Kasım 1945'te başlamış ve 1 Ekim 1946'da sona ermiştir. Mahkemenin aldığı kararlara sanıklardan ve dışardan eleştiriler gelmiştir. Bu eleştiriler: 1)Mahkemenin yetkili olup olmadığı, 2)Kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibine aykırılık, 3)Mahkemede tarafsız ve yenik devletlerden yargıç bulunması, 4)Yalnızca yenik devletlerin yargılanmış olması.

Oder Neisse Hattı

II. Dünya savaşından sonra müttefiklerce düzenlenen Polonya-Almanya sınırı. Savaş sonrası dönemin dönüm noktasını oluşturan Yalta Konferansında ele alınan konulardan biri de Polonya sorunuydu. Savaşın galip devletlerinden Sovyetler Birliği, Polanya'da, Almanya'nın aleyhine genişlemesini öngören bir sınır öneriyordu. O zaman iki ayrı Polonya Hükümeti vardı. Biri Alman ve Sovyet işgali sırasında Londra'ya kaçan hükümetti. Öteki ise, Sovyetler Birliğinin işgal bölgesinde kurdurup tanıdığı ve Lüblin kentinde kurulduğu için "Lüblin Komitesi" adını alan komünist hükümetti. İşte Stalin bu hükümeti destekliyordu. Sonunda bir koalisyon hükümeti kurulması kararlaştırıldı.

II. Dünya savaşından önce "Curzon Çizgisi" Polonya-Sovyet sınırı olarak saptanmıştı. Polonya, Fransa'nın da desteği ile, bu sınır kabul etmedi. Riga Barış Antlaşması ile, Polonya sınırı Curzon Çizgisi'nin çok doğusuna doğru genişledi. Böylece, Polonya'nın içine birçok Ukraynalı ve Beyaz Rus girdi. Daha sonra, Yalta'da Sovyetler Birliği eski "Curzon Çizgisi" üzerinde ısrar edince, öteki devletler bunu doğal karşıladılar ve Sovyet isteklerini yerine getirdiler. Ayrıca Sovyetlere Doğu Prusya'daki Königsberg kenti, Polonya'ya da terkettiği topraklara karşılık olarak, Almanya'dan, yani batısından toprak verildi. Oder-Neisse akarsuyu Alman-Polonya sınırı oldu. Böylece Polonya batıyı kaydırılmış oldu. Güçlü bir Polonya hem Sovyetlerin, hem de Fransa'nın işine yarıyordu. Federal Almanya 12 Ağustos 1970 tarihinde Sovyetler ile, 7 Aralık 1970 tarihinde Polonya ile yaptığı antlaşmada bu sınır çizgisini tanıdı. Oder-Neisse hattı Batı-Doğu Almanya sınırını da oluşturmaktaydı.

1990 yılında iki Almanya'nın birleşmesi görüşmelerinde Polonya sınır tekrar gündeme geldi. Polonya, iki Almanya'dan da güvence istedi. Sonuçta, iki Almanya Polonya sınırını tanıdıklarını açıkladılar. Birleşme Antlaşması 3 Ekim 1990'da imzaladığında, Demokratik Almanya'nın Batı'ya ilhakı kesinleşti. Böylece Birleşik Almanya'nın sınırları Doğuda Oder-Neisse Hattı'na kadar uzandı. Polonya-Almanya sınırı, devletler arası bir anlaşma ile de tescil edildi.

Ondört Nokta Programı (Wilson İlkeleri), 1918

Birinci Dünya Savaşı sona ermeden, 1918 yılının Ocak ayının ABD Başkan Woodrow Wilson'un savaş sonrası dünyası ile ilgili görüşlerini içeren bildiri. Bu görüşler "14 nokta"dan oluşmaktaydı. Bunlar: 1)Barış görüşmeleri ve anlaşmaları açıklıkla yürütülecek, gizli diploması yöntemleri kullanılmayacaktır. 2)Barış ve savaş döneminde açık denizlerde seyrüsefer serbestisi sağlanacaktır. 3)Uluslararası ticaretteki engeller kaldırılacaktır. 4)Ulusal silahlanmanın iç güvenliğin gerektirdiği ölçü ve düzeyde tutulacaktır; 5)Tüm sömürge sorunları özgürce ve tarafsız çözüme bağlanacaktır. Bu konuda şu kurallar gözetilecektir. 6)Birincisi, Rusya'yı diğer ulusların istedikleri takdirde ve ölçüde özgürce yardımda bulunulması garanti edilecektir. İkinci, Rusya'ya kendi siyasi girişimi ve ulusal politikasında bağımsız olabilme özgürlüğü sağlanacaktır.7)Almanya Belçika'dan çekilecektir ve Belçika tekrar bağımsız devlet halini alacaktır. Alsace ve Lorraine, Fransa'ya geri verilecektir. Bunun yanında, Almanya işgal ettiği Fransız topraklarını tekrar Fransa'ya iade edecek ve verdiği zararı Fransa'ya ödemeyi yüklenecektir; 9)İtalya sınırları yeniden düzenlenecektir; 10)Avusturya-Macaristan imparatorluğu altında bulunan halklara özerklik verilecektir; 11)Almanya, Romanya, Sırbistan ve Karadağ'daki askerlerini geri çekecektir, ayrıca Sırbistan'a denize çıkma hakkı verilecektir. 12)Osmanlı devletinin Türk kesimlerinin egemenliğini güvence altına alınacak, imparatorluk içindeki öteki uluslara can güvenliği ve özerk gelişme olanakları sağlanacak ve Boğazlar'dan sürekli geçiş özgürlüğü uluslararası güvence altına alınacaktır; 13) Bağımsız bir Polonya'ya denize çıkma hakkı verilecek ve Polonyalı'ların oturduğu bütün topraklar bu devlete bağlanacaktır; 14)Büyük ve küçük ülkelerin siyasal bağımsızlıklarını ve ulusal bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak amacı ile özel statüleri olan bir uluslar birliğinin (Milletler Cemiyeti) en kısa zamanda kurulması için çalışmalara hemen başlanacaktır.

Ortaçağ (Middleage)

İ.S. 5-13. yüzyıllar arasını kapsayan dilimin adı. Bu kelime 17. yüzyıldan beri Avrupa tarihi sözkonusu olduğunda, kullanılmaya başlanmıştır. Bu kavram, genellikle insanların öznel bilincinde biçimlendiği için kesin başlangıç ve bitiş noktalarından söz edilemez. Ancak, bütün bu nedenlere rağmen, tarih kitaplarında Roma imparatorluğunun bölünme tarihi (M.S. 395) yada son Batı Roma imparatorluğunun düşüş tarihi (476) gibi noktalar Ortaçağın başlangıcı olarak alınmaktadır. Bitiş noktaları ise, İstanbul'un fethi (1453); İtalyan kaşif Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'yı (Amerika) keşif (1492); Dini savaşlar olarak bilinen 30 Yıl Savaşlarını sona erdiren Westphalia Antlaşması (1648); Fransız Devrimi (1789) gibi siyasi tarihte önemli sonuçlar doğuran tarihler sayılmaktadır.

Ortaçağ kavramı tarihte ilk defa Rönesans düşünürleri tarafından geliştirildi. Bunlar kendi dönemlerini, Roma İmparatorluğunda yaşanan parlaklık ve "yeniden doğuş" dönemleri arasında bir geçiş dönemi olarak görmektedirler. Roma'da yaşanan uygarlığın kendi dönemlerinde yeniden canlandığını görüyorlardı. Roma İmparatorluğu ile, kendi dönemlerine kadar geçen karanlık dönem için bu tabiri kullandılar.

Bu olumsuz değerlendirmelere karşın, Ortaçağ büyük siyasal, ekonomik, kültürel, toplumsal ve sanatsal değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Batı tarihçiler bu dönemi üç başlık altında incelemektedirler: "Erken Ortaçağ", "Yüksek Ortaçağ" ve "Geç Ortaçağ".

Ortaçağın ortaya çıkardığı en önemli özellikler, kamu otoritesinin bölünmesi, feodalizmden kaynaklanan ademi-merkeziyetçiliğin güçlenmesi, ideolojik üstyapılara dinin egemen olması, piyasa için üretim yapılmasının yaratılması, burjuvazinin kent ve ülke parlamentolarında temsil edilmesinin sağlanmasıdır.

Orta Menzili Nükleer Silahları Sınırlandırma Antlaşması

Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında nükleer silahların sınırlandırılması konusunda yapılan iki taraflı antlaşma. Bu anlaşmaya göre tarafların ellerinde bulundurdukları orta menzili nükleer silahların (INF) tümünün ortadan kaldıracak ve üretimleri yasaklanacaktı.

1980'li yıllarla birlikte Avrupa'daki silah dengesini kendi lehine çevirmek isteyen Sovyetler Birliği, orta menzilli ve Avrupa'ya yönelik "55-20" füzelerinin bir kısmını kendi topraklarında, diğer kısmını ise Doğu Avrupa'daki müttefiklerine yerleştirmeye başlamıştı. ABD buna karşılık olarak, yine orta menzilli "Pershing II" ve "Cruise" füzelerini Avrupa'daki müttefiklerine yerleştirdi. Ancak, 1985 yılı geldiğinde Sovyetler Birliğinin başına Gorbaçov, ABD'de ise Reagan işbasına geldi. İki başkanın başkanlığının ilk yıllarından sonra silahsızlanma çabalarına olumlu yaklaşmasıyla, iki ülke arasında INF denen orta menzilli füzelerin yasaklanması görüşmeleri başladı. Cenevre'de yapılan ön görüşmelerden sonra, 18 Eylül'de iki tarafın görüş birliğine vardıkları açıklandı. 24 Kasım'da Cenevre'de buluşan Dışişleri Bakanları Shultz ve Şevarnadze, her iki ülkenin menzilli 500 ile 5499 km arasında olan nükleer füzeleri yasaklayan, yani Avrupa'da tümünün ortadan kaldırılmasını öngören (O çözüm) bir anlaşmasının şartlarını belirlediler. İki Başkan arasında zirve toplantısı 8-10 Aralık 1987'de Washington'da gerçekleşti ve 8 Aralık'ta "INF" Antlaşması imzalandı.

Yapılan antlaşma her iki tarafa, getirilen koşullara uyulup uyulmadığını doğrulama hakkını tanımaktadır. antlaşma, dört ana belgeden oluşmaktadır. Bunlar: 1)ABD ve SSCB'nin elinde bulundurdukları tüm orta ve daha kısa menzilli nükleer füzeleri üç yıl içinde yok etme yükümlülüğü getiren ve bu süre sonrasında bu tür silahları yasaklayan, ayrıca antlaşmanın koşullarına tam uyulup uyulmadığının etkin biçimde doğrulanmasını sağlayan antlaşma maddeleri; 2)01 Kasım 1987'den itibaren; silahların yerleri, sayıları ve nitelikleri konusunda antlaşmanın imzalanmasından önce tarafların birbirlerine verdikleri verileri biraraya toplanan "Veriler Konusunda Anlayış Memorandumu" (MOU); 3)Üzerinde anlaşmaya varılmış olan yerinde denetleme, ani denetleme ve diğer türlü denetleme yöntemlerinin nasıl yerine getirileceğini belirleyen Denetleme Protokolü, 4)Füzelerin rampalarının, destek sistemlerinin, destek yapılarının ve destek tesislerinin nasıl ortadan kaldırılacağını ayrıntılı biçimde anlatan "Yoketme Protokolu"dur.

Andlaşmanın süresi sınırsızdır. Taraflardan herhangi biri anlaşmanın konusu ile ilgili olarak belirlenecek olağanüstü durumların kendi çıkarlarını tehlikeye koyduğu kanısına sahip olduğu takdirde, anlaşmadan çekilecektir.

Otuz Yıl Savaşları, 1618-1648

Katolik ve Protestan davası üzerinde Alman topraklarında sürdürülen bir dizi uluslararası ve iç savaş (1618-1648). Savaşın nedenine bakıldığında, 1555 yılında yapılan Augsburg anlaşmasının uygulamada yürümediğini görüyoruz. Bu anlaşma her devlete vatandaşlarının dinini belirleme yetkisini tanımıştı. Ancak protestanlar anlaşmanın başarısızlığa uğradığını gördüklerinde, haklarını savunmak için aralarında birlik kurdular ve 1618'de başlattıkları ayaklanma, Otuz Yıl Savaşlarının başlangıcı sayılır. Protestanlar dışarıdan destek sağlamak için İngiltere, Fransa ve Hollanda nezdinde girişimlerde bulundular. Katolik Alman devletleri ise 1609'da Kutsal Roma İmparatoru'nun desteği ve Bavyera'nın önderliğinde birleştiler. Savaş, oluşan bu iki kamp arasında başladı. Bunun sonucu da, savaş karmaşık bir hal aldı. Savaş bir kere Katolik ve Protestanlar arasında bir Alman İç Savaşı, diğer taraftan da Kutsal Roma İmparatoru ile bağımsızlıklarını sağlamak için çabalayan üye devletleri arasında sürdürülen bir savaş niteliğini aldı. Ayrıca işin içine Fransa, Habsburglar, İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Transilvanya'nın karışması, savaşın uluslararası bir nitelik almasını sağladı. Savaş Protestanlar'ın zaferi sonucu 1648 tarihli Westphalia (Vestefalya) barışı ile bitmiştir.

Savaş sonunda, Avrupa güç dengesi tamamen değişmişti. İspanya Batı Avrupa'daki üstünlüğünü yitirmiş, Fransa Avrupa'da en güçlü hale gelmişti. İsveç, Baltık denizinde üstünlük sağlamış, Flemenk Cumhuriyeti bütün ülkeler tarafından bağımsız bir cumhuriyet olarak tanınmıştı. Kutsal Roma İmparatorluğu'na bağlı bütün devletler tam bağımsız hale gelmişlerdi. Kilisenin gücü sınırlandırılmış, Augsburg barışının hükümleri yinelenmiş ve Almanya'da Katolik, Protestanlık ve Calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir. Artık Avrupa, kendi yasalarına göre davaranan, kendi ekonomik ve siyasal çıkarlarını izleyen, istediği tarafta yeralan, ittifaklar kuran ve bozan modern bağımsız devletlerden oluşacaktır. Bugün anladığımız anlamda devletlerin oluşturulduğu uluslararası sistem, Westphalia Barışı ile kurulmuştur.

Ödünç Verme-Kiralama Programı (lend and lease), 1941

Amerika Birleşik Devletlerinin, II. Dünya Savaşında, Hitler'e karşı savaşan devletlere yaptığı yardım programı. Ödünç Verme ve Kiralama Yasası, 1941 yılında Roosevelt tarafından ABD kongresine tasarı olarak sunuldu.

II. Dünya Savaşı başladığından Amerikan, kamuoyu, Almanya'ya karşıydı. Bunun nedeni, Hitlerin yayılmacı ve saldırı politikası, Yahudilere karşı tutumu, demokrasiye olan karşıtlığı, yapılan antlaşmaları çiğnemesidir. Ancak bu kötü imaj, savaşa girmeyi gerektirecek kadar etkili değildi. ABD I. Dünya Savaşı'nda aldığı dersten dolayı, çıkardığı tarafsızlık yasaları ile, savaştan uzak kalmayı tercih ediyordu. Ancak, savaş Almanya'nın lehine bir gelişme göstermeye başlayınca, ABD bu tarafsızlık yasalarında değişiklik yapılmasını gerekli gördü. Tarafsızlık yasalarına göre, ABD'den savaş malzemesi ihraç edilmesi yasaktı. Almanya ise bu durumdan yararlandı. 4 Kasım 1939'da yapılan bir değişiklikle, savaş malzemesinin ödenmesi olduğu ancak paranın peşin satışı serbest gerektiği ve mülkiyetinin hemen el değiştirmesinin şart olduğu açıklandı. Ancak yasalarda yapılan değişikliklerin İngiltere'ye yeterli olmayacağı anlaşıldı. İngiltere, para ve silah yardımı istiyordu. ABD Kasım 1940 yılında, İngiltere'ye 50 destroyer verdi. Vermesinin nedeni de, ABD'nin güvenliği, o dönemde İngiliz deniz gücüne bağlıydı. ABD en büyük yardımı, Kongreye sunduğu Ödünç Verme-Kiralama Yasa tasarısı ile gerçekleştirmeye çalıştı. Buna göre, Müttefiklere her türlü silah, hammadde, yedek parça ve yiyecek dahil her türlü yardım sağlanacaktı. Bu yardım 50 milyar dolaklıktı. 6 milyarı yiyecek, 4 milyarı hizmet, geriye kalanı ise savaş malzemesidir. Bu yardımın en büyük payının İngiltere almıştır: 31 milyar. Bunu 11 milyar ile Sovyetler Birliği, 3 milyar ile Fransa ve 1,5 milyar ile Çin izlemektedir. Yasa, tasarısı 11 Mart 1941 tarihinde, Kongre'den yasa olarak çıktı ve savaşın bitimine kadar yürürlükte kaldı (1941-1945).

Pan-Arabizm

Arapça konuşulan bütün İslam ülkelerini, büyük bir ortak düzen içinde birleştirmeyi amaç edinen siyasi hareket.

Panislamizm hareketinin durakladığı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen Pan-arabizm XIX. yy.'da Arap dilinin ve kültürünün yeniden canlanışı olarak Mısır'da ortaya çıktı. XIX. yy.'ın başlarında, Avrupa'da özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimi altında bulunan Balkan milletlerinde başlayan milliyetçilik uyanışı, kısa bir süre içinde Mısır'a sıçradı. XIX. yy. ortalarında Genç Osmanlılar tarafından ortaya atılan Panottomanizm düşüncesine karşılık, Mısır'da da, Arapça konuşan bütün milletleri bir bayrak altında toplama ülküsünü güden Pan-arabizm akımı doğdu. Arap ülkelerinin, özellikle petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerin, Angloamerikan şirketlerinin eline geçmesi yüzünden, küçük Arap emirlikleri doğduğu için bu düşünce başarılı olamadı. Pan-arabizm ülküsü, bağımsız Arap devletlerin ortaya çıkışı yüzünden bölünmeleri önleyemedi; ancak, Avrupa devletlerinin yardımlarıyla Osmanlı İmparatorluğunun yönetiminde bulunan Arap topraklarının Türklerin elinden çıkmasını kolaylaştırdı. İkinci Dünya Savaşı sonunda bu görüşün niteliği, Kahire'de kurulan, Mısır, Lübnan, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen ve Libya'nın katıldığı Arap Birliği'nin doğmasıyla ortaya çıktı (1945). Mısır ile Suriye'yi biraraya getiren Birleşik Arap Cumhuriyeti denemesi, kısa süreli olmasına rağmen (Şubat 1958-Eylül 1961) Pan-arabizmin bir aşaması sayılabilir.

Pan-İslamizm

19. yüzyılda İslam liderleri tarafından ortaya atılan İslami birlik düşüncesi. Bu düşüncenin temelini, Avrupalı'ların Müslüman topraklarında hakimiyet kurmaları ve kısmen müslüman dünyasında yaşanan durgunlukta aramak gerekir.

Pan-islamism 19. yüzyılda. müslüman liderlerinin en çok tuttukları bir görüştür. Bu müslüman liderlerin başını çektiği Osmanlı sultanı ve Halifesi II. Abdülhamit (1876-1909 hakimiyet dönemi) müslüman dünyasında bu görüşü bütün müslümanlara yaymak için girişimlerde bulundu. Bu konuda ilk adımı Hicaz demiryolunun yapılmasıydı.

Pan-islamizmin önde gelen ideologlarından biri Cemaluddin Afgani, yaptığı konuşmalar ve yazdığı kitaplar ile, bu görüşün uzak topraklara da yayılmasını sağladı. Bu görüşün diğer bir ideologu ise Abdullah Sahraverdi'dir. Kendisi 1903 yılında Londra'da Pan-islamizm derneğini kurdu. Amaç iki islami sekte olan Şii ve Sunni'leri birleştirmekti.

Abdülhamid'in ölmesi (1909) Pan-İslamizm hareketinin gerilemesine neden olmuştur. Abdülhamid'in bütün islam unsurlarını biraraya getirmede başarısız olması, bu hareketin içinde bulunanları yeni bir arayışa sevketmiştir. Fakat yapılan arayışların, islam evrenselliğine uygun olmaması yüzünden, tekrar başarısız olmuştur. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlının yıkılması ile saltanatın kaldırılmış, ardından da hilafet kurumu feshedilmiştir (1924). İslam dünyasının halifesiz kalması, bundan çok etkilenen Hindistan Müslamanlarını, yeni bir hilafetin kurulması konusunda girişime sevketmiştir. 1926 yılında Mekke ve Kahire'de hilafet kongreleri yapılmış, fakat hiçbir sonuç çıkmamıştır.

İkinci Dünya savaşından sonra, Pan-islamizm düşüncesi geride kalmış, yerini Neo-Pan-islamizm almıştı. Amaç, tek bir merkezi kurum altında bütün müslümanların birleşmesini amaçlayan Pan-İslamizmden farklı olarak, uluslararası camia çerçevesinde yapılacak faaliyetlerin eşgüdümlenmesidir.

Pan-Slavizm

Orta ve Doğu Avrupa'da yaşayan Slavlar'ın ortak etnik geçmişinin kabul edilmesi ve bu slavlar arasında kültürel ve siyasi birlik sağlanmasını amaçlayan hareket. Bu hareket ilk defa 19. yüzyılda ortaya çıktı. Hareket, Batı ve Güney Slav entellektüel, bilimadamları ve şairler arasında ortaya çıktı. Bunlar ilk olarak, Slav halkının şarkılarını, folklörünü ve köylü lehçelerini inceleyerek, aradaki benzerlikleri göstererek, Slav birliği anlayışını geliştirmeye çalışıyorlardı. Prag kenti, Slav tarihinin araştırıldığı bir yer olduğu için, Pan-Slavizmin merkezi oldu.

Avusturya-Macaristan ihtilaller ile sarsıldığı sırada, 1848 yılında Prag'da bir Slav kongresi toplandı. Amaçları, Avusturya'nın merkezi monarşik yönetimine son verip, eşit halklardan oluşan bir federasyonun kurulmasını sağlamaktı. Bunun üzerine Pan-Slav hareketi 1860'larda Rusya'da yaygınlaştı. Rusya o zaman, Habsburg ve Osmanlı yönetiminden, Slavların tek kurtarıcısı olarak görülüyordu. Rus Pan-Slavistleri, hareketin kurumsal temelini değiştirerek, Slavofil anlayışı savundular. Buna göre, Batı Avrupa manevi ve kültürel açıdan iflas etmiştir ve Rusya'nın tarihsel misyonun, siyasal egemenlik kurarak Avrupa'yı gençleştirmek ve Rusya egemenliğinde bir Slav konferasyonu kurmaktır.

Rus yönetimi bu görüşü resmen desteklememesine rağmen, İstanbul ve Belgrad'ta bulunan Rus elçileri, Pan-Slavizmi ateşli bir biçimde savunarak, Rusya ve Sırbistan'ı Osmanlı Devleti'ne karşı savaşan sokmayı başardılar. (1876-1878)

20. yüzyılın başlarında, Pan-Slav hareketini yeniden canlandırmak için ciddi girişimlerde bulunuldu. Fakat Slav halkları arasındaki gelişmeler bunu engelledi. 20. yüzyılın ikinci yarısında değişik gelişmelerin ortaya çıkması, özellikle 1991 yılında Yugoslavya'da savaş başlaması bazı Slav liderlerini yeni bir savaşa yöneltti. Sözgelimi, Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç Yunanistan ile işbirliğine gidip, diğer Balkan ülkelerinin de katılacağı bir "Ortodoks Birliğinin kurulmasını önermiştir.

Paris Barış Antlaşması, 1763

İngiltere ve Fransız arasında sömürge, ticaret ve deniz gücü için yapılan Yedi Yıl Savaşları sonunda imzalanan antlaşmadır. Bu antlaşma ile İngiltere ilk defa bir dünya gücü olarak tanındı ve yüz yıl süren Fransa-İngiltere mücadelesi, İngiltere lehine sonuçlandı. Ayrıca İngiltere Asya ve denizlerinde güç dengesi sağlayacak hale geldi. Hindistan, Afrika ve Amerika'daki Fransız toprakları, İngiltere'nin denetimi altına geçti. Fransa Kuzey Amerika'daki bütün topraklarını yitirdi. Ancak Fransa büyük bir yenilgi almasına rağmen, ekonomik bir felakete sürüklenmedi. Meksika'nın kuzeyindeki Amerika, İngilizce konuşan dünyanın bir uzantısı haline geldi. Hindistan ise, İngiliz İmparatorluğu'nun ekonomik sisteminin en önemli parçası haline geldi.

Paris Barış Konferansı, 1919-1920

I. Dünya Savaşı sonunda, barış antlaşmalarının yapıldığı konferans. Bu, yenik devletlerin hatta Sovyetler Birliği'nin çağrılmadığı, üç büyük devletin düzenledikleri konferanstır. Herşeyden önce, bu üç büyük devlet adanı, Wilson (ABD başkanı), Georges Clemenceu (Fransa Başbakanı) ve Lloyd George (İngiltere Başbakanı)'un eseridir. Konferansa İtalya Başbakanı Vttorio Orlando katılmıştı. Konferans, 18 Ocak 1919 tarihinde yirmi yedi ülkenin katılımı ile çalışmalarına başladı. Konferansta bir Yüksek Konsey oluşturulmuş, bütün önemli konularda Konsey'in yetkili olması kararlaştırıldı. Dışişleri Bakanları düzeyinde temsil edilen, bir Beşler Konsey'i oluşturuldu. Bu Konsey, ikincil önemde olan konuları ele alacaktı. Ekonomik konularda danışmanlık yapmak için bir Yüksek Ekonomik Konsey'i oluşturuldu.

Konferansta karşılaşılan en önemli sorun, bozulmuş olan Avrupa güç dengesiydi. Avusturya-Macaristan imparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığının yıkılması, Avrupa'da bir güç boşluğu yaratmıştı. Ancak en büyük sorun Almanya ile Orta ve Doğu Avrupa'ydı. Avrupa'da kurulacak olan güç dengesi öyle bir hale getirilmeliydi ki, Almanya'nın tekrar bir militarist ve yayılmacı bir devlet olarak sivrilmesi önlensin. Ayrıca Orta ve Doğu Avrupa'nın sınırları öyle çizilmeliydi ki, ekonomi, güvenlik ve milliyet esasına göre çizilecek ve bir daha bozulmayacaktı.

Konferansın sonunda yenik devletlere imzalattıkları antlaşmalar şunlardır:

Almanya ile Versay Antlaşması (28 Haziran 1919), Avusturya ile St. Germain Antlaşması (10 Eylül 1919). Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması, (27 Kasım 1919). Konferansta Başkan Wilson'un ortaya attığı Milletler Cemiyeti fikrine ilişkin sözleşme 28 Nisan'da onaylandı. Konferans, Milletler Cemiyeti'nin resmen kurulması ile (20 Ocak 1920) sona erdi.

Sonuç olarak Paris Barış düzenlemesinin en önemli ilkesi, "Self-determination" (her ulusun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkı)'nın kabul edilmesidir.

Paris Komünü, 1871

Bismarck'ın Fransa'nın Katolik Alman devletleri üzerindeki denetimini kırmak için 1870 yılında Fransa'ya karşı açtığı savaştan sonra 18 Mart-28 Mayıs 1871 tarihleri arasında Paris'te başlayan ayaklanma. Ayaklanma ve ondan sonra 21 Mart'da yapılan yerel yönetim seçimlerinde devrimciler kazandıklarından komün yönetimi kuruldu. Bu yeni oluşturulan yönetim, 1793 Fransız devrim geleneğini sürdüren ve devrimin Paris Komünü denetiminde olmasını savunan Proudhon'cular ve şiddet yanlısı Bloquiciler'den oluşmaktaydı.

Paris Komünü bir program yayımladı. Buna göre, Devlet dine verdiği desteği çekecektir. Fransız Cumhuriyet takvimi kullanılacak, iş saati on saat ile sınırlandırılacaktır.

Hükümet birlikleri, Komüncülere karşı 21 Mayıs 1871 tarihinde saldırı başlattı, 20 bin komüncü öldürüldü. Ayrıca 38.000 kişi tutuklandı ve 8.000'e yakın kişi sınır dışı edildi. Hükümet, bunun ardından elde ettiği güçten, sert yöntemlere başvurdu.

Paris Komünü, Marksistler tarafından tarihin ilk sosyalist devrim denemesi olarak kabul edilir. Kral Marks Paris Komünü'ne, Proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olarak bakmıştır.

Paris Kongresi, 1856

Osmanlı Devleti, Fransa, İngiltere, Avusturya, Prusya, Sardunya-Piyemonte ve Rus çarlığı arasında, 25 Şubat-30 Mart 1856 tarihleri arasında düzenlenen Kongre.

1853 yılında Osmanlı-Rusya arasında Kırım Savaşı başlamıştı. 1854 yılında Rusya'nın Sinop'daki Osmanlı donanmasını bir baskın yaparak yakması üzerine, İngiltere ve Fransa Osmanlı'nın yardımına koştular. Piyemonte'nin de Osmanlı devletinin yanında katıldığı savaş, 1856 yılında Rusya'nın barış istemesi üzerine bitti. 19. yüzyılda Osmanlılar'ın Rusya'ya karşı kazandıkları tek savaş olan "Kırım Savaşı" sonunda, 30 Mart 1856 tarihinde Paris Kongresi'nde, "Paris Barış Antlaşması" imzalandı. Bu antlaşma 34 madde ve bir geçici maddeden oluşuyordu.

Antlaşmaya göre, Rusya işgal ettiği Kars ve diğer Osmanlı topraklarını terkedecekti. Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti olarak tanınacak, bütünlük ve bağımsızlığına saygı gösterilecekti. Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışılmayacaktı. Karadeniz tarafsız bir statüde kalacaktı. Karadeniz kıyılarında Rusya ve Osmanlı devleti tersane bulundurmayacaklardı. Rusya Beserabya'yı Boğdan'a bırakılacaktı. Eflak ve Boğdan tarafların güvencesi altına alınacak, ancak Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sürecekti, içişleri ve ticarette ise serbest olacaklardı.

Bu hükümler, Osmanlı devletinin parçalanmasında dönem noktası olarak görülebilir. Eflak ve Boğdan özerkliklerini aldıktan sonra, Fransa ve Rusya'nın desteği ile, 1869 yılında birleşeceklerdir. Eyaletlerin Romanya adı ile tam bağımsızlıklarını almaları, 1878 yılında ve bir başka Osmanlı-Rus savaşı sonunda gerçekleşecektir.

Paris Şartı: bkz. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

Pasifik Doktrini

1975'te ABD Başkanı G. Ford'un ilan ettiği Pasifik politikası ilkeleri. Buna göre, ABD Güneydoğu Asya'nın güvenliği ile yakından ilgilidir ve buralarda menfaatleri vardır. ABD'nin varlığı Pasifik bölgesi için elzemdir. Burada Japonya'da ortaklık, Çin ile ilişkilerinin normalleşmesi ve güçlendirilmesi, Güney Kore ile sıkı ilişkiler ve orada ABD varlığı, Pasifik bölgesiyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi gibi hususlar savunulmuştur.

Pearl Harbor Baskını, 1941

Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda (7 Aralık 1941) Oahu adasındaki (Hawaii) Pearl Harbor'da bulunan ABD'nin deniz üssüne düzenlediği saldırı. Saldırı savaşta tarafsız kalmak isteyen ABD'nin savaşa girmesine neden olmuştur.

Japonya'nın, İkinci Dünya Savaşı başladığında Almanya ve İtalya ile ittifak kurması, ABD'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine ABD, ülkesinde bulunan Japon varlıklarını dondurdu, ayrıca petrol ve savaş mazemelerinin gönderilmesini yasakladı. 1941 yılının Temmuz ayı geldiğinde, ABD, Japonya ile olan bütün mali ve ticari ilişkilerini kesti. Japonya, buna cevap olarak saldırı hazırlıklarını başlattı.

ABD donanmasına gerçekleştirilecek olan, saldırı, Japonya Birleşik Donanması'nın Komutanı Amiral Yamamoto İsoroku tarafından titiz bir şekilde planlamıştı. 23 Kasım'da Komutan yardımcısı Nagumo Çuiçi'nin yönetiminde 6 uçak gemisi, 2 savaş gemisi, 3 kruvazör ve 11 destroyerden oluşan bir filo, Hawaii'nin yaklaşık 440 km kuzeyindeki bir noktaya doğru hareket etti. Saldırı bu noktadan 360 uçakla gerçekleştirildi. Yerel saatle 7.55'te başlayan saldırı, ABD savaş gemilerine ağır darbe vurdu. "Virginia", "Arizona" ve "West Virginia" adlı gemiler battı. Daha sonra "Maryland", "Pennsylvania", "Neroda" ve "Tennessee" gemilerine ağır hasar verildi. Ayrıca 140'tan fazla uçak yok oldu. Askeri kayıpların toplamı ölüler dahil, 3.400'ün üstündeydi. Japonya'nın ise sadece 29 uçak ve 5 denizaltısı yok oldu.

Japonya, Pearl Harbor baskınında hava gücünün deniz gücüne üstünlüğünü kanıtlamıştı.

Peel Raporu

İngiltere tarafından Filistinlilerle Yahudiler arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıkları araştırmak üzere Robert Peel başkanlığında 1936 yılında kurulan komisyonun hazırladığı rapor. 1920 yılında Filistin'de başlayan İngiliz manda yönetimi, Filistin'de bir Yahudi devletini kurmak istiyordu. Diğer taraftan da Filistinlilerin haklarını korumayı amaçlıyordu. Ancak bundan hoşnut olmayan Filistinliler (Araplar) İngiliz mandasına karşı gelerek, 1936 yılında ayaklanma başlattı. Bunun üzerine kurulan komisyon biriktirdiği verileri ve yaptığı incelemeleri, bir rapor halinde 1937 yılında yayımladı. Rapor'da, Filistinde sükunetin sağlanması için manda yönetiminin yararsız olduğu kabul ediliyor, bir Arap devleti, bir Yahudi devleti ve kutsal yerleri kapsayan bir tarafsız bölgenin kurulması öneriliyordu. İlk önce önerileri kabul eden İngiliz hükümeti, görüş değiştirerek, 1938 yılında Rapor'u reddetti.

Petrol Ambargosu, 1973

1973 Arap-İsrail Savaşı sonucunda OPEC (The Organization of Petroleum Exporting Countries-Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) ülkelerinin, savaşta İsrail'e yardım eden ülkelere petrol arzını durdurması.

Batılı ülkeler kendi endüstriyel ihtiyaçlarını karşılamak için, Ortadoğu petrollerine yöneldiler. Çok geçmeden Batılı petrol şirketleri, petrol üretiminin her alanında kendilerini göstermeye başladılar. Bu şirketler, petrolun taşınması ve dağıtımını kontrolleri altında tutuyorlardı. Aynı zamanda hem fiyat hem petrol arzını belirliyorlardı.

Petrole sahip ülkeler ise çok az bir pay almaktaydılar. 1946 yılında, şirketler petrol üretiminin %82'sine, petrol ülkeleri ise sadece %18'ine sahiptiler. Ancak durum 1960'larda değişmeye başladı. 1960 yılında OPEC kuruldu ve ilk talep edilen şey, fiyatların artışı ve daha büyük paya sahip olmaydı.

OPEC ülkeleri kendi kaynaklarını kendilerinin kontrol etmelerini egemenlikten gelen bir hak olarak görüyorlardı. Zamanla OPEC ülkelerinin petrol üretimindeki payları artmaya başladı. 1946'daki %18'lik pay, 1960 yılında %50'ye ve 1970'de, %70'e yükseldi. Bununla, OPEC ülkeleri petrol üretimini kontrolleri altına almaya başladılar.

1973 yılında Arap-İsrail Ramazan (Yom Kippur) savaşında yaşanan yenilgi, petrolu bir siyasi güç haline getirdi. Savaş, OPEC'in iki karar almasına neden oldu. İlk olarak, OPEC, İsrail'e yardım edenlere "petrol ambargosu" uygulama kararı aldı. İkincisi de, petrol fiyatların %400 arttırılması kararıydı. Petrol'ün, OPEC ülkeleri tarafından gelişme, kalkınma ve dış politikada hedeflerin gerçekleştirilmesi amaçlı olarak kullanılması durumu bugün de devam etmektedir.

Polisario Cephesi

Batı Sahra'nın bağımsızlığı için mücadele veren örgüt. 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinde yoğunlaşan sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerinden Batı Sahra'da payını almıştı. Sömürgeciliğe karşı başlayan hareketler, İspanya sömürgeciliğinin sonunu göstermişti. İspanya, kendi sömürgelerinden biri olan Batı Sahra'dan 1976'da çekilmişti. İspanya'nın yerini almak isteyen Fas, işgal girişiminde bulunmuş, bu işgal de Polisario Cephesi tarafından engellenmiştir. Daha sonra 1976 yılında Cezayir'de sürgün "Arap Demokratik Cumhuriyeti"ni kuran örgüt, Libya'dan destek almıştır. Cephe Moritanya ile yakınlaşarak, "Afrika Birliği Örgütü" tarafından destek görmüş ve Fas'a karşı mücadele etmiştir.

Porter Doktrini

Bir devletin borcunu ödememesi durumunda uygulanması gereken önlemlere ilişkin bir uluslararası hukuk görüşü. Bir devletin vatandaşlarının bir başka devletten alacaklarını tahsil edemedikleri durumlarda, borçlu devlete karşı zorlama tedbirlerine başvurulup vurulamayacağı konusu 20. yy. başlarında en çok tartışılan konulardan biriydi. Dönemin Arjantin Dışişleri Bakanı Louis Drago, 1907 yılında yapılan, II. La Haye Barış konferansında, bu gibi konularda borçlu devlete karşı zorlama önlemlerine başvurulamayacağını savunmuştu. Fakat çoğunluk bunu kabul etmemişti. ABD temsilcisi General Horace Porter bazı öneriler getirmiştir. Verilen önerilere göre, ilke olarak borçlu devlete karşı borcunu ödettirmek için zorlama önlemlerine başvurulamayacaktı. Bununla beraber, borçlu olan devlet konunun hakemliğe götürülmesini kabul edecekti. Eğer sözkonusu olan devlet hakemin kararına uymazsa, o zaman o devlete karşı zorlama önlemleri kullanılacaktır. Bu görüş konferanstaki çoğunluk tarafından kabul edilerek, yeni bir doktrin (Porter) halini aldı.

Potsdam Konferansı, 1945

II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Müttefik devletlerin yaptığı son konferans. Konferans, Prusya devletinin kraliyet merkezi olan Potsdam'da yapıldı. Konferansa ABD'den Başkan Truman, İngiltere'den Başbakan Winston Churchill (Konferans sürerken yapılan seçimlerde Churchill iktidardan düştü ve Attlee yeni Başbakan olarak Potsdam konferansına katıldı) ve Sovyetler Birliği'nden Stalin katılmıştır.

Temmuz 1945'te başlayan Konferans, tarihin en büyük zaferinden sonra toplanmıştır. Fakat çözülmesi gereken sorun çok önemliydi: Avrupa'nın yeniden kurulması. Avrupa'nın savaştan yıkık çıkması, bu ihtiyacı doğurmuştu. Potsdam konferansı, planlandığı tarihten birkaç gün sonra başlamıştı. Tarihçiler bu konuda Truman'ı sorumlu tutmaktadırlar. Truman, konferansa ilk atom bombası denemesinin sonucunu beklerken gitti. Konferans'ta, barış antlaşmalarını hazırlayacak bir Dışişleri Bakanları Kurulu kuruldu. Üzerinde durulan en önemli konular: Almanya sorunu, Polonya sorunu, Avusturya'nın işgali, SSCB'nin Doğu Avrupa'daki rolü,savaş tazminatları ve Japonya ile süren savaşın durumuydu. Konferansta en çok tartışılan konu Almanya idi. Müttefikler, Almanya'nın yenilmesi kesinlik kazanmaya başlayınca, Almanya'nın parçalanması konusundaki eski görüşlerini değiştirmeye başladılar. Churchill Mart 1945'te "Almanya'yı parçalamayı düşünmüyoruz" demekteydi. Stalin ise Almanya'yı parçalamayı istemediğini söyledi. Stalin Ruhr bölgesinden tamirat almak istiyordu. Potsdam'da, daha çok Almanya'nın Nazilikten ve askerlikten arındırılması konusu üzerinde duruldu. İlk önce savaş suçlularının cezalandırılmasına karar verildi. Alman askerlerinin elinden silahların alınması, demokratik düzenin kurulması; bunu yapmak için ise, eğitim sisteminin tümüyle değiştirilmesi gerekirdi. Bunun için Almanya'nın bir süre işgal altında kalması kararlaştırıldı. Buna göre, Almanya, Sovyet, İngiliz, Amerikan ve Fransız işgal kuvvetleri komutanlarınca yönetilecek dört ayrı işgal bölgesine ayrılacaktı. Berlin, Viyana ve Avusturya aynı şekilde bölünecekti. Almanya'da demokrasiyi kurmak için, tüm ülkeyi kapsayan ve yerel özerkliğe sahip devletlerden oluşan bir federasyon kurulmasına karar verildi. Maliye, dış ticaret ve bunun gibi konular ise federalizm kapsamına alınmayarak "Denetim Kurulu" oluşturuldu.

Konferansta üzerinde durulan diğer bir önemli konu, Polonya'ydı. Yalta Konferansında kurulması kararlaştırılmış olan koalisyon hükümeti, şimdi Potsdam Konferansı süresince kurulmuş ve kabul edilmişti. Polonya'da seçimler açık olacaktı, gazeteciler de seçimde gözlemci sıfatı ile bulunacaklardı. Sovyetler Birliği, Müttefik devletlerden yönetimleri değişen Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'a karışmamalarını, Türkiye'den Sovyetlere bir üs verilmesini istedi. Fakat bu istekler kabul edilmedi.

Japonya'ya, Potsdam Bildirgesi'ni kabul etmesi içinültimatom gönderildi. Ancak, Japonya bunu reddetti. Bunun üzerine ABD, Hiroşima ve Nagazaki'ye (6 Ağustos, 9 Ağustos) atom bombası attı. Konferans 1 Ağustos 1945 tarihinde sona erdi.

Prag Darbesi, 1948

Çekoslovakya'da Şubat 1948'de komünistler tarafından gerçekleştirilen hükümet darbesi. Çekoslovakya'nın Bohemya ve Marovya toprakları, 29 Eylül 1938 tarihinde yapılan Münih Konferansı ile Almanya'ya verilmişti. 1935'te Masaryk'ün yerine Cumhurbaşkanı olarak geçen Beneş, Almanya ilhakını onaylamaktansa Cumhurbaşkanlığından ayrılarak, önce Londra'ya, ardından Chicago'ya gitti. Çekoslovakya'nın toprak kayıpları, Münih Düzenlemesi ile bitmedi; ülkenin bir kısmı (Teschen Düklüğü) Polonya'ya, Slovaklar ile Rutenlerin yaşadığı topraklar Macaristan'a verildi. Dönemin Prag hükümeti, Tiso'nun yönetimindeki Slovak Halkçı Partisi ile Karpatlar'da yaşayan Rutenlerin özerklik taleplerine boyun eğerek, üç özerk birimden oluşacak çapraşık bir yönetim sistemi oluşturuldu. Mayıs 1942'de, ilk önce buradaProtektora sıfatı ile bulunan Almanya yönetime fiilen el koydu. 1941'de, Beneş'in Londra'da ve Washington'da yürüttüğü görüşmeler sonucu, Jan Şramek'in başkanlığında, sürgündeki Çekoslovakya hükümeti kuruldu. Çek ulusal Komitesi'nin yönettiği yeraltı çalışmalar sonucu, 5 Mayıs'ta Prag halkı Alman birliklerine karşı ayaklandı. Mayıs 1946'da yapılan genel seçimlerde, Çekoslovakya komünistlerinin önderi Gottwald'in başında bulunduğu Komünist Parti seçimleri kazandı. Hükümette bir koalisyon oluşturularak, seçimlerin yapılacağı 1948'e değin geçici yönetimin sürdürülmesi kararı alındı. Ama partilerarası işbirliği, daha başlangıçta ekonomik kalkınma programı yüzünden, güçlüklerle karşı karşıya geldi. 1947'de SSCB'nin baskısıyla ABD'nin Marshall Planına katılm düşüncesinden vazgeçildi.

20 Şubat 1948'de komünist olmayan bakanların büyük bölümü Gottwald'ı istifaya zorlamak umuduyla hükümetten ayrıldı. Ama Gottwald istifa etmedi ve komünistler, boşalan bakanlıkları ve muhalefete geçen partilerin merkezlerini işgal etti. Komünistlerin örgütlediği işçiler Prag'da yürüyüş yaptılar. Prag ve öteki bölgelerde "eylem komiteleri" kurularak, devlet görevlileri de bu kurulan işbirliğine zorlandı. 25 Şubat günü çoğunlukla komünistlerin bulunduğu yeni bir hükümet kuruldu. Geçici Milli Meclis yeni hükümeti ve programı onayladı. Binlerce komünist olmayan politikacı, aydın ve yönetici ülkeden ayrıldı. 10 Mart'ta eski Cumhurbaşkanı Jan Masaryk ölü olarak bulundu. Böylece ülkenin Komünist Partisi, gerçekleştirdiği hükümet darbesiyle yönetimi eline geçirdi ve ülkenin tek örgütü haline gelerek, halkın çoğunluğunu arkasına almayı başardı. Bu olaylardan sonra Çekoslovakya dış dünyaya kapanarak iç sorunlara yöneldi.

Quebec Konferansları, 14-24 Ağustos 1943 ve 11-16 Eylül 1944

II. Dünya Savaşı sırasında ABD ve İngiltere arasında yapılan, aralıklı iki Konferans. Konferanslara ABD tarafından Devlet Başkanı Roosevelt, İngiltere tarafından ise Başkan Winston Churchill katılmıştır. İki konferanstan ilki 14-24 Ağustos 1943 tarihleri arasında yapıldı. Bu konferansta İtalya ve Fransa kıyılarına yapılacak askeri çıkartmaların planları tartışıldı. Konferansta İtalya'ya yapılacak çıkartmanın "Normandiya Çıkartması" ile aynı anda yapılması konusunda anlaşıldı ve daha sonra konu aynı yıl Moskova, Kahire ve Tahran'da yapılan konferanslarda da ele alındı. 11-16 Eylül 1944 tarihleri arasında yapılan ikinci konferansta taraflar, Almanya'ya karşı Batı'daki iki cepheden çıkartma yapılmasına karar verdi.

Quebec Sorunu (Quebec Question)

Kanada'nın doğusunda Fransızca konuşanların çoğunlukta olduğu Quebec eyaletinin Kanada'dan ayrılıp-ayrılmama sorunu.

Quebec 1534 yılında "yeni Fransa" adı altında kuruldu. Yeni yıl savaşları sonucunda Fransa burayı İngiltere'ye kaptırdı. Eyalet İngiliz kolonisi haline geldiğinde İngiliz Ceza Kanunu ve Fransız Medeni Kanunu uygulanmaya konuldu. 1791'de Kanada Aşağı Kanada (Quebec) ve Yukarı Kanada (Ontorio) olmak üzere ikiye ayrıldı. 19 yüzyıldan sonra Quebec'te İngiliz nüfus azalmasına rağmen, Fransızca konuşan halk hiçbir zaman bölgenin ekonomik hayatını kontrolü altına almayı başaramadı. 1918 yılında Fransız kökenliler I. Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusuna katılmayı reddederek ayaklanmalar başlattılar. 1968 yılında ayrılıkçı "Parti Quebecois" kuruldu. 1970'lerde şiddet eylemleri arttı, ve finansman ayarlamaları konusunda eyaletler arasında problemler çıkmaya başladı. Kanada'dan ayrılma konusunda 1980 yılında yapılan ilk referandumda ayrılıkçılar yüzde 40 oyla mağlup oldular. Quebec, 1982'deki Kanada Anayasası'nı kendi kimliine aykırı bularak imzalamadı. Qubec'in şikayetleri doğrultusunda 1987 ve 1992 yıllarındaki iki girişim başarısızlıkla sonuçlandı. 30 Ekim 1995'te yapılan referandumda ayırılıkçılar yüzde 1.2 gibi küçük bir farkla yenilgiye uğradılar.

Quisling (quisling)

Başka bir devletin politikasına felsefesine ve sempati duyan ve savaş durumunda saldırgan devlete katılarak ve işbirliği yaparak kendi ülkesi aleyhine çalışan kişi. Bu kavram, bir süre Norveç'teki Faşist Parti'nin lideri olan ve İkinci Dünya Savaşı'nda Hitleri'nin ordularının ülkesini işgal etmesi sırasında Alman çıkarlarına hizmet eden bir hükümet kuran Vidkun Quisling'in adından türemiştir.

Ramazan Savaşı (Yom Kippur Savaşı), 1973

Ortadoğu'da, Arap ile İsrail kuvvetleri arasında yapılan savaşlardan en önemlisi 6 Ekim 1973 günü başlayan bu savaş altı gün süren 1967 Savaşının yarattığı kızgınlığın bir sonucuydu. 6 Gün Savaşında İsrail, topraklarını yaklaşık dört kat genişletmişti. Golan Tepeleri Kudüs'ün tümü, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Gazze İsrail'in eline geçmişti.

1970 yılında Nasır'ın ölmesi ile yerine geçen Enver Sedat, 1967 yılında İsrail'e kaptırılan toprakların geri alınması için, bir Arap karşı saldırısı üzerinde durmaya başladı. 6 Ekim 1973'te başlayan savaşın, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan ve Yahudilerin kutsal ayı olan Yom Kippur'a denk gelmesi, bu savaşın aynı zamanda Ramazan Savaşı olarak anılmasına neden oldu. Sözkonusu olan tarihte, Suriye ve Mısır birlikleri bir sürpriz saldırıda bulundular. İsrail birlikleri Sina yarımadasından ve Golan Tepeleri'nden çekilmeye zorlandı. Bu savaşta ilk kez Araplar İsrail'e saldırıda bulunacak güç buldular, aynı zamanda güçlerine güvenmeye başladılar. Savaşın Arapların lehinde olduğunu gören öteki Arap devletleri de savaşa katıldılar. İki büyük güç de bu savaşta dolaylı olarak yerlerini almışlar, ABD İsrail'e Sovyetler Birliği Arap devletlerine silah göndermekteydi. Ancak, savaşın gidişatı böyle olmadı. Savaşın ikinci haftasında, İsrail karşı saldırıda bulunarak, Golan Tepeleri'ni geri aldı ve Sina Yarımadası'ndan geri çektiği askerleri, tekrar geriye gönderdi.

Savaşın etkisi iki büyük devlet arasındaki çekişmeye yansıması, Doğu-Batı çatışma olasılığını ortaya çıkardı. Bunun üzerine harekete geçen BM Güvenlik Konseyi bir ateşkesin sağlanmasına karar verdi. Ancak bu karar yürümedi. Sovyetler Birliği'nin, ABD-Sovyetler Birliği kuvvetlerinin bölgeye gönderilmesini öngören önerisi, ABD tarafından reddedildi. Daha sonra, Sovyetler Birliği, tek başına asker göndereceğine ilişkin açıklama yapınca, iki güç arasındaki gerilim bir hayli arttı. Fakat, araya Bağlantısızlar grubunun girmesi ile, bunların ortaya attıkları BM Barış Gücü askerlerinin çatışanların arasına girmesi önerisi kabul edildi.

Savaş sona erdiğinde, tarafların kayıpları (hiç olmazsa manevi kayıp) çok fazla, aradaki askeri denge değişmiş, bir çok ülke değişik devletler tarafından silahlandırılmıştır. Suriye, Sovyetler Birliği yapımı olan T-62 tanklarına sahip olmuş, uçaklarına uçak filoları eklemiştir. İsrail ordusu da ABD tarafından güçlendirilmiştir.

18 Ocak 1974'te İsrail-Mısır arasında barış antlaşması imzalandı. Antlaşma gereğince, Mısır Suveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki güçlerini azaltacak, buna karşılık İsrail de Sina'da Milta ve Gidi geçitlerinin batısına çekilecekti. Bu antlaşma 4 Eylül 1975 tarihinde imzalanan ikinci bir antlaşma ile tamamlandı. 31 Mart 1974 tarihinde ise, Suriye ve İsrail arasında, her iki tarafın kuvvetlerinin bir Birleşmiş Milletler tampon bölgesi ile ayrılması ve savaş tutsaklarının değiştirilmesi kararlarını da içeren bir ateşkes antlaşması imzalandı.

Ramazan Savaşı'nın en önemli sonucu, petrole sahip Arap ülkelerinin, petrol fiyatlarına yaptıkları müdahale ile üçüncü ülkelere karşı bir tür ambargonun koyulmasıdır.

Rapollo Antlaşması, 1922

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği ve Almanya arasında imzalanan dostluk antlaşması. Savaşın sonunda yapılan antlaşmalar, iki savaş arası dönemin özelliklerine bir ölçüde biçim verdi. Almanya'ya imzalattırılan Versay Antlaşması, Almanya'ya ağır yükler verdi. Almanya, yapılan konferans ve toplantılarda hep ikinci sınıf devlet uygulamasını görüyordu. Fransa, Almanya'dan fizik garantiler peşinde koşuyor tamirat borcunda ısrar ediyor ve en önemlisi, dış politikada Almanya'yı "çevreleme politikası" uyguluyordu. Diğer taraftan da, 1917 sonrasında, Sovyetlerin Fransa ile ilişkileri iyi değildi. İç savaş sırasında Bolşeviklere karşı mücadele eden kesimleri destekleyen Fransa, savaş sonrası da bunun tutumunu değiştirmedi. Buna karşılık olarak da, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa'nın sömürgelerinde ortaya çıkan başkaldırıları teşvik ediyor ve destekliyordu. 1922 yılında da Cenevre'de yapılan konferansta, İngiltere ve Fransa'nın, Çarlık döneminden kalan borçların ödenmesi isteğini Sovyetler reddettiler. Böylece ortak düşmana karşı, Sovyetler ve Almanya arasındabir yakınlaşma başladı. Bunun sonucu olarak da 16 Nisan 1922 tarihinde Cenevre yakınlarında bulunan Rapollo'da Alman-Sovyetler Birliği Rapollo Dostluk Antlaşması imzalandı. Buna göre, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruluyor, Almanya yeni Sovyet rejimini tanıyordu. Birbirlerine yönelik her türlü iddiadan vazgeçtiklerini ve sıkı bir ekonomik işbirliğine gireceklerini belirtiyorlardı. Bu antlaşma ile birlikte Versay düzenine karşı ilk başkaldırı ortaya çıkmış olmaktaydı. Yani iki devlet, revizyonist bir politika sürdürdüler. Bu yakınlaşma bununla kalmayarak, 1926 yılında yapılan Berlin Antlaşması'na göre, taraflardan biri saldırıya uğrarsa, öteki devlet tam yansızlık politikası izleyecekti. Bu yakınlaşma, 1939 yılında tekrarlanmak üzere, Hitler'in 1933 yılında iktidara gelişine kadar sürecektir.

Reformasyon (dini reform)

15. ve 16. yüzyılın Avrupa insanında ortaya çıkan görüş değişikliği sonucu, kilisenin devlet yönetiminden ayrı dinsel bir örgüt olarak faaliyet göstermesine neden olacak olan dini reform.

Dini reform konusunda verilen mücadele, üç yönlü bir nitelik göstermiştir. Mücadelenin değişik niteliklere sahip olması, Katolik kilisesine karşı yapılan muhalefetin üç kaynaktan gelmiş olmasındandır. Bunlar, monarklar ve zenginler, sade vatandaş ve kilise içinde bulunan misyonerler, azizler'dir.

15. yüzyıla gelindiğinde Kilise, monarklar ve zenginlerde olan saygınlığını yitirmeye başlamıştı. Monarklar ve zenginler, kilisenin manevi sınırlandırmalarına, genel hükümranlığına, koyduğu vergilere karşı çıkmaya başlamış, gücüne itibar etmemeye başlamışlardı. Bunun sonucu olarak da, monark ve zenginlerin reformasyonu, dinin başı olarak Papa'nın değil monarkın (devletin) geçmesi biçimini aldı, ve bunun üzerine her yerde ulusal kiliseler kurulmaya başlandı. Bohemya, Kuzey Almanya, İngiltere, İskoçya, İsveç, Norveç, Danimarka monarkları, Roma kilisesinden ayrıldılar ve kendi ulusal kiliselerini kurdular. Kilise'nin etkisi aynı zamanda sade vatandaşta da azalmaya başlamıştı. Ancak sade vatandaşın başkaldırısı monarktan farklı olarak, dini nitelikteydi. Onlar karşılarında güçlü bir kilisenin bulunmasını istiyorlardı, ama bu gücün diniöğretiye uygun olmasını istiyorlardı. Bunun sonucu olarak ta, sade vatandaşın reformasyonu, Roma kilisesi ile olan bağlantının tekrar devam etmesi ile sonuçlandı. Yapmak istedikleri, kilisenin otoritesine karşı, kendi İncil'lerine sahip olmak, kendi kiliselerini buna uygun olarak yönetmekti. Bu hareketin tipik örneği, Martin Luther'in Alman Protestanlığıdır. Büyük taraflar toplayan Protestanlık, gitgide yaşlı kıtada yayılmaya başladı. Daha sonra, bir grup Protestan prens ve kent -devletleri biraraya gelerek Katolik Kutsal Roma imparatoruna karşı, 1546 yılında savaş başlattılar. 1555 yılında yapılan Augsburg Barışı ile Protestanlık, devlet tarafından resmen tanındı.

Kilisenin içinde bulunan misyonerler ve azizler'in başlattıkları reform hareketinin amacı, Kilise'yi doğru yola çekerek onun gücünü arttırmaktı. Bu hareketin en önemli temsilcisi, İspanyol Loyala'lı Aziz İngatius'tur. İngatius, 1538'de "İsa'nın Toplumu" adıyla bir tarikat kurdu. Ve bunlara halk tarafından "Cizvitler" (jesuits) denmeye başlandı. Bunlar daha çok misyonerlik faaliyetleri ile uğraşıyorlardı. Ancak bunların en büyük başarısı eğitim alanındadır. Bunlar Katolik Kilisesi'nin itibarını yeniden kazandırmak için çalışmışlardır.

Reformasyon'unun en önemli sonucu, 15 ve 16. yüzyılda Kilisesinin ya da dini otoritenin hemen hemen bugünkü biçimini alması ve laikliğe giden kapının açılmasıdır.

Roma Antlaşmaları, 1957

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği'nin (EURATOM) kuran 25 Mart 1957 tarihli Roma antlaşmaları. Bu antlaşmalar, Avrupa'nın ekonomik ve siyasal birlik kurma çabalarının bir sonucudur. 1945'i izleyen yıllarda Avrupa devletlerinin çoğu, karşılaştıkları ekonomik ve siyasal sorunların yalnızca ulusal bir çerçevede halledilemeyeceğini, bir tür uluslararası ya da uluslarüstü yetkilerle donatılmış bir kuruluşun kurulmasından yanaydılar. İşte,Avrupa devletleri aralarındaki koordinasyonu sağlamak için, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü'nü (Nisan 1948), daha sonra bunu yetersiz görerek, Avrupa Kömür ve Çelik Birliğini kurdular (C.E.C.A). Avrupa'nın uluslarüstü bir ekonomik bütünleşmeye gitmesi konusunda yeni bir girişim Hollanda Dışişleri Bakanı Johan Willem Beyen'den geldi. Beyen, bu konuda 1953 yılında bir plan sundu. Buna "Benelux Memorandumu" adı verilmektedir. Temmuz 1955'te Federal Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg'un katıldığı Messina toplantısı yapıldı. Bu toplantıda, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği'nin (EURATOM) dayanacağı genel ilkeler saptandı ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (CECA) gibi bir ortak pazarı, ekonominin bütün alanlarına yayma kararı aldılar. Kurulacak topluluğun yöntemlerini saptamak için hükümetlerarası bir komite kuruldu. Bu kurulun hazırladığı "Spaak Raporu" (Eski Belçika Başkanı Paul Henry Spaak'ın adıyla anılmaktadır) 1956 yılının Nisan ayında hükümetlere sunuldu. Bütünleşme konusunda atacakları ilk adım gümrük duvarlarının kaldırılmasıydı. Böylece hazırlanan antlaşmalar, 25 Mart 1957 tarihinde Roma'da imzalanarak, Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak 1 Ocak 1958 tarihinde yürürleğe girdi.

İngiltere, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) ile özel ilişkilerini dikkate alarak, AET ve girmedi. Ancak daha sonra, İsveç, Norveç, Danimarka, Avusturya, Portekiz ve İsviçre ile kurduğu EFTA (European Free Trade Area) cılız kalınca AET'ye girme yollarını aramaya başladı ve 1973 yılında üye oldu.

Rönesans

"Yeniden doğuş" anlamına gelen bir süreçtir. 15. yüzyılda başlayan bir süreç, aynı yüzyıl içinde bütün Avrupa'ya yayıldı. Bu yenilikte, Roma ve Grek başarılarının yeniden cezalandırılması istemi vardır. Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu. 1)Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir, 2)İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir, 3)İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir ve 4)Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı hakimdir.

Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en karlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi küçük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

 

Ruhr Sorunu

Almanya ile Fransa arasında tartışma konusu olan bir bölge sorunu. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa, Almanya ile fizik garantiler peşinde koşuyor, tamirat borcu konusunda ısrar ediyordu. Kendini daha güvenli bir konuma getirmek için Almanya'yı "çevreleme politikası" uyguluyordu. Almanya ise Alsace-Lorrene bölgesinin Fransa'ya verilmesi ile demir cevheri ihtiyacını ithalat ile karşılamaya başladı. Endüstri bölgesi olan Ruhr'da yeni demir ve çelik işletmelerinin kurulmasını sağlamaya ve maden kömürü işletmeciliğini modernleştirmeye girişti. Almanya'nın Fransa'ya olan tamirat borcunun ödenmesinde aksaklık çıkmaya başlayınca, Fransa 1921 yılında Düsseldorf, Duisburg ve Ruhrort'u işgal etti. Ödemedeki aksaklığın devam ettiğini görünce, tamirat borcunu kendisi toplamak için Ocak 1923'te Ruhr bölgesini işgal etti. Ruhr bölgesini kendisi işletecek ve elde ettiği geliri de tamirat borcundan düşecekti. Daha sonra ortaya çıkacak olan "Dawes Planı" ile Almanya'nın tamirat borcu taksitlere bölündü ve nihayet işgal 1925 yılında sona erdi.

Rus Devrimi

Mart 1917'de Rusya'da Çarlık rejimine son verilmesinden sonra Kasım 1917'de başlayan değişim. 1800'lerin sonlarında Avrupa'da toplum içindeki sınıflar arasında siyasal dengenin sağlanması çabaları, uzlaşmalar yoluyla bir ölçüde başarılı olmuşsa da, iki grup bu çaba ve arayışların dışında kalmıştı. Bunlardan birincisi; Batı eğitimi görmüş, bulunduğu ortama yabancılaşan Doğu Avrupa'nın okumuş kitlesiydi. Toplumdan soyutlanma ve ondan uzak kalma, Rusya gibi imparatorluklarda oluşmakta bulunan devrim potansiyelini artırmaktaydı. İkincisi, orta sınıfın siyasal önderliğini kabul etmeyen fabrika işçileri. Fransız devrimin etkisi ile 1825 Aralık ayında çıkan Dekamberist ayaklanması Rusya'da büyük yankı uyandırmıştı. Ayaklanma bastırılmıştı. Fakat işçilerin kurtarıcısı olarak gözüken Marksizm teorilerinin yayılmasına engel olunamamıştı. Keza, aydınlarda da bu gibi fikirler yayılmış, varolan otokratik düzenin yıkılması için mücadele veriyorlardı. Rusya'nın beşte dördünü oluşturan köylüler, toprak sahiplerinin kölesi durumunda idiler. 5 Mart 1861 tarihinde çıkarılan "Kurtuluş Kanunu" ile serflik kurumu kaldırılmış ve ortaya bir işçi sınıfı çıkmıştır. Köylüye yapılan toprak dağıtımındaki bozukluk köylü halkını tedirgin etmiş, onların çeşitli hareketlere girişmelerine sebep olmuştur. 1870'lerde ortaya çıkan bu hareketlerden biri "Narodnik" ve "Narodniçestro" hareketidir. Bu hareket hükümetin baskısından dolayı başarı kazanamadı ve 1881 yılında Rus Çarı II. Aleksandr'ın öldürülmesi üzerine, bu "Halkçı Hareket" taraftarları ülkeyi terketti. 19. yüzyılda başgösteren yoksulluk, halkın grevler düzenlemesine neden olmuş, bunun sonucu olarak da sendikacılık faaliyetleri artmıştır. Bu ortamda Marksist örgütler arttı. 1895 yılında Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) tarafından Marksist nitelikte "İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği" ve daha sonra 1898 yılında "Sosyal Demokrat İşçi Partisi" kuruldu. Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin 1903 yılında yaptığı kongresinde Rusya'da Marksist devrimin gerçekleştirilmesi ve bunun için de partinin nasıl bir nitelik kazanacağı sorunu, partide görüş ayrılığına sebep oldular. Sonraları bu parti Lenin'in önderliğini yaptığı Bolşevik ve Menşevik olmak üzere ikiye ayrıldı. Bolşevikler, küçük ve devrimci bir elitin denetiminde sıkı bir parti kurmak isterken, Menşevikler daha geniş ve katılmaya açık bir örgüt kurmak istiyorlardı. Menşevikler'den Trotsky'nin önderliğinde 1905 yılında Petersburg'da bir ayaklanma oldu. Moskova ve Peterburg'da "İşçi Sovyetleri" kuruldu. Ayaklanma bastırıldıysa da, Çar II. Nikola bazı haklar vermeyi ve Rus Meclisi Duma'yı açmayı uygun gördü ve bir seçim yasası çıkartıldı. Bu durumu etkileyen olaylar yanında, Rusya'nın yenilgisi ile sonuçlanan Rus-Japon savaşı da sayılabilir.

1917 yılına gelindiğinde Rusya'da vergi sistemi iflas etmiş durumdaydı. Savaş harcamaları, erimekte olan altın rezerveleri ve dış borçlar ile karşılanmaktaydı ve Rus halkının tek seçeneği Çarlık rejimine karşı gelmekti. Ülkenin savaşta da olması durumu gerginleştirdi. Bu ortamda 8 Mart 1917 tarihinde Petersburg'da başlayan gösteri ve grevler genel ayaklanmaya dönüştü. 12 Mart 1917 tarihinde Petersburg'da "İşçilerin ve Askerlerin Sovyet"i kuruldu. Üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın bir biçimde savaşı sürdüren ordu Çar'ın yanında yer almadı ve devrimci hareketin üzerine yürümedi. Yapılan devrim iki aşamalıydı. Mart 1917'deki birinci aşamada, Sovyet yetkilileri ile Duma temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucu Çarlık rejimine son verilmiş ve liberal görüşlü Prens Lvov'un başkanlığından Bolşevikler hariç hemen hemen bütün siyasal eğilimli partilerin katıldığı bir koolisyon hükümeti kurulmuştur. Kurulan hükümetin beklenen barışı sağlayamaması, toprak reformunu gerçekleştirememesi, işçilerin sorunlarına eğilememesi ve ekmeğe ihtiyacı olan halkın isteklerini gerçekleştirememesi koalisyonun başarısızlığını göstermiştir. Bunun sonucu Bolşeviklerin halktaki desteğinin artmasına oldu.

Devrimin ikinci aşamasında, Lenin'in önderliğindeki Bolşevikler, hemen hemen tek kurşun bile atmadan 7 Kasım 1917 tarihinde yönetimi ele geçirdiler. Ordu bunların yanında yer aldı. Böylece Rusya'da Bolşevik Devrimi gerçekleşti.

 

Rus-Japon Savaşı, 1904-1905

Rusya ve Japonya arasında sürdürülen ve tarihte en önemli ve uzun vadeli sonuçlar yaratmış bir savaştır. 1902 yılına gelindiğinde Japonya İngiltere ile ittifak kurmuş, doğal yayılma alanı olarak gördüğü Mançurya ve Kore üzerinde var olan Rus etkisini ortadan kaldırmak için bölgeye, göz dikmişti. Rusya ile yapmak istediği savaşın hazırlıklarını yapıyordu. 1904 yılında bir bahane ile Port Arthur limanına bir baskın yaparak, Rusya ile savaşa girmiş ve bir buçuk yıl sürecek olan savaşta hem denizde hem karada Rusya'yı yenilgiye uğramıştır. Savaşın Avrupa'ya sıçramaması için, işe karışmayan Avrupa devletleri savaşın Uzakdoğu ile sınırlı kalmasını istemişlerdi. Pasifikte sömürgeci durumu gelen ABD Japonya'nın güçlenmesi karşısında elinde bulundurduğu adaları tehlikeli duruma düşürmemek için, Rusya'nın yardımına yetişti. O zaman ABD devlet başkanı olan Theodore Roosevelt, arabuluculuğa soyunarak, tarafların Portsmouth Barış Konferansı'na katılmalarını sağladı. Yapılan antlaşmaya göre, Port Arthur ile Sakhalin adası Japonya'ya verilecek, Ruslar Mançurya'dan askerlerini çekecek ve buradaki demir ayrıcalıklarını da Japonya'ya devredecekti.

Rus-Japon savaşı uzun vadeli sonuçlar yarattı:

a)Savaştan galip çıkan Japonya'nın tıpkı Batılılar gibi emparyalist bir devlet olarak ortaya çıkması.

b)Rusya'nın Uzakdoğu'da başarısız olmasıyla, dikkatlerini Balkanlar'a yöneltmesi. Bunun sonucu olarak da, I. Dünya Savaşı'nın başlaması.

c)Çarlık hükümetinin başarısızlığa uğraması, savaşın yarattığı sıkıntılar, halkın tepkisine yol açtı ve 1971 yılında yapılacak olan Rus Devriminin kapısını araladı.

Saar Plebisiti, 1935

Saar bölgesine ilişkin halkoylaması. 28 Haziran 1919 tarihinde Almanya ile yapılan Versailles Barış Antlaşması "Saar" bölgesini Fransa'ya bıraktı. Ancak bu bölgede 15 yıl sonra plebisit yapılacak, ve hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı. 13 Ocak 1935 tarihinde plebisit yapıldı ve 539.000 Saarlı'dan 477.000'i Almanya ile birleşme lehinde oy kullanınca 1 Mart 1935'de "Saar" bölgesi Almanya'ya teslim edildi.

 

Saint Germain Barış Antlaşması, 1919

I. Dünya Savaşı sonunda iki dünya savaşı arasındaki dönemin özelliklerini belirleyecek olan Paris Barış Konferansında, bir yenik devlet olarak Avusturya'ya imzalattırılan antlaşmadır. Antlaşma 10 Eylül 1919 tarihinde imzalanmıştır. Buna göre, Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ile Yugoslavya'nın bağımsızlıklarını tanıyacaktı. Önemli toprak parçaları olan Galiçya Polonya'ya; Hırvatistan; Yugoslavya'ya; Tirol ve Tireste İtalya'ya ve Bukovina Romanya'ya bırakılıyordu. Avusturya'ya, Almanya'ya olduğu gibi, kısıtlayıcı askeri hükümler getirildi ve tamirat borcu yüklendi. Böylece Avusturya'dan zorunlu askerlik kaldırılacak ve ordu 30.000 kişiye indirilecekti.

 

Saint Jean De Maurienne Antlaşması, 1917

I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, itilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa ve İtalya) Osmanlı devletinin yıkılması durumunda ortaya çıkacak olan "toprak mirası"nı nasıl paylaşacaklarını belirleyen antlaşmalardan biri. Antlaşma Nisan 1917 tarihinde yapıldı. Buna göre, Fransa'ya Adana; İtalya'ya ise İzmir-Kayseri-Mersin üçgeni arasında bulunan güneybatı Anadolu bölgesi veriliyordu. Antlaşma, 18 Ağustos-26 Eylül 1917 tarihleri arasında üç devlet tarafından onaylandı.

 

Salt: bkz. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

Samimi Anlaşma (Entente Cordiale), 1904

Fransa ile İngiltere arasında Nisan 1904'te imzalanan anlaşma. 1900'lere gelindiğinde denge Fransa'nın aleyhine döndü. İngiltere sömürge elde etme savaşlarında Fransa'yı yenilgiye uğrattı. Denizaşırı çatışmalarda Fransa'nın Avrupa'daki durumu zayıfladı. Almanya'nın deniz silahlarında İngiltere ile arayı kapatmaya başladığı anlaşılınca, sömürge yollarının korunmasında rekabete tahammülü olmayan İngiltere, 1902'de Japonya'yla imzaladığı İngiliz-Japon ittifakına bağlı olarak Uzakdoğudan çıkması muhtemel bir Rus-Japon savaşında, 1894 ittifakına göre Fransa Rusya'ya yardım ederse, Fransa'ya karşıt bir kamp içinde yeralmak istemedi. Avrupa ülkeleri arasında silahlanma yarışı başlamış ve Üçlü İtilaf Devletleri hızla silahlanmaya yönelmişlerdi. Balkanlar'da barış hızla bozulmaktaydı ve bunun da büyük bir savaşa yolaçabileceği her iki devletce de anlaşılmıştı. Sonuç olarak İngiltere ve Fransa, yakınlaşmaya zemin oluşturması için sömürge konularını bu anlaşmaya çözüme bağladılar.

Bu anlaşmaya göre, Fransa Fas'ın siyasal statüsünü değiştirmeme sözü veriyor, topraklarına katmama yükümlülüğü altına giriyor; buna karşılık İngiltere Fransa'yı Fas'ta ekonomik, mali ve askeri yenilikler yapabilme noktasında serbest bırakıyordu. İngiltere de Mısır'ın siyasal statüsünü değiştirmeyecek, Fransa da İngiltere'nin 1882'de işgal ettiği Mısır'dan çıkmasını istemekten vazgeçecekti. Bu anlaşmayla aynı zamanda Üçlü İtilaf'ın ikinci kanadı ortaya çıkmış oldu.


San Fransisco Konferansı, 1945

Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulması ile sonuçlanan uluslararası konferans (25-26 Nisan 1945) II. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Müttefikler uluslararası bir örgütün kurulması çabalarını yoğunlaştırmışlardı. Bu örgütün temel ilkeleri, 1944 yılında toplanan Dumbarton Oaks Konferansında ortaya atılmıştı. San Fransisco Konferansına Müttefiklerin siyasal amaçlarını ele alan Birleşmiş Milletler Bildirisini imzalamış kırk altı ülke ile Mihver devletlerine karşı savaşmış yirmi ülkenin temsilcisi katılmıştır. Konferansta büyük ve küçük devletler arasında çeşitli anlaşmazlıklar çıktı. Dumbarton Oaks ilkelerine göre kurulacak örgüt büyük devletlere geniş yetkiler veriliyordu. Konferans'ın çoğunluğunu oluşturan küçük devletlerin istekleri şunlardı: örgütün bütün ülkelerin eşitlik ilkesi çevresinde temsil edildiği Genel Kurul'un yetkilerinin genişletilmesi, uluslararası Adalet Divanı'nın yetkilerinin genişletilmesi, kurulacak örgüt ile ilgili olarak işleme alınacak anlaşmayı yorumlama yetkisinin Genel Kurul ya da Adalet Divanı'na verilmesi, büyük devletlerin "veto" yetkisinin sınırlandırılması. Küçük devletlerin isteklerinden çok azı gerçekleşmiştir. Konferansın savaşın devam ettiği bir ortamda yapılması ve Mihver Devletlerine karşı yürütülen mücadelede büyük devletlerin önemi, onların isteklerinin kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. Konferans 26 Haziran'da elli ülkenin BM Antlaşmasını imzalanması ile sonuçlanmıştır.

 

San Remo Konferansı, 1920

I. Dünya savaşından sonra Ortadoğu üzerindeki barış konferansı. 24 Nisan 1920'de San Remo'da açıldı ve burada Avrupa devletleri dağıtılacak "Mandat"lar üzerinde anlaşmaya vardılar. Suriye'de Fransız, Irak ile Filistin'de ise İngiliz "Mandat"ını kuran antlaşmaya Balfour Deklarasyonu da dahil edildi. Böylece yapılan anlaşmalar her yönüyle, self determination ilkesine aykırı hale geldi. Konferans, ayrıca Mezopotamya'nın petrol kaynakları sorununu da çözdü. Musul, Fransız etki alanından İngiliz etki alanına geçirildi ve petrol gelirlerinden Fransa'ya da pay ayrılacağı kabul edildi. Suriye, Mezopotamya ve Filistinli Araplar, San Remo'nun kurduğu bu yabancı yönetimine karşı çıktılar ve düzenlemeyi Wilson ilkelerinin açık bir ihlali olarak değerlendirdiler.

 

Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA)

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri arasında 11 Aralık 1980 tarihinde yürürlüğe giren, beş yıllık süreler ile yenilenen antlaşma. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması'nın ilki 3 Temmuz 1969 tarihinde gizli olarak imzalandı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, A.B.D. sözkonusu antlaşma hükümlerine aykırı olarak Şubat 1975 tarihinde Türkiye'ye silah ambargosu uygulamaya başladı. Bunun üzerine antlaşma gizliliğini yitirdi ve Türkiye-Amerika'nın üslerini kapattı. Amerikan ambargosunun Eylül 1978'de kaldırılması ile başlayan görüşmeler sonucunda 29 Mart 1980'de Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalandı. Hükümetleri açıklanmayan antlaşmanın süresi dolduğunda, Amerikan yönetiminin antlaşma hükümlerini yerine getirmemesi, silah için verdiği kredilerin faizlerini düşürmemesi, Kıbrıs konusunda lobilerin etkisinde kalması gibi nedenlerle antlaşma yeniden ele alındı. A.B.D. Dışişleri Bakanı George Schultz'un 16 Mart 1987 tarihli bir mektupla, Türk silahlı kuvvetlerinin güçlenmesine yardım edileceğini, terörizm ile mücadelede Türkiye ile işbirliği yapılacağını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu için gayret gösterileceğini, Ortak Savunma Sanayi Yürütme Komitesi'nin düzenli olarak toplanacağını, iki ülke arasında karşılıklı ticaretin teşvik edileceğini bildirmesi üzerine, Türkiye Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu'nun mutabakat mektubu ile antlaşma 1990 yılı sonuna kadar uzatıldı. Fesih sözkonusu olmadığı için antlaşmanın yürürlüğü devam etmektedir.

 

Schengen Antlaşması, 1990

Avrupa Topluluğu üyesi beş ülke arasında, sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerini 1 Ocak 1992'de bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan antlaşma. Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında Haziran 1990'da imzalanan antlaşmaya göre, Topluluk üyesi olmayan yabancıların "Schengen Alanı" adı verilen bu beş ülkeye girişlerinde çeşitli şartlar aranacaktır. Bu antlaşma, Avrupa'nın siyasi birliği doğrultusunda önemli bir adımdır. İtalya, sınır kontrollerinin yeterince sağlam olmadığı gerekçesiyle bu alan içine sokulmamıştır. Danimarka bu antlaşmaya siyasal nedenlerle katılmazken, İrlanda, Yunanistan ve İngiltere coğrafi nedenlerle bu antlaşmaya uygun olmayan ülkeler olarak değerlendirildiler. Almanya'nın birleşmesiyle Doğu Almanya da doğal olarak bu alanın içine girdi. Haziran 1991'de İspanya, Portekiz ve İtalya bu antlaşmaya katıldılar.

 

Schuman Planı, 1950

9 Mayıs 1950'de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın Batı Almanya ve Fransa'da çelik ve kömür üretimini denetleyecek tek bir organ oluşturması ve bu ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine ve Birleşmiş Milletlerin işbirliğine de açık tutulması konusunda önerdiği plan. Robert Schuman, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran ve "Avrupa Birleşik Devletleri"nin kurulması konusunda çaba göstermiş bir kişidir. Robert Schuman'ın önerisi Fransız hükümeti tarafından "Avrupa'nın birleşmesi konusunda atılan ciddi bir adım" olarak değerlendirildi.

Dokuz ay süren uzun müzakerelerden sonra, "Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu" kurulması konusunda ortaya atılan tasarı (Schuman Planı) Batı Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya Dışişleri Bakanlarının katıldığı Paris konferansında kabul edildi (18 Nisan 1951).

Yapılan antlaşmaya göre, üye ülkeler arasında kömür ve çeliğin dolaşımında var olan bütün sınırlamalar kaldırılacak, üretim ve fiyatların kontrol altına alınması için, önlemler alınacaktı.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun ilk başkanı, Fransız ekonomi uzmanı ve diplomat olan Jean Monnet'ti.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1958 Roma Antlaşmasıyla, "Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu"na (EURATOM) dönüştü.

 

SEİA: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması

Sevres Barış Antlaşması, 1920

I.Dünya Savaşından sonra galip devletlerle İstanbul'daki Osmanlı hükümeti arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan bir barış antlaşmasıdır. Sevres, galiplerle öteki Avrupa devletleri arasındaki antlaşmalardan çok daha ağırdır. Sevres sadece eski, köhne ve yenilmiş bir imparatorluğu parçalayan bir antllaşma değildir. Sevres, yalnız Türklere bağımsız yaşama hakkını tanımayan bir antlaşma da değildir. Sevrek Türkler'e "yaşama hakkını" tanımayan bir barış antlaşmasıdır.

Sevres Antlaşmasına göre, Osmanlı devletinin Rumeli sınırı bugünkü İstanbul ilinin sınırına getiriliyor ve böylece "Türklerin Avrupa'dan atılması" ile ilgili yüzyıllık Avrupa amacı gerçekleşiyordu. B. Anadolu Yunanistan'a; güneyde Mardin, Urfa, Antep ve Amonos dağları Fransa'ya veriliyordu. Doğuda Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölgede Kürdistan kuruluyordu. Irak İngiltere'ye bırakılıyordu. İstanbul uluslararası bir kent olacak ve Boğazlarda donanması, ordusu ve bütçesi olan bir Boğazlar Komisyonu kurulacaktı. Bütün bunların dışında Osmanlı devletinin askeri gücü de kolluk kuvvetleriyle sınırlandırılıyordu. Kısaca, Osmanlı devleti İtilaf devletlerinin ortak bir sömürgesi haline getiriliyordu.

 

Silahların Denetimi

Silahların geliştirilmesini, denenmesini, konuşlandırılmasını ya da kullanılmasını denetim altına tutmaya yönelik uluslararası sınırlamalar. Silahların denetiminin iki ana işlevi vardır: Askeri durumun içerdiği belirli riskleri azaltarak topyekün savaş olasılığını azaltmak ve çatışmaların baş göstermesi durumunda serinkanlı politikalar uygulanma olasılığını artırmak. Silahsızlanma ve silahların sınırlandırılmasından farklı bir anlam taşıyan silahların denetimi, mutlaka silah üretiminin yasaklanmasını getirmez. Ama bu alanda kısıtlayıcı bir rol oynayabilir.

Silahların denetimi, askeri politika alanlarındaki karşıt güçler arasında bir tür işbirliğinin sağlanmasıdır. Bu aynı zamanda, bir ülkenin dünya güvenliğini desteklemek için tek taraflı olarak savaş gücünü azaltma kararını da içine alabilir.

1960'lardan bu yana uluslararası politikada toplu bir silahsızlanmadan çok, silahların denetimine doğru bir eğilim olduğu gözlenmektedir. Bu konuda ABD ve SSCB başı çekmektedir. Bu antlaşmaların en dikkate değer olanı nükleer silahların Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Denenmesini Yasaklayan 1963 tarihli Anlaşmadır. Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Anlaşma ve Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri bu kapsamda imzalanan anlaşmalardır.

Siyasi Tarih

Devletlerden, devletlerin ortaya çıkışından, değişme, gelişme, yıkılışlarından ve devletler arasındaki siyasal ve bir dereceye kadar ekonomik ilişkilerinden söz eden disiplindir. Bu tanımdan esinlenerek buna uluslararası ilişkiler tarihi de diyebiliriz. Genel olarak baktığımızda "siyasi tarih" terimi iki kavramı içermektedir. Bunlar:

1) Devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri gelişmelerini, devlet içindeki bireylerin ya da grupların çatışmalarını ve devletlerin dünya tarihi içindeki yer ve önemini inceleyen siyasi tarih;

2) Uluslararası ilişkilerin temel birimlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihini inceleyen siyasi tarih.

 

Siyonizm Hareketi

Filistin toprakları üzerinde ulusal bir yahudi devleti kurma amacı taşıyan milliyetçi yahudi hareketi. Yaklaşık iki bin yıl kadar önce bölgeden çıkartılan Yahudilerin tekrar bu topraklara dönmeleri için, XVI ve XVII. yy.'da bir dizi "mesih", hareketleri ortaya çıktı. Fakat Yahudilerin Filistine dönmesi konusu daha çok XIX. yy. başlarında Hristiyan çevrelerce gündeme getirildi. Batı'nın laik kültürüne ayak uyduramayan Doğu Avrupalı Yahudiler, Çarlık yönetiminin Yahudi karşıtı "pogrom (yıkım yada kargaşa) hareketleri üzerine, Filistin'e yerleştirmeyi özendirmek için Havevei Sion'u (Sionu Sevenler) kurdular. Bu hareket eski Kudüs tepelerinde, Sion'da somutlaşan Filistin topraklarına bağlılığın uzantısıydı.

Avrupa'da anti-semitizm hareketinin yaygınlaşması ve Theodor Herzl'in savunduğu yurt edinme düşüncesi, siyonizme siyasal bir nitelik kazandırdı. 1897 yılında Herzl ve Weizmann'ın öncülüğünde İsviçre'de toplanan Siyonist Kongre Siyonizmin Yahudi halkının Filistin topraklarında bir yurt yaratmayı amaçladığını içeren Basel Programını onayladı. Bu dönemden sonra Filistin'e Yahudi göçü hızlanmıştır. İngiltere siyonizmi bölgede güçlenen Arap ulusçuluğunu dengeleyecek bir araç olarak görüyordu. I. Dünya Savaşının başlamasıyla siyonizmin siyasal yönü yeniden ön plana çıktı. İngiltere'de yaşayan Rus yahudilerinden Weizmann ve Sokolow Filistin'de Yahudi devletinin kurulmasını öngören Balfour Bildirisinin yayınlanmasında önemli rol oynadılar. Milletler Cemiyetinin Filistin'i İngiliz Manda yönetimine bırakan belgesinde de (Temmuz 1922) bu bildiriye gönderme yapılarak konuya yer verilmiştir. Dünya Siyonist Örgütünün yönlendiriciliği ile bölgede Yahudi göçü hızlanmış ve Filistindeki Yahudi nüfusu 1933'te 238 bine yükselmiştir. Filistin'in giderek Yahudi devletine dönüşümü, Arapları siyonizme ve onun destekçisi İngiliz politikasına karşı ayaklandırdı. 1929'da ve 1936-1939 arasında Arap ayaklanmaları, İngilizleri soruna bir çözüm bulmaya yöneltmiştir. Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi ile göç hareketi hızlanırken, bir çok ülkedeki Yahudiler de siyonizme daha sıcak bakmaya başladılar. Araplarla Yahudiler arasındaki gerginliğin giderek artması sonucun, İngiltere sorunu 1947 yılında BM'ye götürdü. Burada yapılan çalışmalarda Filistin topraklarının bölünmesine karar verildi. Bu kararın verilmesinden sonra beliren kargaşa ortamında 14 Mayıs 1948'de Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Ulusal Konseyi İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ederken Siyonizm bölgedeki siyasal amacına ulaşmış oluyordu.

 

Soğuk Savaş

II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında sürdürülen sürekli gerginlik ve sınırlı çatışma biçimidir. Soğuk savaş, 1917'den başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir ürünüdür. Bu çekişme II. Dünya Savaşı'ndan sonra daha belirgin hale geldi. Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok yoğunlaştığı dönemler olmuştur.

"Soğuk Savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da SSCB'nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir ölçüde kendi şemsiyesi altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde ve Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulundular. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD'nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini çerçevesinde, Batı Avrupa'nın SSCB'ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak da NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB'de Varşova Paktı'nı kurdu ve Çin'de Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha belirgin hale getiren bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya çıktı. Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, Küba krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok liderlerinin kendi blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına rastlanmıştır. 1962'den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş yavaş ortaya çıkan "detant" (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini daha karmaşık bir yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi sona erdirmek için 1975 yılında iki blok ülkelerinin katıldığı AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika'daki karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi. 1980'lerin başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985 yılında SSCB Komünist Parti Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov'un gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar eriremeye başladı. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç sona ermeye başladı.

Sosyalist Enternasyonel

Sosyalist ve sosyal demokrat partilerin aralarında örgütledikleri birlik. Bu, II. Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalist eğilimli partilerin başlattıkları örgütlenme girişimlerinin ürünüdür. 1946'da kurulan ve daha sonra bir danışma organı olan Uluslararası Sosyalist Konferans Komitesi'nin (COMISCO) girişimi ile Temmuz 1951'de Sosyalist Enternasyonel kuruldu. Birlikte her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile alınır. Birlikte bir hiyerarşik düzen oluşturulmuştur. En yüksek organ "Kongre", onun altında bütünüyle parti temsilcilerinin yeraldığı alt örgütler ve on iki ülkenin temsilcisinin oluşturduğu "Büro" bulunmaktadır. Bu birlik Sovyet türü Komünist sisteme karşı çıkarak demokrat sosyalizmi savunmaktadır. Birlik, NATO tarafından da desteklenmektedir. Bundan etkilenerek de insan hakları, demokrasi, genel silahsızlanma, barış içinde yaşamak gibi noktaları savunmaktadır.

Birlik, Avrupa Birliği çalışmalarına da katılmaktadır. Birliğe Dünya çapında altmış dolayında sosyalist eğilimli parti üyedir. Türkiye'den Sosyal Demokrat Halkçı Parti (şimdiki CHP) Haziran 1989'da birliğe üye olmuştur.

 

Sovyet Alman Paktı: bkz. Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı

Sovyet-Çin Çatışması: bkz. Çin-Sovyet Çatışması

Sovyet Devrimi: bkz. Rus Devrimi

Soykırım Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun dünyada soykırım suçunu önlemek amacıyla 9 Aralık 1948'de kabul ettiği uluslararası sözleşme. Bu sözleşme ve taraf olan devletler gerek savaş, gerekse barış zamanında izlenen "soykırım" (genocide) suçunu bir uluslararası suç saymakta ve bu suçu önlemeyi bir yükümlülük olarak kabul etmektedir. Türkiye 29 Mart 1990 tarihinde, 5930 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf olmuştur.

Sömürgecilik

Bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya da genişletmesidir. Sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir. İlkçağların devletleri de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından yararlanmak için onları sömürgeleştirirlerdi. Daha sonra, XV. yüzyılın sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa devletleri dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır. Bu, XV. yüzyıldan beri Avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. Sömürgeciliğe çok yakın olan Emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. Emperyalizm, Avrupa'nın büyük devletlerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır. Bugünkü tanımlanışı ile, Avrupa'da kuvvet politikasının, devletlerarası sürtüşme ve ekonomik rekabetin denizaşırı bölgelere yayılmasıdır. Sömürgeciliğin tarihi çok geçmişlere dayansa da, Avrupa'nın XIX. yüzyılda endüstri devrimi sonucu karşılaştığı ekonomik ve toplumsal sorunlara çözüm getiren yöntem olarak yenidir. Sömürgecilik olgusunun temelinde şu unsurlar yatmaktadır: 1) Ekonomik unsur, 2)Demokratik unsur, 3)Güvenlik endişesi, 4)Ulusal itibar ve büyüklük duygusu. 20. yüzyılda ortaya çıkan iki Dünya Savaşı, sömürgeciliğin gerilemesi sonucunu doğurmuştur. 1960'larda başlayan hızlı uluslaşma süreci, hemen hemen sömürgeciliğin sonunu gösteriyordu. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan süreç sona ermeye başladı.

 

Sputnik Olayı, 1957

Sovyetler Birliği'nin 4 Ekim 1957'de yapay bir uyduyu, yani Sputnik'i uzaya yerleştirmesi. Bu başarı Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom gizlerini elde etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da gerçekleştirdiğini vurguluyordu. Sovyetler Birliği o ana kadar, atom silahına sahip olmasına rağmen, bu silahı ABD'nin topraklarına kadar fırlatacak teknikten yoksundu. Şimdi bir yapay uyduyu uzaya yerleştiren Sovyetler Birliği, aynı füzenin ucuna atom silahını da kolaylıkla yerleştirebilirdi. Bu olay ABD ve NATO'nun stratejilerini temelden değiştirmiştir. Bu olaytan sonra ABD, Sovyetler Birliği'ne yakın olan müttefiklerinin topraklarında Orta Menzilli Güdümlü Füze (IRBM-Intermediate Range Ballistic Missile) yerleştirmeyi düşünmüştür.

Sri Lanka Konferansı, 1976

Bağlantısız ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da (yeni adı Srilanka) yaptıkları toplantı. 1975 yılında Peru'nun başkenti Lima'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında yeni tam üyelik ve gözlemcilik teklifleri ele alınmış, uluslararası para sisteminin yeniden düzenlenmesi konusu görüşülmüştü. Bağlantısızlar Koordinasyon Bürosu'nun 1976 yılı başlarında yaptığı toplantıda aynı konu önem taşırken, aynı yılın Temmuz ayında Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de yapılan bir başka toplantıda da Bağlantısız ülkelerin kitle iletişim araçları ile ilgili konularda yapabilecekleri işbirliği üzerinde durulmuştur. Zirveden önce Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında konferansa çeşitli statülerde katılacak ülkeler belirlenmiş ve Koordinasyon Bürosu'nun on yedi olan üye sayısı yirmi beşe çıkarılmıştır. Konferansta, Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, bazı sömürgelerin bğımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika ve ırk ayrımı sorunu, Ortadoğu ve Filistin sorunu, Hint Okyanusu ve Kore'nin silahtan arındırılması konuları görüşüldü. Kıbrıs sorununa ilişkin olarak da, Türkiye'nin tamamen aleyhine bir ifade siyasal bildirgede yer almıştır.

 

Stalin, Josif

Asıl adı Joseb Vissarionoviç Cugaşvili (Doğumu 21 Aralık 1879; ölümü 5 Mart 1953). Sovyetler Birliği Genel Sekreteri (1922-53) ve SSCB Başkanı (1941-53). Çeyrek yüzyıl boyunca sınırsız bir otoriteyle yönettiği SSCB'yi dünyanın en güçlü ülkeleri arasına sokmuş, Stalinizm adıyla anılan ekonomik ve siyasal düşünce ve uygulamaları 1980'lerin sonlarına değin sosyalizm tarihine damgasını vurmuştur. Kurumsal olarak, dünya devrimi olmadan da Sovyetler Birliği'nin ayakta durabileceği inancıyla "tek bir ülkede sosyalizm" fikrini ortaya attı. Bu öğreti, işleri çekip çeviren orta kademe parti kadrolarınca benimsendi.

Stalin, 1928'de Lenin'in Yeni Ekonomik Politikasına (NEP) son vererek, birbirini izleyen beş yıllık planlarını sıkı merkezi disiplinli altında hızlandırılmış, sanayileşme programı başlattmıştır. 1937'de SSCB toplam sanayi üretiminde ABD'nin ardından dünyada ikinci sıraya yerleşti.

II. Dünya Savaşı'nda Stalin hiç umut vermeyen bir başlangıcın ardından büyük iradesi, enerjisi ve örgütleyiciliği ile savaşan tarafların üst yöneticilerinin en başarılısı oldu. Bu dönemde Sovyetler Nazizme karşı zikzaklı bir politika izledi. Savaş içindeki ve sonundaki düzenlemelerde başrol oyuncularındandı.

Stalin, resmi açıklamaya göre, bir beyin kanaması geçirerek öldü.

Stoica Planı, 1957

1957 yılında Romanya Başbakanı Chivu Stoica, kendi adı ile anılan ve Balkanlarda işbirliğini savunan bir plan ortaya attı. 17 Eylül 1957 tarihinde açıklanmış bulunan planın önemli noktaları şunlardır: 1-Balkanlardaki ekonomik ve kültürel gelişmenin şu aşamasında, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişme ve güçlenme imkanları çok büyüktür. 2-Balkanların bazı devletleri arasında çözülmemiş anlaşmazlıklar vardır, ama bunlar işbirliğini engellememelidir. 3-Ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi Balkan ülkelerinin yararına olacaktır ve bu yüzden ortak ekonomik girişimlerde bulunulmalıdır. 4-Balkan halkları arasında kültürel bağlar güçlendirilmelidir. Stoica Planın önemli bir özelliği nükleer silahlardan arındırılmış Balkanlardan söz etmemesidir.

Stoica, 1959 Haziran'ında işbirliği önerisini tekrarladı. Bu önerinin önceki plandan üç farklı özelliği vardır. 1-Balkanlarda nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge kurulmasını öngörüyordu. Burada amaç ABD'nin, Türkiye, Yunanistan ve İtalya'ya yerleştirmiş olduğu füzelerdi, bunların sökülmesini amaç edinmişti. 2-Bu planın arkasında Sovyet desteği birincisinden çok daha açık ve güçlüydü. 3-İşbirliğinin alanı İtalya'yı da alacak bir şekilde genişletilmişti.

Stratejik Savunma Girişimi (Strategic Defence Initiatives-SDI)

Yıldız savaşları olarak da bilinir. SSCB'nin olası nükleer saldırısına karşı ABD yönetimince tasarlanan stratejik savunma sistemi.

SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli aşamalarında yok etmeye yönelik olan SDI, üzerinde hala çalışılması ve geliştirilmesi öngörülen sistemleri gerektirmektedir. Sistemin esası, uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş istasyonlarının yok edici ışınlarını, çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet hedeflerine yöneltmesine dayanmaktadır. Sistemin bir başka önemli öğesi, havadan ve yerden fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü mekanizmalar ekleyerek, ABD'ye ait kıtalararası balistik füze siloları gibi ana hedefler çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri savunma kademesinin oluşturulmasıdır. Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak için yeryüzüne, gökyüzüne ve uzayayerleştirilecek alıcılarda radar, optik araçlar ve kızılötesi ışın gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmektedir.

ABD Kongresi 1980'lerin ortalarında konuyla ilgiliçalışmalar için gerekli fonu onayladı. Ama program, doğuracağı askeri ve siyasal sonuçlar ve teknik uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri arasında tartışmaya yol açtı. SDI'yi savunanlar etkili bir savunma sisteminin olası bir Sovyet saldırısını caydıracağını öne sürmektedir. Programa yöneltilen eleştiriler ise, bu sistemin ABD'yi tümüyle bir nükleer saldırıdan koruyamayacağı, programın her iki süper gücü hem savunma, hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceği, program iki süper gücü de birden fazla antibalistik füze üssünü yasaklayan 1972 tarihli Antibalistik Füze Antlaşması'na ait 1974 Protokolü'nü tehlikeye düşürecek ve genelde, silahların sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların gerçekleşme olasılığını zayıflatacaktır.

 

Stratejik Silahların İndirimi Antlaşması (START)

1980'de ABD Başkanı olan Ronald Reagan, başlangıçta SALT II antlaşmasına karşı bir tutum takınmasına karşın, büyük ölçüde NATO'nun Avrupalı müttefiklerinden gelen baskılar karşısında Stratejik Silahların Azaltılması Görüşmeleri (START) adıyla bilinen bir öneride bulundu ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında 1982 Haziran'ında Cenevre'de görüşmeler başladı. Ancak, NATO'nun Avrupaya Cruise ve Pershing II gibi orta menzilli füzeler yerleştirmesi ve Reagan'ın uzayda füze savunması temeline dayananStratejik Savunma irişimi (SDI)çalışmalarını başlatması üzerine Sovyet tarafı görüşmelerden çekildi.

1985 yılında yeniden başlayan START görüşmeleri daha kolay anlaşmaya varmak için üç ayrı bölüme ayrıldı. Stratejik nükleer silahlar, orta menzilli füzeler ve uzay silahları. İki önderin 1986 Ekim'inde katıldığı Reykjavik zirvesinde görüşmeler, Reagan'ın SDI'da ısrarı yüzünden başarıya ulaşamamışsa da, 1987'de orta menzilli füzeler üzerinde anlaşmaya varılmasıyla START'ın önündeki engeller kalktı. Sovyetler Birliği, 1989 Eylül'ünde SDI konusunda yumuşamadı ve ABD'nin yeni Başkanı George Bush'a görüşme önerisinde bulunuldu. İlk önder 1990 Haziran'ında Washington'da bir araya gelerek START kapsamına giren konularda bir ön anlaşmaya vardılar. ABD ile Sovyetler Birliği'nin savaş başlıkları sayısının 12.000'den 9.000 dolayına indirilmesi öngörülmekteydi. 31 Temmuz 1991'de Moskova'da Bush ve Gorbaçov START I Antlaşmasını imzaladılar. Anlaşma, ABD ve Sovyet stratejik nükleer güçlerinde yaklaşık %25 ile %30 oranında bir indirime gidilmesini öngörüyordu. Buna ek olarak, anlaşma koşullarına uyulup uyulmadığını izlemek üzere geniş ve önceden izin almayı gerektirmeyen bir yerinde denetim sistemi kurulacaktır.

 

Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT)

Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks-SALT) A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında stratejik nükleer silahların, fırlatma sistemlerinin ve bunlarla ilgili saldırı ve savunma silah sistemlerinin denetimi üzerinde anlaşmaya varmak amacına yönelik çabalardır. SALT görüşmeleri ilk olarak 1969 yılında Helsinki'de başladı. Başlangıçtaki amaç, tarafların o sırada yapmayı tasarladıkları füze-karşıtı silah sistemlerinin (Anti-Ballistic Missiles-ABM) sınırlandırılması ya da tümüyle ortadan kaldırılmasıydı. Daha sonra şu konular da görüşmeler içine alındı: Nükleer denemeleri kapsamlı bir biçimde yasaklama, belirli bölgenin silahlardan arındırılması, belirli tipte nükleer silah fırlatma sistemlerinin sayılarının sınırlandırılması, çok başlıklı nükleer füzelerin (MIRV) sayısına bir tavan konması, füze-karşıtı silah depo alanlarının azaltılması ve sınırlı savaşın genel bir nükleer savaşa doğru tırmanmasından kaçınılması.

 

Stresa Antlaşmaları, 1935

Almanya'nın Versay Antlaşmasının en önemli hükümlerini tek taraflı olarak feshetmesi üzerine imzalanan antlaşmalar. Almanya'nın Versay hükümlerine aykırı bir şekilde silahlanması sonucu Fransa, İtalya ve İngiltere arasında, 14 Nisan 1935'te Stresa Antlaşmaları imzalandı. Almanya'ya karşı ortak bir cephe kuran bu antlaşmalar, Almanya'nın hareketini belirtiyor protesto ediyor, Locarno anlaşmalarına olan bağlılığı ve Avusturya'nın bağımsızlığını koruma amacını ifade ediyordu.

 

Süveyş Bunalımı, 1956

Mısır Devlet Başkanı Genel Abdülnasır'ın 1956 Temmuz ayında Süveyş Kanalını millileştirmesiyle ortaya çıkan bunalım. Bu davranışla, Batı Avrupa'nın petrol yolu artık Nasır'ın denetimi altına girmiş ve özellikle Fransa ve İngiltere için çok karlı olan Kanal Şirketi elden çıkmıştır. Sorunu çözmek için toplanan Londra Konferansı (Ağustos 1956) ve B.M.'den çözüm çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Kanal bölgesine ortak bir harekat düzenlemeyekarar verdiler. Bu iki devlet Mısır'a karşı hava saldırısına giriştiler ve 5 Kasım'da hava saldırısı yerini paraşütçü birliklerinin indirilmesine bıraktı. ABD ve SSCB bu açık saldırıya karşı BM'de cephe aldılar. Bu baskılar karşısında önce İngiltere, daha sonra da Fransa geri çekildi. Mısır bu olaydan sonra Kanal üzerinde tam denetim sağladı.

 

Sykes-Picot Antlaşması, 9 Mayıs 1916

I. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devletinin paylaşılmasını öngören gizli antlaşma. 1915'te Arabistan yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlı devletine karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre; I-Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı, II-Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları, III-İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotanya verilecekti ve IV-Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak V-İskenderun serbest liman olacak VI-Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.

Şam Deklarasyonu, 5 Mart 1991

5 Mart 1991'de Irak'ın Kuveyti işgaline karşı oluşturulan Müttefik ülkesi Dışişleri Bakanları Şam'da biraraya geldiler. Mısır, Suriye ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında yapılan görüşmeler sonunda yer alan bildirgede "Körfezde güvenliğin sağlanması için bir Arap barış gücü ve entegre savunma sisteminin kurulması" kararı alındığı belirtilmekteydi.

Şovenizm (Chauvinism)

Aşırı milliyetçilik. Napolyon'un askerlerinden Nicholas Chauvin, liderine ve ülkesine körü körüne bağlılık göstermiştir. Bu dönemden itibaren de aşırı nitelikte, başkalarına hayat hakkı tanımayan türden bir milliyetçilik anlayışı "şovenizm" olarak adlandırılmıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası'ndaki Alman milliyetçiliği şovenizmin belirgin örneklerindendir.

 

Tahran Konferansı: bkz. İkinci Dünya Savaşı

Tamamlanmamış Nükleer Yayılma Sistemleri

ABD ve Sovyetler Birliği (Rusya) dışında başka ülkelerin de nükleer güce sahip olduğu sistem. ABD ve Sovyetler Birliği'nin (Rusya) yanı sıra diğer güçlerin de minimum nükleer caydırma kapasitesi vardır. Bu sistemde, küçük güçlerin büyük güçlerle veya birbirleriyle ittifaklar oluşturması olasıdır. Savaşlar sınırlı nitelik taşımakla birlikte, uluslararası sistemdeki gerginlik ile yerel ve diğer ülkelerin içişlerine karışma eğilimi artmakta ve uluslararası hukuk normlarına uyulma eğilimi de azalmaktadır.

 

Tarafsızlık Kanunu, 1935

ABD'nin kriz içindeki Avrupa ile diplomatik ilişkilerini belirlemesine ilişkin kanun. 1933'ten itibaren. Avrupa'nın kriz içinde olması karşısında ABD, Avrupa diplomasisinin bu krizler içine sürüklenmekten korkmuş ve yalnızcılık politikasına daha fazla bağlanmıştır. Bunun için 1935 Ağustos ayının içinde "Tarafsızlık Kanunu" çıkarılmıştır. Bu kanuna göre bir savaş durumunda Başkan, savaşan taraflara silah ve malzeme satılmasını yasaklayabilmekteydi.

Taşkent Bildirisi, 1966

Hindistan ve Pakistan arasında sınır çatışmaları devam ederken Sovyetler Birliği'nin Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han ile Hindistan Başkanı Lal Bahadur Shastri, 4 Ocak 1966 tarihinde Sovyet Özbekistan'ının başkenti Taşkent'te biraraya geldiler. İki önderin anlaşmaya vardıkları bildiride, iki tarafın da anlaşmazlıkların çözümünde kuvvet kullanmayacakları ve birliklerin 5 Ağustos 1965'teki yani çatışmaların başladığı tarihten önceki yerlere çekileceği açıklanıyordu.

Tayvan Sorunu

Tayvan'ın (milliyetçi Çin) Birleşmiş Milletler üyeliğinden çıkartılmasıyla sonuçlanan anlaşmazlık. BM Genel Kurulu, Arnavutluk ve diğer yirmi üyenin teklifi üzerine Ekim 1971'de, otuzbeş aleyhte ve onyedi çekimser oya karşı yetmiş altı oyla aldığı bir kararla Çin Halk Cumhuriyeti'ni BM üyeliğine kabul etti ve buna karşılık Milliyetçi Çin'i (Tayvan) üyelikten çıkardı

Tibet Sorunu

Çin insanından gerek ırk, gerekse kültür bakımından farklı olan Tibet halkı, geleneksel olarak Dalai Lama adı verilen dinsel önder tarafından yönetilmekteydi. Tibet 18. ve 19. yy.'da Çin'in etki alanı içinde sayılmaktaydı. Ancak, 1913-1950 yılları arasında zayıf Çin yönetimi Tibetteki askeri varlığını sürdürememiş ve bundan yararlanan Dalai Lama, uzun süre ülkesinin tam bağımsızlığının uluslararası alanda tanınması için çok çaba göstermişse de, başarılı olamamıştır.

Ç.H.C. kurulduktan sonra, Çin'in bir askeri harekatından endişelenen Dalai Lama hükümeti, 1950 Nisan'ında Çin ile ilişkilerinin düzenlenmesi için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlere cevap olarak, Pekin hükümeti, Tibet'in Çin'in bir parçası olduğunu, coğrafi konumu yüzünden Çin ordusunu engellemeyeceğini ve İngiliz ya da Amerikan yardımına güvenmemelerini açıkladı. 24 Ekim 1950 tarihinde ise, Tibet'i "anayurdun büyük ailesi" içine almak ve Çin "ulusal savunma çizgisini güçlendirmek" gerekçesiyle, Tibet'i doğrudan işgal etmeye başladı. İşgal hareketine en büyük tepki, doğal olarak Tibet hükümetinden ve işgal gerçekleştiği taktirde Çin'le sınır komşusu olacak Hindastan'dan geldi. Çin Hükümeti önce Tibet'in yönetimine hoşgörülü davrandı. Ancak daha sonra isyanlar bitmeyince, baskı politikası başladı. Bu baskı, isyanın tüm Doğu Tibet'e ve oradan da Başkente sıçramasına yol açtı. Başkaldırı, 1959 Mart'ında Çin garnizonuna saldırı olayında doruk noktasına ulaşınca, Çin harekete geçti ve kanlı çarpışmalar sonucu tüm Tibet'e egemen oldu. Dalai Lama ise Hindistan'a kaçtı. Bu gelişmeler, ilerde ortaya çıkacak olan Çin-Hint çatışmasının temelini oluşturmuştur.

 

Tonkin Körfezi Olayı, 1965

Kuzey Vietnam'ın bombalanmasına yol açan Tonkin Körfezinde Turner Joy ve Maddox savaş gemilerinin batırılması. Tonkin Körfezi olayında ABD'nin Kuzey Vietnama verdiği karşılık çok sert oldu. 5 Şubat 1965 tarihinde Vietkong, Pleikv'daki Amerikan kampına bir saldırıda bulundu ve sekiz Amerikalı öldü, bu olay, Tonkin Körfezi Olayı ile birlikte, gelecek üç yıl boyunca Kuzey Vietnam'ı yerle bir edecek korkunç Amerikan bombardımanının da başlangıcı oldu.

Bu bombalama istenen sonucu vermemiştir. Ho Chi Minh, Amerikanın havadan "tırmanmasına" yerden güney sızmaları artırarak karşılık verdi. Bunun anlamı artık Vietkong'u yenmek için kara kuvvetlerinin savaşa girmesiydi.

 

Treshold Antlaşmaları, 3 Temmuz 1974

Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma ve Ek Protokol. Yeraltında yüzelli kilo tonu aşan nükleer güç denemelerini yasaklayan antlaşma. 3 Temmuz 1974'te imzalanan antlaşma ile taraflar, denemeleri en aza indirmeyi de kabul etmişlerdi. Ek protokol ise tarafların nükleer denemeleri ile ilgili verileri birbirlerine aktarmalarını öngörmektedir. Antlaşma, ABD Senatosunca onaylanmadığı için yürürlükte değildir.

 

Trianon Barış Antlaşması, 4 Haziran 1920

Macaristan ile İtilaf devletlerince I. Dünya Savaşını bitiren antlaşma. Bu antlaşmayla Macaristan komşu ülkeler olan Çekoslavakya, Yugoslavya ile Romanya'ya toprak bırakmak zorunda kalmıştır.

Truman Doktrini

İkinci Dünya Savaşı sonunda Yunanistan'da komünistlerle iç savaş başgöstermiş, Türkiye de 1945 ve 1946 döneminde Rusya'nın Kars ve Ardahan üzerindeki toprak ve Boğazlarda üs elde etme istekleri ile karşılaşmıştı. Savaş sonrası dünyası diğer bazı bölgelerde de sıcak savaşı izleyen bir soğuk savaş durumuna girmekteydi.

Bu atmosfer içinde, 1947 Mart'ında ABD Başkanı Truman, Kongreden Türkiye ve Yunanistan'a askeri yardım için 400 milyon dolarlık bir ödenek istedi ve bunu elde etti. Böylece, yeni bir "AmerikanYardımı" dönemi başlamıştır. Nitekim birkaç ay sonra da, Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa ülkelerinin savaşta tahrip olan ve zayıflayan ekonomilerini güçlendirmek amacıyla "Marshall Planı" adıyla anılan yeni yardım kararını açıklamış ve Avrupa Kalkınma Programı (European Recovery Program) olarak da anılan yeni yardım sistemi kurularak Türkiye de dahil birçok Batı Avrupa ülkesine ekonomikyardım başlamıştır.

Truman Doktrini ile yapılan 400 milyon dolarlık yardımdan Türkiye, Yunanistan'dan daha az bir yardım almıştır (100 Milyon Dolar).

 

Türk-ABD Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması

Türk-Alman İttifakı, 3 Ağustos 1914

Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşına girmesine neden olan ittifak antlaşması.

Alman-Osmanlı ittifakı I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, 2 Ağustos 1914'te hazırlandı ve birgün sonra imzalandı. İttifaka göre, Almanya ve Osmanlı devleti, Avusturya ile Sırbistan arasındaki çatışmada tarafsız kalacaklardı. Ancak, bu çatışma bir Alman-Russavaşına dönüşürse(ittifak imzalandığında dönüşmüştü bile). Osmanlı devleti Almanya'nın yanında savaşa katılacaktı. Buna karşılık, Osmanlıdevletinin toprak bütünlüğü Rusya tarafından bozulunca, Almanya Osmanlı devletine yardım edecekti.

Bu ittifak antlaşması Osmanlı Devleti'nin geleceğini Almanya'ya bağlamıştır.

 

Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı, 1925

İngiltere ve Milletler Cemiyeti'nin Musul sorunundaki tutumları ve İngiltere'nin 1925'te Doğu ayaklanmasını kışkırtması Türkiye'yi Sovyetler Birliği'nin desteğini arama yoluna itmiştir. Sovyetler Birliği de aynı yıl imzalanmış bulunan Lokarno Antlaşmalarını kendisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlamış ve bunların sonucu olarak, iki devlet arasında 17 Aralık 1925'te bir "Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, iki devlet birbirine saldırmayacak, taraflardanbiri saldırıya uğradığı takdirde öteki tarafsız kalacak ve taraflar birbirlerine yönelik siyasal düzenlemelere girmeyecekti. Ayrıca, taraflar üçüncü devletlerle siyasal nitelikte antlaşmalar imzalamadan önce birbirlerine danışacaklardı.

 

Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı hükümetince imzalattırılan Mondros Silah Bırakışması İtilaf devletlerince yalnız savaş sonrasında yapılan gizli antlaşmalarda belirtilen yerleri işgal hakkını vermemekte, aynı zamanda şu iki önemli hükmü de öngörmekteydi. (i)Boğazlar bölgesi işgal altına alınacak ve (ii)İtilaf devletleri güvenliklerini tehlike altında gördükleri bölgeleri de işgal edebileceklerdi. İşta I. Dünya Savaşı'nın gaip devletleri, anlaşmalarda sözkonusu edilen "Mezopotamya" ve "Kilikya" gibi sınırları hiç de belirli olmayan bölge adlarına ve yukardaki maddeye dayanarak, Türklerin içinde yaşayacağı sınırı sürekli kuzeye, Anadolunun içlerine doğru zorlamaya başlamıştı.

Bu kötü koşullar altında, Mustafa Kemal'ın önderliğinde Anadolu'da başlayan Ulusal Kurtuluş Hareketi, Temmuz-Eylül 1919 tarihleri arasında Erzurum ve Sivas Kongreleri ile örgütlenmiş ve mücadelenin amaçları bu kongrelerde ana hatları ile belirlenmiştir. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, geçici bir hükümet kurulacaktır ve Mandat ile himaye sistemleri kabul edilemez.

Anadolu'da bu örgütlenme çabaları olurken, Osmanlı Meclis-i Mebusanı 28 Ocak 1920 tarihinde son toplantılarında, ulusal kurtuluş hareketinin temel ilkelerini "Misak-ı Milli" adı altında ilan etmiştir.

Misak-ı Milli ulusal ve bölünmez bir türk ülkesinin sınırlarını çizmiş, bunu Osmanlı yönetim ve gelenekleri ile bağlantının kesildiğini tüm dünyaya açıkça ilan etmiştir. İslam dünyasına öncülük yapmak iddiasında bulunan çok uluslu bir imparatorluk yerine, mütecanis bir ulus-devlet kurulacaktı ve yeni Türkiye'nin gücü buradan kaynaklanıyordu.

Türk ulusal kurtuluş hareketinin kronojik seyri şöyle olmuştur. 23 Nisan 1920'de TBMM'e açıldı. 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile doğudaki harekat sona erdi. Gümrü'den sonra Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921'de Moskova Dostluk Antlaşması imzalandı. Bununla Sovyet Rusya, Misak-ı Milliyi tanıyordu.

10 Ocak 1921 I. İnönü Savaşı,

31 Mart 1921 II. İnönü Savaşı,

23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi,

20 Ekim 1920'de Fransa ile Türkiye arasında yapılan Ankara Antlaşması. Bu antlaşmayla iki devlet arasındaki savaş durumu sona eriyordu.

30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanması.

9 Eylül 1922 Mudanya Bırakışması,

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lausanne Barış Antlaşması ile Türk Ulusal Kurtuluş hareketi başarıyla sonuçlandı. Osmanlı imparatorluğunun küllerinde bir devlet oluşturuldu.

 

U-2 Uçağı Olayı

U-2 olayı, yalnız Doğu-Batı ilişkileri açısından değil, aynı zamanda Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuş bir soğuk savaş olayıdır. ABD'nin bazı NATO ülkeleri ve bu arada Türkiye'deki üslerinden kalkan uçakların faaliyetleri sorunu, U-2 haberalma uçağının düşürülmesi üzerine alevlenmiş ve Sovyet-Amerikan ilişkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak, soğuk savaşı şiddetlendirmiştir. U-2 olayı, Amerikan yöneticilerinin, Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. U-2 uçağı bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30.000 metre yükseklikte, güçsüz olarak 300 mil gözükebilmekte ve yakıt almaksızın yedi buçuk saat ve 3.000 mil uçabilmekteydi. Uçak, çok yüksekten net biçimde fotoğraf çekecek son derece güçlü kameralarla donatılmıştı.

Dünya, U-2 olayını, 3 Mayıs 1960'ta Khrushchev'in Sovyet hava alanında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs tarihinde düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD bu uçağın casus uçağı olmadığını, açık hava sağanaklarını inceleyen meteorolojik bir uçak olduğunu açıkladı. Khrushchev, 5 Mayıs 1960'ta verdiği ikinci demeçte, tam doruk toplantısının yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği'ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin, doruk toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve hükümetin Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı, Sovyetlerin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir edilebileceğini hatırlatmıştır. Açıktır ki, bu sözler Türkiye'ye doğrudan bir tehdit niteliğini taşıyordu.

Ulusal Kurtuluş Hareketleri

II. Dünya savaşından sonra tanık olunan, emparyalist devletlerin yönetimi altında bulunan sömürgelerin uluslaşması ve bağımsızlıklarını kazanmaları, gerçekte yalnızca savaşın bir ürünü sayılamaz. Bu önemli sürecin kökenleri geçen yüzyılın içinde dal budak salmış bulunmaktaydı. 19. yy. emparyalizmi, sömürgelerle sömürgeciler arasında 1914 yılına kadar, hiç değişmeden süren özel bir ilişkiler bütünü kurmuştu. Kısaca, siyasal bağımlılık, ırksal eşitsizlik, halklarının ulusal benlik ve bütünlük kazanmaları, okuma-yazma oranın artması yaşam düzeylerinde az da olsa bir yükselişin sağlanması ve nüfusun artması sonucunda ortaya çıkan ulusal bilinç, 19. yüzyılın ürünleri olan siyasal bağımlılık, ırksal üstünlük ve ekonomik sömürünün karşısına çıkan temel güçler olmuştur. Bu gücün belirli bir hedefe yönelmesine yardım eden ise, özgürlük, eşitlik ve "self determinasyon" gibi liberal ideallerdir. Bu genel akım iki dünya savaşı ile hız kazandı. Çünkü, sömürgeci devletlerin çoğunluğu bu iki savaştan son derece güçsüz çıkmış ve bu yüzden ister istemez, sömürgeleri üzerindeki denetimi gevşetmek zorunda kalmışlardır. Bir başka hızlandırıcı etki ise sömürgeci devletlerin bu savaşlarda rakiplerini yenebilmek için sömürge insanının, savaşken er olarak yardımını istemeleri ve böylece bu askerlerin, belki de ilk defa beyaz insana göre ırksal bir aşağılığının olmadığını anlamaları ve Batı'nın liberal düşüncelerini açılmalarıdır. Afrika ve Asya'da Batı'ya karşı bağımsızlık hareketlerini yürütenlerin büyük çoğunluğunu dünya savaşına katılmış bulunan askerler oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı bittiğinde yeryüzünde 600 milyon insan şu yada bu biçimde sömürge sistemi altında yaşamaktaydı. Bugün ise bağımlı bulunan ülke sayısı hemen hemen hiç kalmamıştır. Bu büyük dönüşüm Hindistan ve Pakistan'ın bağımsızlığı ile başlamıştır.

 

Utrecht Barışı, 1713

İspanya Veraset Savaşları'nı sona erdiren barış antlaşması. Utrecht Barışı'nın maddeleri, siyasi tarihin ana konusu olan 19. yy.'ın büyük çaplı olayları açısından çok önemlidir ve belki de "modern dünya" Westphalia'dan çok Utrecht ile kurulmuştur. Antlaşmanın asıl konusu İspanya dünyasının paylaşımıdır. İngiltere Cebelitarık ile Minorka adasını, Savua Dükalığı, Sardunya adasını aldı. İspanya'nın Akdeniz'deki öteki toprakları, (Milan, Napoli ve Sicilya) ile İspanya Hollandası (Belçika) Avusturya Habsburglarına bırakıldı. Fransa, Amerika'daki iki kolonisini (Newfondland ve Nova Scotia) İngiltere'ye devretti.

Utrecht Barışı'nın önemi şuradadır: Bir kere, daha önce de adı çok az duyulan iki küçük devlet, Savua ve Brandenburg, Avrupa'nın siyasal ufkunda yükselmeğe başladı. İki ülkenin yöneticisi, galip tarafa katılmış oldukları için, kral kabul edildiler. Bundan sonra birincisine Sardunya ya da Piyemonte, ikincisine Prusya denecektir.

İkinci olarak, Westphalia ile kurulan sistem yeniden doğrulandı. Üçüncü olarak Almanya hala federal bir karmaşa içinde, İtalya hala parçalanmış, İspanya ise Fransa'nın etkisi altına girmiş olduğu için, Utrecht Barışı'ndan İngiltere ve Fransa en güçlü iki devlet olarak çıkacaklardır. Ama, savaştan asıl kazançlı çıkan İngiltere'dir. Savaş sırasında İskoçya ile birleşmiş, Minorka ve Cebelitarık'ta Akdeniz gücü olmuş, Amerika'da iki toprak parçası elde etmiştir. Ama, daha da önemlisi, İspanya Amerikasına Afrikalı köleler taşıma ayrıcalığını elde etmiş olmasıdır. Bristol ve Liverpol gibi kentlerin gelecek dönemdeki zenginliklerinin kaynağı bu tutsak ticaretinden elde edilen karlardır.

 

Üçlü İtilaf, 1907

I. Dünya Savaşı öncesi oluşan komisyonlardan birisi. 1988 yılında II. Wilhelm'in Alman İmparatoru olmasıyla Şansölye Otto Von Bismarck'in 1862'den beri sürdürdüğü Almanya'nın dış politikasını Avrupa dışına taşımama ve Rusya ile iyi geçinme ilkeleri gözardı edilmeye başlandı. Bu ortam üçlü itilafın doğmasına nesnel zemini hazırlıyordu. II. Wilhelm'in Sömürgecilik hevesleri İngiltere'yi endişelendirirken, Rusya'da giderek Almanya'nın değişmez düşmanı Fransaya yaklaşıyordu. 1692'de Fransa ile Rusya arasında bir askeri anlaşma yapıldı. 1894 yılında ise bu iki ülke arasında açıkça Almanya'yı hedef alan bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu üçlü itilafın ilk halkasıydı. İkinci halka, 1904 Fransız-İngiliz antlaşmasıdır. İngiltere ve Fransa XIX. yy. sularında yoğun bir sömürge paylaşımı mücadelesi içersindeydiler. Mısır, Sudan, Güneydoğu Asya gibi bölgelerde İngiltere ile giriştiği bu mücadelelerde başarısızlığa uğrayan Fransa, bu nedenle Avrupa'da da prestij kaybına uğruyordu. Buna karşılık Almanya'nın hızla silahlanması Fransa'ya İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yöneltti. Üçlü İtilaf'ın son halkası 1907 İngiliz-Rus Antlaşmasıdır. Bu antlaşmada esas olarak iki ülke arasında sürmekte olan sömürgecilik mücadelelerini sona erdirme niteliğini taşıyordu. XIX. yy. başlarında Boğazlar üzerinde başlayan İngiliz-Rus rekabeti, sonradan Orta Asya ve Uzakdoğuya da sıçradı. Özellikle Rusya'nın İran, Afganistan ve Tibet ile ilgilenmesi, İngiltere tarafından doğrudan Hindistan'a yönelik bir tehdit olarak algıladı. Sonuç iki ülkenin Çin'de sürdürdükleri mücadelede Japonya'yı Rusya üzerine saldırtarak büyük bir yenilgiye uğramasına neden olan İngiltere başarılı oldu. Bunun üzerine Almanya ile arası bozulan Rusya İngiltere'ye yaklaşmak zorunda kaldı.

 

Üçlü İttifak, 1882

I.D.S. öncesinde oluşan koalisyonlardan birisi. 1862 yılından başlamak üzer önce Rusya sonra da Almanya dış politikalarını Fransayı yalnız bırakma stratejisi üzerine kurmuşlardır. Bu amaca yönelik olarak 1872'de Alman, Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorları biraraya gelerek Birinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdular. Bunun ardından Avusturya ile ilişkilerini daha da geliştiren Otto Von Bismarck, 1879'da Almanya-Avusturya ittifakını güçlendirdi. Bunun hemen ardından da Rusya'yı güçlendirmek için 1881 yılında İkinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdu. Fakat Balkanlar'kaki Rusya-Avusturya rekabeti nedeni ile ittifak kısa bir süre sonra dağıldı. Bu gelişmelerin ardından, İtalya'nın Akdeniz bölgesinde Fransa ile giriştiği rekabet, Üçlü İttifak'ın doğuşunu hazırladı. Özellikle Tunus sorunu yüzünden Fransa ile arası açılan İtalya, Almanya gibi güçlü bir müttefike ihtiyaç duyuyordu. Birmarck ise Fransa ile sorunu olan her ülkeyi desteklediği gibi, İtalya'yı da destekliyordu. 1879 Almanya-Avusturya ittifakı nedeniyle Almanya ile Rusya'nın ilişkileri iyi değildi.

Üçüncü Reich (The Third Reich)

1933-1945 yılları arasında Almanya'da Nazi rejimine Nazilerce verilen ad. Nazi öğretisinde Kutsal-Romo German imparatorluğu (962-1086) Birinci Reich'tir. 1871'de Birmarck'ın önderliğinde Alman birliğinin sağlanması ile ortaya çıkan ve 1918'de II. Wilhelm'in tahtan inmesiyle son bulan Alman imparatorluğu II. Reich'tir.

 

Vandenberg Kararı, 1948

ABD'nin güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılabilmesini mümkün kılan karar. ABD, Monroe Doktrininden beri Avrupa ülkeleriyle ittifaka girmiyordu. Yalnızcılık politikası uyguluyordu. Batı Avrupa Birliği'nin kuruluşunun hemen ardından Sovyetlerin Berlin Sorununa ilişkin çıkarları karşısında Senatör Vandenberg 1948 Nisan'ında Senatoya bir karar tasarısı sundu. Bu tasarıya göre ABD Başkanına bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılma yetkisi veriliyordu. Bu teklif, 11 Haziran 1948'de kabul edildi ve bu karara Vandenberg Kararı denildi. Bu karar ile ABD, 1823'ten beri esas olarak uyguladığı politikasını resmen terketti.

 

Varşova Antlaşması, 1970

Almanya Polonya sınırını belirleyen antlaşma. 7Aralık 1970'te imzalanan antlaşmaya göre Almanya ile Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin oluşturduğu sınır olarak kabul ediliyordu. Bu sınır bir kısım Alman toprağını Polonya'ya vermekteydi. Taraflar birbirlerine yönelik olarak kuvvete başvurmamayı taahhüt ediyorlardı. Bu antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa'nın isteği üzerine, Berlin konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutulmuştur. Antlaşma, ülkelerin Dışişleri Bakanlarının 3 Haziran 1972'de metni paraf etmelerinden sonra yürürlüğe girmiştir.

 

Versailles (Versay) Barış Antlaşması, 1919

28 Haziran 1919 tarihinde imzalanmıştır. 440 maddelik antlaşma ile Almanya, Alsace-Loraine ve Saar bölgelerini Fransa'ya bıraktı. Ancak Saar bölgesinde 15 yıl sonra plebisit yapılacak, hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı. Polonya'ya Poznan ve Batı Prusya verildi ve böyle Polonya denize çıkmış oldu. Danzig, Milletler Cemiyeti'nin himayesi altında serbest bir şehir haline geldi. Belçika'nın tarafsızlığı kaldırıldı. Almanya, Avusturya, Polonya ve Çekoslovakya'nın bağımsızlıklarını tanıdı ve Almanya'nın Avusturya ile birleşmesi yasaklandı. Almanya bütün deniz aşırı topraklarından vazgeçti.Bu sömürgelerde Milletler Cemiyeti'nin denetimi altında "Mandat" sistemi kuruldu ve İngiltere, Fransa, Belçika ve Japonya mandater devlet oldular. Almanya çok sınırlı bir orduya sahip olacaktı ve zorunlu askerlik sistemi kaldırıldı. Bütün savaş gemilerini itilaf devletlerine verdiği gibi, bundan böyle denizaltı ve uçak da yapamayacaktı. Bunun yanında Almanya'ya "tamirat borcu" adı altında savaş tazminatı da yüklendi.

Vesayet Rejimi

Belirli ülkelerin bağımsız bir devlet kurana değin, Birleşmiş Milletler'in (BM) gözetim ve denetimi altında başka devletlerce yönetilmelerini öngören hukuksal statü. Vesayet rejimi altında bir ülkeyi yöneten devlet, ülkede yaşayanların siyasal, ekonomik ve toplumsal bakımdan gelişmelerini sağlamak, ülkenin özgür koşullarını, ülke halkının özgürce dile getirdiği amaçları ve vesayet rejimi antlaşmasındaki hükümleri göz önünde bulundurarak kendi kendini yönetme ve bağımsızlık yönündeki ilerlemeyi kolaylaştırmak, ırk cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını güvence altına almakla yükümlüdür. Vesayet rejiminin gözetim ve denetimi konusunda BM'nin bir organı olarak Genel Kurul'a karşı sorumlu olan Vesayet Meclisi görevli kılınmıştır.

Vesayet rejiminin hangi ülkelerde uygulanacağı konusu Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 77. maddesinde belirlenmiştir. Buna göre vesayet rejimi uygulanabilecek ülkeler 3 kategoriye ayrılmaktadır: a)Manda yönetimine bağlanmış ve bu yönetimin sürdüğü ülkeler, b)II. Dünya Savaşı sonunda düşman devletlerinden ayrılabilecek ülkeler, c)Yönetiminden sorumlu devletlerce isteyerek bu rejime bağlanacak ülkeler.

Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 79. maddesi vesayet antlaşmasının ilgili devletlerce yapılmasını gerektirir. Yapılan vesayet antlaşmalarının yürürlüğe girmesi için BM Genel Kurulu'nda onaylanması gerekmektedir. Ayrıca vesayet altındaki ülkelerin yönetimi ile görevli olan devletler Genel Kurul'a her yıl vesayet rejimi uygulanan ülkelerle ilgili raporlar sunmak ve Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nin tavsiyelerini gözönünde bulundurmak zorundadır.

Vesayet Konseyi, Örgüt'ün altı ana organlarından biridir. Ancak vesayet altında ülke kalmaması nedeniyle Vesayet Konseyi'nin fiilen hiçbir görevi kalmamıştır.

Vichy Hükümeti

14 Haziran 1940'da Paris'in işgal edilmesiyle birlikte, Fransa'da 3. Cumhuriyet tarihe karıştı ve Petain geçici dönemi başladı. Başlangıçta, Petain bir ambargo hazırladığını ve bunu halkın oyuna sunacağını söylediyse de, böyle yapmayarak Fransa'yı kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladı. 1940 Ağustos'unda meclisi feshederek Vichy'yi başkent yaptı.Ve bir cins diktatörlük başladı. Kendini Devlet Başkanı ve Dışişleri Bakanı Pierce Caval'ın halefi ilan etti. Fransız devriminin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri yerine iş, aile, vatan ilkelerini koydu. Petain, zaman geçtikçe daha da ileri giderek, Nazi yönetimine benzeyen Yahudi aleyhtarlığı güden bir rejim kurdu ve bir cins Fransız "Führeri" haline geldi.

 

Vietnam Savaşı

Eski Fransız kolonisi olan bir kısım Hindiçini topraklarındaki Vietnam, Vietminh isimli ihtilalcilerin Fransız kuvvetlerini Dien-Bien-Phu Kalesi'nde mağlup etmelerinden sonra toplanan 1954 Cenevre Konferansı ile, sonradan birleştirici seçimler yapılmak üzere, 17.nci enlem boyunca "Kuzey ve Güney" olarak ikiye bölünmüştü. Bu bölünme zamanla yerleşerek kuzeyde Vietnam Halk Cumhuriyeti (Başkent Hanoi) güneyde de Vietnam Cumhuriyeti (Başkent Saygon) şeklinde devam etti. Bu ikinci devletin bazı bölgelerinde, kuzeyle birleşme taraflısı komünist eğilimli (Vietkong) gerillaların başlattıkları bir iç savaş zamanla büyüdü ve ABD Güney Vietnam'a yardıma başlarken, Kuzey Vietnam da Vietkong'a yardım ediyordu. 1965'ten sonra ABD kuvvetleri gittikçe buradaki güçlerini ve faaliyetlerini artırıp, kuzeyden gelen müdahale karşısında bu topraklara karşı da askeri harekata girişti. Öte yandan, Rusya ve Çin de Kuzey Vietnam'ın ormanlık ve bataklık arazilerde yürüttüğü savaşlarda, iklimin ve muson yağmurlar gibi durumların sağladığı avantajlar büyük ölçüde idi ve bölgede çokbüyük (bir ara 500 binden fazla) ve iyi donatılmış askeribir güç bulunduran ABD ve ayrıca Güney Vietnam kuvvetleri, karşı tarafa ağır kayıplar verdirmelerine rağmen, kendileri da zaman zaman çok zor durumlarda kaldılar, bir çok ABD vatandaşı Vietnam Savaşı'na katılmamak için askere girmeyi reddetti (sayılarının 30 bin kadar olduğu açıklandı), ayrıca bir kısım askerler de tarafsız ülkelere (İsveç gibi) sığındılar. Öte yandan, kesin bir askeri galibiyete ulaşamayan ABD kuvvetleri, Vietkong'un kuzeyden gelen yardımı Kamboçya topraklarında "Ho Şi Minh Yolu" denen yoldan gizlice alması karşısında, bu ülke topraklarında şiddetli hava bombardımanı uygulamaktaydılar.

Savaşın uzaması ile dünya ve ABD komuoyundaki tepkiler üzerine taraflar Paris'te ateşkes görüşmelerine giriştiler ve Amerika'nın bir kısım kuvvetlerini çekmeye başlaması üzerine, 1973 başlarında Paris'te anlaşma imzalandı ve ateş kesilerek, Birleşmiş Milletler Kuvvetleri durumu denetleme görevi aldılar. Fakat buna rağmen, zaman zaman ve yer yer çatışmalar patlak vererek bir çok kişi ölmeye devam etmiştir. Nitekim Paris antlaşmasından sonra yaklaşık 100 bin kişinin daha hayatını kaybettiği bir çok kaynaklarca ileri sürülmektedir.

Vietnam'da çeşitli dönemlerde çarpışan ABD askerlerinin toplam sayısı 2,5 milyona yakındır. Bu savaşta ABD uçakları 850 bin ve helikopterleri ise 2 milyon kadar hücum yapmışlardır. Bu hücumlarda atılan bombalar toplamı 6 milyon ton kadardır. (İkinci Dünya Savaşı'nda ABD uçaklarının attığı bombaların üç katı)

ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'nda yaptığı masraflar 288 milyar dolar kadardı. Vietnam Savaşı da 150 milyar dolara mal olmuştur. (Bu miktar savaş borçları faizleri, ölenlere tazminat ve yaralılara ödenen maluliyet paraları ile 300 milyar dolardır.) ABD 3700 kadar uçak ve 4800 kadar helikopter kaybetmiştir.

1975'te Komboçya'da yoğunlaşan gelişmelere paralel olarak Vietnam'da da benzeri bir durum ortaya çıkmış, komünist kuvvetler yoğun taarruzlara girişerek bir çok şehri süratle ele geçirmişler ve Nisan sonunda da Başkent Saygon'a girmişlerdir. Bu durumda mevcut hükümet teslim olarak reji yıkılmış ve 35 yıldır çeşitli biçimlerde süregelen Vietnam'daki savaşlar sona ermiştir. Daha sonra Kuzey ve Güney Vietnam tek devlet haline gelmiştir.

Vietnam'daki savaşlar tarihte rekor sayılacak savaşlardan biri olmuştur. Nitekim 1941'de işgalci Japonlara karşı ilk savaşlar başlamış ve 1945'de Japonların çekilmesinden sonra eski Fransız koloni idaresi yeniden kurulmuş, buna karşı bağımsızlık hareketleri başgöstermiş ve kuzeyden kurulan devlet ile Fransızlar arasındaki kanlı savaşlar Fransızların mağlubiyetiyle sonuçlanmış, 1954'de Cenevre Antlaşması'na rağmen durum tam düzelmeyerek 1961'de ABD'nin askeri müdahalesiyle son savaş dönemine girilmiştir.

Bu savaşlar 3,5 milyon kadar insan ölmüştür. Bu rakamdan daha yüksek sayıda da insan yaralanmıştır. ABD askerlerinden 56 bin kadarı ölmüş, 300 bin kadarı yaralanmış, ABD'nin masrafları ve kayıpları 150 milyar dolar kadar olmuştur. (Daha önceki savaşlarda da Fransa 92 bin kişi kadar ölü ve yaralı vermişti).

Viyana Görüşmeleri (1975-1976): bkz. Kıbrıs Sorunu

Viyana Kongresi, Ekim 1814-Haziran 1815

Fransız Devrimi sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan sorunlara ilişkin görüşmelerin yapıldığı kongre. Fransız Devrimi'ni izleyen çağ "ulusçuluk çağı" olarak nitelenmektedir. Çok uluslu Avusturya İmparatorluğu Başbakanı Franz von Metternich, tehlikeli gördüğü ulusçuluk akımının ortaya çıkarabileceği sorunların çözümlenmesi için, Avrupa'nın tutucu güçlü devletlerinin ortak hareket etmelerinin ortamını sağlamak amacındaydı. 1 Ekim 1814'te başlayan kongreye, Rusya, İngiltere, Avusturya, Prusya ve Fransa dışında tüm Avrupa devletleri yüksek düzeyde temsilciler ile katıldılar. Komisyonlar biçiminde çalışmalarını yürüten bir uluslararası kongrenin ilk örneği olması açısından ilginç ve önemlidir.

Osmanlı imparatorluğu Viyana Kongresi'ne katılmamıştır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu böyle bir konferansat Balkan sorununun gündeme geleceğinden ve ödün vermek zorunda kalmasından korkuyordu. Ayrıca Avusturya'nın "toprak bütünlüğünü garanti etme" önerisini de iyi karşılamıyordu. Viyana Kongresi kararlarının en önemli maddeler şunlardır: Fransa'nın 1792 sonrasında ele geçirdiği tüm toprakları geri alınıyordu. İngiltere Malta'yı ve Yeni adaları, Hollanda'ya ait olan Cope Colony'yi, Seylan'ı Honduras'ı, Guyan'ı ve Trinidat'ı, Danimarka'dan de Helgoland'ı alıyordu. Rusya, Finlandiya'yı, İsveç, Norveç'i alıyordu. Prusya Posen bölgesini, Saksonya'nın önemli bir bölümünü, Ren'in batı kıyılarını alıyordu. Avusturya'da topraklarını genişletiyordu. Belçika Hollanda'yla birleşerek Niederland adlı bir devlet oluşturuyordu. Almanya otuz sekiz devletli Germen Konfederasyonundan oluşacaktı.

İtalya parçalanıyordu, esir ticaret yasaklanıyordu, bunun uygulanması taraf devletlere veriliyordu; uluslararası nehirlerde ilke olarak ticaret ve ulaşım serbestisi tanınıyordu.

Viyana Kongresi Avrupalı devletlerin aralarındaki sorunları toplantılar yoluyla çözme girişimlerinin başlangıcı oldu. Ayrıca, Avrupa kökenli klasik uluslararası hukukun geliştirilerek nispeten sistematize edildiği dönemin bşlangıcı olarak da kabul edilir. Diğer yandan, Viyana Kongresi ile ortaya çıkan Avrupa Ahengi Sistemi çerçevesinde belirginleşmeye başlayan uluslararası hukuk sistemi ise, bu "ahengi" sağlayan temel aktörler olan büyük devletlerin "güdümünde" bir niteik taşımaktadır. Genel Hatları ile I. Dünya Savaşına kadar süren dönemde, uluslararası hukuk kurallarının oluşması, başta Viyana Kongresi olmak üzere devletler arasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde gelişmiştir.

 

Vladivostok Antlaşması, 1974

Amerika Birleşik Devleti Başkanı Gerald Ford ile Sovyetler Birliği lideri Leonid Brejnev arasında 23-24 Kasım 1974'de gerçekleşen zirvede imzalanan antlaşma. Vladivostok Zirvesi, stratejik silahların sınırlandırılması ve SALT II doğrultusunda yeni ve önemli bir adım oluşturdu. Zirve sonunda yayınlanan "demeç" ve "bildiri"de bu konudan hiç söz edilmedi. Fakat daha sonra yapılan açıklamalarda belirtildiğine göre taraflar zirvede "saldırgan" füzeler konusunda bir sınırlama anlaşmasına varmışlardır. Buna göre, "taşıyıcı" (delivery vehicle) denen, kıtalararası (ICBM) ve deniz altından atılan (SLBM) füze sayısı her iki taraf içinde en çok 2400 olarak tesbit edilmiştir. Bunlardan ancak 1320 tanesi çok başlıklı füze (MIRV) olabilecekti. Bu antlaşma 31 Aralık 1985 tarihine kadar geçerli olacaktı.

 

Washington Deniz Kuvvetleri Sınırlandırma Antlaşması, 6 Şubat 1922

Deniz kuvvetlerini sınırlamaya ilişkin antlaşma. Bu doğrudan doğruya Uzardoğu meselelerinden doğmuş olup Uzakdoğu'da Japonya ile Birleşik Amerika arasındaki rekabetle yakından ilgilidir. Uzakdoğu meselesini ele almak üzere bu bölge ile ilgili devletler 1921 Kasım'ında Washington'da biraraya geldi. Konferans, birçok anlaşma imzalanarak 6 Şubat 1922'de sona erdi. 6 Şubat 1922'de Birleşik Amerika, İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya arasında "Deniz Silahlarının Sınırlanması" anlaşmazı imzalandı. Bu anlaşma ile 35.000 tonu geçmiyecek olan ve capital ships denen büyük gemiler bakımından her devletin sahip olabileceği deniz gücü sınırlanmıştı. Bu sınırlama ile Birleşik Amerika 525.000, İngiltere 525.000, Japonya 315.000, Fransa 175.000 ve İtalya da 175.000 tonajında büyük gemilere sahip olacaktı. Bunun oran olarak ifadesi sırasıyla, 5, 5, 3, 1,67 ve 1,67 dir.

Uzakdoğu'daki Japon emperyalizmi bu antlaşma ile bu emperyalizmin vasıtaları bakımından sınırlanmış ve frenlenmiş olmaktaydı. Lakin antlaşmanın en az bunun kadar önemli bir başka tarafı da İngiltere'nin Trafalgar'dan beri elinde tuttuğu rakipsiz deniz üstünlüğünü şimdi ilk defa Amerika ile paylaşmasıydı. Şüphesiz bu da Amerikan için başka bir zaferdir.

Bu antlaşmalarla İngiltere de, Japonya ittifakından ayrıldıktan sonra Uzakdoğu'da Birleşik Amerika'ya dayanmaya başlayacaktır.

 

Washington Konferansı, 1943

11 Mayıs 1943'te Churchill ve Roosevelt arasında yapıldı. Konferansta savaşın genel stratejisi, Japonya'ya karşı savaşın hızlandırılması, Birmanya'da Japonya'ya karşı saldırının başlatılması, havadan Çin'e yardım ve Almanya'nın işgali için gereken tedbirler görüşüldü.

 

Watergate Skandalı

Amerikan iç politikası ve dünya kamuoyunda önemli yankıları ve sonuçları olan siyasal casusluk olayı. 1972 Haziran'ında, Washington muhalefet partisi olan Demokrat Parti'nin seçim işlerini yürüttüğü merkez olarak kullanılan Watergate binasına, iktidar partisi ve Başkan Nixon'un yakın adamlarının tertibiyle gizlice dinleme cihazı yerleştiren 7 kişilik bir grubun yakalanması olayı, önceleri bir basit hırsızlık sanıldı ise de gazetecilerin kurcalaması üzerine daha sonra siyasi amaçlarla yapıldığı, Başkan Nixon'un bu faaliyetten haberi olduğu ortaya çıktı. Ancak Nixon uzun süre, bu olayla hiçbir ilişiği olmadığını, hiç bir emir vermediğini ve bilgisi bulunmadığını iddia etti. Bu arada, olayı soruşturma işine bakan bir savcı da azledildi. Bir kısım diğer karışık olaylar üzerine, Amerikan Kongresi Başkan'ın yargılanması için dokunulmazlığını kaldırma eğilimi gösterince, Nixon gizlediği Beyaz Saray'daki konuşmalara ait bir kısım ses bantlarını mahkemeye tevdi etmek zornda kal ve bazı yerleri silinmiş veya bozulmuş olmasına rağmen, bantlardan Nixon'un bu işten haberi olduğu ve yalan söylediği anlaşıldı. Bu durum, kamuoyunu ve parlamenterleri daha çok etkiledi, Başkan Nixon ikisene direndikten sonra Ağustos 1974'de istifa etti, yerine yardımcısı Gerald Ford geçti ve kısa bir süre sonra hastalanan Nixon'u yargılamaktan affetti.

 

Weimar Anayasası

Almanya'da I. Dünya savaşının ardından yapılan meclis seçimlerinden hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadıysa da, büyük Sosyal Demokrat Partisi meclisin en güçlü partisi haline geldi. Sosyal Demokratlar, Merkez Partisi ve Liberal Demokratlardan oluşan bir koalisyon, Kurucu Meclise egemen oldu. Meclis'in Goethe'nin kenti olan ve liberalizmin simgesi haline gelmiş bulunan Weimar kentinde yaptığı toplantılarda liberal bir avukat olan Hugo Preus'a son derece liberal bir anayasa hazırlattırıldı. Büyük ölçüde Amerikan, Fransız ve İsviçre anayasalarından esinlenerek hazırlanmış bulunan Weimar Anayasası 31 Temmuz 1919'da kabul edildi. Ana hatlarıyla 7 yıllık bir süre için seçilen bir Cumhurbaşkanı, iki meclisli parlamento, nisbi temsil ve eyaletlerin Federe yetkilerini öngörüyordu. Ulusal Meclis, 1920 ilkbaharına kadar Weimar'da kaldı, sonra Berlin'e taşındı. Böylece Almanya'da Hitler'e kadar sürecek olan Weimar dönemi başladı. Bu anayasaya uygun olarak kurulan hükümetlere egemen olan Sosyal Demokratlar, merkez, merkez-sol ve liberal partilerle sürekli koalisyonlar kurdular.

Westphalia Barışı, 1648

Avrupa'da otuz yıl savaşları bitiren barış antlaşması. Bu savaşları bitirecek olan konferans, Avrupa'nın ilk en büyük konferansı sayılabilir. En önemli özelliklerinden biri, daha önceki uluslararası toplantılar dini nitelikteyken, Westphalia'nın devlet, savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı laik bir konferans olmasıdır. O kadar ki, Papalık temsilcisi dinlenmediği gibi, Papa'ya da imzalattırılmamıştır. İkinci olarak Kilise'nin gücü sınırlandırılmış, Augsburg Barışı'nın hükümleri yenilenmiş ve Almanya'da Katoliklik, Protestanlık ve Calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir. Üçüncü olarak, uluslararası hukuk bakımından da Kutsal Roma İmparatorluğunun parçalanmış olduğu doğrulanmıştır. Hollanda ve İsviçre üzerinde herhangi bir hak iddiası kalmamış, İsviçre bağımsızlığını kazanmıştır.

Westphalia Barışı ile 300 kadar Alman devleti hemen hemen hükümran siyasal birimler oldular. Üye devletlerin rızası olmadıkça imparatorluğun vergi ve asker toplamayacağı, kanun koyamayacağı, savaş ilan edemeyeceği ve barış antlaşması imzalayamayacağı hükme bağlandı. Böylece, Avrupa'nın öteki devletleri mutlakiyetçi monarşi altında birleşir ve güçlenirken, Almanya ömrü çoktan tükenmiş olan feodal bir karışıklık içine itilmiş oldu. Bundan sonra Avrupa, kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar kuran ve bozan, savaş ile barış arasında, güç dengesi kurallarına göre durum değiştiren, elçi gönderip kabul eden bağımsız ve özgür devletlerden oluşacaktır.

Belirli kurallara göre hareket edenve aralarında düzenli ilişkiler bulunan parçaların (devletlerin) oluşturduğu bütün, uluslararası sistem, bugün anladığımız anlamda Westphalia ile doğmuş sayılabilir.

 

White Planı: bkz. Amerikan Planı

Wilhelm II (1859-1941)

Prusya Kralı ve Alman İmparatoru, Almanya'nın yayılmacı dış siyasetine önderlik ederek, I. Dünya Savaşı'nın başlamasında önemli rol oynamıştır. Almanya'nın bir dünya gücü olmasını isteyen II. Wilhelm yayılmacı ve militarist bir politika benimseyerek Birmarck'ın güttüğü dengeci politikaya son verdi. 1890'da Bismarck'ın büyük önem verdiği Alman-Rus Teminat Antlaşmasını yenilemeyerek ilk öneli değişikliği yaptı. II. Wilhelm'in izlediği yayılmacı siyaset İngiltere ve öteki sömürgeci devletlerle kaçınılmaz bir çatışmayı beraberinde getirdi.

Haziran 1919'da imzalanan Versailles Antlaşması uyarınca, savaşın sorumlusu olarak ilan edilen, ancak Hollanda hükümetince geri verilmeyen II. Wilhelm, ölümüne değin arada yaşadı.

 

Wilson İlkeleri: bkz. Ondört Nokta Programı

Yarım Savaş Doktrini (Half War Doctrine)

ABD askeri otoritelerine göre, Soğuk Savaş döneminde ABD bir buçuk savaş için hazırlanmalıdır. Bu tam savaş Sovyetler ile çıkabilecek bir savaş olup, diğer "yarım savaş" ise dünyanın hassas bölgelerindeki çatışmalara katıma durumudur. Bu bakımdan en çok Ortadoğu, Basra Körfezi, Kuzeybatı Pasifik (Kore ve civarı) hassas ve kritik gözükmekte, ABD'nin dikkatini çevirerek önem verdiği yerlere acele sevk edilmek üzere özel iklim ve arazi şartlarına göre yetiştirilmiş, 100 binden fazla askerden ve araçlarından oluşan bir Acil Hareket Kuvveti (Rapid Deployment Force=RDF) hazırlanmış ve buna Çöl Ordusu da denmiştir.

 

Yedi Yıl Savaşları, 1856-1763

Fransa ve İngiltere arasında sömürgeler ve dünya hegemonyası için 1756'da başlayan ve yedi yıl devam eden savaşlar. Bu savaşlar sonucunda Hindistan, Afrika ve Amerika'daki Fransız toprakları İngiltere'nin denetimine girdi. Fransa'nın ekonomisinin dayandığı denizaşırı topraklarının hemen hemen tümünü elinden çıktı. 1763'te Paris'te barış antlaşması imzalandı, sonuçta Avrupa'da 18. yy güç dengesi korunmuş ve İngiltere denizlere egemen olmuştur.

 

Yeni Delhi Konferansı, 1984

Bağlantısız ülkelerin yedinci zirve toplantısı. 1979 yılında yapılan Havana konferansında yedinci zirvenin 1982 yılında Irak'ın başkenti Bağdat'ta toplanması kararlaştırılmıştı. İran-Irak Savaşı, toplantının Bağdat'ta yapılmasını engelledi. Yedinci zirve, doksan dört ülkenin katılımıyla 1984 yılının Mart ayında Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de yapıldı. Dönem başkanlığını Küba lideri Fidel Castro'dan devralan İndra Gandhi'nin kişisel girişimleri, ülkeler arasında sözkonusu olan görüş ayrılıklarının bazılarını giderdiyse de, genelde çeşitli ülke grupları arasındaki siyasi ayrılıklar konferansa damgasını vurdu. Bunun böyle olduğu sonuç bildirisinde siyasal konuların çok az bir yer tutmalarıyla anlaşılabilir. Sonuç bildirisinde yer alan ve dolayısıyla bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı konular şunlardır: Zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin azaltılabilmesi için yeni bir uluslararası ekonomik düzenin oluşturulması gerektiği, Ortadoğu'da Arap Birliği'nin Fez zirvesinde benimsediği planın uygulanması, İsrail'in, işlediği savaş suçları dolayısıyla Uluslararası Savaş Mahkemesi'nde yargılanması, nükleer silahlanmanın durdurulması ve Afganistan'daki yabancı askerlerin geri çekilmesi.

Yeraltı Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma, 1974

Amerika ile Sovyet Rusya arasında imzalanan ve yeraltında 150 kiloton'dan daha güçlü nükleer silah denemesi yapılmasını yasaklayan ve"Eşit" (Treshold) Antlaşması adını alan 3 Temmuz 1974 tarihli antlaşma. Bu antlaşmaya göre taraflar, bütün yeraltı denemelerinin durdurulması hususunda bir anlaşmaya varmak için görüşmelerini sürdüreceklerdir. Anlaşma, Amerika Birleşik Devletleri Senatosu'nca onaylanmadığı için yürürlükte değildir.

Yıldırım Savaşı: bkz. Blitzkrieg

Yom Kippur Savaşı: bkz. Ramazan Savaşı

Young Planı, 1929

I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'nın ödeyeceği tamirat borçlarına ilişkin plan. Owan D. Young tarafından Ocak 1930'da hazırlanan plana göre Almanya yılda 391 milyon olmak üzere yirmi iki taksit ödeyecekti. Borçların toplam tutarı 26 milyar dolardı. 1929-1930 dünya ekonomik bunalımı dolayısıyla Almanya borcunu ödeyemeyeceğini gördü. Böylece planın yürütülmesi mümkün olmadı.

 

Yüzdeler Antlaşması, Ekim 1944

Churchill ve Stalin arasında 1944 Ekim'inde gerçekleşen ve amacı Doğu Avrupa'da etki alanlarının kesin olarak saptanması olan anlaşmayla İngiltere ve Rusya Doğu Avrupa'da sahip olacakları üstünlüğü yüzdelerle belirlemişlerdir. Macaristan'da İngiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan'da %25, %75; Romanya %10, %90; Yugoslavya'da %50, %50; Yunanistan'da %90, %10, Churchill'in anılarından yazdıklarında anlaşıldığına göre, bu anlaşma o andaki savaş durumu düzenlemesiydi ve imzalanacak olan barış antlaşmalarında değişikliklere açıktı. Gerçek ne olursa olsun, böyle bir düzenlemenin savaş sonrası gelişmelerini etkileyeceği açıktı ve öyle de oldu. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa ülkelerinde askeri üstünlüğünü sonuna kadar kullanırken, Yunanistan'a karışmadı ve İngiltere, Yunan iç savaşında kralcı hükümete tam destek verirken, Yunan komünistlerine doğrudan yardım yapmadı.

 

Yüzyıl Savaşları

XIV ve XV. yy.'da Valoisler Fransasını önce Plantagenetler sonra Lancesterler İngilteresi ile karşı karşıya getiren savaşlara verilen ad. Geleneksel olarak Fransa tahtı için bir veraset savaşı şeklinde yorumlanan ve 1337-1433 yıllarıyla sınırlandırılan bu savaşlar aslında gerek bu yorumu, gerek bu zaman çerçevesini büyük ölçüde aşar. Aslında bu savaşlar, birbirinden uzun barış dönemleriyle ayrılan ve bu sebeple hedefleri bu dönem sırasında değişen bir askeri harekat dizisidir.

XIV. yy. ortasında XV.yy. ortasına kadar devam eden şekliyle Yüzyıl Savaşları'nın orjinalliği, bu savaşlar sırasında modern milletlerin oluşması, kadrolarının hazırlanması ve güç kazanmalarından gelir. Klasik bir feodal savaş gibi başlayan Yüzyıl Savaşları, milletle millet arasında bir savaş olarak sona erdi Tamamıyla Orta Çağa bağlı Batı Avrupa'da başladı, büyük keşiflerin, Rönesans'ın ve Reform'un arifesinde son buldu.

Yüzyıl Savaşları hem Fransa'da hem de İngiltere'de milli bilinci uyanmasını sağladı.

 

Zürih Antlaşması, 11 Şubat 1959

Yunanistan ve Türkiye başbakanlarının Kıbrıs'ta bağımsız bir devlet kurulması konusundan yaptıkları antlaşma. Yapılan antlaşmada, kurulacak bağımsız Kıbrıs devletinin uluslararası konumunun ve anayasasının dayandırılacağı temel ilkeler kararlaştırıldı. Alınan ilke kararları İngiltere'ye bildirilmeden açıklanmadı. İngiltere'nin antlaşmaya bazı hükümler eklemesi sonucu Ada'nın statüsü belirlenirken, 19 Şubat 1959'da yapılan londra antlaşması ile alınan kararlar geçerlik kazandı.

*************************************
SÖZLÜK

Abluka (blockade)
Savaş halinde olan devletlerden birinin, diğerinin kıyılarındanbiri bölümüne veya tümüne giriş ve çıkışı engellemeyi amaçlayan savaş önlemlerinden birisidir. Devletlerin birbirlerine karşı geniş çapta ekonomik bağımlılıkları olmasından dolayı abluka modern savaş aracı olarak etkili bir silah vazifesi görür. Genel olarak abluka yazılı olan veya olmayan uluslararası hukuk kuralları ile düzenlenir. Abluka öncesinde tarafsız devletlere notayla bildirimde bulunmak ve her devlete eşit muamelede bulunmak zorunludur. Abluka ihlallerinde cezai müeyyide olarak gemiye el konabilir fakat zarar verilemez.Uygulama yönünden ablukaları çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür. 18 ve 19. yy.'da yaygın olan kağıt ablukasında sadece ablukanın ilanıyla yetinilmiştir, hukuki bir işlevi yoktur. Çoğunlukla savaş zamanında başvurulana abluka (BM'nin 1990'da Irak'a karşı uyguladığı gibi) savaş olmaksızın da sözkonusu olabilir. (1962 yılında ABD'nin Küba'ya uyguladığı gibi). Ayrıca abluka Irak'a uygulandığı gibi denizden olabileceği gibi, 1948 yılında Berlin'e uygulanan abluka gibi karadan ve havadan olabilir. Ayrıca abluka Amerikan İç Savaşı esnasında Kuzey'in Güney'in limanlarını ablukaya alması sonucu savaşı sona erdiren önemli bir etken olmuştur. Sonuç olarak abluka uluslararası arenada etkinliğini ve işlevselliğini korumaktadır.
ABM sistemi: bkz. anti balistik füze sistemi
Açık Deniz (high seas)
Hiç bir devletin egemenliği altında olmayan uluslararası deniz alanları. Bir devletin karasuları ya da içsuları olmayan bu alanlardan bütün devletler uluslararası hukukun izin verdiği ölçüde yararlanırlar. Uluslararası kamu alanı olarak kabul edilen açık denizdeki özgürlük sejimi, seyrüsefer, yapay adalar inşa etme, bilimsel araştırmalar yapma balık avlama, deniz altı kablo ve boruları döşeme ile uçuş serbestliğini kapsar. Devletlerin tekelci yetkilerinin olmadığı bu uluslararası denizlerde düzen, bayrak yasası ve devletler arasında kamuya ilişkin imzalanan sözleşmeler ile sağlanır.
Açık Diplomasi (open diplomacy)
Gizli diplomasiye tepki olarak ortaya atılan diplomasi anlayışı. Bu anlayışa göre, diplomatik görüşmelerle ilgili tarafların yüklenecekleri hak ve sorumlulukların kamuoyunun bilgi ve denetimine sunulması gerekir. Gizli diplomasiye en büyük tepki ABD başkanı olan W. Wilson'dan gelmiştir. Savaş sonucunda yayınladığı "Ondört Nokta"nın birincisinde "açık görüşmeler sonunda varılacak açık sözleşmeler" ilkesini iler sürmüştür. Bu diplomasi anlayışının gelişmesini etkileyen iki ana etkendensözedilebilir. İlk olarak, genel anlamda katılımcı demokrasinin sınırlarının gelişmesi hem kitlelerin meclislerini, hükümetlerini denetleme ve yönlendirme olanağını nisbeten artırmış, hem de kamuoyunu çeşitli baskı gruplarına ait örgütler yolu ile yöneticileri etkileme mesaj iletme kanallarının açılması, açık diplomasiyi belirli bir ölçüde de olsa zorunlu kılmıştır. İkinci olarak da özellikle konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi gibi gizli biçimde yürütülmesi pek de kolay olmayan diplomasi türlerinin yaygınlaşması açık diplomasiyi kaçınılmaz hale getirmiştir.
Bu tür diplomasinin asıl amacı, iki veya daha fazla devletin aralarında gizlice anlaşarak, bir başka devletin temel hak ve yetkilerine yönelik bir eyleme hazırlanmalarını engellemeye çalışmaktır.
Fakat iki dünya savaşı arasındaki dönemde ayıp sayılmış olan kapalı ya da gizli diplomasi yöntemine son savaştan bu yana yoğun bir biçimde dönülmüş bulunuyor.
Açık Kapı Politikası (open door policy)
ABD'nin, Çin'in toprak ve yönetim bütünlüğünün sağlanması, Çin'le ticari ilişkileri olan ülkeler arasında eşit ayrıcalıkların korunması için ilan ettiği ilkeler bildirgesi (1899-1900). Bu amaçla bu devletin kendi toprakları üzerinde diğer devletlere serbestçe ticaret yapma özgürlüğü tanınması. Bu politika ABD'nin yaygın olarak benimsenmiş ve uzun bir süre ABD dış politikasının temeli olmuştur. Bildirge ABD Dışişleri Bakanı John Hay tarafından Büyük Britanya, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya'ya gönderilen sirküler bir mektup şeklinde hazırlanmıştır. Bildirge şu maddeleri içeriyordu: 1)Her ülke, antlaşmayla dış ticarete açılan herhangi bir limanı serbestçe kullanacak ya da kendi nüfuz bölgesindeki başka kazanılmış haklardan serbestçe yararlanacak, 2)Ticaret üzerinden alınan vergiler yalnızca Çin Hükümeti toplayabilecek, 3)Nüfuz bölgesine sahip ülkeler liman ücreti ve demiryolu resmi ödenekten muaf tutulmayacak. Açık kapı politikası Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğraması ve Çin İç Savaşı'nda komünistlerin kazandığı zaferde (1949) anlamını yitirerek son bulmuştur.
Aktif Halk (active population)
Sistemi düzeltmek, değiştirmek için çaba harcayan ve siyasal sistemle yakından ilgilenip ona faal olarak katılan halk grubu Aktif kişiler ya düzenden yana olurlar ve onun bütün güçleriyle destekler, ya da düzene karşı çıkarlar ve düzeni değiştirmeye, gerekirse yıkmaya çalışırlar. Bu halk grubu dış politika konularında bilgi sahibidir ve sosyal-eğitimsel yapıda üst düzeyde bulunurlar. Aktif halk grubu tüm halkın %9-11 gibi küçük bir kısmını teşkil eder.
Alçak Yoğunlukta Çatışma: bkz. Düşük Yoğunlukta Çatışma
Ambargo (embargo)
Ekonomik politikanın yaptırım araçlarından bir tanesi. Bir ülkeyi ekonomik açıdan zor duruma düşürmek için ticaret gemilerinin ve diğer malların giriş çıkışının, ithalat ve ihracatın yasaklanması. Ambargo etkili olabilmesi için sadece denizden değil, havadan ve hatta karadan da uygulanmalıdır. Ambargo sivil ve uluslararası olmak üzere iki türlüdür. Sivil ambargo, bir devletin kendi gemilerini yabancı devletlerin yağmasından korumak ya da malların belli bir ülkeye ulaşmasını engellemek amacıyla kendi limanlarında alıkoymasıdır. Uluslararası ambargo ise yabancı devlet gemilerinin ve mallarının alıkonulmasıdır. Ambargo amaç yönünden siyasal içerikli yahut misilleme türünde olabilir. Siyasal amaçlı ambargo savaş ya da ayaklanma içinde olan devletlere silah ve savaş malzemesi ihracını engellemek amacıyla uygulanır. İspanyol İç Savaşı sırasında ABD'nin tarafsızlığını belirtmek amacıyla uyguladığı 1937 yılındaki ambargo bu türe bir örnektir. Misilleme türünde ambargo; devletler hukukuna ilişkin yükümlülüklerini çiğnediği düşünülen bir devlete karşı kullanılır. İngiltere ve Fransa'ya konulan 1807 ABD ambargosu bu niteliktedir. Ayrıca ABD'nin en gözde devlet olan SSCB'ye uygulamış olduğu kısıtlama da "de facto ambargo" olarak tanımlanır.
Amfibik Harekat (amphibic operation)
Stratejide, deniz ve kara müşterek harekatına denir ve daha ziyade denizden karaya asker ve zırhlı araçlar çıkarılmasını kapsar. Bu alanda özel olarak hazırlanmış deniz piyadesi birlikleri ile denizden yüzen tank ve zırhlı araçlar yapılmıştır.
Kıbrıs olaylarının 1963'ten beri ciddi bunalımlar göstermesi karşısında silahlı kuvvetlerimiz amfibik harekata girişme kapasitesi elde etmişlerdir. Nitekim 1974 Temmuz'unda girişilen Barış Harekatımız çok başarılı olmuştur.
Anarşizm (anarchism)
Bir ülkede veya milletlerarası alanda çeşitli amaçlarla ve türlü yollarla kargaşalık ve huzursuzluk yaratılması çabalarına ve olaylarına anarşizm deniz. Anarşizm, mevcut düzeni sarsmak ve yıkmak, ekonomik, politik ve sosyal karışıklar çıkarmak gibi amaçlara yöneliktir. Menfi propaganda faaliyetleri şekliyle olanlara karşı kanuni ve fiili tedbirler alırlar.
Animus Belli
"Savaş amacı" anlamına gelen latince terimdir.
Antant (entente)
Anlaşma, siyasi anlaşma. Devletler arasında bir veya birkaç anlaşmanın imzalanması ile oluşan ittifaklara verilen ad. Antant kelimesi tarih boyunca bazı devletlerarası anlaşma ve birleşmelerin özel adı olarak kullanılmıştır. 1959'da dört Afrika devleti (Fildişi Sahili, Dehemey, Nijer ve Yukarı Volta) tarafından kurulan Antant Kurulu 1904'te Fransa-İngiltere yakınlaşmasını simgeleyen Entente Cordiale, 1920 ve 1921'de Romanya, Yugoslavya ve Çekoslavakya, arasında imzalanan iki taraflı anlaşmalar sonucu doğan"Küçük Antant", 1898-1905 yılları arasında Fransa, İngiltere ve Rusya'nın aralarında imzaladıkları anlaşmalarla oluşturdukları "Üçlü Antant" tarihte en bilinen antant örnekleridir.
Anti-Balistik Füze Sistemi (anti-ballistic missile system)
Nükleer silahlara karşı geliştirilen, düşman balistik füzesini yok etmeye ya da etkisiz hale getirmeye çalışan savunma sistemi. Saldırı halindeki bir uçak ya da füzenin hedefine varmadan yok edilerek hedefin korunması amacıyla kullanılan sistem, yok edilmek istenen saldırı araç ya da füzesinin hangi aşamada yok edilmek istenişine göre çeşitlilik gösterir. Balistik füzelerin ortaya çıkmasıyla kent, sanayi merkezleri ve füze depoları büyük ölçüde tehlike oluşturuyordu. ABD ve Sovyetler Birliği bu tehlikeyi bertaraf etmek için ABM savunma sisteminin kurulmasını tasarladılar. Aynı zamanda bu sistem çok iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığını gerektirmekteydi. Kurulması ve devam ettirilmesi çok yüksek maliyetlere mal olan bu sistem, 26 Mayıs 1972'de ABD ve SSCB arasındaki Salt-I antlaşmaları çerçevesinde büyük ölçüde sınırlandırıldı. 1975 yılından bu yana ABD'de hiç bir ABM Savunma Sistemi çalışmamaktadır. SSCB'de ise Moskova çevresinde "Galoş" tipi 64 füze savardan oluşan sistem bulunmaktaydı.
Anti-Semitizm (anti-Semitism)
Yahudi ırkına karşı duyulan düşmanlık. İlk çağlarda Musevilerin putperestliğe karşı çıkışının nedeninin ülkelerine bağlı olmamaları biçiminde yanlış anlaşılması sonucu, anti-semitizmin temelini din farklılıkları oluşturuyordu. Fakat 19. yy.'da milliyetçilik akımının Avrupa'yı etkisi altına alması sonucu anti-semitizmin dayanağı dinsel nitelikten ırkı üstünlüğe kayarak kitlelerden büyük destek görmüştür. Anti-semitizm bazı devletlerin devlet politikası haline gelmiş. Örneğin Orta Çağ'da Rusya'da Çarlık dönemi boyunca devlet politikasının bir parçası olarak süre gelmiştir. Yahudilerin özellikle Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde çok iyi koşullarda yaşamaları, milliyetçilik akımının etkisiyle Yahudileri birinci hedef haline getirmiştir. 1933'te Almanya'da Adolf Hitler'in iktidara gelmesiyle anti-semitizm çığrından çıkarak tüm dünyaya yayılmıştır. II. Dünya Savaşı boyunca Almanlar tarafından altı milyon yahudi öldürülmüştür. İslam ülkelerinde anti-semitizm ehli kitap sayılan Yahudiler'in zımmilik statüsüne tabi tutulması sonucu bir sorun oluşturmamıştır.
Aparthayd (apartheid)
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1994 yılına kadar yürürlükte kalan ve beyaz olmayan ırklar arasında yasal olarak bir ayrımı öngören politika. Apartheid rejimi Avrupalı azınlığın ülkenin yönetimini kontrol etmesi için düzenlenmiştir. Böylece ülke nüfusunun sadece %15'ini oluşturan beyazlar ülkenin siyasal liderliğini ellerinde tutuyorlar ve ülke ekonomisini de istedikleri şekilde yönlendiriyorlardı. Apartheid düzeni 1950 tarihi Nüfus Kayıt Yasası'na dayanıyordu. Bu yasaya göre Güney Afrika vatandaşlarıBantu (bütün zenciler), Renkliler (melezler) ve Beyazlar şeklinde üçe ayrılıyorlardı. Bu ayrıma daha sonra Asyalılar (Hindistan ve Pakistan kökenliler) de eklendi.
Apartheid rejimi ile beyaz yönetim, beyaz olmayanların siyasi haklarını meslek seçme, ibadet ve evlenme özgürlüklerini kısıtlıyordu. Zenciler devletçe belirlenen özel bölgelerde yaşamaya zorlanıyordu. Bunun üzerine 1963'ten itibaren zenciler yönetime karşı pasif direnişe başladılar. Bu hareketin liderliğini Afrika Ulusal Kongresi yaptı. Bu arada Apartheid uluslararası alanda da tepki görüyordu. 1961'de Güney Afrika Cumhuriyeti İngiliz uluslar Topluluğu'ndan çıkartıldı. Birleşmiş Milletler'in çağrısı üzerine bu ülkeye yönelik çeşitli ambargolar uygulanmaya başlandı.
1980'lere gelindiğinde ülkede bir yumuşama havası hakim olmaya başladı. 1986'da bazı yasaların iptali ile Apartheid biraz daha esnek duruma getirildi. Apartheid'a karşı mücadele eden Afrika Ulusal Konseyi'nin lideri Nelson Mandela'nın 27 yıllık bir hapisten sonra Şubat 1990'da serbest bırakılması ile Apartheid'in yıkılmasına yönelik çabalar hız kazandı. 1990 ve 1991 yılında da Klerk hükümeti aralarında 1950 Nüfus Kayıt Yasası'nın da bulunduğu pek çok ayrımcı yasayı yürürlükten kaldırdı. 1992 ve 1993 yılında hükümet ile Afrika Ulusal Kongresi arasında yapılan görüşmeler sonucunda 27 Nisan 1994'te ülkede ilk kez bütün ırklardan kişilerin tek oya sahip olacağı eşit ve adil seçimlerin yapılması kararlaştırıldı. 27 Nisan 1994'te yapılanseçimlerde Afrika Ulusal Konseyi büyük bir başarı elde etti ve Nelson Mandela Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı oldu.Aynı tarihte yürürlüğe giren yeni anayasa ve haklar anayasası ile Apartheid rejimi tarihe karışmış oldu.
Arabuluculuk (mediation)
Uluslararası bir anlaşmazlıkta, taraflar arasındaki anlaşmazlığa çözüm aramak veya kesin görüş ayrılıklarını azaltmak amacıyla üçüncü bir tarafın yardımına başvurulmasına dayanan bir uzlaştırma yöntemi. Arabulucu, önce tarafları buluşturup görüşmelerini sağlar. Görüşmelere kendisi de katılır. Ancak, arabulucunun önerileri taraflarca kabul edilmeyebilir, bu durumda arabuluculuk durumu da sona ermiş olur.
Asimilasyon: bkz. özümleme
Ataşe (attache)
Bir ülkenin yabancı ülkelerdeki diplomatik misyonlarında belirli bir uzmanlık alanı ile ilgili olarak temsil ve bilgi toplama fonksiyonunu gören diplomatik görevli. Siyasal memur statüsündeki bu görevli, bulunduğu yabancı devletin durumunu ve davranışlarını kendi yetki alanında kalmak koşuluyla izler ve hükümetine bildirir. Bazılarına göre onun bilgi toplama hareketi casusluk olarak kabul edilir. Ataşeler çeşitli hizmet alanlarında görev yaparlar. Örneğin askeri ataşeler (ataşe militer) bağlı oldukları ulusal ordunun komutanlığının temsilcisi sıfatıyla hem elçiliğin askeri danışmanıdır, hem de kendi ülkeleri için haber toplarlar. Basın ataşeleri basın, film, radyo ve televizyon gibi alanlarda uzmanlaşmış danışmanlardır. Ticaret ataşeleri, bulundukları yabancı ülkelerle kendi ülkeleri arasındaki ticaret ilişkilerini izleyen, ticaret anlaşmalarının hazırlanmasında rol alan ve kendi ülkelerinin ekonomik çıkarlarının korunması doğrultusunda danışma görevi yapan görevlilerdir. Kültür ataşeleri ise bulundukları yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kültürünü tanıtmaya ve iki ülke arasındaki kültür bağlarını geliştirmeye çalışırlar.
Ateşkes (cease fire-truce)
İki ya da daha çok taraf arasındaki çarpışmalara son vermek için yapılan antlaşma. Ateşkes antlaşmasının koşulları, kapsadığı alan ve süresi, genellikle antlaşmayı yapan taraflarca belirlenir. Ateşkes antlaşması ölülerin toplanması gibi özel amaçlarla, bölgesel ya da geçici olarak yapılabilir. Buna bölgesel ateşkes ya da mütareke denir. Bu antlaşmayla savaş durumu sona ermez. Bu tür antlaşmaların en önemli fonksiyonu, çatışan taraflara aralarındaki sorunu görüşmeler yoluyla çözme konusunda yeni bir fırsat oluşturmasıdır. Son zamanlardaki eğilim, ateşkes antlaşmasının kapsamını genişleterek biçim ve içerik açısından bir ön barış antlaşmasına dönüşmesini sağlamak yönündedir.
Ateşkes antlaşmasına ilişkin genel kurallar 1907 Lahey Barış Konferansı'nda saptanmış ve Lahey Kara Savaşı Yönetmeliği'nde yer almıştır. Bu yönetmeliğin koşullarına göre, bir ateşkes antlaşmasının yeterince açık olmaması, savaşın yeniden başlamasına sebep olabilir. Kasıtlı ilerlemeler, bir birliğin hattı dışındaki noktalara el koyması ve birliklerin istenmeyen ya da zayıf bir noktadan geri çekilmeleri, ateşkes antlaşmasının bozulmasını doğuran davranışlar arasındadır.
Atom Bombası (atomic bomb)
Plütonyum 239 ya da uranyum 235 izotopları gibi ağır element çekirdeklerinin bölünmesiyle açığa çıkan enerjiden kaynaklanan büyük patlayıcı güce sahip nükleer salih. Bu bölünme, çok hızlı bir zincirleme tepkime içinde bölünebilir çekirdeklerin nötronlarla bombardımanıyla başlatılır. Bir atom bombasının gücü, kimyasal patlayıcılarla yapılmış aynı boyuttaki bir bombayla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Patlama sırasında, şok dalgaları ve rüzgar basıncıyla yarattığı etkinin yanı sıra ısı, ışık ve öldürücü ışınlar radyasyon yayar.
İlk atom bombaları, II. Dünya Savaşı sırasında ABD'de Manhettan Projesi adıyla bilinen bir program çerçevesinde ve iki farklı türde üretildi. Plütonyumlu atombombası 16 Temmuz 1945'te New Mexico eyaletindeki Alamogordo'da denendi. Uranyumlu ilk atombombası ise, 6 Ağustos 1945'te Japonya'nın Hiroşima kentine atıldı ve kentin büyük bölümünün yerle bir olmasına, 200 binden çok kişinin ölümüne neden oldular. Bu çapta bir yıkıma yol açan ikinci bir plütonyum bombası da, 9 Ağustos'ta Nağazaki'ye atıldı. 1950'lerin ilk yıllarında termonükleer bombanın geliştirilmesiyle, atom bombaları ve silahları stratejik silahlar olmaktan çıkıp taktik silahlar sınıflardan sayılmaya başlandı.
Avrosantrizm Diplomasisi (eurocentric diplomacy)
Uluslararası ilişkilerdeki yaklaşım biçimlerinden birisidir ve Avrupa'yı önem ve öncelik bakımından en ön planda ve bütün işlerin ve olayların merkezi olarak görmek ve bunu kabullenmektedir. ABD'nin İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllardaki kabuğuna çekilme politikası nedeniyle ve Sovyetler Birliğinin içerdekomünizmi yerleştirip pekiştirmek için meşgul bulunuşu sonucu Avrupa daima en önemli diplomasi odağı olarak göze çarpmıştır. Savaş sonrası yıllarda ABD ve Sovyetler'in iki süper devlet oluşları dünya politikasını iki kutuplu hale getirmiş, zamanla Çin'in ve Üçüncü Dünya denilen gelişmekte olan ülkelerin gruplaşmaları ile çok kutuplu (multipolar) bir durumda söz edilmeye başlanmıştır. Bu arada Avrupa kendi birliğini kurma yolunda bazı önemli adımlar atmış ve AET (Ortak Pazar veya Avrupa Ekonomik Topluluğu) çerçevesinde önce 6 sonra 9 ülke ekonomik birliğe yönelmiş ve diplomatik alanda ortak ve uyumlu bir dış politika amaçlanmakta ve sürdürülmektedir. Böylece bir çok önemlidünya sorunlarında ve olaylarında bunlar birarada hareket ile avronsantrizm diplomasisini güçlendirmekte ve iki süper güç arasında önemli bir pozisyon sağlamaktadır. Avrupa ülkelerinin ekonomik ve teknik gelişmeleri ile ortak diplomasileri bu durumunu sürdürmesinin başlıca etkenleri olacaktır. Türkiye'nin de avrosantrik gelişmeleri iyi izlemesi ve bir rol alması, üzerinde önemle durulan bir husustur.
Ayrım Politikası (discrimination policy)
Irk ayrımının yanısıra, bir kısım ülkelerde bazı başka devlet uyruklarına da maksatlı olarak ayrım politikası (discrimination) uygulanır. Genellikle sosyal durum, din ve ırk, köken yönünden bu ayrım göze çarpar. Örneğin, Yunanistan'ın Batı Trakya'daki Türkler'e uyguladığı politika böyledir. Kağıt üzerinde bütün vatandaş haklarına sahip gözükmekle beraber Türkler çeşitli formalitelerle birçok haklarından fiilen yoksundurlar ve ayrıma uğramaktadırlar.
Azgelişmişlik (underdevelopment)
Sermayenin nüfusa ve mevcut gelir kaynaklarına göre yetersiz olması. Ekonomik kalkınmışlığın göstergesi olan sanayileşmeyi sağlayamamış, ulusal geliri ve dolayısıyla tasarruf düzeyi sanayileşmeyi gerçekleştirecek yatırımların finansmanına yetmeye ülkeler, azgelişmiş ülkeler olarak adlandırılır.İlk kez BM Genel Kurulu'nda kullanılan bu terim, kişi başına düşen reel gelir düzeyi ve üretim kapasitesi ile tanımlanmıştır. Bunların ortak özellikleri, 1)düşük tasarruf ve yatırım hacmi, 2)döviz gelirinin büyük kısmının tarım kesimindensağlanması, 3)Emek yoğun bir üretime dayanma ve bunun çoğunun da tarım kesiminde istihdamı, 4)yetersiz alt-yapı, 5)bozuk gelir dağılımı, 6)düşük okuma-yazma oranı, 7)hızlı nüfus artışı, yetersiz beslenme, yüksek çocuk ölümleri. Hızlı nüfus artışı durumu daha da kötüleştirmektedir.
Bu ülkeler genellikle dünyanın geri kalan kısmından işlenmiş ürünler ithal eder ve onlara sınai veya zirai ilk madde ihraç ederler. Görünmeyen hizmetler (navlun, turizm, sigorta vb.) mübadelesinden kar sağlama imkanları yoktur. Ödünç sermaye alırlar ve faiz, yıllık borç taksiti, temettü ödemek zorunda kalırlar. Bu da onları zengin ülkeler ve borç verenlere bağımlı kılar. Azgelişmiş ülkeleri dünya kapitalist sisteminin gelişme sürecinde ve bu süreç içinde aldıkları roller çerçevesinde inceleyen kuramlar, az gelişmişliği dünya, kapitalist sistemi ile bağımlılık ilişkisine göre tanımlarlar. Kurama göre azgelişmişlik "uydu" ya da "çevre" ya da merkez gelişmiş ülkeler arasında kapitalizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de sürmekte olan ekonomik ilişkilerin tarihsel ürünüdür. Azgelişmenin gelişmesi ise, dünya kapitalizminin gelişme sürecinde, dünya işbölümü ile bütünleşme biçimlerine bağlıdır.
Azınlık Grubu (minority group)
Bir toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan din, dil, etnik köken vb. yönlerden farklı özellikler gösteren topluluk. Yerleşik azınlığın çoğunlukla eşitliğini sağlayıcı kurallar genillikle şu konulardan konulmaktadır; 1)Yaşama hakkı, 2)Özgürlüklerden yararlanma, 3)Medeni ve siyasal haklardan yararlanma. Azınlıkların farklı kimliklerini sürdürmelerine ilişkin kurallar ise genellikle şu konularda kabul edilmektedir. 1)dillerini kullanma ve kendi ibadetlerini serbestçe yapma, 2)Özel kültürlerini sürdürme. Bu haklardan yararlanma, azınlığa mensup kişilerin bireysel düzeyde yararlanmaları ve uyrukluğunu taşıdıkları devlete bağlılık göstermeleri ile gerçekleşir. Halen, herkesçe kabul edilmiş bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu çözümlenmesi çok zor bir uluslararası sorun olarak varlığını sürdürmektedir.
Bağımlılık (dependence)
İki veya daha fazla sayıdaki uluslararası politika biriminin arasında simetrik olmayan bir etki ilişkisi. Günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. İlki, özellikle Anglo-sakson yazarlar kavramı, bir (A)devletin tutum ve davranışlarının bir başka devletin (B)tutum ve davranışları ile açıklanabilmesini, (A)'nın (B)'ye bağımlılığı olarak tanımlamaktadırlar. Bu türden bir bağımlılık terimi en azından derecelendirme yolu ile ölçülmeye nisbeten uygun bir görünümdedir. İkinci olarak uluslararası sistemi merkez/çevre ikilemi içerisinde gören ve Andre GundenFrank başta olmak üzere Latin Amerika üzerinde uzmanlaşmış bazı yazarlar ise, kavrama devletlerarası bir ilişkinin ötesinde bir anlam yüklemektedirler. Bu bağlamdan bağımlılık olgusu, metropol ülkenin karar alma mekanizması, merkez/çevre bağlantısında önemli bir role sahip olan çok uluslu ve uluslarüstü şirketler, çevredeki yerel karar oldakları, gibi birimler arasındaki bir ilişki ve bu ilişkinin içerisinde oluştuğu yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir bağımlılık ilişkisinin derecelendirme yolu ileölçülebilmesi oldukça zor görünmektedir.
Bağımsızlık (independence)
Uluslararası politika ve uluslararası hukuk alanında farklı sayılabilecek anlamlarda kullanılan kavram. Uluslararası politikada bağımsızlık, bir ülkenin başka bir ülke ya da ülkelerin yönetim ya da denetimi anlamındadır. Bununla beraber tam bağımsızlıktan söz etmek güçtür. Devletlerin birbirinden etkilendiği kabul edilir. Bağımsızlık uluslararası hukukta devletin kurucu öğelerinden biridir. Devletin kurucu öğelerinden egemenlik ilkesinin uluslararası hukukun alanını sınırlaması, dolayısıyla bazı hukukçular bunun yerine bağımsızlık kavramını kullanmaktadırlar. Klasik devletler hukukuna göre bağımsızlık bir devletin dışa karşı egemenliği anlamına gelir ve tüm egemen devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Bu çerçevedeki bağımsızlık, uluslararası hukukun sujeleri konumunda bulunan devletlerin yetki limitlerinin uluslararası hukuk kurallarınca belirlenmesi ve garanti altına alınması anlamını taşımaktadır.
Bağlantısızlık (nonaligment)
Bloksuzluk olarak da bilinir. Uluslararası politika, belli başlı bloklarla siyasal ya da ideolojik yakınlaşmalardan kaçınma politikası. Bağlantısızlık politikası, II. Dünya savaşı sonrasında Hindistan, Kenya, Yugoslavya gibi ülkeler ile Asya ve Afrika'da yeni kurulan devletlerin çoğu tarafından uygulandı. Bu ülkeler, çoğunlukla ne SSCB'nin önderliğindeki sosyalist blokla ne de ABD'nin önderliğindeki batı blokuyla ittifak kurmaya yanaştılar. Bununla beraber, kendilerini soyutlayacak bir yansızlık politikası da izlemediler. Bir yandan uluslararası ilişkilere etkin biçimde katılırken öbür yandan uluslararası sorun ve çatışmalarda açık tutum takındılar. Bağlantısız ülkeler arasında en geniş grubu oluşturan genç Asya ve Afrika ülkeleri, çoğunlukla batılı devletlerin eski sömürgeleridir. Bu ülkeler, hem batı bloku içindeki eski sömürgeci devletlerle sürekli ve yakın ilişki kurmanın yeni bir bağımlılık biçimi oluşturabileceğinden kaygılanmakta, hem de sosyalist düzenlerin hızlı ekonomik gelişmesi genellikle çekici gelmekle birlikte, SSCB ile çok yakından bağlar kurmanın da onları uydulaştırarak bağımsızlıklarına zarar vereceğinden korkmaktadır. Bağlantısızlık politikası, bu ülkelerin büyük gereksinme duyduğu ekonomik yardımları da çoğu kez her iki bloktan da sağlamalarına olanak vermektedir.
İlk kez 1955 Bandung Konferansı'nda adlarını duyuran bağlantısız ülkeler, 1960'lar ve 1970'lerde, uluslararası ilişkilerde ortak politika izleyerek yeni bir blok oluşturmaya çalıştılar, ama belirli konularda kendi aralarında çıkan ulusal çıkar ayrılıkları yüzünden bu girişimler, başarısız kaldı. Bandung'tan sonra "Bağlantısızlık Hareketi Konferansı adı altında sekiz konferans toplantısı 1961'de Balgrad'da 25 ülkenin katılmasıyla düzenlenen ilk konferansta, bağlantısız sayılmak için 5 ilke belirlendi. Bunlar; 1)Barış içinde bir arada yaşamayı temel alan bir bağımsızlık politikası izleme, 2)NATO, Varşova paktı, SEATO veya CENTO gibi çok farklı askeri ittifaklara katılmama, 3)Kendi topraklarında üs vermeme, 4)Büyük güçlerle ikili askeri ittifaklara katılmama, 5)Ulusal kurtuluş savaşlarını destekleme.
1960'lı yıllarda çok sayıda eski sömürgenin bağımsızlığa kavuşarak uluslararası sistem ve BM içerisinde yer alması ile hareket giderek güç kazandı. 1970'lerden itibaren, kısmen iki kutuplu sistemin gevşemesi, kısmen hareketin ortak paydasını oluşturan sömürge durumundan kurtulmak için verilen ulusal kurtuluş mücadelelerinin azalması, kısmen de grubun üye sayısının artması dolayısı ile ortaya çıkan dağınıklık, hareketin eski prestijini yitirmesine sebep oldu. 1986'da Harare'de yapılan son konferans 101 bağlantısız ülke temsilci yolladı. Günümüzde grubun faaliyetlerinin en belirgin biçimde ortaya çıktığı yer BM Genel Kurulu'dur.
Balıkçılık Bölgesi (fishing zone)
Balıkçılık amaçlı olarak belirlenmiş, karasuların dış sınırının ötesindeki deniz bölgesidir. Kıyı devletlerin istemiyle oluşturulan bu bölgeye "balıkçılık bitişik bölgesi" adı da verilir. Ancak, balıkçılık bölgesi kavramının varlığı günümüzde sözkonusu olmaktan çıkmıştır. Türkiye 15 Mayıs 1964 tarihli Karasuları Kanunu ile 6 millik karasularına 6 millik bir balıkçılık bölgesi kurmuştur.
Barışçı Çözüm (peaceful settlement)
Güce başvurmadan devletler arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesidir. Barışçı çözüm devletlerin önemli hakları ve görevleri konusundaki uyuşmazlıkların çözümlenebileceği süreçleri içerir. Uluslararası uyuşmazlıkların barışçı çözümü için iki tür teknik vardır. Hukuki ve siyasal, hukuki olan uluslararası hukuki uyuşmazlığın gerçeklerine (öğelerine) uygulamayı içerir. Bunun başlıca iki yöntemi sözkonusudur. Hakemlik ve uluslararası yargı. Siyasi olan ise diplomatik müzakere, dostça girişim, arabuluculuk, soruşturma komisyonları, uzlaştırma komisyonları ve BM örgütü aracılığıyla çözüm yöntemleridir. 1899 ve 1907 Hague Barış Konferansları zorunlu barışçı çözüm sürecini kurma çabalarının oluşmasına neden oldu. Bu tür çabalar ve metodlar Briand-Kellog Paktı'nda, BM anlaşmasında yer aldı. Barışçı çözüm alanındaki gelişmeler (ilerlemeler) silahsızlandırma, uluslararası örgütsel etkinlikler, ekonomik gelişme ve eğitimsel ve kültürel değişiklikler gibi ilgili alanlardaki çalışmalarla daha da büyümektedir.
Barış Gücü (peace force)
Birleşmiş Milletler'in bazı bunalımların üzerine ve Güvenlik Konseyi'nin kararı ile üye ülkeler askerlerinden oluşan ve kritik bölgelere gönderilen kuvvetlerdir.
İlk defa Kore Savaşı çıktığında buraya Birleşmiş Milletler kuvvetleri sevkedilmiştir. Ancak, doğu bloku ülkeleri bunu arzulamadığındn bu konudaki karar Güvenlik Konseyi yerine, Genel Kurulu'nca alınmış ve uygulanmıştır. Esasen bu operasyona daha ziyade ABD kuvvetleri önemli ölçüde katılmıştır. Daha sonraları ise, başka durumlarda da Birleşmiş Milletler üyelerinden bazılarının askerlerinden oluşan kuvvetler kullanılmış ve bunlara doğu bloku ile batı bloku ve tarafsız (bloksuz) ülkeler askerlerinin de katıldığı görülmüştür. Bu da, Birleşmiş Milletler Anayasası'nda öngörülen bu örgütün askeri kuvvetlerinin olmayışının herkesçe bir boşluk olarak kabul edildiğine bir işarettir. Nitekim, Birleşmiş Milletler bazı olaylarda (Ortadoğu, Kongo, Kıbrıs) silahlı kuvvetler göndermiş bazı yerlerde de askeri gözlemciler bulundurmuştur.
Örneğin Kıbrıs'taki B.M. Barış Gücü (UNFICYE) adıyla anılan ve bir ara toplam 6 bin kişi civarına kadar çıkan Avusturya, Kanada, Danimarka, Finlandiya, İrlanda, İsveç ve İngiliz askerlerinden oluşan bir askeri kuvvet görevlendirilmiştir. Ayrıca, bu kuvvetlerin masraflarının karşılanmasına çok daha fazla sayıda BM üyesi ülkeler katılmaktadırlar ve hepsi kendi arzusuna göre bir miktar para vermektedir. 1964'te Kıbrıs'a gönderilen bu kuvvetlerin finansmanına 55 ülke katılmış bulunmaktadır. Bu kuvvetin süresi de her 6 ayda bir Güvenlik Konseyince görüşülmekte ve yeniden uzatılmaktadır. 1974 yazında Türkiye'nin yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı ile B.M. Barış Gücünün yeterli ve yararlı olmadığı ortaya çıkmıştır. Halen Adada 2500 kadar Barış gücü askeri vardır.
Son olarak, Ortadoğu'daki Altı Ekim Arap-İsrail Savaşı'ndansonra, Kıbrıs'taki Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin bir kısmı Sina Yarımadası'nda gönderilerek, Mısır-İsrail kuvvetleri arasında bir bölgede görev almışlardır. Ortadoğuda UNTSO, UNEF, UNDOF Mısır-İsrail arasında ve UNIFIL Lübnan'da görev alan kuvvetlerin isimleridir. B.M. Barış Gücü askerlerine politika lisanında ayrıca "Mavi Bereliler" (casque blues) denmekte olup, bunun nedeni, sözü geçen askerlerin Birleşmiş Milletler bayrağındaki mavi renkte bere giymeleridir. 1978'de Afrikalılar da bir Barışgücü oluşturup Zaire'ye yollamışlardır.
Barış İçinde Birarada Yaşama (peaceful co-existence)
II. Dünya Savaşı'nı izleyen soğuk savaş yıllarından sonra SSCB tarafından ortaya atılan, kapitalist, sosyalist sistemler arasındaki ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdürülebileceği belirtilen doktrin.
1920'lerin başında V.İ. Lenin tarafından ilk söz edilerek çerçevesi çizilen terim, farklı toplumsal sistemleri olan ülkeler arasında barışçı ilişkiler kurulmasını öngörüyordu.
Sovyetler birliği Komünist Partisi (SBKP) birinci sekreteri Nikita Kruşçev, 21 Haziran 1960'ta yaptığı bir konuşmada kapitalizm koşullarında savaşın kaçınılmaz olduğu yolundaki kuramın artık geçerli olmadığı görüşünü yineledi. Kruşçev, daha sonra da sosyalizmin başarısının anahtarının barış içinde bir arada yaşama olduğunu vurguladı. Bu kural ulusal kurtuluş savaşlarını geçersiz kılmıyordu. SSCB, sömürgesi aktif bir biçimde destekleyecekti. Gene Kruşçev'e göre barış için mücadele sloganı ile, komünizm için mücadele sloganı çatışmıyordu. Bu doktrinin ana çizgileri Ekim 1964'te Kruşçev'in yerine geçen Leonid Brejnev tarafından izlendi.
Bu yorum esas itibariyle nükleer bir savaşta her iki tarafın da yok olacağının anlaşılmaya başlanmasıyla ilgilidir. Kruşçev'e göre barış içinde birarada yaşama ilkesi, sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelerle olan mücadelesinin daha çok ekonomik ve teknolojik alanlara kayması sonucunu doğuracaktı.
Başat Güç (dominant power)
George Modelski tarafından geliştirilen bu kurama göre, XV. yüzyılla birlikte dünya tarihi, belirli devletlerin belirli bir süreyle yeryüzünde üstün duruma yükselmeleri ve sonra bu statülerin düşmeleri zinciri içinde bugüne doğru çıkmaktadır. Bu üstün duruma geçen devlet başat güç adını almaktadır. Bu başat güç durumuna yükselme ve bu durumdan düşüş kabaca yüzer yıllık sürelerle olmaktadır. Belirli bir devlet yükselerek dünya denizlerinde egemen duruma geçmekte-başat gücün tanımında okyanuslara egemen olmak önemli ve belirleyici bir özellik olarak gösteriliyor- ve bu egemenliğini hemen hemen yüz yıl sürdürmektedi. Bu süre içinde, başat güce meydan okuyan başka bir güç (challenger) çıkmakta ve ikisi arasında belki sistemin öteki üyelerinden bir kısmının da katıldığı büyük bir savaş, yeni başat gücün belirmesini sağlamaktadır. Bu büyük savaştan ise genellikle başat güç ve meydan okuyan güç değil, üçüncü bir devlet kazançlı çıkarak, dünya egemenliğini o kurmaktadır.
"Bekle ve Gör" Politikası (wait and see policy)
Diplomasi ve genellikle politika alanında, çok sözü geçen İngilizce kökenli deyim, Türkçe'ye "Bekle ve Gör" politikası şeklinde çevrilmektedir. Bir takım olaylar karşısında, acele etmeden beklemek ve hemen harekete geçmeden, bu olayların gelişmesini dikkatle ve yakınen izleyerek, son ve en uygun duruma göre bir tutum saptamak politikasıdır.
Bazen de bir politik amacın gerçekleşmesi için hareketsizliği benimseyip sabırla beklemek anlamına gelen ve "attantizm" de denilen tutum ile aynı olarak kullanılmaktadır.
Beşinci Kol (fifth column)
Ellerindeki her türlü araca başvurarak bir ulusun dayanışmasını ve bütünlüğünü yok etmeye çalışan yıkıcı yeraltı grubuna ve bu harekete verilen isim. İspanya iç savaşı (1936-39) sırasında faşistlerin dört koldan Madrit'e doğru ilerlediği bir sırada, hükümeti çeşitli sabotaj ve eylemlerle içeriden yıkmaya çalışan Françisco Franco taraftarları beşinci kol diye nitelendirilmiştir. Beşinci kolun başlıca yöntemlerinden biri yıkıcı unsurların, hedef ülkenin tüm yapısına, özellikle de siyasal karar alma ve ulusal savunma merkezlerine sızmasıdır. Benzeri uygulamalar Nazi Almanyası tarafının Avusturya, Çekoslovakya, Norveç gibi ülkelerin ele geçirilmesinde uygulanmıştır. 1940 yılında Nazi Almanyası'nın Norveç'e saldırısında vatan haini olarak tanımlanan dünya grubu beşinci kol olarak çok etkili bir rol oynamıştır.
Beş Prensip (parch sheala)
Hindistan ile Çin arasındaki ilişkilerde uyulması gereken kurallar, Çin başbakanı Çu en Lay, Hindistan başbakanı Nehru ile görüşerek, ilişkilerinde Beş Prensibin egemen olmasına karar vermişlerdir. Bunlar; birbirlerinin toprak bütünlüğü ve egemenliklerine karşılıklı saygı, saldırmazlık, birbirlerinin iç işlerine karışmama, etkinlik ve karşılıklı fayda ve barış içinde birarada yaşama.
Birim-veto Sistemi (unit veto system)
Varsayımsal bir uluslararası sistem türü. Uluslararası politika teorisinde Morton A. Kaplan tarafından ortaya atılan bu sistemde bulunan hemen tüm birimler, bir nükleer savaşı başlatabilecek ölçüde nükleer silaha sahip olacaklardır. Böylece günümüzün esas itibari ile iki kutuplu nükleer denge anlayışı, yerini daha değişik bir denge anlayışına bırakacak, sistemdeki birçok birim, genel bir barış ya da savaş konusunda söz sahibi olacaklardır. Günümüzde nükleer güç dağılımı henüz bu aşamadan uzak olmakla birlikte, gelişmenin bu yönde olduğu bir gerçek.
Birinci Vuruş Yeteneği (first-strike capability)
Bir nükleer çatışmada ani bir nükleer saldırıya karşı tarafın gücünü hızlı bir şekilde tahrip etme veya zayıflatma yahut misilleme imkanını ortadan aldırma stratejisini uygulama yeteneği. Birinci vuruş teorisi bir tarafın yapacağı büyük çaptaki bir saldırıya karşı tarafın yaralarını saramayacak şekilde tahrip edilmesi ve felce uğratılması sonucu savaşın kazanılmasını varsayar. Birinci vuruş yeteneği bir devletin elinde bulunan nükleer başlıkların sayısına ve gönderme araçlarına bağlıdır fakat aynı zamanda da düşmanın ikinci vuruş yeteneğine sahip olma gelişmişliğiyle sınırlıdır. İkinci vuruş yeteneğinin tahribatından kaçınmak için, ABD ve SSCB filolarda ve uydu ülkelerde katılararası füzeleri yerleştirmişler, çok yönlü nükleer başlıklı füzeleri denizden fırlatan denizaltıları da dünyanın değişik okyanuslarına dağıtmışlardır.
Bitişik Bölge (contiguous zone)
Kıyı devletlerin üzerinde egemenlik haklarının değil de gümrük, mali, sağlık amaçlı veya göç konularındaki belirli çıkarlarını koruma yetkilerinin bulunduğu karasularına bitişik açık deniz parçası. Karasularının ölçülmeye başladığı esas hattan başlayarak 12 milden öteye uzatılmayan karasularının dış sınırının ötesinden bitişik deniz alanıdır.
Bloklaşma
Ülkelerin aralarında, özellikle politika ve askeri yönden işbirliği yapmak üzere ve diğer bazı ülkelere yönelik olarak anlaşmalar yoluyla gruplar kurmalarına, milletlerarası politika lisanında "bloklaşma" denmektedir.
Bloklar kurma tarih boyunca görülmüştür. Yüzyılımızda ise en önemli bloklaşmaların ilki, Birinci Dünya Savaşı öncesinde oluşan İngiltere, Fransa, Rusya ile diğer bazı devletlerden kurulan "itilaf" yani "antant devletleri" bloku ile bunun karşısında bulunan Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer bazı devletlerden oluşan ve adına "ittifak" yani "Alyans Devletleri" veya "Merkezi İmparatorluklar" denilen bloktur.
Birinci Dünya Savaşı da zaten bu iki blok arasında olmuştur. (ABD'de birinci bloka katılmıştır). Bu savaşın bitimini izleyen yıllarda, özellikle Almanya'da Nazizm'in (Nasyonel Sosyalizm) gelişmesi, Rusya'da da Komünist rejimin yerleşmesinden sonra dünya politikasında ilişkilerini artırması ve çekingen tutumundan sıyrılması ile ayrıca Uzak Doğu'da Çin-Japon savaşının gelişmesi ile tekrar bloklaşmalara doğru eğilimler ve girişimler artmıştır.
Böylece, bir yandan Almanya, İtalya ve Japonya'nın öncülüğünü yaptığı Mihver (Axis) denilen blok doğmuş, diğer yandan da Müttefikler (Allied Powers) denilen, İngiltere ve Fransa ile sonradan onlara katılan Çin, ABD ve diğer bir çok ülkeden kurulu blok arasında İkinci Dünya Savaşı yapılmıştır.
Bloklaşmalar, bir çatışma halinde birçok ülkenin savaşmasına yol açmakta ve dünya yüzünde bir genel savaş meydana gelmektedir. Birinci Dünya Savaşında 16 ülke aralarında savaşmışlar, İkinci Dünya Savaşına katılan ülkelerin sayısı ise 50'yi aşmıştır.
İkinci Dünya savaşından sonra ise "Soğuk Savaş" denilen psikolojik gerginlik ve baskılar devresine giriliş, bazı yerlerde "Bölgesel Savaşlar" denilen gerçek silahlı çatışmalar başgöstermiş ve yine yeryüzünde ve bu kez ideolojik faktörlerinde rol oynadığı yeni bir bloklaşma dönemi yaşamaya başlanmıştır.
Bu kez bloklaşma bir yandan "Doğu Bloku" denilen sosyalist ülkeler (Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile Çin'den oluşmuştur) bir yandan da "Batı Bloku" denilen (ABD, İngiltere, Fransa ve diğer birçok Avrupa ve amerikan kıtası ülkesinden oluşmuştur) iki grup yaratmıştır.
Bu iki blok daha öncelerinden farklı olarak aralarında daha değişik sıkı bağlar kurmuşlar, bazı konularda ise birbirlerine fazla bağlanmamışlardır. Örneğin, Batı Bloku veya Batı Dünyası denilen bloktan 15 ülke sıkı bir askeri ve siyasi ittifak olan NATO'da işbirliği yaparken, diğer birçoğu bu işbirliğinin dışında fakat genel eğilimi bakımından birbirine yakın bir politika içinde oluşmuşlardır. Öte yandan, Doğu Bloku'nda da Varşova Paktı içinde 7 ülke sıkı askeri ve siyasi işbirliği sürdürürken; Çin, Arnavutlu, Küba gibi ülkeler bunun dışında fakat eğilim bakımından Doğu Bloku içindedirler.
Ayrıca bu kez, bir diğer blok olan "Üçüncü Dünya" ülkeleri denilen sözü geçen iki önemli blokun dışında kalan pek çok ülkenin oluşturduğu bir grup da ortaya çıkmıştır.
Üçüncü Dünya denilen gruptaki ülkelerin aralarındaki bağlar, diğer iki bloka nazaran çok değişikti. Bunlar daha ziyade aynı problemlere sahip olmaları ve çeşitli nedenlerle bir kesim blok içinde bulunmak istemeyişleri dolayısıyle kader yönünden birbirlerine benzemekte oluşlarından bir blok gibi görünmekte ise de esas "ortada" denilebileek bir durumdadırlar. Fakat dünya politikasının tartışıldığı birçok milletlerarası kuruluş, konferans ve toplantılarda önemli bir rol oynamaktadırlar.
Bloksuzlar: bkz. bağlantısızlar
Boykot (boycott)
Boykot, bir ülke ya da ülkeler grubuyla toplu ve organize edilmiş bir şekilde ekonomik ilişkileri kesme. Dış politikada etkili ticari yaptırım biçimlerindendir. Boykot ekonomik olabileceği gibi politik, askeri ve ideolojik kaynaklı da olabilir. Boykot çoğunlukla işçi örgütlerini daha iyi ücret ve çalışma koşulları elde etmek için başvurdukları bir yöntemdir. ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan önce Japon ithal ürünlerine karşı uyguladığı boykut, kendi iş alanlarına ve endüstrisini dış rekabete karşı genel olarak korumaya yönlendirilmiştir. Boykot terimi, belirli olarak eylemlere katılmayı reddetme anlamını da içerir. Bir ülkenin temsilcileri, başka bir ülkenin izlediği politikadan ya da tutumdan hoşnut olmadıklarını göstermek için uluslararası konferansları ya da toplantıları boykot edebilir. Bir ülkenin, ülke topluluğunun ya da uluslararası örgütlerin başka bir ülkenin politikasını ve hareketlerini etkilemek ya da protesto etmek amacıyla giriştiği boykot biçimleri de vardır. Birleşmiş Milletler'in 1965 yılında yasal olmayan yollarla İngiltere'den ayrılıp bağımsızlığını ilan eden Rodezya ile ekonomik ilişkiler kesilmesi yolunda bütün üyelerine yaptığı çağrı uluslararası bir örgütçe uygulanan bir boykot örneğidir.
Böl ve Yönet (divide and rule)
Rakiplerini bölerek ya da onları bölünmüş vaziyette tutarak zayıf durumda bırakmak isteyen devletlerin izledikleri yoldur. Bu bir tür hükümran olmak için bölmektir. XIX. yy.'da sömürge imparatorluklarının kuruluşunda, Asya ve Afrika'nın komşu topluluklarını birbirine düşman etmek için bu kuraldan çok yararlanıldı. Bu politikanın en iyi örneklerini Almanya'ya karşı Fransa'nın politikasında ve Avrupa'nın öteki ülkelerine karşı izlenen Sovyet Politikası'nda görüyoruz. Son birkaç yüzyıldan beri II. Dünya Savaşınınsonuna değin, Fransa'nın Almanya'ya karşı politikasının ana teması, ya Alman İmparatorluğunu küçük bağımsız devletlere bölmek ya da bu gibi küçük devletlerinbirleşerek tek bir devlet kurmalarını önlemek olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölünmüş olan Almanya'nın birleşmesine de yine Fransa karşı çıkmıştır. Bunun gibi Sovyetler Birliği de Avrupa'nın birleşmesi konusundaki her plana karşı çıkmış; birleşmiş bir Avrupa'yı kendisi için bir tehlike olarak görmüştür.
Bütünleşme (integration)
En genel anlamda, daha büyük siyasi veya ekonomik birimlerin ortaya çıktığı bir gelişim süreci. Entegrasyon iki alanda ele alınabilir; a)uluslararası alanda, yeni birim yaratma amacı ile girişilen entegrasyon, b)iç yani ulusal alanda; kurulmuş bir bütün kendi içinde işbirliğini kurma ve geliştirme amacı ile girişilen entegrasyon. Ulusal entegrasyon olarak sözü edilen ikinci bir durum, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan eski sömürgeler açısından önem taşımaktadır. Birinci anlamda ise, uluslararası platformda devletlerin siyasi ve ekonomik alanda daha büyük birimler oluşturmaları olarak açıklanabilir. Ekonommik entegrasyon, iki veya daha çok ülkenin birbirleri ile ekonomik, mali, parasal ve sosyal alanlarda anlaşmasıdır. Bu anlamda kurulan birlikler bölgesel niteliklidir ve gümrük duvarları kaldırılarak tam bir alışkanlık sağlanmasını amaçlar. Siyasal entegrasyon ise, ekonomik entegrasyonun başarılı işleyebilmesi için gerekli karar ünitesi yaratmayı amaçlar. Bu ünitenin amacı siyasal, dengesizlik ve anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Merkezi ünite aracılığı ile belirlenen ortak politikalar, bir dizi siyasal ve teknik nedenler ile başvurulur. Tarihsel nedenler, savaşları durdurma ve barışı sağlama amacı taşir. Ekonomik nedenler; a)ekonomik sürtüşmelerin yıkıcı etkilerinden arınma isteği, b)istihdam ve yaşam standartlarının yükseltilmesi ile ortak kalkınma isteği, c)geniş pazar olanakları yaratma isteği, d)ulusal ekonomilerin uluslararası değerlerle yönlendirilmesinin zorunluluğu. Siyasal nedenler; a)tek tek etkisiz kalınan konularda bütünleşerek siyasal etki oluşturma eğilimi; b)dünya dengesini koruma. Teknik Nedenler; a)teknoloji ve bilim alanında ortak çalışma çoğunluğunun ortaya çıkması, b)uluslararası şirketlerin faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli ortamın hazırlanması.
Bir entegrasyonun başarılı olabilmesi şu şartlara bağlıdır.
a) Ülkelerin sahip olduğu doğa ve ilişkiler
b) Ülkelerin çıkarlarının çatışıp çatışmadığı
c) Ülkelerin sağlayıp dağıttığı güç
d) Topluluğun sürekliliği
e) Ortak politika ve eylemler
Büyükelçi (ambassador)
Bir devletçe bir başka devlete gönderilen en yüksek rütbeli diplomatik temsilci. Diplomatik ilişkiler üzerine gerçekleşen Viyana Kongresi (1961) diplomatik temsilcileri üç kategoriye ayırmıştır. 1)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan büyükelçiler ve eşit rütbedeki diğer misyon başkanları. 2)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan elçiler, orta elçiler ve diğer temsilciler. 3)Ev sahibi ülkenin Dışişleri Bakanına güven mektubu sunan maslahat güzarlar.
Başlangıçta yalnızca krallıklara gönderilen büyükelçiler sonraları eşit düzeyde görülen cumhuriyetlerde de görev yapmaya başladı. Geçmişte Avusturya, Macaristan, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Rusya ve ABD gibi büyük devletlerin yanı sıra ispanya ve Osmanlı Devletini de kapsayan devletler arasında genel bir büyükelçi değişimi vardı. 1945'ten sonra, bütün devletlerin resmi yasal eşitliği öğretisine uygun olarak diplomatik ilişki kurulan ülkelere büyükelçiler yollanmaya başlandı.
Modern iletişim araçlarının gelişmesinden önce, büyükelçilere tam yetkiye varan geniş yetkiler veriliyordu. Günümüzde büyükelçiler kendi Dışişlerinin sözcüsü konumunu taşır; bir büyükelçi çok seyrek olarak kendi başına karar verebilir. Bununla birlikte bir büyükelçinin kişiliği ve saygınlığı temsil ettiği devletin görüşlerini karşı tarafa anlatmakta önemli bir rol oynayabilir. Gönderildiği; ülkeye ilişkin ilk elden bilgi edinerek, devletin izleyeceği politikalarda belirleyici bir etkide bulunabilir.
Casus Belli: bkz. Savaş Nedeni
Casus Foederis
Latince'de "bir anlaşmanın uygulanabilir ve bağlayıcı hale geldiği koşul" demektir. Ayrıca bir devlet başka bir devlete tek taraflı, bir anlaşma ile yardım edeceğini açıkladığında devletler arasındaki ilişkilerde (sözgelimi dışardan bir saldırı ya da bir ayaklanma durumunda) böyle bir taahhütü hatırlatmaya gerek kalmadan anlaşmada belirlenen durum ortaya çıktığı anda otomatik olarak uygulanabilen bir doktrini ifade eder. Mesela Nato Andlaşması'nın 5. maddesi imzacı devletlerden herbirini her hangi bir dış saldırı olduğunda, diğerlerine askeri olarak yardım etmesini zorunlu kılmaktadır.
Casusluk (espionage)
Milletlerarası ilişkilerde casusluk, diğer bir devlet hesabına olarak, bir devletin askeri, siyasi, ekonomik, teknik ve başka alanlarda gizli olarak bilgilerinin toplanması ve diğer devlete aktarılmasıdır.
Hemen her ülkenin iç hukukunda bu alanda hükümler mevcuttur ve ceza kanunlarına girmiştir. Yabancı veya kendi uyruğunda olması durum değiştirmez. Ancak diplomatik statüsü olarak yabancıların böyle eylemler halinde yakalanmaları genellikle sınırdışı edilmeleri sonucunu verir ve o diplomat "İstenmeyen Kişi" (Persona Non Grata) ilan olunur.
Bugün casusluk eylemi kişilere bağlı olmaktan çıkmıştır. Teknik araçların çok gelişmesi bu durumu yaratmıştır, bu gün de devam etmekle beraber, artık gizli dinleme ve fotoğraf araçları çok yüksekten uçan casus uçaklarındaki veya gemilerdeki elektronik cihazlar, uzayda casus uydular gibi araçlardan çok etkili roller oynamaktadırlar.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra casusluk olayları çok artmış ve teknik bir nitelik kazanmıştır. Bu konuda bir çok önemli örnekler verilebilir. Atom bombasına ait sırların bazı bilim adamlarınca Rusya'ya verilmesi, ABD'nin casus uçakları olan U-2'lerden birinin Rusya, üzerinde düşürülüp pilotunun yakalanması sonucu 1960 Mayıs'ında Paris'de yapılacak Doğu-Batı Zirve Konferansı'ndan vazgeçilmesi, İngiltere'de Savunma Bakanı'nın Ruslarla ilgisi olan kiralık kadın şebekesiyle ilişki kurması ile ortaya çıkan Profumo Skandalı, Pueblo isimli bir ABD casus gemisinin Çin Denizi'nde yakalanması, Londra'daki Sovyet büyükelçiliğinin yüzden fazla diplomatın casusluk yaptıkları gerekçesiyle 1971'de topluca İngiltere'den sınırdışı edilmeleri, Batı Almanya Başbakanı Brandt'ın başdanışmanının Doğu Alman casus olmasının anlaşılmasıyla Başbakanın istifası ve hükümetin düşmesi gibi durumlar, NATO'da görevli sekreterlerin Doğu Almanya'ya kaçışları, son yılların önemli casusluk olaylarıyla ilgilidir.
Türk Ceza Kanunu'nun 131/1 ve 416/3 maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu'nun 56/1. maddesinde bu konu hükme bağlanmıştır. Özetle, devletin emniyeti ve beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması lazım gelen malumatı, siyasi ve askeri casusluk maksadıyle başka devlete aktaranlar. Türkiye ile harp halindeki bir devletin menfaati için istihsal edenler ve milli savunmaya hiyanet cürmünü işleyenler veya bu yolda bir talebi veya arzı kabul edenler hakkında duruma göre çeşitli hükümler öngörmüştür.
Ayrıca 1975'de çıkan 1803 sayılı Af Kanunu yabancı ülkelerde tutuklu Türklere karşılık bazı mahkum casusların takas edilmesini öngören bir hükümde taşımaktadır.
Caydırma (deterrence)
Düşman bir devletten gelebilecek nükleer bir saldırıyı engellemek amacıyla anında ve güçlü bir misilleme yapma tehdidi etkili biçimde kullanmaya dayanan askeri strateji. Caydırma, nükleer silahların ortaya çıkışından bu yana bu silahların kullanılmasıyla siyasi bir başarı elde edilemeyeceğinin anlaşılmasından ötürü nükleer güce sahip devletlerin ve ittifak sistemlerinin temel stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejide nükleer silah ile karşılık verilebileceği ihtimali gündemde tutularak, düşman belirli bir davranıştan alıkonulur. Bu stratejinin uygulanabilmesi için, devletlerin herhangi bir saldırıya karşı yüksek düzeyde kesin tahrip yeteneğine sahip olması gerekir. Başarılı olabilmek için gerekli diğer bir öğe ise potansiyel saldırganın kuşku içinde bulunmasıdır. Sonuç olarak caydırma stratejisinin iki temel şartı, beklenmedik bir saldırının ardından misilleme yapma yeteneğinin karşı tarafa inandırcı bir şekilde gösterilmesi ve karşı tarafın misilleme kararlılığının bir ihtimal olarak göz önüne alınmasıdır.
Corps Diplomatique
Bir devlete atanmış diplomasi temsilcilerinin hepsi birden corps diplomatique diye adlandırılan bir topluluk meydana getirmektedirler. Bu topluluk diplomasi temsilcileri ile elçilik kurulu üyelerini ilgilendiren sorunların, bulundukları devletin hükümetine karşı ortak bir tutumla davranarak halledilmesine yardım eder.
Çok Başlıklı Füzeler (multiple re-entry vehicles-MRV)
Herbiri birden fazla başlık taşıyan füze sistemi. İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi bir tek nükleer başlık taşıyorlardı. 1960'ların başlarında Amerikalılar bunları aşmayı başarmışlardı. MRV'yi geliştirdiler. Böylece, bir füzenin taşıdığı birden fazla başlık çeşitli yerlere fırlatılarak geniş bir alana yayılacağından, örneğin, büyük bir kentin imhasında daha iyi sonuç alınabilecektir. Bundan daha geliştirilmiş bir sistem MIRV'ler (Mltiple Independently Targeted Reentry Vehicles)dir. Burada, bir tek füze bağımsız olarak çeşitli hedeflere gidebilen birden fazla başlık taşımaktadır; böylece bir tek füze ile birden fazla hedefin vurulması sağlandığı gibi, gönderilen füzelerin hepsinin tahrip edilebilmesi olasılığı da önlenmiş oluyordu. Bugüne değin Amerikalılar iki tür MRIV geliştirmişlerdir. Birincisi ICMB'ler için (bunlara Minuteman III denilmekte), ötekide SLBM'ler iin (bunlarada posseidon denilmekte) olanlardır. M-X'leri ve SSCB'nin SS-19'ları bu kategoriden silahlardır.
Çok Kutuplu Sistem (multipolar system)
Çok sayıda devletin hemen hemen eşit etki, güç ve statüye sahip olduğu sistemdir. Bu sistemde birden fazla devlet uluslararası sistem ve dünya politikası üzerinde söz sahibi ve yönlendiricidir. Bu sistem Tek-Kutuplu veya İki-Kutuplu sisteme göre daha gevşek, karışık ve istikrarsızdır. Çünkü uluslararası alanda yapılan herhangi bir hareketin, müdahalesinin, hamlenin gerçekte kimi hedef aldığı, kime yöneldiği önceden kestirilememekte ve önlem alınamamaktadır.
Daimi Tarafsızlık (permanent neutrality)
Tarafsızlık savaş, bağlantısızlık ise barış zamanlarına yönelik bir dış politika yöntemi iken daimi tarafsızlık hem barış hem de savaş zamanına yönelik bir politikadır.
Daimi tarafsız devlet, ülke bütünlüğünün ve bağımsızlığının öteki devletlerce garanti edilmesi karşılığında savaş ilan etme, bir savaşa katılma ve bir savaşa yolaçabilecek antlaşmalara taraf olma yetkilerinden vazgeçmiş olan devlettir. Tarafsızlık anlaşması hükümleri dışında iç ve dış işlerinde bütünüyle bağımsız olan sürekli tarafsız devleti silahsızlandırılmış olan devletten ayıran temel fark, ülkesine yönelik saldırıları önlemek amacıyla dilediği gibi silahlanma yetkisine sahip olmasıdır. Günümüzde sürekli tarafsız devlet statüsünde bulunan 3 devlet var. İsviçre (20 Kasım 1815 ParisBildirgesi), Avusturya bir bakıma O'nun 15 Mayıs 1955 tarihli Viyana antlaşması ile bağımsızlığına kavuşması için bir şart olmuştur. Bu çerçevede hiç bir askeri ittifaka katılmamayı, ülkesinde yabancı üslerin kurulmasına izin vermemeyi anayasasında garanti eden Avusturya tarafsızlaştırılmıştır. 1960'larda Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulurken de benzer bir statü anayasada yer almıştır. Laos, On Üçler Konferansı'nın 18 Temmuz 1962 bildirgesiyle bu statüyü kazanmıştır. Türkmenistan'ın sürekli tarafsızlık ilanı 1995'te BM tarafından kabul edilmiştir.
Deballatio
Savaş sonunda yenilen devletin ülkesinin tümü yenen devletin ülkesine katılmak ve yenilen devlet ortadan kalkmakta ise buna debellatio adı verilmektedir. Klasik uygulamada ve doktrinde savaş, savaşan devletlerden birinin askeri bakımdan yenilmesi ve barış anlaşması imzalanması ile değil, siyasi ve idari bir kurum olan devlet varlığının tamamen parçalanması ve ortadan kalkması ile sona erebilmekteydi. Bu yolla sona erdirilmiş savaşlardan bazıları şunlardır: Prusya'nın bazı krallık ve dükalıkları ilhakı (1866), İtalya'nın Habeşistan'ı ilhakı (1935).
Dehşet Dengesi (balance of terror)
Nükleer güce sahip devletler arasında olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak topluca yok olma korkusu doğrultusunda doğan denge A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi, çok çeşitli imha silahları ve bunları taşıyacak füze sistemlerine sahip iki taraftan birinin, ilk saldırısına ötekinin vereceği yanıtın önlenemeyeceği anlayışı üzerine yatmaktadır. Ani bir saldırıda karşı tarafın çok iyi şekilde korunan nükleer silah kapasitesinin tam anlamıyla yok edilemeyeceğinin bilinmemesi dehşet dengesinin yarattığı yıldırıyı arttırmaktadır. Dehşet dengesinin yıldırıcılığı tarafların daha çok ürettikleri öldürücü silahlar sonucu daha da artmıştır.
Dehşet dengesini yaratan geniş nükleer silah stoğu topyekün savaşı akılcı bir devlet politikası olmaktan çıkartırken, kaza sonucu bir savaşın çıkması tehlikesini büyük oranda arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde atom bombası üzerine kurulu olan denge, Hiroşima'ya atılan bombadan binlerce kat daha güçlü bombaların üretimi sonucu daha da şiddetlenmişti. Dehşet Dengesi'nin varlığı Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir topyekün savaşı önlemişse de, Kore ve Vietnam Savaşları gibi "sınırlı savaşlar" devam etmiştir. Dehşet Dengesi "Karşılıklı Mahvolma" (Mutually Assured Destruction) olarak da anılır.
Delegasyon (delegation)
Diplomaside, yurt dışında görevlendirilen uzmanlardan kurulu heyetlerdir. Belirli görev için kısa süreli olarak kurulan ve ikili görüşmeler, kongre, konferans, anlaşma müzakere ve imzasına katılan veya bir törende ülkeyi temsil gibi protokol açısından görevlendirilen delegasyonlar olduğu gibi bir milletlerarası örgüt nezdinde devamlı olarak görevli bulunan uzmanlardan kurulu daimi nitelikte delegasyonlar da vardır.
Denge Politikası (balance policy)
Milletlerarası ilişkilerde, bir veya daha fazla ülkenin, bölgesindeki veya dünya üzerindeki politik, stratejik, ekonomik ve sair çıkarları için diğer ülkelerle anlaşmalar yapması, böylece hem çıkarlarını kollaması, hem de kendisine yönelik tehlikelere karşı korunması suretiyle denge sağlamasıdır.
Örneğin, her ikisi de sosyalist blok üyesi bulunan Rusya ve Çin'in son 10-15 yıldır çıkarları çatıştığından ve ilişkileri zaman zaman bir savaşa gidecek kadar gerginleştiğinden, Rusya, Amerika ve Batı ülkeleri ile yakınlaşma politikası izlemeye başlamış, Çin de bu ülkelere olaneski tutumunu değiştirerek onlara yanaşmış, böylece her iki devlet de birbirine karşı bir denge kurma çabasına girişmişlerdir. Öte yandan, Çin, Amerika ile Rusya'nın yakınlaşarak anlaşıp dünya politikasına hakim olmalarını önlemek için, dengeyi sağlayacak bir faktör olarak gördüğü Avrupa Birleşmesinin gerçekleşmesi yönünde birer adım olan Avrupa Topluluklarının güçlendirilmesini destekleyen bir politika izlemektedir.
Askeri ve stratejik alanda denge politikasına bir örnek ise NATO ile Varşova Paktları'dır. Bu iki güçlü askeri blok birbirlerine karşı denge sağlamak, güvenliklerini ve stratejik çıkarlarını korumak isteyen ülkelerden oluşmuştur.
Ekonomik denge politikasının örneğini de Avrupa'da 6 ülkenin kurmuş bulunduğu Ortak Pazar karşısında 7 ülkenin kurduğu serbest Mübadele Bölgesi (EFTA)'nın ortaya çıkışı teşkil etmektedir. Ancak, bu iki blok zamanla birbirlerine yanaşmamışlardır. Ve Ortak Pazar diğer bloktan İngiltere ve Danimarka'yı kendisine üye olarak almıştır.
1948'lerden sonra Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (O.E.C.D. karşısında Sosyalist Blok'un kurduğu karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) diğer bir denge politikası örneğidir.
Denizaltı Balistik Füzeleri (submarine launched ballistic missiles)
Denizaltından atılan menzilleri 8000 km civarında olan bir gönderme aracıdır (nükleer silah). Bu silahın avantajları hızla hareketliliği olduğu için yerinin saptanmasının zorluğu ve hedefe ulaşma şansının yüksekliğidir. Dezavantajı ise diğer füzelere oranla daha az yük taşımasıdır.
Detant: bkz. yumuşama
Devlet Ülkesi (state territory)
Bir devletin egemenliği altında bulunan belirli bir yeryüzü parçasına verilen adı. Devlet ülkesi terimi devletin kara ülkesini, ulusal sınırları içindeki gölleri, nehirleri, karasuları ve içsularını ve bunlar üzerindeki havasahalarını kapsar. Devlet ülkesinin yüzeyi gibi, alt kısımlardaki yeratı zenginliklerinden yararlanma ve işletme hakkı da devlet tekelindedir.
Devlet ülkesinin sınır çizgilerinin saptanmasında doğal sınırlar ve yapay sınırlar olmak üzere iki yol vardır. İki devlet ülkesi arasındaki dağlar, göller, ya da özellikle akarsular (bkz. Thalweg çizgisi) doğal sınırları oluşturmakla birlikte, enlem-boylam çizgileri kullanılarak kabul edilen noktalardan geçirilen hayali "yapay sınır" çizgileri de devlet ülkesinin sınırlarının saptanmasında kullanılabilmektedir.
Dış Politika (foreign policy)
Bir devletin, ulusal çıkarlarının biçimlendirdiği amaçlara ulaşmak için diğer devletlerle ve uluslararası kurumlarla arasında olan diplomatik siyasal, ekonomi ve hukuki ilişkileri kapsayan politika. Ayrıca dış politikayı, başka bir devletin yapmış olduğu girişimler ve tutumlar da biçimlendirebilir. Dış politika uygulamasında bazı önemli noktalar vardır. Herşeyden önce ulusal çıkarlar çerçevesinde belirli ve sabit amaçlar belirlenmeli, bu amaçları etkileyecek olan uluslararası ve ulusal faktörleri bulmak, devletin bu planlanan amaçlara ulaşabilme kapasitesinin yeterliliğinin ölçülmesi, amaçları gerçekleştirme yolunda ortaya çıkan engelleri aşmak için devletin kapasitesini çeşitli şekillerde kullanmayı sağlayan stratejiler geliştirmek ve bu süreci devamlı şekilde yeniden gözden geçirmek ve yorumlamak.
Dış politika deyimiyle genellikle bir devletin uyguladığı dış politikaların bir bütünü anlaşılırsa da bazen tekbir durum veya tek bir amaca ulaşmak için uygulanan stratejiler anlamına da gelebilir. Diğer yandan kitle halinde siyasal katılımların çoğalması, çıkar ve baskı gruplarının kamuoyunu da yanına alarak karar verenlere etkide bulunması sonucu iç ve dış politikayı birbirinden tamamen ayırmak son derece zorlaşmıştır. Devletler arasındaki bütünleşme, işbirliği ve organizasyonlar arttıkça bir devletin dış politikası başka bir devletin iç politikası olabilmektedir.
Sabit ve tutarlı bir dış politika izlemek ve uygulamak oldukça zordur. Çünkü, kısa dönem avantajlar veya dezavantajlar bunların uzun-dönem sonuçları arasında bağlantı kurmak, bunların diğer milletler üzerindeki etkisini değerlendirmek, başarısızlığa uğramış bir politikayı çözmek oldukça zordur.
Dış Politika Amaçları (objectives of foreign policy)
Dış politika amaçları, dış politikanın başarılması amacıyla düzenlendiği sonuçlardır. Bu amaçlar, uluslararası toplumda bir devletin ilişkilerini korumak veya değiştirmek, çalışan karar-alıcı birimler veya kişilerce belirlenir. Birçok devletten devlete değişen bir çeşitlilik gösteren belli başlı amaçlar da şunlardır: Kendi varlığını koruma ve savunma, güvenliğini sağlama, ulusal olarak güçlü olma, ulusal prestij, ideoloji ve gücün korunması ve güçlendirilmesi.
Dış Politika Stratejileri (strategies of foreign policy)
Bir devlet ulusal çıkarlarına uygun olarak belirlenmiş olan dış politika amaçlarını gerçekleştirmek için uygulamış olduğu temel politikalar. Stratejiler bir bakış açısına göre üç bölüme ayrılır. Bu gün en çok uygulanan stratejide yabancı bir güç veya güçlere karşı birbirlerine yakın hisseden veya çıkarları aynı olan devletler ittifak yapabilir veya koalisyon kurabilir. Diğer bir strateji ise, bir devletin kendi dışında olan sorunlara mümkün olduğunca karışmaması diğer ülkeler ve uluslararası organizasyonlar ile en düşük seviyede ilişki kurması yani yalnızlık (isolationism) stratejisidir.
I. Dünya Savaşı öncesi Amerika bu stratejiyi uygulamıştır. Bu stratejilerin sonuncusu ise bağlantısızlık (non-alignment)'dir. Uluslararası ilişkiler uzmanları, Batı Bloku birinci, Doğu Bloku ikinci, bunların dışında kalan devletler de üçüncü dünya ülkeleri demiştir. Doğu Bloku'nun ortadan kalmasıyla 1950 ile 1990 yılları arasında önemli etkileri olan üçüncü dünya ülkelerine Bağlantısızlar denmiştir.
Bir başka bakış açısına göre dış politika stratejileri, kurulu uluslararası sisteme karşı devletlerin takındıkları tutuma göre revizyonist (antistatükocu) ve anti-revizyonist (statükocu) diye ikiye ayrılabilir. İki savaş arası dönemde Çekoslovakya, Polonya, Yugoslavya ve Romanya anti-revizyonist yani güç dağılımını destekleyen bir politika izlerken, Macaristan, Bulgaristan ve İtalya revizyonist bir politika izlemişlerdir.
Dış Yardım (foreign aid, assistance)
Uluslararası kurumlar veya devletler tarafından başka bir devlete verilen askeri, sosyal ve ekonomik yardım ve destek. Ekonomik yardım teknik yardım, sermaye bağışı, gelişim projeleri için borç, yiyecek yardımı, özel yatırımlar için garantiler ve ticari krediler gibi unsurlardan, askeri yardım ise askeri donanım transferleri, tavsiye grupları savunma desteği, iyi niyetli asker kuruluşları desteklemek için ödemeler gibi unsurlardan oluşur.
Dış yardım yapmanın amaçları; ittifakları kuvvetlendirmek, savaş nedeniyle yıkılmış ekonomileri tekrar kurmak, ekonomik gelişimleri arttırmak ideolojik destek sağlamak, stratejik malzemeleri ve hammaddeleri ele geçirmek, uluslararası ekonomik çöküntüden ya da doğal felaketlerden kurtarmaktır.
Dinginlik (equilibrium)
Karşıt güçler veya eylemler arasında denge halinde bulunma durumunu ifade etmektedir. Bu denge hali mutlaka statik olmayabilir. İstikrarlı olabileceği gibi istikrarsız da olabilir.
Dinginlik fikri siyasal açıdan bakılınca, iki ayrı çevre veya ortam içinde düşünülebilir. Birincisi ulusal çevre veya ortam, öteki de uluslararası çevre veya ortam.
Dinginliğin bulunmadığı sırada, oldukça yüksek bir istikrar durumunun bulunması olanaklıdır. Bu durum, başat durumda bulunan taraftan saldırgan emelleri taşımaması ve bu durumun sistemin diğer üye ülkelerince uygulanmaz ve kabul edilmiş bulunması halinde ortaya çıkar.
Diplomasi (diplomacy)
Bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin karar vericilerine iletmesi sürecidir. Diplomasinin bir görüşme sanatı olduğu da söylenir. Modern anlamda diplomasinin Kuzey İtalya'da doğduğu kabul edilmektedir. XII. yy.'dan itibaren burada küçük kent devletleri görülmektedir.
Bunlar arasında diplomasinin gelişmesine en fazla katkıda bulunan Venedik Cumhuriyeti idi. Venedik Cumhuriyeti'nin diğer devletlerle geniş ticaret ilişkileri içinde bulunması ve Bizans ile temas halinde olması, bu devleti "elçiler okulu" durumuna getirmiştir. XVII. ve XIX. yüzyıl Avrupa'sında altın çağını yaşayan klasik diplomasi, çağımızda eski önemini kaybetmiş, buna karşılık yeni bazı diplomasi türleri ortaya çıkmıştır. Bunlar konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi, sessiz diplomasi, zirve diplomasisidir.
Diplomasi Temsilcileri (diplomatic representatives)
Devletlerin birbirleri ile ilişkilerde bulunmasını sağlamak amacıyla tayin olunan ve devleti yabancı devlet nezdinde temsil eden kişiler (konsoloslar diplomasi temsilcileri değildir).
Diplomatik temsilcilerin oluşturduğu bütüne "diplomatik misyon" adı verilir. Misyon şefinin emri altında, diplomatik personel statüsündeki meslek memurları (hariciyeciler) il idari ve teknik personel hizmet görür. Viyana Kongresi'nde belirlenen sisteme göre misyon şefleri statüsündeki diplomatik temsilciler 3'e ayrılır. 1. Devlet başkanları yanına gönderilen büyükelçiler, Papanın temsilcisi olan muncio'lar (elçi), 2.Devlet Başkanları yanına gönderilen orta elçiler ve öteki temsilciler, 3.Dışişleri bakanı yanına gönderilen maslahat güzarlar. Misyonda görevli öteki diplomatik personel ise şöyle sıralanmıştır. Elçi (ya da elçi-müsteşar), müsteşar, başkatip, ikinci katip, üçüncü katip ve ataşe, devletler karşılıklı gönderecekleri misyon şeflerinin hangi düzeyde olacağını aralarında kararlaştırırlar. Bununla birlikte kendilerini temsil ettirmek için büyükelçi atamaları yolundaki uygulama yerleşmiş bulunmaktadır. Diplomatik temsilci gönderilen devletlerden biri açıkça itiraz etmediği takdirde, birkaç devlet yanında tek misyon şefi gönderilebileceği gibi, birkaç devletin aynı kişiyi misyon şefi olarak aynı devlet yanına göndermeleri de olanaklıdır.
Diplomat
Gönderilmiş olduğu devlet tarafından yetkili kılınan, ülkesini yabancı bir ülkede veya uluslararası görüşmelerde temsil eden görevli diplomatların sıfatları ve derece sıralaması. 1815 Viyana Kongresi ile belirlenmiştir. Buna göre diplomatlar;
-Ambassador (büyükelçiler)
-Envoy resident
-Charge d'affaires şeklinde sıralanır.
Diplomatik (diplomatic)
Resmi evrak ve belgelerin çağlar boyunca geçirdikleri biçim değişikliklerini inceleyen, bunları açıklayan aynı zamanda bu belgelerin hazırlanmasını kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve bu şekilde açıklayabilecek kurumları inceleyen bilim.
Diplomatik Ayrıcalık ve Bağışıklıklar (diplomatic privileges and immunities)
Uygulanan uluslararası hukukta kavram olarak, dokunulmazlıklar ile ayrıcalıklar arasında bir ayrıma gidilmektedir. Dokunulmazlık kavramı genel yasalardan bağışık tutulmayı değil, fakat yargılama ve icra yollarının uygulamasından bağışık tutulmayı belirtmektedir. Buna karşılık ayrıcalık kavramı kabul eden devletin kimi yasalarının özünden bağışık tutulmayı, bunların özünün uygulanmamasını ifade eder. Diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıkları, 1. Diplomasi Temsilciliği Bakımından, 2. Diplomasi Temsilcilikleri ve Görevlileri bakımından olmak üzere iki kısma ayırabiliriz.
Diplomasi Temsilciliği Bakımından ayrıcalık ve bağışıklıklar şunlardır:
a) Elçilik binasının ve Araçlarının Dokunulmazlığı
b) Elçilik Arşivlerinin Dokunulmazlığı
c) Elçiliğin Haberleşme Serbestliği
d) Elçiliğin Vergi Ayrıcalığı
e) Elçiliğin Gümrük Ayrıcalığı
Diplomasi Temsilcileri ve Görevlileri Bakımından ayrıcalık ve bağışıklıklar ise,
a) Kişi Dokunulmazlığı
b) Konut Dokunulmazlığı
c) Yargı Dokunulmazlığı ya da Bağışıklığı
d) Vergi Ayrıcalığı
e) Gümrük Ayrıcalığı
Diplomatik Koruma (diplomatic protection)
Bir devletin yabancı bir devletin haksız eyleminden zarara uğrayan vatandaşını diplomatik yollar aracılığıyla koruma altına alması (Diplomatic Protection).
Diplomatik Pasaport (diplomatic passport)
Yabancı bir hükümetin ajanlarına verilen ve onların resmi statülerini tanımlayan, diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklarını sağlayan pasaport.
Diplomatik Protokol (diplomatic protocol)
Diplomatik misyon üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar. Bu konu uzun yıllar tartışmalara yol açmıştır. Diplomatik derecede ve protokol sorunu 1815 Viyana Kongresi ve 1818 tarihli Aix-la-Chapelle Kongresinde ele alınmıştır. Bunlarda alınan kararlar 14 Nisan 1961 tarihinde Viyana'da toplanan Diplomatik İlişki ve Bağışıklıklar Hakkında Birleşmiş Milletler Konferansı'nda da küçük düzeltmeler kabul edilmiştir. Buna göre diplomasi temsilcilikleri üç sınıfa ayrılmaktadır: (1)Devlet başkanı katına atanan büyükelçiler ve nuncio'lar, ya da bunlara eşit durumda bulunan öteki diplomasi temsilcileri, (2)Devlet başkanı katına atanan, ortaelçiler ve internuncio'lar (Papaların ortaelçileri) (3)Dışişleri Bakanı katına atanan işgüderler. Sözleşmenin 16. maddesinde, her sınıfta elçilik kurulunun başlarının, kabul eden devlette, göreve başladıkları tarih sırasına göre önde gelecekleri belirtilmiştir.
Diplomatik Sığınma (diplomatic asylum)
Sığınmacının suç işlediği ülke üzerinde bulunan bir yabancı diplomasi temsilciliğine sığınmasıdır. İlke olarak, ülke devletinin ülkesel yetkisine dair bir aykırılık oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle, devletlerin diplomatik sığınma tanımama yükümü altında bulunduğu görüşü yaygındır. Bununla birlikte, bir devletin başka bir ülkedeki diplomasi temsilciliğine sığınan bir kişiyi, ilke olarak, ülke devletine temsil etme yükümlülüğü de yoktur. Böyle bir yükümlülük ancak bu yönde bir andlaşma hükmünün ya da başka yolla kabulün varolması ile olanaklıdır. Sığınmacı statüsünün tanınmasının kesin olabilmesi için bunun iki tarafça da kabul edilmesi en sorunsuz durumdur. 1950 tarihli Sığınma Hakkı Davası'na ilişkin kararında, diplomatik sığınma konusunda bir tarafın iradesinin yeterli olmadığını kabul etmektedir.
Domino Teorisi (domino theory)
1950'lerin ortalarından itibaren A.B.D.'nin yaklaşık yirmi yıl boyunca uyguladığı Güneydoğu Asya politikasının dayandığı görüş. Domino teorisi ilk kez Nisan 1964'te Vietnam'la ilgili birbasın toplantısı sırasında Başkan Eisenhower tarafından ortaya atılmıştır. Vietnam'dan geri çekilme yönündeki baskılara, ABD'nin Vietnam'ı kaybetmesi halinde bölgedeki diğer ABD'nin yanında yer alan ülkelerin domino taşlarının yıkılması gibi teker teker Çin ve Sovyet etkisine girecekleri şekilde cevap vermiştir. Daha sonra Amerika dış politikasını yönlendiren diğer devlet adamları tarafından da paylaşılan bu görüş ABD'nin yıllarca Vietnam'dan çekilmeye ısrarla reddetmesinde etkili olmuştur. Bu görüş ayrıca 1965'te ABD'nin Dominik Cumhuriyeti'ne karşı giriştiği askeri harekatı açıklamak, Küba lideri Fidel Castro'nun yaratacağı bir domino etkisinden korunmanın amaçlandığı iddia edilmiştir.
Doruk Diplomasisi: bkz. Zirve Diplomasisi
Dostça Girişim (friendly demarche)
Devletlerarası uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümünde kullanılan bir yöntem. Aralarında belirli bir uyuşmazlık bulunan ve uyuşmazlığı çözmek için görüşmelere çeşitli nedenlerle hazır olmayan tarafların bir araya gelmelerini sağlamak, bir dostça girişim örneği olabilir. Bu türden bir çabada temel amaç, sözkonusu devletler arasında belirli bir yumuşama yaratarak görüşme zemini hazırlamak ve tarafları buluşturup görüştürmektir.Taraflar bu girişimi olumlu ya da olumsuz karşılamakta serbesttirler.
Duayen (dean of diplomatic corps)
Diplomatik protokolde bir statü. Bir meslekte yaşça ve kıdemce başta gelen kimse. Bir ülkede görevli diplomatik temsilcilerden misyon şefi olarak o ülkede en uzun süredir bulunan temsilci.
Dünya Hükümeti (world government)
Devletlerüstü olan; sahip olduğu en yüksek yetki ve güç ile barış ve güvenliği sağlayacağına inanılan global bir politik kurum. Dünya Hükümeti taraftarları kurulacak olan federasyonun merkezi yetkisi federasyonuna üye olan devletlerin vazgeçecekleri yetkiden oluşacağını savunmuştur. Günümüzde dünya hükümeti fikrini savunan ve yaymaya çalışan en hareketli grup, Birleşik Dünya Federalistleridir (United World Federalist).
Bütün kuvvetin tek bir elde toplandığı uluslarüstü güç. Bu güç, yetkisi altındaki devletler ve onların halkını ilgilendiren bütün politikaları biçimlendirir. Böyle bir askeri fetihlerle kurulacağı gibi devletler arasındaki işbirliği ile de kurulabilir. Eski Roma İmparatorluğu fetih yoluyla bu güce çok yaklaşan tarihin başarılı örneklerinden birisidir.
Dünya Kamuoyu (world opinion)
Taahhütte bulunmuş ulusların ya da hiç bir uluslararası güç grubu ile işbirliği yapmayan liderlerin, gerçek ya da tasarlanmış beklenen tepkilerinin manevi gücü.
Dünya Politikası (world policy)
Uluslararası politika kavramının bir başka anlatım şekli. Uluslararası politika kavramındaki varsayım ulus devletinin temel birimi olduğudur. Ancak dünyamızda yeralan diğer ulus-devlet dışı bazı birimlerde uluslararası politikanın kapsamı içerisine alınmaktadır. Dünya politikası kavramı ise uluslararası kuruluşlar veya bazı zihinsel kuruluşları da içine alarak biraz farklı çerçeve çizmektedir. Dünya politikası uluslararası ilişkilere farklı bir perspektiften bakan farklı bir yaklaşımdır.
Düşük Yoğunlukta Çatışma (low-intensity conflict)
ABD'nin üçüncü dünya ülkelerindeki gerilla savaşlarına tepkide bulunmak şeklindeki çatışmaları ifade eden bir çeşit savaş stratejisi. Düşük yoğunluktaki çatışma stratejisinde hafif silahların kullanımı sözkonusudur ve bu strateji halen ABD tarafından kullanılmaktadır.
Egemenlik (sovereignty)
Sadece devletin sahip olup, diğer sosyal kurumların sahip olmadığı en üst karar alma ve uygulama yetkisi, iktidarı. Egemenlik, iç ve dış egemenlik olmak üzere ikiye ayrılır. İç egemenlik, ulusal sınırlar içinde yalnız devletin yetkisi ve güç sahibi oluşunu, dış egemenlik ise uluslararası düzende de devletin yalnızca kendi taahhütleri çerçevesinde sınırlanabilen mutlak bağımsızlığını içerir. Egemenlik, otuz yıl savaşları sonunda politik bir gerçek olarak kabul edilmiş ve Modern ulus devletlerde en önemli politika, organizasyon birimleri olmuştur.
Egemenlik, devletin sınırsız özgürlüklere sahip olması demek değildir. Devlet idaresi uluslararası hukuk kurallarına ve devletin üye bulunduğu birçok uluslararası organizasyonların kuralları ile düzenlenir. Egemenlik eşit şartlarda bazı haklara sahip devlet eşitliğini de anlatır. Ayrıca devlet, bağlı bulunduğu devlet sisteminin ortaya koyduğu kurallarla da sınırlıdır.
Egemenlik terimini ilk kez. J. Bodin kullanmıştır. T. Bodin'e göre Egemenlik: kişiler, vatandaşlar ve uyruklar üzerinde kanunların kısıtlamadığı en yüksek iktidardır.
Ekonomik Yaptırım (economic sanction)
Birbirlerini istedikleri yönde etkilemek amacıyla devletlerin kullandıkları dış politika araçlarından birisidir. Ekonomik yaptırımlar iki gruba ayrılabilir: 1)Dış ticarete ilişkin tarife, kota, ambargo, abluka gibi yaptırımlar. 2)Dış yardım gibi finansal yaptırımlar.
Ancak ekonomik yaptırımları bir dış politika aracı olarak kullanan devletin diğer devleti istediği yönde etkilemesi bakımından karşı faktörler önemlidir. Bu faktörler ekonomik yaptırımı uygulayan ülkenin kapasitesi ve bu yaptırımların uygulandığı ülkenin yaptırım uygulayan ülkeye olan bağımlılık derecesi olarak özetlenebilir.
Elçi (minister-envoy)
Bir devletin büyükelçilik nezdinde temsil edilmediği yabancı bir devlete, devlet başkanı nezdinde gönderdiği tamyetkili diplomasi temsilcisi.
Elçilik (legation)
Elçinin yönetiminde çalışan diplomasi temsilciliği; bu temsilcilikte ve çalışanların bulunduğu bina. Elçilikler kuruldukları ülkenin başkenti önemli bir veya iki şehrinde kurulabilir.
Elçilik Hakkı (right of legation)
Devletin birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamak ve sürdürmek amacıyla temsilci gönderme ve kabul etmelerine bu ad verilir. Bütün bağımsız egemen devletler bu haktan yararlanırlar. Papalık da elçilik hakkına sahip olan uluslararası birimlerdendir. Bu hakka sahip olmayan uluslararası birimler ise bağımsızlığı kısıtlı devletler, uluslararası duruma sokulmuş ülkeler ve uluslararası örgütlerdir.
Emperyalizm (imperialism)
Daha ziyade İkinci Dünya Savaşı öncesi ve hatta yüzyılımızın başı ile ondan önceki yüzyılların siyasi tablosuna uygun ve o devirlereait bir deyimdir. Kelime anlamına uygun olarak bir ülkenin imparatorluk biçimi bir egemenlik kurması için başka ülkelere veya bölgelere doğru yayılma politikasıdır.
Bugün için Doğu ve Batı blokları birbirlerini böyle bir tutum izlemekle suçlanmakta ise de gerçek odur ki kelimenin tam anlamına uyan imparatorluklar yavaş yavaş kaybolmuşlardır ve uzun yıllar emperyalizmin etki alanında buunan pek çok Asya ve Afrika ülkesi, son 20 yılda bağımsızlık almış, milli kişiliğini bulmuştur. Bu nedenledir ki, bugün Birleşmiş Milletlerin üye sayısı 185 (1994) olmuş ve gittikçe de artma eğilimindedir. Bu kadronun yarısından çoğu, emperyalizmden çıkmış yeni bağımsız ülkelerdir.
Entegrasyon: bkz. bütünleşme
Esnek karşılık doktrini (flexible response doctrine)
ABD'nin Kennedy döneminde gerçekleştirdiği daha sonra NATO'nun benimsediği savunma doktrini. Doktrin ABD'nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının sözkonusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanıyordu. Kısacası, karşılaşılan silahlarının niteliğine göre yanıt verilecekti. Çünkü bir saldırıya kitlesel karşılık vermesi ABD'nin hareket serbestisini sınırlandıran bir durum haline gelmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği'nin kıtalararası balistik füze sistemlerine sahip olmasıyla ABD'nin kendisi artık doğrudan sovyet saldırısına açık bir hale gelmiştir. Bu durumda Avrupa'da muhtemel bir Sovyet saldırısında hemen nükleer güçle yanıt verilmesi halinde Amerikan toprakları da bir nükleer saldırı tehlikesi altında kalıyordu. Bu durumun ortaya çıkmaması için "esnek" bir strateji izlenmesi gerekiyordu.
Esnek karşılık doktrininin en doğal sonucu NATO'nun kara kuvvetlerinde bir artışa ihtiyaç duymasıydı. Çünkü karada Sovyetleri dengelemek gerekiyordu. Yeni strateji sonucunda Avrupalı müttefikler arasında Amerikan nükleer gücünün kontrolü yüzünde istekler çıktı, anlaşmaya varılamaması sonucunda Batılı müttefikler arasındaki konsensüs bozuldu ve Fransa NOTA'nun askeri kanadından çekildi.
Etkinlik (efficiency)
Bir kimsenin, bir grubun toplumsal ve siyasal güçlerini bir ortamda kullandıkları, ve olguların, olayların akışını, alınan kararları etkilemelerini sağlayan yetkileri, saygınlıkları ve gücü.
Etnosantrizm (ethnocentrism)
Bir kişinin kendi grup ve kültürünün diğer grup ve kültürlerden üstün olduğuna inanması. Etnosantrizm ile toplulukların değerleri ve bu değerlerin temsil eden statüleri arasındaki farklar önem kazanır. Kişinin üyesi bulunduğu grubun değerleri diğer grupların değerlendirmesini sağlayan standartlardır.
Fait Accompli
Dilimize "oldu-bitti" şeklinde aktarılabilecek, uluslararası sorunların görüşmeler yolu ile çözmenin karşıtı anlamında bir terim. Uluslararası ilişkilerde tek yanlı ve ilgili diğer tarafları dikkate almadan girişilen uluslararası hukukça yasaklanmış bir eylemi ifade eder.
Faşizm (fascism)
İtalya'da 1919'dan sonra Mussolini'nin kurduğu partiye bağlı milis kuvvetleri (Kara gömlekliler) büyük bir yürüyüş düzenleyerek Roma'ya girip 1922'de Mussolini'yi iktidara getirmişlerdir. Faşist Milli Parti (Partito Nazionale Fascista) olarak ortaya çıkan bu siyasi örgütün temeli, "Savaşçılar demeti" anlamına gelen (Fascio di Combattimento) adlı silahlı milislere dayanıyordu.
Faşistler, komünislere karşı büyük bir mücadeleye giriştiler. Ayrıca, herşeyde devlet elinin bulunması görüşündeydiler. Sloganları "Herşey devlet içindir, hiç bir şey devlete karşı değildir, hiç bir şey devletin dışında değildir" şeklinde idi. Mussolini diktatör olmuştu ve "Duçe" ünvanı ile anılıyordu. Sıkı bir korporasyon sistemi ile ekonomik hayat da kontrol altına alınmıştı.
Mussolini, yine kendi rejimine yakın olan Hitler'in Nasyonal Sosyalizmine büyük sempati duyarak Nazi Almanyası ile Faşist İtalya'yı aynı blokta topladı ve İkinci Dünya Savaşı'nda birlikte yer aldılar. 1944'te İtalya mağlup olarak savaşı bıraktı. Mussolini de kendi vatandaşlarınca idam edildi.
Federasyon (federation)
Ortak ancak sınırlı olmayan çıkarları sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir devlet örgütleniş biçimi. Federal devlet bir devletin yapısında olabilecek bir değişiklik sonucu ortaya çıkabileceği gibi bir devlet konfederasyonunun gelişmesi ile üyelerin birleşmesi sonucu da oluşabilir. Federal devleti devletler konfederasyonundan ayıran en önemli özellik federal birimlerin tüm uluslararası yetkilerini merkez organa yani federal devlet merkezine bırakmalarıdır. Savaş ilanı, ulusal savunma, andlaşmalar yapma ve elçi gönderme yetkisi federal devletin tekelindedir. Ancak feodal devletlerin herbirinin yasaları ve çeşitli organlır bulunmaktadır. Bu etkili yapı içerisinde ortaya çıkan sorunlar hukuk çerçevesinde çözmek amacıyla bir yüksek mahkeme oluşturulmaktadır. ABD, eski SSCB, Avusturalya, Kanada, İsviçre, Meksika ve Almanya gibi ülkeler bu federal sistemin farklı uygulamalarının örnekleridir.
FIR Hattı (Flight Information Region-FIR)
Uçuş bilgi bölgesi ya da İngilizce kısaltılmış adıyla FIR, içinde uçuş bilgi ve uyarı hizmetlerinin verildiği hava sahasıdır. Uçuş bilgi hizmetleri, özellikle, önemli meteorolojik bilgileri ulaşım kolaylıklarını, hava alanlarının durumunu, bölgede bulunan tehlikeleri (örneğin göçmen kuşların varlığı gibi) bildirmeyi içermektedir. Uyarı hizmetleri ise, kaybolan, kaza yapan ya da tehlikede olan hava araçlarına ilişkin bilgilerin arama-kurtarma faaliyetleri ile görevli birimlere bildirilmesi görevlerini kapsamaktadır. FIR sahaları yalnızca ulusal hava sahalarını kapsayabileceği gibi, kimi bölgelerde uluslararası hava sahasını da kapsamaktadır.
Füze (missile)
Devletlerin elindeki silahları hedeflerine ulaştıracak araçlardan biri. Uçak teknolojisindeki tüm gelişmelere rağmen, uçakların karşı tarafın hava savunmasını aşarak hedeflerine tam başarıyla ulaşmaları olasılığı fazla değildir. Bundan dolayı, bugün nükleer silahların gönderme araçları arasında füzeler, uçaklara nazaran daha çok önem kazanmışlardır. Füzelerin en önemli ayrıcalıklarından biri hızlarıdır. Hızı saatte 10.000 mil dolayında olan kıtalararası balistik füzeler, Atlas Okyanusunu yirmi dakika ile yarım saat arasında bir süre içinde geçebilmektedirler. Olası bir nükleer savaşta füzelerin korunması konusundaki önlemler öngörülmüştür: 1)Hedefi gizlemek, 2)dayanıklı sığınaklar yapmak ve 3)oynak hedefler kullanmak.
Orta ve uzun menzilli füze taşıyabilen denizaltıların hizmete girmesi, gönderme araçları alanında büyük yenilikler meydana getirmiştir. Ortaya çıkan bu gibi denizaltılardan fırlatılacak füzelerle, hemen her hedefe ulaşılması olanaklıdır. Karada işlenen ICBM (Inter Continental Balistic Missiles-Kıtalararası Balistik Füzeleri)'lerin korunması, SLBM (denizaltılardan fırlatılan balistik füzeler)'lere oranla çok daha zordur. ABD ve SSCB, bu füzelerin korunması konusunda korunganlar (yeraltı siloları) inşa etmişlerdir. ICBM'lerin başka bir korunma biçimi, bunların karayolu veya demiryolu üzerinde sürekli harekette bulundurulmalarıdır. Böylece karşı taraf füzelerin belli bir zamanda nerede olduklarını bilemeyeceğinden, bunları tahrip edemeyecektir.
İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi tek bir nükleer başlık taşımaktaydılar. ABD bir ABM (Anti Balistik Missiles) sistemini açabilmek için, 1960'lı yıllarda çok başlıklı füze sistemi (MRV) geliştirmiştir. Böylece bir füzenin taşıyacağı birçok başlık çeşitli yerlere fırlatılacağından, geniş bir alanda başarı sağlaması daha muhtemeldir. ABM'lere karşı MRV'ların yanında MIRV sistemi geliştirilmiştir. Bu tür sistemde, bir tek füze, bir çok hedefe ulaşabilen birden fazla başlık taşımaktadır. Şimdiye kadar ABD'liler iki çeşit MIRV'ler geliştirmişlerdir. Birisi "Minuteman III" (ICBM'ler için), öteki de "Posseidon" (SLBM'ler için) ve en çok isabet gücü olan füzeler bunlardır. Hedeflerin yerlerinin saptanmasında yapılan hatalar, füzelerin fırlatılma yeri, hava koşulları füzelerin isabet gücünü etkileyen önemli öğelerdir.
Füzesavar Füze (anti ballistic missiles-ABM)
Nükleer silahlara karşı geliştirilen savunma sistemlerindenbiri. Bu füze sistemi, bir füzenin hedefine varmadan önce tahrip edilmesini amaçlamaktadır. Bu tür füzeler çeşitlilik gösterebilmektedirler. Bu çeşitlilik, yok edilmek istenilen füzenin hangi aşamada tahrip edilmek istendiğine bağlıdır. Ancak bu tür sistemin başarılı olması için iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığı gerekir. Bu tür bir sistem ilk defa 1960'larda Sovyetler Birliği tarafından geliştirildi. 1960'larda başlayan nükleer silahlara ilişkin görüşmelerde bu tür sistemlerde sınırlandırmaya gidildi.
Ganbot Diplomasisi (gunboat diplomacy)
İngilizce'de kuvvetli topları olan eski bir gemi tipine ganbot denir. Özellikle ABD'nin 20. yy.'lın en başlarında, Orta Amerika ülkelerine siyas baskı yapmak için savaş gemisi ve deniz piyadesi göndermek suretiyle uyguladığı politikayı tanımlayan bir deyim.
Gaullisme
Fransa'nın milli kahramanlarından ve meşhur devlet başkanlarından de Gaulle'un siyasi felsefesini ve bunun uygulamasını tanımlayan ve Fransız siyasi hayatında çok geçen bir deyimdir. Kendisinin ölümünden sonra da çok taraftarı olan ve iktidarda bulunan bir siyasi akım ve cephe olmuştur. Özetle; hürriyetçi fakat otoriter, devlet taraflısı, sosyal adalete önem verir fakat anti komünist, dış politikada da batı dünyasına bağlı fakat doğu bloku ile yakın ilişkiler sürdüren, Fransa'nın kendi atom silahlarına sahip olması, NATO'ya çok bağlı olmaması, Avrupa Birliğine taraftar ancak İngiltere'nin Avrupa işlerinden uzak tutulması, tarafsız ve yeni bağımsızlığına kavuşmuş Üçüncü Dünya Ülkelerine Fransa'nın yakınlık göstermesi şeklinde tanımlanan özellikleri bulunan bir akımdır.
Gerilla Savaşı (guerilla warfare)
Geleneksel savaş yöntemleri ile dize getirilemeyecek bir düşmana karşı uygulanan vur-kaç taktiğine dayalı bir tür çete savaşı. Özellikle, son dönemde silah teknolojisinin hızla gelişmesi karşısında bazı silahlara sahip olamayanların cephelerde başarı sağlanması imkansızlaşmıştı. Bu aşamada gerilla savaşının stratejisi, savaşta barışa varmaya yeterli düzeye gelinceye kadar düşmanı etkisiz hale getirmeye dayanır. Geleneksel olarak gerilla savaşı, yabancı bir işgale ya da bir ülkenin yönetiminin belli bir gruba karşı haksız olduğu öne sürülen uygulamalarına tepki görüntüsü taşır. Gerilla hareketleri, bağımsız olarak ortaya çıkabilecekleri gibi düzenli askeri harekatları da destekleyebilirler. Genellikle gerilla savaşı için politik bir amacın olması gerekir. Gerilla savaşında başarı için propaganda ve halk desteği şarttır. Gerillalar tedhişçi taktiklere başvurduklarında insanların bağlılığı sarsılabilir. Eğer devlet ya da işgal güçleri benzer biçimde karşılık verirse halk her iki taraftan da korkar. Hangi taraf güçlü ise ve denetimi elde tutuyorsa onunla işbirliğine girebilir. Geçmişte, Vietkong'un Vietnam'daki Amerika Birleşik Devletleri destekli güçlere, Afgan gerillalarının Afganistan'daki Sovyetler Birliği destekli güçlere karşı yürüttükleri mücadele, bu savaş türünün örneklerindendir.
Gizli Diplomasi (secret diplomacy)
Diplomasi anlayış ve uygulanmasında XVII. ve XIX. yüzyılların Avrupa diplomasisinde en belirgin özelliklerinden birisi de gizlilikti. Genellikle Avrupalı monarkların bizzat veya özel temsilcileri aracılığı ile sürdürdükleri diplomasi faaliyeti gizli bir şekilde oluştuğu gibi, bu gizlilik çoğu zaman belirli bir sonuca ulaşıldığında da sürerdi. Bir başka deyişle, saray diplomasisi olarak da adlandırılan bu tür diplomasi, her aşaması ile dışa kapalı bir biçimde yürütülürdü. Böylece, bir bölge halkı bazen bir başka devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğrenebilirdi. Bu tür diplomasiye karşı en önemli tepki, idealist ABD Başkanı Wodrow Wilson'dan gelmişti. Wilson I. Dünya Savaşı sonlarında yayınladığı ünlü "On dört nokta"nın Birincisinde, açık görüşmeler yolu ile ulaşılacak açık sözleşmelerden sözediyordu. Gerçekte de, XX. yüzyılda demokrasinin gelişmesi, halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılmaları ile diplomasi daha "açık" niteliğe bürünmüştür.
Glasnost: bkz. Gorbaçov Diplomasisi
Globalizm: bkz. Küreselleşme
Global Strateji (global strategy)
Bütün dünya üzerinde etkisi olabilecek bir strateji politikası izlemeye milletlerarası kuvvetler dengesinde global strateji denir. Bu tür politikaya bugün için sadece teksüper devlet olan ABD tam anlamı ile izleyebilmektedir. Çin de bu yolda adımlar atmaktadır. Son zamanlarda, ABD-Rusya-Çin üçlüsüne dünya askeri 1 uzun menzilli bonbardıman uçakları, atom denizaltıları, uçak gemileri ve çeşitli ülkelerde askeri üslere malik olması gereklidir.
Gorbaçov Diplomasisi (Gorbachev diplomacy)
Mihail Sergeyeviç Gorbaçov-1985 yılında SBKP Genel Sekreterliğine getirilmiştir. Sovyet iç ve dış politikasında köklü değişiklikler yaratmıştır. Glasnost (açıklık) ve Prestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla belirli bir süreç içerisinde siyasal, toplumsal ve ekonomik bir dönüşüm başlattı. Doğu Avrupa'daki katı komünizmin arkasındaki Sovyet desteğini çekerek bölgedeki reformlara katkıda bulundu. Bunu ikiAlmanya'nın birleşmesi konusunda olumsuz tutumunu değiştirmesi ve 1990'da Berlin Duvarı'nın yıkılması izledi. Silahsızlanma alanında gösterdiği yürekli girişimler Amerika başkanı ile doruk toplantısındaki olumlu tavırları ile dış gezileriyle uluslararası alanda saygınlık kazandı. 1987 Aralığında ABD ile orta menzilli nükleer füzelerin kaldırılmasını öngören INF antlaşmasını imzaladı. 1989'da Avrupa Konseyi toplantısına katılarak bir "Ortak Avrupa Evi" önerisinde bulundu ve SNF (kısa menzilli nükleer füzeler) konusunun görüşülmesini istedi. Gorbaçov'un izlediği politika Sovyet Cumhuriyetlerinde bağımsızlık hareketlerine yol açmış ve başkanlıktan istifasından bir gün sonra Sovyetler Birliği resmen dağılmıştır (26 Aralık 1991).
Göçmenler (immigrants)
Milli ekonomik ve sosyal problemlerin yanısıra milletlerarası ilişkilerde ve diplomaside de rol oynayan göçmenler, başlıca yurt dışına giden (Emigration) ve yurda gelenler (Immigration) olarak iki ana konudur.
Yurt dışına giden göçmenler, genellikle, ülkedeki işsizlik ve nüfus patlaması sonucudur. Ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı hafifletirler. Ayrıca gittikleri yerde ülkeler için bir potansiyel olurlar ve gereğinde maddi ve manevi yardım unsurudurlar.
Ülkeye gelen göçmenler ise, ekonomisi zayıf ülkelerde büsbütün bir ekonomik baskı unsuru olurlar. İşsizlik, meskensizlik problemlerine konu teşkil ederler. Çeşitli ekonomik ve sosyal zorlukların kaynağı olabilirler. Bazı ülkeler ise insan gücü sağlamak için göçmen kabul politikası izlerler (ABD, Avusturya, Kanada) giden ve gelengöçmenlerin kalifiye iş ve sanat sahibi olmaları da ülkenin ekonomik hayatı üzerinde etkiler yapar.
Türkiye'deki 1951'de Bulgaristan'dan gelen yüzbinlerce göçmen ülkemiz açısından son yılların en önemli göç olaylarındandır. 1968'de yapılan bir anlaşma ile 1951 göçünde parçalanmış olan ailelerin diğer bazı fertlerinin de Türkiye'ye göç etmesi olanakları sağlanmış, 100 bin kişi kadar gelmiştir. Bu arada, 1963 Kıbrıs bunalımından sonra onbinlerce Rum asıllı vatandaş da Türkiye'den Yunanistan'a göçmüştür. Bulgaristan ile olan göç anlaşması uygulaması 1978 sonunda bitmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında çatışmaların gelişmesine göre çeşitli kitlevi göçler olmuştur. Savaş sonrasında 1948'de Filistin'de İsrail'in kuruluşu ile yüzbinlerce kişi bu topraklardan Arap ülkelerine iltica veya göç etmişlerdir. İsrail'in kuruluşu ile çeşitli ülkelerde bulunan yüzbinlerce Yahudi de buraya göçmüş ve göçmektedirler. Yine 1948'de Pakistan-Hindistan ayrılmasından sonra milyonlarca kişi her iki yöne doğuru göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Doğu Prusya ve civarındaki bir kısım topraklarındaki Almanya'dan batı yönündekibölgelere 14 milyon kadar kişi göç etmiş bulunmaktadır.
Göç hareketleri tehlike ve zorluklar karşısında veya baskı neticesi olabileceği gibi, iki ülke arasında karşılıklı nüfus değişimi (Exchange de Population) şeklinde anlaşmalar olabilir.
Gönderme Araçları (delivery systems)
Uluslararası strateji literatüründe, nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen ad. Nükleer bombaların hedefe gönderilmesinde kullanılan en eski araç uçaklardır. Günümüzde ağır bombardıman uçakları eskisinden çok daha büyük miktarlarda nükleer bomba taşıyabilmekte ve saatte yaklaşık 1000 km hızla kıtalararası gidip gelebilmektedir. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından fırlatılan tek veya çok başlıklı, füzelerden oluşmaktadır. 1981 yılında yürürlüğe sokulan Amerika Birleşik Devletleri Uzay Mekiği programında kullanılan gönderme araçları, öncekilere oranla çok daha gelişkindir. Birden çok uçuşta kullanılmaları olanaklıdır. Bu nedenle uzay mekikleri ile gerçekleştirilen uçuşların maliyeti düşmektedir.
Görüşmeler (negotiations)
Uluslararası ilişkilerin temel öğelerinden birisi. Devletler arasında görüşmeler bazen yalnızca görüş ve bilgi alışverişinde bulunma, bazen de belirli bir sonucun barışçı yollardan çözümünü sağlama amacına yönelik olabilir. Ayrıca görüşmeler, karşı tarafı masa başında oyalayarak zaman kazanmak veya kendi görüşleri doğrultusunda propaganda yapmak amaçlarına yönelik olarak da kullanılabilir.
Devletler arasındaki iki ya da çok yanlı görüşmelerde ilk karşılaşılan sorun, görüşmenin nerede yapılacağıdır. Görüşme düşman iki ülke arasında yapılıyorsa, genellikle tarafsız bir ülke topraklarında gerçekleşir. Dost ülkeler arasındaki ilişkiler ise, karşılıklı olarak iki ülke topraklarında gerçekleşmektedir. Görüşmeler kullanılacak dil, basına açık ya da kapalı olması vb. sorunlar görüşmeler öncesinde çözülmesi gereken sorunlardır. Diplomasi pratiği, tarafların uzlaşabilir konuları ele almalarını öngörmektedir. Böyle durumlarda taraflar bazen çıkar birliği içerisinde bazen de karşılıklı tavizler vererek sorunları çözebilir. Tarafların birbirleri ile bağdaştırılması güç olan tezleri ele almaları çoğu zaman bir sonuç doğurmasa da soruna çözüm getirecek konuların yaratılması konusunda bazı adımlar atılmasını sağlayabilmektedir. Görüşmeler bazen de kısır döngü halinde tıkanabilmektedir.
Gözlemci Statüsü (observer's status)
Bir takım konuları yerine getiren devletin ve öteki ulusların birimlerin, gözlemci statüyle uluslararası örgütlerin çalışmalarına oy hakkı olmadan katılmalarını ifade eder. Örgütlere göre gözlemcilerin bazen söz hakkı bulunduğu gözlenmektedir. Gözlemci statüsünden yararlanan birimler şunlardır. i)Henüz örgüt üye devletlerince devlet olarak tanınmamış devlet iddiasındaki topluluklar, ii)Uluslararası örgütler, iii)Kimi ulusal bağımsızlık hareketleri.
Güç Dengesi (balance of power)
Devletlerin ulusal güvenlik sorunlarıyla değişen ittifaklar çerçevesinde nasıl uğraştığını tanımlayan bir bakış açısı. Özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılların Avrupasında geçerli olan bir sistem. Bu sistemde kutup ya da bloklar bulnmamaktadır. Güçleri birbirine yakın en az beş ya da altı devletin bir ortamda bulunması gerekir. Sistem, revizyonist devletlerin, statükocu güçlerin güvenliğini tehdit etmeye başladığında gündeme gelir. Bu sistemde yenilen devletlerin ortadan kaldırılması yerine onun sisteme tekrar atılması amaçlanır. Devletler arasında gücün dengelenmesi ya ağır tarafın hafifletilmesi ya da hafif tarafa ağırlık verilmesiyle olur. Bunun için kullanılan bazı yöntemler; böl ve yönet, silahlanma ve ittifaklar ve koalisyonların kurulmasıdır. Devletin yaşamını sürdürmesi statükonun devamı için şarttır. Dengenin her bir devleti eşit güçte olabileceği gibi, bir taraf diğerlerinden üstün olabilir. Ayrıca bir devletin Büyük Britanya'nın 19. yy.'da yaptığı gibi bilinçli bir güç dengesi politikası izleyebilir. 17. ve 18. yüzyıllarda güç dengesi politikası izleyen devletlerin amacı, kendi hareket serbestilerini en üst düzeyde tutmaktı. Amaç, devletlerin bağımsızlık ve hükümranlıklarını korumaktı. Devletler serbestçe bir ittifaktan diğerine geçebiliyordu.
Kutsal ittifak statükonun korunmasına, devletin ortadan kaldırılmasına bir örnektir Napolyon'un Fransa'yı mağlup edildikten sonra Fransa'ya paylaşmak yerine Napolyon öncesi duruma getirilmesi tercih edilmiştir. I. ve II. Dünya Savaşlarında ise bu sistemi temelinden sarsan ve çökmesine neden olan Almanya'dır.
Güç Kuramı (power theory)
Başka devletlerin davranışını kontrol edebilmek iktidarını ve kapasitesini ifade eder. Uluslararası ilişkilerde gücün başlıca rolü, öteki devletlerin tutum ve davranışlarını etkilemektir. Güç uluslararası ilişkilerde belirli bir amaca ulaşmada kullanılan bir araçtır. Bir devletin gücü çeşitli öğelerden oluşur. Bu öğeler sürekli değişim halindedirler. Bir devletin gücünü oluşturan öğeler arasında şunları sayabiliriz: a)nüfus ve işgücü, b)doğal kaynaklar, c)coğrafi konum, ç)gelişme düzeyi, d)askeri güç, e)hükümetin niteliği, f)diplomasinin kalitesi, g)Ulusal moral, vs. ülkenin coğrafi konumu kadar, biçimi, topoğrafyası, iklimi vb. gibi noktalar da devletin gücünü etkilerler.
Güç yaklaşımı (power approach)
Uluslararası Politika'yı açıklamakta kullanılan en eski yaklaşımlardan biridir. Teorilerinde güç yaklaşımını kullanan ilk kişi Hans J. Morgenthau'dur. Morgethau'ya göre Uluslararası politika, tüm politikalar gibi bir güç ve iktidar mücadelesidir. Ayrıca Morgenthau ulusal çıkarı güç öğesine göre tanımlamaktadır. Buna göre, devletlerin ulusal çıkarlarını gerçekleştirebilmek için güce gereksinimleri vardır. Devletler Margenthau'ya göre, 3 tür politika izleyebilirler: 1)Prestij politikası, 2)Statüko politikası, 3)Yayılma politikası. Bu ayrımda birincisi devletin sahip olduğu gücü göstermek içinyaptığı girişimleri ve diğer ikisi ise sahip olduğu gücü sürdürmek ve artırmak için yaptığı girişimleri ifade eder. Morgenthau'un bu görüşleri, tüm uluslararası politikanın salt "güç" kavramı ile anlatılmasının eksik olacağı ve çok genel nitelikte olduğu için eleştirilere uğramıştır ancak güç yaklaşımı uluslararası politika alanında temel yaklaşım biçimlerinden biri olmuş ve birçok yeni yaklaşımın geliştirilmesinde çıkış noktası oluşturmuştur.
Güven Mektubu (letter of credence)
Bir diplomatik temsilcinin görev yapacağı ülkenin devlet başkanına, diplomatın ülkesinin devlet başkanı tarafından gönderilen resmi döküman. Bu mektupta diplomatın ülkesinin devlet başkanı, diplomatın kendisini temsil yeteneğine olan güvenini belirtir ve kendi hükümeti adına girişeceği faaliyetlerde kendisine gerekli kolaylığın gösterilmesini rica eder. Bu mektubun diplomat tarafından sözkonusu ülkenin devlet başkanına sunulması ile diplomatın o ülkedeki resmi görevi de başlamış olur.
Haber Alma (intelligence)
Bir devletin, diğer devletlerin gücüne, etkinliklerine ve olası hareket yönlerine ilişkin bilgi toplaması. Haber alma ile güdülen amaç, siyasal yöneticilere karar almalarında yardımcı olmak üzere değerlendirilebilecek bilgilerden oluşan rapor hazırlamaktır. Haber alma üç aşamalı bir süreci içerir. Bilinmesi gerekli olanlar kararlaştırılır. Daha sonra bilgi toplanır ve sonunda bu bilgiler değerlendirilip çözümlenir. Toplanan bilgiler diğer devletlerin silahlı kuvvetlerinin hazırlık derecesi, yeni silahları, önemli askeri merkezleri, stratejik ve teknik hareket planları vb. askeri-stratejik nitelikte olabileceği gibi özellikle ile de ilgili olabilir. Haber almanın çeşitli yöntemleri vardır. Yaratılan izlenimin aksine, bilgi toplamanın çoğu gazeteler, radyo ve televizyon yayınları ve hükümet raporları gibi kamuya açık kaynaklardan elde edilir. Ayrıca diplomatlar da bilgi toparlarlar. Bunlardan başka uydular, gizli gönderimlerin çözülmesi ve yabancı ülkelerde bulunan ajanların aracılığı ile de bilgi toplanmaktadır.
Haklı Savaş (justified war)
Bu kavram savaşların niteliği ile ilgilidir. Bu tür savaşı Ortaçağ Avrupasında bir hükümdarın silahlı kuvvetlerini egemenlik bölgesi dışında meşru nedenlerle kullanabilmesi anlamını taşımaktadır. O dönemde Hristiyanlığı geliştirmeye yönelik savaşlar "Haklı", diğerleri ise haksız olarak görülüyordu. Kavram XIX. yüzyılda değişik anlamlar kazanmıştır. Çağımızda sömürge ülke halklarının bağımsızlıklarını sağlama amacına yönelik olarak giriştikleri ulusal kurtuluş mücadeleleri "haklı savaş" olarak görülmektedir. Bu görüşün karşısında yer alanlar ise bir haklı/haksız ayırımındaki güçlüğe dikkat çekerek şiddetin her türlüsüne karşı çıkmaktadırlar.
Hayat Sahası: bkz. yaşam alanı
Hibe (donation)
Karşılıksız dış yardım. Uluslararası örgütler, kuruluşlar ya da devletler tarafından bir ülkeye yapılan hibe yardımda hiç bir koşul aramaz. Bu yardım türü mali olabileceği gibi, program ve projelere ilişkin olarak teknik malzeme biçiminde de olabilir. Hibe yardımda bulanan ülkenin bu yardımı alan ülkelerdeki amacı kendisine siyasi avantajlar kazandırmak, uluslararası alandaki gücünü arttırmak ve desteklediği sektörleri kendi lehine kullanabilmektir.
Hidrojen Bombası (hydrogen bomb)
Füzyon ya da termonükleer bomba da denilen bir nükleer bomba türü. Atomların füzyonunu hafif çekirdeklerin birleşerek, daha ağır bir çekirdek oluşturması sırasında ortaya çıkan bir miktar enerjinin denetim altına alınması anlamına gelmektedir. Bu bombalarda açığa çıkan enerji, atom bombalarına oranla daha fazladır. Hidrojen bombasının ilk denemesini, Amerika Birleşik Devletleri 31 Ekim 1952'de Sovyetler Birliği ise 12 Ağustos 1959'da gerçekleştirmişlerdir. Sonradan İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti de füzyon bombaları yapmışlardır.
Bununla beraber gerek diplomatik teşebbüsler, gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar bakımından sözkonusu olan nispi "açıklığı" fazla da abartmamak gerekir. Gerçekten günümüzde açıklıktan uzak bir diplomatik faaliyetten söz etmek mümkündür. Kaldı ki, teorik düzeyde de diplomatik faaliyetlerin açık veya kapalı olmasının fayda ve sakıncaları tartışma konusudur. Bazılarına göre kapalı diplomasi, zarar alıcıların kapalı kapılar ardından geniş kitlelerin aleyhine bazı kurallar alabilmelerini mümkün kılan ve demokrasinin özüne aykırı bir nitelik taşımaktadır. Bazılarına göre, ise gerektiğinde uygulandığı takdirde kritik sorunların ele alınışında, genellikle hisleri ile hareket eden ve kolayca yönlendirilebilen geniş halk kitlelerinin etkisini azaltarak, sorunun çözümü için gerekli teknik bilgi ve deneyime sahip uzmanlara daha fazla inisiyatif tanıması dolayısı ile gerekli bir diplomasi biçimidir.
Hinterland
Geride topraklar, gerideki ülke anlamına gelen Almanca kökenli bir terim. Bu ulaşım kaynağına, limana, özellikle ekonomik anlamda, bağımlı durumda bulunan toprak parçaları birer hinterland oluştururlar.
Hiyerarşik Sistem (system of hierarchy)
Bu sistem hipotetik nitelikteki uluslararası sistem türlerinden bir tanesi. Tarihte gerçekleşen en güzel örneğini, Roma İmparatorluğu döneminin oluşturduğu söylenebilir. Günümüzde uluslararası politika literatüründe daha çok bazı alt sistemleri çözümlemek açısından önem taşıyan bu teorik modelde, sistem içerisinde bir devlet ile diğerleri arasındaki güç dağılımı simetrik olmayan bir nitelik göstermekte ve de bu sistemde ülke başat bir konumda bulunmaktadır.
Ilımlı Dış Politika (moderate foreign policy)
Bir ülkenin dış ilişkilerinde, bugünkü dünya konjonktürü açısından, herhangi bir bloka katılmaksızın ve herhangi bir ülke ile çatışmaksızın, gerek Doğu ve gerekse Batı bloku ile iyi ilişkiler sürdürülmesi, diğer bütün devletlere karşı ve konuda aşırı bir tutum izlenmesinden kaçınılmasıdır. Bir çok ülkeler, bir bloka mensup olmamakla beraber, yine de komşularıyla çeşitli anlaşmazlıklar içinde bulunmakta veya bloklarda birine veya hepsine karşı bir tutum izlemektedirler ki bu durumda ılımlı politika söz konusu olmaz. Üçüncü Dünya ülkeleri denen Asya-Afrikalı genç devletlerden bir çoğu bu durumdadırlar. Oysa İsviçre, İsveç, Avusturya, Finlandiya gibi ülkeler yukarıdaki nitelikleri olan bir dış politika tutumu içinde bulunmaktadırlar. Bunlar sadee ekonomik yönden bazı ülkelerle daha yakın ilişkiler sürdürmekte, fakat siyasi ilişkilerini genellikle her ülke ile iyi geçinerek ve onlara eşit davranarak bir anlaşmazlık çıksa dahi hiç bir askeri tedbiri sözkonusu etmeksizin tamamen barışçı çözüm yolları arayarak tam bir ılımlılık içinde yürütmektedirler.
Irk Ayrımı: bkz. Aparthayd
İçişlerine Karışma (intervention in domestic affairs)
Devletlerin hedeflerine ulaşmak için dış politakalarında başvurdukları yollardan biridir. Devletin iç işlerine karışmak, özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra yoğunlaşmış bir uygulamadır. İki dünya savaşı arasında Almanya, İtalya ve Japonya, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti bir çok devletin iç işlerine karışmışlardır. İç işlerine karışma büyük devletler tarafından yapıldığı gibi diğer devletler tarafından da yapılmaktadır. Bugünkü uluslararası yapı devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Bugünkü uluslararası yapı devletleri birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından verilen yardımlar, bunları alan devletlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşantılarını doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Karışmaya olanak veren, diğer bazı durumlar ise, devletler arasındaki sınırların kolaylıkla geçilebilir olması ve halk arasındaki din, dil ve etnik farklılık ya da benzerlikler, bir ülkede bulunan en yüksek toplumsal ve siyasal kurumlara veya otoritelere duyulan bağlılığın kimi zaman bir dış otoriteye veya ideolojiye karşı duyulması, nükleer bir silahlanmanın ortaya çıkardığı askeri güce dayalı tehdit politikaları, devrimci dış amaçları bulunan devletlerin propaganda kışkırtma, yeraltı faaliyetlerini yönetmek için oluşturdukları örgütün etkileri şeklinde sıralanabilir. İç işlerine karışma yöntemlerini altı başlıkla toplayabiliriz: a)Diplomatik karışma, b)Güç gösterileri, c)Yıkıcı faaliyetler, d)Siyasi Nitelikteki yeraltı faaliyetleri, e)Askeri karışma, f)Dış destekli gerilla eylemleri.
Devletin egemenlik hakkının ve egemen eşitliği ilkesinin doğal sonuçlarından bir devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması olmaktadır. Bunun siyasal nitelikli bir ilke olarak ortaya çıkması ABD Başkanı James Monroe'nun ABD Konseyi önünde 1823'de yaptığı konuşması ile gerçekleşmiştir. "Monroe Doktrini" diye anılan bu görüşe göre Avrupalı devletlerin Amerika kıtasının işlerine karışmaması istenmekte ve ABD'nin de Avrupa işlerine karışmayacağı bildirilmektedir. Bu siyasal ilkenin uygulanan uluslararası hukuk kuralı biçimine dönüşmesi ise Milletler Cemiyeti Sözleşmesi 15. maddede 8. fıkrası ile gerçekleşmiştir. Benzeri bir hüküm BM Andlaşmasının 2. madde 7. fıksarı ile de benimsenmiştir.
İç Savaş (civil war)
Aynı ülke içerisinde bulunan farklı siyasi, etnik, ideolojileri temsil eden gruplar arasında sürdürülen bir tür savaş. Böyle bir savaş, mevcut hükümete bağlı güçler ile buna karşı olan güçler arasında çıkabileceği gibi (1936-1939 İspanyol iç savaşı, Yugoslavya iç savaşları 1919-?) çeşitli siyasi grupların yeni oluşmakta olan bir devlet yapısına sahip çıkmaları sebebi ile de başlayabilir (Angoladaki MPLA ve UNITA mücadelesi).
Günümüzde iç savaşlar herhangi bir ülkenin sınırları içerisinde geçmekle beraber, zamanla uluslararası bir hal almakta, değişik ülkeler çatışmacı taraflardan birisinin yanında yer almaktadır. Bazı iç savaşlar ise bazı devletlerin iç politikalarında bağımsız değişken hale gelmektedir.
İç Sular (national waters)
Denizlerdeki iç sular, bir devletin kara ülkesine sıkıca bağlı karasuları olup, bu devletin karasularının iç sınırı iç sularının bittiği noktada başlamaktadır. İç sular devletin, ilke olarak, tam egemenliğinde bulunmaktadır.
Bununla birlikte kimi bakımlardan denizlerdeki iç sular kara ülkesinin içinde yer alan göl, akarsu gibi karasal içsulardanbir takım farklılıklar göstermektedir.
İki Kutuplu Sistem (bipolar system)
II. Dünya savaşı sonrasında global düzeyde gerçeklik kazanan bir uluslararası sistem türü. Mortan A. Kaplan'ın sınıflandırmasına göre gevşek ve sıkı olmak üzere başlıca iki türlü kutuplu sistem türü sözkonusudur. Bunlardan "sıkı iki kutuplu sistem"e en benzeyen yapının 1950'lerin başlarında görüldüğü, o dönemden sonra sistemin "gevşek" bir nitelik aldığı söylenebilir. İki kutuplu bir uluslararası sistemde genellikle bir blok liderinin etrafında kümelenmiş iki devletler grubu vardır. Sistem ne oranda sıkı ise, blok üyelerinin, blok liderliğine bağımlılıklarının o derece fazla olması beklenir, yine sistem ne oranda sıkı ise blok üyelerinin zorunlu bir seçim halinde blok çıkarlarına, kendi ulusal çıkarlarından daha fazla önem vermeleri blok üyelerinden beklenen bir davranıştır. Sistem içerisinde herhangi bir blokta yer alamayan devletlerin ağırlığı ne oranda fazla ve sistem içerisinde Birleşmiş Milletler gibi bloklar arasındaki ilişkileri yumuşatıcı bir örgüt ne oranda etkin ise sistemin o ölçüde gevşek bir niteliğe sahip olduğu söylenebilir.
İkinci Vuruş Yeteneği (second strike capability)
Saldırganın ilk vuruşundan sonra meydana gelecek "aşınmadan" arta kalan bir kuvveti elinde bulundurması ve bir karşı darbe ile saldırganın kentlerine, halkına ekonomisine "dayanılmaz" zararlar verebilmesidir.
İlhak (annexation)
Bir devletin kendine ait olmayan topraklar üzerinde resmen egemenliğini ilan etmesi. Toprakların anlaşmalarla ya da satışla el değiştirmesinin tersine ilhak fiilen el koyma ile gerçekleştirilen ve genel tanınma ile meşruluk kazanan tek taraflı bir eylemdir.İlhak edien topraklar genellikle önceden istila ve işgal edilmiştir. 1938'de Almanya'nın Avusturya'yı ilhakında olduğu gibi istila sıcak çatışma olmaksızın şiddet tehdidi ile de gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşmaksızın şiddet tehdidi ile gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşturmaz ya da zorunlu olarak ilhaka yol açmaz. Mesela II. Dünya Savaşından sonra çatışmanın sona ermesinin ardından müttefikler Almanya'yı işgal ettiler ama bunu ilhak izlemedi, tersine müttefikler ilhak niyetinde olmadıklarını açıkladılar. Askeri işgal ilhakla sonuçlanırsa genellikle ilhak eden devletin egemen otoritesinin kurulduğu ve bundan böyle de sürdürülebileceği yolunda resmi bildirim beklenir. Yasadışı şiddet kullanımına dayalı ilhak BM Anlaşması'nda kınanmıştır.
İltica: bkz. Sığınma
İnsan Hakları (human rights)
Tanımlanması ve sınırlanması oldukça zor, uzmanların üzerinde bazı noktalarda uzlaşmadıkları, çağımızda ise uluslararası boyut kazanan bir kavram, 1948 yılında ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde İnsan Hakları "ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyaset ve diğer ayrıcı nitelikler gözetilmeksizin tüm insanların faydalanacağı, temel hak ve özgürlüklerdir. Tüm insanların sahip olması gereken bu haklar insanın en üstün değer olarak kabul edilmesinden ortaya çıkar.
Alman hukukçu Jelinek Temel Hak ve Özgürlükleri; bireyi devlete ve topluma karşı koruyan "Koruyucu Haklar", bireyin devletlerden bir hizmet veya yardım almasını sağlayan "İsteme hakları" çalışma hakkı, öğrenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut hakkı, bireyin toplumun yönetilmesinde söz sahibi yapan ve iktidarın kullanılmasına katılmasını sağlayan, "Katılım Hakları" olarak sınıflandırmıştır. Bu hakların birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
İnsan hakları ulusal anayasal ve yasalarca güvence altına alınmış ve korunmuştur. Bu koruma uluslararası kurumların sağladığı uluslararası koruma ile geliştirilir. Bu insan haklarının evrensel niteliğini de ortaya koyar. Gerçekten çağımızda insan haklarının korunması ulusal düzeyi aşarak uluslararası bir boyut -özellikle 2. Dünya Savaşından sonra- kazanmış, devletlerin egemenlikleri insan hakları ile sınırlanmış ve insan hakları uluslararası denetimin alanı içine girmiştir. 1948 yılında Birleşmiş Milletler "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" 1950 yılında Avrupa Konseyi'nce hazırlanan "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" bu alandaki önemli adımlardır. Bu sözleşmenin kurduğu organlar ise "İnsan Hakları Komisyonu" ve "İnsan Hakları Mahkemesi"dir.
Türkiye 1987 yılında "Bireysel Başvuru" hakkı 1980 yılında "İnsan Hakları Mahkemesi"nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiş, 1975 Helsinki'de AGİK "Savaş Belgesi"ni imzalamış ve 1988 yılında Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler'in işkenceyi önlemeye yönelik sözleşmelerini onaylayarak, uluslararası topluluğun bir üyesi olarak insan haklarına saygı göstereceğini taahhüt etmiştir.
Günümüzde İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunmasında devlet dışı özel kişi ve gruplarca kurulan gönüllü uluslararası kuruluşların önemi artmaktadır. Bu kuruluş "Uluslararası AF Örgütü", "Uluslararası Hukuk Komisyonu", "Helsinki İzleme Komitesi" dir. İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunması için Birleşmiş Milletler ve onların ilgili organlarınca 1946 yılından beri yapılan çalışmaların bazıları şunlardır:
·           Üye devletler adına, insan haklarını korumak için gönüllü hizmet etmek,
·           Taraf devletlerce onaylanan ve sınırları içindeki herhangi bir insan hakları ihlali olayında müdahale etme izni veren çok-taraflı antlaşmaların yapılmasını,
·           "İnsan Hakları Yıllığı" katoloğu çıkarılarak -her yıl- üye devletlere bilgi ve yardım sağlamak.
·           İnsan haklarını ihlal eden devletlere karşı, birlikte hareket ederek kınama, silah ambargosu, ekonomik müeyyide gibi önlemler alması.
İrredantizm (irredentism)
İrridentizm teriminin kökeni İtalyanca'dır. Önceleri İtalya Krallığı'nın kuruluş aşamasında, İtalyanca konuşan ve Avusturya sınırları içerisinde yaşayan toplulukların bu krallığa katılmak istemesi çabalarına bu ad verilmişken, sonradan genel bir anlam kazanarak; bir ülkenin başka bir ülkede yaşayan bir dil ve etnik köken itibariyle kendisinden olduğuna inandığı insan topluluklarını kendi topraklarına katmak istemesi ya da en azından onlar üzerinde bir hak iddia etmesi olarak anlaşılmıştır. Örnek olarak Hitler'in Çekoslovakya'nın Almanca konuşan Südetler Bölgesinin Almanya'ya verilmesini verebiliriz.
İstikrarsız Blok Sistemi (unstable bloc system)
Morton Kaplanın geliştirdiği uluslararası siyasal sistem modellerinden birisi. Bu sistemde, Amerika Birleşik devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki gerginlik önemli boyutlardadır. Silahların denetimi konusundaki anlaşmalar önemsizdir. Şiddetin yoğun biçimde kullanıldığı yerel çatışmalar yaygındır. ABD ve SSCB'nin nükleer güçlerini minimum caydırma düzeyinde iken, buna benzer durumda dört-beş ülke bulunmaktadır. Bu sistemde ittifak ilişkileri askeri kapasite ve politikalara göre belirlenmektedir. ABD ve SSCB müdahaleci bir eğilim içindedirler. ABD statükoyu korumaya yönelik muhafazakar politikalara ağırlık vermekte, SSCB ise statüko karşıtı -ulusal kurtuluş savaşları gibi- hareketleri desteklemektedir. Bu sistemde, uluslararası hukuk gerektiği şekilde hareket edememektedir. Burada Uluslararası camiaya düşen görev ise arabuluculuk ve şiddet uygulamalarının sonuçlarını hafifletmektir.
İşgal (occupation)
Bir yeri ele geçirme. Toprakların işgali, savaşta işgal veya askeri işgal, barış zamanında işgal ve bir anlaşmaya dayanan işgal birbirinden değişik işgal biçimleridir.
Bugün artık kaybolmakta olan sahipsiz toprakların işgali daha çok sömürge topraklarının işgali için kullanılan bir terimdir.
Savaşta işgal veya askeri işgal ise, bir yabancı ülke toprağı üzerinde fiili bir duruma dayanarak hakimiyet kurmaktır. Bu işgal zaman bakımından sınırlıdır: İşgal durumu savaşın bitiminde son bularak işgal edilmiş olan toprak ya geri verilir veya işgal eden tarafın topraklarına katılır. Savaşta işgal veya askeri işgal bir idari teşkilat kurarak yapılan istiladan farklıdır.
Barış zamanında işgal ise bir barış anlaşmasında yer alan özel şartlara uyulmasını sağlamak için yapılır. Örneğin, Ren nehrinin sol yakası Versailles Antlaşmasına dayanılarak işgal edilmiştir. Savaş sırasında yapılan bir işgal olmasına rağmen, taraflar arasındaki bir anlaşmaya dayanır. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında Fransız topraklarının büyük bir kısmı Almanya tarafından Haziran 1940 tarihli ateşkes antlaşması gereğince; savaş sonunda Almanya müttefikler tarafından, Almanya'nın Mayıs 1945'te kabul ettiği teslim olma şartlarına dayanılarak işgal edilmişti.
İşgüder: bkz. Maslahatgüzar
İttifak (alliance)
Uluslararası ilişkilerde çeşitli devlet ya da güçlerin ortak eylemlerde bulunmak için oluşturdukları birlik. II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD'nin Mihver devletlerine karşı kurdukları ittifak ile NATO bu tür birliklere örnek gösterilebilir.
Günümüzdeki kurulan ittifaklar eskilere göre daha çok kapsamlı bir işbirliği ve çaba gerektirmektedir. Bu nedenle örneğin II. Dünya Savaşından kurulmuş ittifaklarda askeri ve ekonomik planlama daireleri özel bir önem kazanmış ve yaygınlaşmıştı. NATO gibi daha gevşek bağlarla kurulmuş ittifaklarda bile siyasal ve askeri alanlarda işbirliği içinde çalışmaya ve ortak tavır almaya büyük önem vermektedir.
İzolasyonizm: bkz. Yalnızcılık
Jenosid (genocide)
Bir ırkın bir din, veya dil mensubu bir toplumun kitle halinde yok edilmesini (exterminasyon) amaçlayan harekete denir ve diğer bir ismi de "soykırım"dır. Bu hareketler, genellikle politik amaçla yapılır. Jenosid bazı yönlerdenırk ayrımına benzese de amaç ve metod bakımından tamamen farklıdır. Çünkü, ırk ayrımında, bir topluluğun horlanması, kötü muamele görmesi, bir kısım haklarının kısıtlanması veya kamu hayatında önemsiz durumda bırakılması varken, jenosid de bir topluluğun kökünün kazınması şeklinde yok edilmesi esas amaçtır.
Tarih boyunca birçok jenosid olayları görülmüştür. Yüzyılımızda en önemli olanı, Nazi Almanyası'nın İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında Yahudilere karşı izlediği politikadır. Polonya "Varşova gettos", Alman topraklarında da "Auschwitz, Buchenwald ve Dachau Kampları" şeklinde anılan bu yerlerdeki uygulamalar sonucu yaklaşık 6 milyon kadarYahudinin yok edilmesi üzerine savaştan sonra harp suçlularını yargılamak üzere kurulmuş bulunan müttefiklerin Nürnberg Mahkemesi'nde bir kısım Nazi Sorumluları jenosidden yargılanarak idam ve diğer ağır cezalara çarptırılmışlardır. Ayrıca, Stalin Devrinde savaş sırasında Rusya'daki Kırım Tatarlarının da kitle halinde Sibirya'ya ağır şartlardaki kamplara sürülmesi ve Kırım'da hiç Tatar bırakılmaması da bu tür savaşlardan sayılmaktadır. Daha sonra Kruçev devrinde bu olay bir suç olarak resmen kınanmış ve sözü geçen toplumdan arda kalan yerlerine dönme müsaadesi hükümetçe resmen verilmiştir.
1940'da Birleşmiş Milletlerce, jenosid hareketi resmen bir suç olarak tanınmış ve tescil edilmiştir.
Jeopolitik (geopolitics)
Uluslararası siyasette coğrafi etmenlerin güç ilişkileri üzerindeki etkisinin incelenmesi. Jeopolitik kramcıları doğal sınırlara ulaşma, önemli deniz yollarından yararlanma ve stratejikönem taşıyan kara parçalarının denetim altında tutma gibi kaygıların ulusal politikaların belirlenmesinde önemini göstermeye çalışmışlardır. Coğrafi kaygılar yalnızca uluslararası siyasette kilit rol oynamaya çalışan güçlü devletlerin politik hesaplarında değil, ulusal çıkarlarını korumak için uygun coğrafi sınırlara ulaşmayı amaçlayan küçük devletlerin etki alanlarının belirlenmesinde de başlıca rol oynadı. Ulaşım ve iletişim olanaklarının artması ve öteki teknik gelişmeler sonucunda ise devletler coğrafi konumlarının sınırlamalarını aşabilir hale geldiler ve jeopolitik etmenlerin ulusal politikalar bakımından önemi azaldı.
Jus Legationum: bkz. Elçilik Hakkı
Kabotaj (cabotage)
Bir ülkenin kendi limanları arasında deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalık. Bu ayrıcalıktan sadece yurttaşların yararlanması ulusal ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından devletler, yabancı bandralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmişlerdir.
Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır. Terim günümüzde hava trafiği açısından da kullanılmaktadır.
Kamuoyu (public opinion)
Belli bir konuda toplumun büyük bir kesimince benimsenen görüş, tavır ve inançların toplamı. Biraz farklı ifade ile de belirli zamanda belirli bir tartışmalı sorun karşısında bu sorun ile ilgilenen kişiler grubuna hakim olan kanaattir. Bu açıdan, basın, radyo-TV, toplumsal dernek kurma, siyasal faaliyet (partiler) özgürlük ile baskı grupları hem bireysel hem toplum ifade araçları hem de kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağlayan kanallar durumundadır.
Kapalı Diplomasi (closed diplomacy)
Bir diplomasi anlayışı ve uygulaması. Eski diplomasinin belki de en önemli niteliklerinden biri gizlilik rolü. Gizlilikten diplomatik görüşmelerin gelişme biçiminin ve sonuçlarının kamuoyuna açıklanmaması kastediliyordu. Nitekim bu yüzden I. Dünya Savaşı'nın başlamasına değin uluslararası politika bir bakıma saray politikası niteliğinde idi. Yani diplomasi ilişkileri çoğu kez bizzat hükümdarlar tarafından yürütülüyordu. Yabancı ülkelere gönderilen diplomatlara da hükümdarın kişisel temsilcisi gözü ile bakılıyordu. Bu eski diplomasi türünde sadece diplomatik görüşmelerin değil; varılan sonuçların da açıklanmaması ya da gizli tutulması giderek artananlaşmaların ve sözleşmelerin yapılmasıyla sonuçlanıyordu. Bazen bir bölge halkı başka bir devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğreniyordu. Bu tip diplomasiye karşı en büyük tepki ABD başkanı Wilson'dan gelmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılacak açık sözleşmelerden sözediliyordu. Gerçekten 20. yy.'da demokrasinin gelişmesi halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılması gibi nedenlerle diplomasi eskiye oranla daha açığa bürünmüştür. Bununla beraber gerek diplomatik gelişmeler gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar açısından sözkonusu olan bir nisbi "açıklığı" fazla da abartmamak gerekir.
Kapasite Analizi (capacity analysis)
Bir devletin, dış politika amacı ile yönelimlerine ulaşabilmesi için, elindeki siyasi, askeri ve ekonomik yetenek ve olanaklarını analiz etmeye çalışan yaklaşımdır. Karar alma sürecinde, karar vericilerin herhangi bir konuda politika belirlerken yalnız kendi ülkelerinin değil, sözkonusu karardan etkilenebilecek diğer ülkelerin de kapasitesini iyi değerlendirmeleri gerekir. Bir ülkenin kapasitesini oluşturan öğeler: a)Doğal kaynaklar, b)Coğrafi konum, c)Nüfus ve işgücü, d)Endüstriyel kapasite e)Asker güç f)Ulusal Moral, g)İdari ve siyasi örgütlenme şeklinde sıralanabilir. Bu kaynakların nitelik ve niceliklerinin ölçülebilmesi kapasitesi analizinde karşılaşılan en önemli sorundur. Bu yüzden bu öğelerden bazıları kapasite analizinde gözardı edilebilmektedir.
Karar Alma Süreci (resolution process)
Basit anlamda karar alma, varolan seçenekler arasında tercih yapmak davranışıdır. Bu yaklaşım Uluslararası Politika'da öteden beri vardır, ancak bu sürecin sistemli olarak incelenmesi ilk olarak psikoloji, ekonomi gibi diğer bilim dallarında görülmüştür. Karar verme sürecinde üzerinde önemle durulması gereken iki nokta vardır: Algılama ve rasyonellik. Algılama, psikolojik bir kavram olup, karar vericilerin önlerinde ki veriler hakkındaki yorum yapmalarında başrolü oynar. Rasyonellik öğesi ise insanların karar alırken akılcı biçimde davranacakları düşünülerek kabul edilmiş bir kavramdır. Karar alma sürecinde iç ve dış çevrenin ve daha önceki kararların feedback (geri bildirim) yoluyla sürekli etkileri vardır. Bu yüzden bu sürecin sadece karar vericileri hakkında elde edilen bilgiye dayanılarak anlatılması mümkün değildir. Kaldı ki karar alma sürecinin hangi kişi ya da kurum tarafından başlatıldığını söylemek de her zaman kolay değildir.
Karasuları (territorial waters)
Uluslararası Hukuk'ta bir devletin kıyılarına bitişik olan ve o devletin kara toprakları üzerindeki yargı yetkisine giren deniz parçası. Bütün ulusların kullanımına sunulmuş açık denizlerden ve ulusal toprakla çevrili göller belli koy ya da haliçler gibi iç sulardan farklı bir hukuki rejime tabidir. Karasularının dış sınırı ülke sınırını oluşturur.
Kara Ülkesi (national territory)
Bir devletin üzerinde kesin egemenlik haklarını kullandığı toprak alanı. Bu alan devlet ülkesinin bir parçasıdır ve yüzeyi gibi alt kısımları da devlete aittir. Günümüzde kıta sahanlığı kavramı kara ülkesinin bir devamı niteliğinde kabul edilmiş ve kıyıya bitişik deniz yatağı ve onun toprak altı da devletler tarafından işletilmeye başlanmıştır.
Karışma (intervention)
Herhangi bir devletin iç veya dış politikasını etkilemek amacı ile diğer bir devlet veya devletler grubunun sözkonusu ilk devlete yaptığı müdahale. Bu şekilde bir müdahale doğrudan veya dolaylı olabilir. Bir devlet bu türden eylemlerin gerekçe olarak çeşitli nedenler öne sürebilir. Karışmada bulunan devlet; bir anlaşma ile bu hakkını kendisine tanınmış olduğunu, karşı tarafın aralarındaki bir anlaşmayı tek taraflı bozduğunu, müdahaleyi bu ülkede yaşayan kendi vatandaşlarını kollamak amacı ile yaptığını, müdahalenin bir meşru müdafaa özelliği taşıdığını, müdahale edilen devletin uluslararası hukuk kurallarının çiğnendiğini gerçek olarak gösterebilir. Bütün bunlara rağmen uluslararası teamül ve Birleşmiş Milletler Antlaşması, sadece çok sınırlı durumlarda bir devletin böyle bir davranışını meşru kabul etmek eğilimindedir.
Karşılıklı Bağımlılık (interdependence)
İki yada daha fazla tarafın eylemlerinin karşılıklı olarak birbirleri ile bağıntılı olma vaziyeti. Bu karşılıklı bağımlılık genelde ekonomik gibi özel bazı alamlara ilişkin olmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın düzeyi bu nitelik açısından iki bir ayrımı yapılmaktadır. Birinci ayrıma göre taraflar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi, bir yanı ile, tarafların kendileri dışındaki bazı gelişmelere olan duyarlılığına ve etkileme durumuna işaret etmekte bir yanı ile de, taraflarca kendilerinin dışındaki bazı gelişmelere olan bu duyarlılığın kendilerine yüklediği maliyetin bir göstergesi olmaktadır. İkinci ayrım ise, böyle bir ilişkinin tarafları açısından yapılmaktadır. Bu açıdan iki türlü karşılıklı bağımlılık olgusu mevcuttur. Ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları ve uluslararası sistem arasındaki karşılıklı bağımlılık. Birinci tür karşılıklı bağımlılığın en geleneksel türüdür. İkinci tür ise, kavramın bugünkü anlamını daha iyi yansıtmaktadır. Bu tür bağımlılık siyasi/askeri öğeleri de kapsamakla birlikte ticari/ekonomik alanda ortaya çıkar.
Kısırdöngü: bkz. Görüşmeler
Kıtalararası Balistik Füzeler (intercontinental ballistic missiles)
Nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen isim. Bu işi yapmakta kullanılan en eski araçlar uçaklardır. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından tek veya çok başlıklı füzelerden oluşmaktadır.
Amerika'nın U-2 casus uçaklarını geliştirmesi, 1956 yılının ortalarına rastlar. Bu uçak Sovyetler Birliğinin fotoğraflarını çekmesi üzerine Sovyetler Birliği çalışmalarını daha gizli biçimde yürütmeye çalışmıştır. 26 Ağustos 1957'de ise SSCB ilk ICBM denemesini yaptı ve bundan 6 hafta sonra ise 4 Ekim de ilk Sputnik'i uzaya fırlattı. ABD bunun üzerine kamuoyunda ve kongrede oluşan "füze açığı (missile gap)" heyecanı üzerine hızla ICBM yapımı programına girdi. 1962 yılında ise, karşı tarafı caydırmak için gerekli olanın çok üstünde bir öldürme kapasitesine ulaştı.
Kıta Sahanlığı (continental shelf)
Kara platformu olarak da bilinen, bir kara parçasını ya da kıtayı çevreleyen görece sığ ve eğimli deniz tabanı. Genellikle kıta sahanlıkları kıyıdan 200 m derinliklere kadar uzanır. Texas'taki petrol yataklarının deniz altına uzandığının anlaşılması üzerine 1945 yılında ilk kez ABD tarafından uluslararası hukukta Kıta sahanlığı kavramını kullanmıştır. İlk sözleşme ingiltere ile Venezuela arasında 1942 yılında imzalanmıştır. 1958 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı'nın ilk toplantısında, kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısının dibi ve dipaltı olarak tanımlanan kıta sahanlığının dış sınırının 200 m derinlik ya da işletilebilirlik ölçütüne göre saptanması kararlaştırılmıştır. 1958'de ortaya konan adaların kendi kıta sahanlıklarına sahip olabilecekleri ilkesi bu sözleşmeyle benimsenmiştir. 1970'lerin başından bu yana Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı anlaşmazlığı, deniz sınırları karşı karşıya olan devletlerin durumuna tipik bir örnek oluşturmakta ve bu sorun günümüzde de devam etmektedir.
Kitlesel Karşılık Doktrini (mass retaliation doctrine)
1957 yılından önce NATO'nun Sovyet tehlikesine karşı askeri stratejisi. Bu strateji kısaca, herhangi bir komünist saldırı karşısında ABD'nin Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin önemli endüstri merkezlerine karşılıkta bulunacağını öngörmesiydi. Ancak burada temel nokta karşı tarafın kullandığı silahların türüne bakılmaksızın nükleer silahlarla savunma yapılacak olmasıydı. İki noktaya dayanıyordu: 1)Nükleer silahlarla karşılık verme düşmanı hem sınırlı, hem de kitlesel bir savaştan caydıracaktı. 2)Nükleer silahlar durum gerektirdiğinde kullanılacaktır. Kitlesel karşılık stratejisi dünya barışı ve insanlığın geleceği açısından büyük riskler taşıyorsa da nükleer çağın gerçeklerine uyuyordu ve güvenlikliydi. Ancak zamanla inandırıcılığını ve dolayısıyla caydırıcılığını yitirmesi, Sovyetler Birliği'nin uzun mensilli gönderme araçlarını geliştirmesi gibi nedenlerle bu stratejiden vazgeçilmiştir.
Kollektif Güvenlik (collective security)
Dünyadaki her devletin diğer bir devletin güvenliğini ve bağımsızlığını garanti edeceği bir güç sistemi. Kollektif güvenliğin temel ilkesi katılımın ve zorlanmanın evrenselliğidir. Bu şartlar altında bir saldırgan ulusun, tüm topluluğun birleşmiş muhalefetiyle karşılaşması beklenir. Bu temel varsayım şimdiye kadar MC misakında ve BM sözleşmesinde yer almıştır. NATO, Varşova Paktı gibi bölgesel örgütler kollektif güvenlik sisteminin modelleri olarak kabul edilmemişlerdir. Çünkü bunlar evrensellik ilkesini tam olarak yerine getirmiyorlar. Kollektif güenlik sadece bir teorik güç modelidir. Böyle bir sistem hiç bir zaman etkili bir şekilde işlemedi. Milletler Cemiyeti ile getirilen kollektif güvenlik sistemi, sistemin temel öğelerinden önemli bir bölümünün mevcut statükodan memnun olmamaları sebebiyle işlememiştir.
BM dünya barış ve güvenliğin tehlikeye düştüğünü gördüğü anda silahlı önlem dahil her türlü önlemi alabilecektir. Ancak Konsey'deki 5 daimi üyenin veto hakkının bulunması karar alınmasını zorlaştırmaktadır. Bu tıkanıklığı aşmak amacı ile böyle durumlarda Genel Kurul'a konu ile ilgili karar alma yetkisi tanıyan Barış İçin Birleşme Kararı 1950'de kabul edilmiştir. Herşeye rağmen büyük güçlerin aralarında anlaşmadığı konularda, barış ve güvenliği bu yollar ile sağlama çabalarının başarılı olacağı söylenemez.
Kollektif Liderlik (collective leadership)
Bir tür liderliktir. Parlamentodaki tüm muhaliflerin ve üst düzey yöneticilerin yönetimde beraber söz almalarıdır. Stalin'in ölümünden sonra Stalin'i kötüleme kampanyası doruk noktasına SBKP'nin 20. kongresine ulaştı. En çok eleştirilen nokta Stalin'in ortak vasisiydi ve okunan programda yeni bir otokratın ortaya çıkmasının önlenmesi için kollektif liderlik ilkesine önem verilmesi gerektiğini belirtiyordu. İşte kollektif liderlik Stalin'den sonra iktidar mücadelesine girenlerin bir süre tercih ettiği toplu yönetimdir.
1953'te Rakosi'nin istenenleri yapmadığını gören Sovyet Yöneticileri Macaristan'da Rakosi'nin tek adam yönetimine son vererek kollektif liderlik ilkesini yürürlüğe soktular. Polonya'da Bierut'un 1956'da ölümüyle ülkede tek adam yönetimi sona erdi. Kollektif birleştirme burada da yapıldı.
Kollektivizm (collectivism)
Ekonomi politikası açısından kollektivizm, ülkedeki her tür üretim araç ve olanaklarının şahıslar veya özel şirketler yerine tamamen devletin veya toplumun elinde olması durumudur.
Bu sistemdeki bir toplumda kişisel mülkiyet de çok sınırlı olup önemsiz bir düzeydedir.
Kolonyalizm: bkz. sömürgecilik
Kominform (Cominform)
Resmi adı "Komünist Enformasyon Bürosu" olan 1947'de Sovyetler Birliğinin önderliğinde kurulan ve 1956 yılına kadar etkinlik gösteren uluslararası komünist örgüt. Büro Eylül 1947'de SSCB, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Polonya, Romanya, Yugoslavya, Fransa ve İtalya komünist partilerince Polonya'da kurulmuştur. Kominformun kuruluşuna Yugoslavya komünistleri büyük destek sağladıkları için ilk olarak örgüt merkezi Belgrad olarak belirlenmiştir. Fakat daha sonraları Yugoslavya ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin artması sonucu, Yugoslavya Komünist Partisi Haziran 1948'de örgütten çıkarılmış ve Merkez Bükreş'e taşınmıştır. Kominform devletleri arasında uluslararası dayanışmayı pekiştirmek için propaganda, ağırlıklı bir eri teşkil ediyordu. Marshall Plan ve Truman Doktrin'in uygulanmasını engellemek için kominform tarafından görevlendirilen İtalyan ve Fransız komünist partileri başarılı olamamışlardır. Daha önceki denemelerde olduğu gibi kominform döneminde de sosyalist sistemin kazanımlarını koruma eğilimine ağırlık verilerek, devrimlerin yayılması amacı ikinci plana itilmiştir. Kominform 17 Nisan 1956 tarihinde Yugoslavya ile arasındaki gerginliği yumuşatmayı amaçlayan Sovyetler Birliği tarafından dağıtılmıştır.
Komintern (Comintern)
Üçüncü Enternasyonal'in diğer adıdır. Komintern 1919'da Rus Devrimi'nden sonra Moskova'da kurulmuştur. Hedefi Marksist sosyalizmi ve devrimciliği dünyaya yaymaktı. Başlangıçta Alman ve Rus Komünist Partileri ile diğer ülkelerin aşırı solcu gruplaşmaları, Komintern hareketlerine katılmıştır. Komintern, diğer ülkelerdeki Sosyalist partilerin aşırı unsurlarını kazanıp, bunlara komünist partiler kurdurmak üzere on yıldan fazla bir süre çalışmıştır. Zamanla bütün ülkelerin açık ya da gizli faaliyet halindeki komünist partileri Üçüncü Enternasyonel'e üye olmuştur. Almanya ve Japonya 1936'da Komintern'e karşı Anti Komintern Paktı'nı imzalamıştır ve bu organizasyon Berlin-Roma Mihveriyle yakın ilişkiler kurmuştur. Üçüncü Enternasyonal 1943'te Stalin tarafından dağıtılmıştır. 1947'de Kominform adıyla tekrar teorik olarak kurulmuştur, ancak eski cazibesini kazanmaktan uzak kalmıştır.
Konfederasyon (confederation)
İki ya da daha çok devletin ortak ve sınırlı çıkarları için, iç ve dış egemenliklerini koruyarak bir antlaşmayla oluşturdukları devletler topluluğu. Konfederasyon devletleri arasında işbirliği sağlamak için genellikle üye devletlerin kendi hükümlerinin direktifleriyle sıkı sıkıya bağlı temsilcilerinden kurulu, diplomatik nitelikte bir danışma organı oluşturur. Konfederasyona bağlı ülkeler ilke olarak bağımsızlıklarını koruduklarından, bu devletlerden her biri yabancı devletlerle diplomatik ilişkilerini sürdürürler. Konfederasyonun federasyon ile arasındaki fark konfederasyonun yetkilerinin ortak çıkarlarla sınırlılığı, alınan kararları uygulayabilecek bir organın yokluğu gibi olumsuz özelliklerine karşıt federasyonda siyasi otoritenin merkezi yönetim ile birimler arasında bölüştürülmüş olmasıdır. Bu yüzden konfederasyonlar federal örgütlenmenin çekirdeğini oluştururlar. ABD 1976'da 13 ingiliz kolonisinin bir konfederasyon çatısı altında bir araya gelmesiyle oluşurken, günümüzde 50 eyaletten oluşan federal bir cumhuriyet şeklini almıştır. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi global organizasyonlar, NATO ve Avrupa Birliği gibibölgesel kuruluşlar konfederasyon ilkesine göre oluşturulmuşlardır.
Konferans Diplomasisi (conference diplomacy)
İkiden fazla devlet temsilcisinin toplanarak aralarındaki meseleleri çözümlendirme girişimleridir. Bu anlamda konferans diplomasisinin tarihi pek eski değildir. Konferans diplomasisi olarak adlandırılan bu tür diplomasisinin 1648 tarihli Westphalia Kongresi ile başlamış olduğu kabul ediliyor.
Fakat 17. ve 18. yüzyıllarda toplanan konferanslarda özellikle usul sorunları nedeniyle işlerin yürütülmesinde zorluklarla karşılaşmaktaydı. Konferans diplomasisinde bu yönde önemli adımların atılabilmesi için 1815 tarihli Viyana Kongresini beklemek gerekmişti. Viyana Kongresi gerek sorunların ele alınma ve çözülme biçimi, gerek kongreden sonra çok yanlı diplomasiye dahafazla başvurulması bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Viyana Kongresi'ne katılan devletler, belirli aralıklarla temsilciliklerinin bir araya gelerek Avrupa barışını gerektiren yolları araştırmalarını kararlaştırmışlardır. Büyük devletler diplomasisi olarak ortaya çıkan bu tür diplomasi, iki dünya savaşı arasında önemini korumakla beraber, II. dünya savaşı sonrasında gelişen yeni bazı diplomasi türlerinin gerisinde kalmıştır.
Konsolos (consul)
Ülkeler arasındaki ticari, ekonomik, kültürel, bilimsel ilişkilerin yürütülmesi ve geliştirilmesi ve dış ülkelerde vatandaşlarının haklarını korumak için atanan dışişleri görevlisi. Kural olarak devleti temsil etme yetkileri bulunmayan konsoloslar bulunduğu ülkede devletin gerçek ve tüzel kişiliklerini korumak, işlerliğini kolaylaştırmak, pasaportları uzatmak ya da yenilemek gibi görevlere sahiptirler. Hukuki açıdan diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanma haklarına sahip olmayan konsoloslar diplomatik temsilci konumunu da taşımazlar. Diplomatik dokunulmazlığına sahip olmayan konsoloslar, yine de görevlendirildikleri ülkede normal bir yabancıdan farklı olarak bir takım ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanırlar. Konsolosluk görevlileri önem sırasına göre başkonsolos, konsolos, yardımcısı ve fahri konsolos olarak sıralanırlar. Konsoloslara tanınan ayrıcalık ve bağışıklıkların içeriği konsolosluk sözleşmeleri diye ifade edilen iki ya da çok taraflı antlaşmalarla belirlenir. Türkiye Konsolosluk ilişkileri hakkında 1975 yılında Viyana Sözleşmesi'ne taraf olmuştur.
Konsorsiyum (consortium)
Değişik kuruluşların merkezi bir yönetim etrafında toplanması anlamına gelen terim. Aynı zamanda, çeşitli ülke veya kuruluşların biraraya gelerek, diğer bir ülkeye ekonomik yardım amacı ile oluşturdukları örgütlenme ve mali fona bu ad verilmektedir.
Konsorsiyum kanalı ile yardım alacak ülkenin ekonomik ve mali durumu gözden geçirilir, dış yardım ihtiyaçları belirlenir ve yardım yapanın dış yardım politikaları arasında uyum ve koordinasyon sağlanır. Dolayısıyla bunlar geçici nitelikteki kuruluşlardır. Konsorsiyumların elinde dağıtılacak mali kaynak yoktur. Yardımlar, onu oluşturan ülkeler tarafından iki taraflı olarak verilir. Konsorsiyum toplantılarında yardım konusunda ön hazırlıklar yapılır. O yıl ülkeye ne miktar yardım sağlanacağı ve bu yardımların üyeler arasında ne oranda dağıtılacağı gibi hususlar belirlenir. Bu şekilde yardım alacak ülkenin durumunun ortaklarca görüşülmesi ve karara bağlanması, yardımın etkinliğini artırır. 1950 yılında, Dünya Bankası'nın denetiminde Hindistan'a yardım konsorsiyumu kurulmuştur. 1962'de ise bu kez, OECD'ye bağlı Türkiye'ye yardım konsorsiyum oluşturulmuştur.
Konvansiyonel silahlar (conventional weapons)
Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar dışında, kara, deniz ve hava ordularınca kullanılan her türlü silahlar. Bu tür silahlar nükleer çağda da ülkelerin dış politika aracı olma özelliğini sürdürmüştür. Dünya ülkelerinin çoğu nükleer silahlara sahip değildir ve sahip olanlar da bunları her zaman kullanma olanağına sahip değildir. Bu sebeple bu ülkelerin dış politika aktivitelerinde askeri araçlara başvurmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Kordiplomatik (corps diplomatique-diplomatic corps)
Bir ülkede diplomatik görevle ve statüyle bulunan yabancı devletler diplomatlarının tümüne denir. Kordiplomatik mensupları bazı özel haklardan (ayrıcalık ve bağışıklardan) yararlanır. Örneğin, otomobillerinde (C.D.) harfleri bulunur ve trafik sırasında zorluğa uğradıklarından görevlilerden özel yardım görürler. Bu işaret ayrıca, ülkenin güvenlik makamları bakamından da bazı maksatlar açısından bir tanıma olanağı sağlar. Keza, kordiplomatik mensupları için özel hüviyet kartı verilir ve ülkeden alınırken bu kartı iade ederler.
Kordiplomatik Duayeni (doyen du corps diplomatique)
Dean of the Diplomatic Corps denen şahıs, bir ülkenin başkentinde en uzun süreden beri görev yapmakta bulunan büyükelçidir. Bütün büyükelçilerin bir öncelik sırası vardır ve "preseacence" denilen bu sıra, güven mektuplarını o ülkenin devlet başkanına sunmaları tarihine göre oluşur.
Kordiplomatik duayeni, bulunan ülkenin Dışişleri Bakanlığı nezdinde kordiplomatik mensuplarının genel hak ve çıkarlarını korur, törenlerde en başta yer alır. Duayenin başka ülkelere gitmesi halinde, ondan sonra sıradaki bu görevi devralır.
Kordiplomatik Listesi (list du corps diplomatic)
Diplomatic List denilen bir ülkede görevli bütün diplomatların isim, görev ve adreslerini gösteren liste olup, içinde ayrıca genellikle, misyon şeflerinin (büyükelçi ve diğer temsilcilerin) öncelik sırası listesi ile temsil olunan ülkelerin milli günlerinin listesini de kapsar.
Kordiplomatik listelerini her ülkenin Dışişleri Bakanlığı'nın protokol kısmı yayınlar.
Korsanlık (piracy)
Soygun, gaspetme ya da zarar verme amacıyla açık denizlerde ticaret gemilerine karşı girişilen saldırı eylemi. Denizlerden ayrı olarak uçak kaçırma veya hava korsanlığı ayrı bir tür olarak ele alınır. Daha önceleri savaşan devletlerin de başvurduğu bir yöntem olarak korsanlık, 1856 Paris Kongresi'yle devletler hukukuna göre suç sayılmıştır. Bu yüzden resmi yetkililer bir korsan gemisini zaptedebilir, zorla bir limana yanaşabilir, uyruklarına ya da ikametlerine bakmaksızın korsan gemi mürettebatını yargılayabilir ve suçlu bulunanları cezalandırarak gemiye el koyabilir. Devletler hukukunca suç sayılan korsanlığın temel özellikleri, herhangi bir devletin onay vermemiş olması ve saldırının kişisel amaca yönelik olmasıdır. Bu yönüyle farklı ülkelerin yasalarında ya da özel sözleşmelerde korsanlık olarak tanımlanan yasadışı savaş, ayaklanma, isyan ve köle ticareti gibi fiiller çoğu zaman devletler hukukuna göre korsanlık kapsamına girmez. Günümüzde korsanlık terimi başta uçak olmak üzere otobüs, tren ve kamyon gibi araçları kaçırma, bir hakkı izinsiz kullanarak kazanç ya da çıkar sağlama gibi durumlar için de kullanılmaktadır.
Koruma Altındaki Ülke (protectorate)
Bir devlet veya devletlerce ekonomik, sosyal ve askeri yardım yapılması ve gözetilmesi. Ekonomik yardım, tekniksel yardım, sermaye bağışı, özel yatırımın garanti altına alınması ve ticareti krediler vb. Askeri yardım ise silah ve teçhizat transferi, tavsiye grupları, savunma desteği, askeri temeli kurmak için ödemelerde bulunmak vb. içerir.
Kültür Anlaşmaları (cultural agreements)
Ülkeler arasında yakınlaşmayısağlamakta önemli rol oynayan belgelerdir. Genellikle, kültürel temaslar, burslar, karşılıklı santranç ve bilim adamı ziyaretlerispor temasları, yayınlar ve tercümeler, ortak araştırmalar, ders kitaplarındaki iki ülkeye ait konular, radyo ve televizyon yayınları, diplomaların denkliği ve daha bir çok kültürel konuları kapsarlar. Kültür anlaşmaları, yakınlaşma ve siyasi anlaşmalara öncülük ederler.
Kültürel Diplomasi (cultural diplomacy)
Ülkelerin karşılıklı olarak siyasal etkide bulunabilmek amacı ile uyguladıkları bir diplomasi türü. Bu fikrin temelinde, kültürel açıdan birbirlerine daha yakın olan taraflar arasında siyasal etkileşimin daha kolay olacağı varsayımı yatmaktadır. Bu diplomasi aracını kullanan devletlerin üzerinde durdukları iki temel öğe "dil" ve "eğitim"dir. Bir ülke hedef aldığı ülkede kendi dilini yaygınlaştırdığı ölçüde daha etkili olma şansını elde eder.
Kültür Emperyalizmi (cultural imperialism)
Bir emperyalizm yöntemi. Kültür kalıpları, ekonomik, siyasal ya da toplumsal olsun bir toplumun ana değerlerinin göstergesidir. Kültür emperyalizmi bir ülkenin kendi kültürel değerlerini ve ideolojisini başka bir ülkenin halkına benimsetmesidir. Kitle haberleşme araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması üzerine her devlet kendi kültürel değerlerini başka devletlerin halklarına iletme olanağına kavuşmuştur. Gerçekten de bir ulusun değerlerini ele geçirmek için etkin bir kontrol yöntemi olarak kabul edilebilir. Kültür emperyalizmi diğer emperyalizm yöntemlerinin uygulanması için uygun zemini hazırlar, yani tamamlayıcı bir rol oynar. Başarıya ulaşma şansı en yüksek ve en yumuşak görünen emperyalizm çeşididir. Egemenliğine çok bağlı ülkeler, bu konuda abartılı davranarak, kendi dillerini isimlerini giysilerini değiştirerek Batılı yaşam stilindenkendilerini kurtarabileceklerini ve dolayısıyla bağımlılıklarından kurtulabileceklerini düşünmüşlerdir. Çağımızda bu konuya en büyük örnek olarak Comintern'in bütün ülkelerdeki komünist partilerinin Sovyet dışı politikasını desteklemek yolundaki çalışmalarını verebiliriz. Bugün ABD'nin geniş ölçüde kullandığı yöntemlerden biridir.
Küreselleşme (globalization)
Ekonomik, siyasal ve toplumsal sistemler çatışma halinde olmalarına rağmen farklı küresel topluluklar her zamankinden daha fazla karşılıklı bağımlılığa maruz kalmışlardır. Çünkü tüketicilerin gereksinimleri ve tercihleri dünya çapında küreselleşmiştir. Küreselleşme stratejisinde, uzun dönemli anlaşmalardan çok birleşmeler oluşturma ve bunları teşvik etme esastır. Ayrıca küresel bağlantılar, yurtseverlik, milliyetçilik ya da bireysellikten çok "değer" unsuruna dayanmaktadır.
Lobicilik (lobbying)
Baskı gruplarının amaçlarına varmak için kongrede, pariementoda yaptıkları çalışmalar. Kişilerin ya da özel çıkar gruplarının siyasal karar alma sürecinin etkileme amacına yönelik girişimleri. Lobiciliğin ya da diğer adıyla kanun simsarcılığının olmadığı siyasal sistem yoktur. Çoğunlukla meclis koridorlarında vürütülen kulis çalışmalarına dayanmakla birlikte, bir yemek, ziyafet veya partiler lobicilik için uygun zeminlerdir. Çalışmalar kongre ya da parlamento üyelerinin ikna etmeye çalışmak, haklı bir dava peşinde olduğuna dair gerekli bilgi ve doküman sağlamak, temsilcilerine destek sözü vermek gibi aktivitelerle sürdürülür. Ayrıca baskı grupları, temsilcisi olduğu grubun talepleri doğrultusunda kanun tasarısı taslakları hazırlayarak, bunların temsilciler vasıtasıyla yasalaşmasını sağlarlar. Yine baskı grupları propaganda yolu ile kamuoyunda ve hükümette uygun bir hava oluşturmaya çalışırlar.
Lobicilik yapan kişiler güçlü bir ticari ya da tarımsal kuruluşun veya işçi sendikasının bu işle görevli memurları, ücretle çalışan profesyonel lobiciler, istek ya da sorunlarını iletmeye çalışan sıradan vatandaşlar olabilir.
 
Manda Rejimi (mandate)
I. Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletlerin, eski Osmanlı ve Alman topraklarının bazıları üzerindeki yönetim yetkilerinin, Milletler Cemiyeti'nin belirlediği şartlar altında üye devletlere özel yetkiler ve haklar sağlamak amacıyla kullanılmasına dayanan rejim. Savaştan galip taraf olarak çıkan İtilaf Devletleri Almanya'dan ve Osmanlı Devleti'nden kopan sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kendi kendilerinin yönetecek bir gelişme düzeyinde bulunmadıkları gerekçesiyle bu topraklarda manda rejimi uygulama yoluna gittiler. Buna göre mandater olan devletler Milletler Cemiyeti'yle yapmış oldukları antlaşma şartları çerçevesinde himayesi altındaki devleti bağımsızlığa hazırlamak üzere vesayet görevini yerine getireceklerdi. Milletler Cemiyeti'nin getirdiği manda rejimi A.B. ve C olarak üç tip mandanın kurulmasını öngörmüştür. A tipi manda rejimi Osmanlı Devleti'nden ayrılan bazı topluluklara ilişkindi (Suriye ve Lübnan'ın Fransız mandasına girmesi). B tipi manda rejimi Orta Afrika'daki eski Alman sömürgelerini kapsıyordu (Ruanda-Brundi'nin Belçika'ya verilmesi). C tipi manda rejimi ise Güneybatı Afrika ve bazı Büyük Okyanus adaları için öngörülmüştü. (Güneybatı Afrika ve Nauru'nun İngiltere'ye verilmesi). Manda rejimi uygulayan ülkelerin bağımsızlığının kazanması, mandater devletin bu görevden istifası veya Milletler Cemiyeti'nin verdiği yetkiyi geri alması durumlarında sona erecekti. Günümüzde bu tür bir manda yönetimi bulunmamaktadır.
 
Maslahatgüzar (charge d'affairs)
Statüsü 1961'de imzalanan diplomatik ilişkiler üzerine Viyana Kongresi'nde belirlenen alt düzeyde diplomatik temsilci. Güven mektubunu görev yapacağı ülkenin devlet başkanına değil, genellikle Dışişleri Bakanına sunar. Çoğunlukla büyükelçi olan misyon başkanı bulunmadığı zaman yetkilidir. Fakat iki ülke arasındaki ilişkilerin zayıf olduğu durumlarda misyon başkanı olarak atanabilir.
 
Mekik Diplomasisi (shuttle diplomacy)
Klasik diplomasi protokollerine uyulmadan seri bir biçim de yapılan, uzlaştırıcı görüşmeler yapma esasına dayanan ve genellikle bunalım dönemlerinde başvurulan diplomasi yöntemi. Bu yöntemi en etkinbiçimde kullanan kişi eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger olmuştur. En yoğun biçimde ABD tarafından Ortadoğu sorununa ilişkin olarak kullanılan bu diplomasi tekniği, günümüzde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından özel temsilcileri aracılığıyla da sıkça kullanılmaktadır.
 
Meşru Savunma (self defense)
Uluslararası hukukta herhangi bir devletin kendisine karşı girişilen bir saldırıya karşı kendini savunma hakkı. Meşru savunma devletlerin doğal bir hakkı olarak tanındığından, meşru savunma durumunda devletin kuvvete başvurması yasal kabul edilmiştir. Meşru savunmanın sözkonusu olabilmesi için öncelikle ani, beklenilmez ve katlanılmaz bir durumun oluşması gerekmektedir. Ayrıca meşru savunma amacıyla girişilen eylemler akla yatkın, yani var olan tehlikenin kapsamı ile aynı orantılı olmalıdır. Meşru savunma kavramı BM sistemi içerisinde de ele alınmıştır. BM Antlaşmasının 52. maddesi meşru savunma hakkını çerçeve içerisinde onaylamaktadır.
 
Milis (militia)
Gerektiğinde kısa sürede seferber edilebilen sınırlı, askeri eğitim görmüş yurttaşların oluşturduğu askeri örgütlenme. Kimi zaman düzenli orduya yardımcı olmak üzere, kimi zaman da sivil halkın silahlandırılması ile oluşturulan kuvvetlerin çoğunlukla bölgesel savunma amacıyla kullanılır. Türk Kurtuluş Savaşındaki uygulamalar her iki duruma da örnek teşkil etmektedir. 1776 Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında milisler hem düzenli asker kaynağını, hem de Amerikan kuvvetlerinin anagödesini oluşturmuşlardır. Günümüzde İsveç, İsviçre, İsrail ve birkaç ülkede acil hizmet için oluşturulan silahlı kuvvetlerin ana gövdesini milisler oluşturmaktadır.
 
Militarizm (militarism)
Devlet yönetiminde ve ülke sorunlarının çözümünde orduya ve askeri yöntemlere çok fazla önem verme. Milizarizm uluslararası alanda ise kendini yayılmacı ve saldırgan bir dış politika olarakgösterir.
 
Millileştirme (nationalization)
Bir ülkedeki yabancı doğal kaynak, hizmet ve kuruluşların siyasal, sosyal ya da ekonomik nedenlerle yerli mülkiyete dönüştürülmesidir. Millileştirme ilke olarak bir yasama işlemi ile yapıan ve millileştirilen özel girişimin sahiplerine yasanın öngördüğü belirli bir tazminat ödenir. Millileştirilecek girişimlerin belirlenmesinde bunların sektör düzeyinde (bankacılık, tele-kominikasyon, ulaştırma v.b.) ve büyüklükleri açısından objektif ölçütlere göre belirlenmesi önem taşımaktadır. Millileştirilen yabancı özel ve kamu girişimleri hem milli özel hem de milli kamu girişimleri olarak değerlendirilebilir. Millileştirme uygulaması çoğunlukla sosyalist ülkelerde görülmekle birlikte doğal kaynaklarını korumak ve dışa bağımlılığını azaltmak isteyen İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi kapitalist ülkelerde de bu uygulamaya başvurulmuştur.
 
Milliyetçilik (nationalism)
Kendilerini birleştiren dil, din, kültür bağlarından dolayı ulusal bir topluluk oluşturmaları bilincine varan ve bağımsız bir devlet kurmak isteyen kimselerin oluşturduğu siyasal hareket, en genel adıyla ulusçuluk. Kendi ulusuna bağlılığının uluslararası ilkelere bağlılıktan ya da bireysel çıkarlardan daha önemli olduğunu ileri süren görüş. Siyasal birprogram ya da düşünceler bütünü olmaktan çok, bu tür programları ve düşünceleri temel alan siyasal bir bakış açısıdır. 16. yy'da feodalizmin zayıflamasıyla ortaya çıkmaya başlayan milliyetçilik, merkezi otoritenin güçlendirilmesi yönüyle mutlak monarşiler tarafından destek buldu. Ticaret devrimi, Vestefalya sonrası ulus devletin kurulması ve güçlenmesi milliyetçiliğin gelişim aşamasını oluşturmuş, 1789 Fransız İhtilali ile tüm Avrupa'da bir kasırga gibi esmiştir. Napolyon Savaşları da Milliyetçiliğin Avrupa'da güçlenmesinde iki yoldan etkili olmuştur. İlk olarak Napolyon Savaşlarıyla hemen hemen tüm Avrupa'yla savaşan Fransız orduları Fransız Devriminin temel ilkeleri olan "demokrasi ve milliyetçilik" kavramlarının özellikle çok uluslu imparatorluklara ulaştırılmasında etkin bir rol oynadılar. İkinci olarak, Napolyon'un en büyük hedefi olan kıta Avrupasını kurmak için savaşlarda kullandığı Fransız milliyetçiliğine tepki olarak bazı milliyetçilik akımları doğmuştur. Fransa'da ortaya çıkan 1830 ve 1848 Devrimleri 1789 Fransız Devrimi'nin ilkelerinin sağlamlaştırmış ve milliyetçiliğin 20. yy'ın başlarından itibaren milli özellikler yerine ırkçı doktrinin temel alınmasıyla milliyetçilik saldırgan bir şekle bürünerek İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi ortaya çıkmıştır. Büyük bir güç haline gelen saldırgan milliyetçilik ve özellikle II. Dünya Savaşı öncesinde Hitler Almanyası'ndaki Nazist hareketler zamanında gerekli önlemlerin alınmaması sonucu II. Dünya Davaşı'nın çıkış sebebi olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında çoğu Avrupa devletinde karşılıklı bağımlılığın giderek artması sonucu milliyetçiliğin etkisi azalmaya başlamış, sonraları ise güçlü devletlerin egemenliğine karşı bağımsızlığı ve bağlantısızlığı savunan milliyetçi hareketler ortaya çıkmıştır. Bu sihirli kavramın etkisi dünyada hala bir şekilde devam etmektedir.
 
Misilleme (reprisal)
Bir devletin, bir başka devletin dostça olmayan bir davranışına olumsuz nitelikte bir eylemle karşılık vermesi. Devletler arasında işi savaşa götürmeden sorunların karşılıklı tavırlarla çözümlenmeye çalışıldığı savaş önlemlerindendir. Uluslararası hukuka uygun sayılan misillemede karşı tarafın çıkarlarını zedeleme amacı güdülür. Misillemenin, buna neden olan eylem ya da işlemle aynı ya da benzer nitelikte olması zorunlu değildir. Devletlerarası ilişki ve uygulamalarda bir devlet çoğunlukla kendi vatandaşlarına ağır vize düzenlemeleri getirilmesi, vergi oranlarının aşırı bir şekilde artırılması, vatandaşlarının yurt dışında haksız ve adil olmayan uygulamalara tabi tutulması ve bazı haklardan yoksun bırakılması durumlarında misillemeye başvurur. Misilleme aynı şekilde uygulamayla gösterileceği gibi, bir güç gösterisi, boykot, ambargo ve gümrüklerin durdurulması türlerinde de olabilir. Misillemenin bunun nedeni olan uygulama ya da işlemin sona erdirilmesinden sonra kaldırılması gerekir.
 
Müdahale (intervention)
Devlet ya da devlet grubunun, iç ve dış politikalarını etkilemek kendi çıkarlarına uygun bir hale getirmek için başka bir devletin işlerine karışmak. Bazen müdahale gerekebilir. Bunun için bazı koşullar lazımdır. Uluslararası Hukuk'a göre bunlar;
·           Müdahale eden devletin bu durum için yapılan bir antlaşmanın verdiği hak, imkan varsa,
·           Bir devletin, ortak olarak kararlaştırılmış ve anlaşılmış bir politikayı tek taraflı hareket ederek bozması.
·           Eğer müdahale, o devletin halkının yaşam ve güvenliği için gerekliyse,
·           Eğer devlet Uluslararası Hukuku ihlal ederse.
 
Mülteci: bkz. Sığınmacı
Münhasır Ekonomik Bölge (restricted economic zone)
Kıyıdan başlayarak açık denize doğru en fazla 200 mil kadar uzanan bölgede gerek deniz yatağı altında, gerekse içerisinde kıyı devletine bazıegemenlik hakların tanınmasını içeren uluslararası hukuk kavramı. Kıyı devleti bu bölge üzerinde birçok hak edinir. Münhasır ekonomik bölge ilan eden devlet, bubölgede deniz yatağında ve deniz yatağı altında bulunan canlı ya da cansız doğal kaynakların aranması, işletilmesi, korunması ve yönetimi konusunda haklar elde eder. Ayrıca bu bölgede kıyı devletinin yapay adalar, tesisler ve yapılar kurma ve kullanma, bölgemsel araştırmalar yapma, deniz çevresini koruma ve gözetme gümrük, maliye, sağlık ve göçle ilgili düzenlemeler yapma hakkı vardır. Münhasır Ekonomik Bölge kavramı resmen 1982'de üçüncü Deniz Hukuku Konferansı'nda kabul edilmiştir. Türkiye 5 Aralık 1986'da Bakanlar Kurulu kararıyla Karadeniz'de münhasır ekonomik bölge ilan etmiştir. Bütün devletler açık denizlerde olduğu gibi münhasır ekonomik bölgelerde de ulaştırma ve haberleşme gibi amaçlarla kullanım hakkına sahiptirler.
 
Müzakereler: bkz. Görüşmeler
Nazizm (nasism)
Almanya'da Hitler'in liderliğinde 1933'de iktidarı eline alan National-Sosyalist İşçi Partisi'nin uyguladığı politika ve kurduğu düzenin ismidir. Nazizm geniş ölçüde Hitler'in fikirlerinden ve "kavgam" (Mein Kampf) adlı eserinden esinlenmiş ve devamlı olarak Hitler'in kişiliğinin etkisinde kalmıştır.
Sosyalistlere başlangıçta, Almanca (Sozialisten) olan ismi dolayısıyla kısaca "Sozi" denmekteydi ve ayrıca milliyetçi (Nationalisten) nitelikleri dolayısıyla "Nazi-Sozi" demişse de sonradan parti sadece "nazi" olarak anılmaya başlanmıştır.
Nazi Partisi, devletçi bir düzen kurmuş, politikada aşırı sağ bir görüşle, Alman ırkıın "Ari" ırk olduğunu ve bütün ırklardan üstünlüğünü savunmuştur. Yahudileri baş düşmanı saymış (Antisemitizm) ayrıca komünizme de büyük düşmanlık göstermiştir. (Antikomintern paktı), bütün Almanlar'ın aynı bir devlet haline gelmesi (İrredantizm) için çaba harcamıştır.
Ekonomik alanda da Nazizm, kendine yeterlilik politikası (Autarkie) taraflısı olmuş ve güdümlü, devletçi ekonomiyi benimsemiştir.
Dış politikada yukarıda açıklanan amaçları geliştirmeye koyulmuş, evvela Almanya için ezici ve ağır hükümleri olan Versay Andlaşması'nı değiştirmeye başlamış, ordusunu genişletmiş, Ren bölgesinin askerden arınma hükmünü kaldırmış, diğer ülkelerle eşit haklara sahiplik ilkesini savunmuş, Almanya'nın etrafının çemberleme politikasıyla düşman ülkelerce sarıldığını ileri sürmüş. Almanya'nın bir hayat sahası (Lebensraum) ihtiyacı içinde olduğunu artan nüfus ve gıda problemi için doğuya doğru yayılması gerektiğini savunmuştur ve Orta Avrupa'nın Almanlaşması (Mittel Europa) projesini uygulamaya koymuştur. Ayrıca daha sonra Hitler'in başarısı arttıkça dünyaya yeni bir düzen getirileceğini ve kendisinin bin yıl sürecek bu düzeni kurmakla görevli bulunduğunu savunmaya başlamış.
Nazizm içeride büyük bir disiplin kurmuş ve polis rejimi getirmiştir. Devlet gizli polisi (Gestapo) çok geniş yetkileri olan güçlü bir örgüt olmuş, herşeyi denetimine almıştır. Ancak, Nazizm Almanya'yı İkinci Dünya Savaşı'na sürüklemiş ve bağlup olarak parçalanmasına yol açmıştır.
Birçok Nazi ileri geleni savaş sonrasında Nürnberg Mahkemesinde yargılanarak mahkum olmuştur. Hitler ise savaşın son günlerinde Berlin'deki sığınağında intihar ederek ölmüştür. Yakın arkadaşı Mareşal Göring de mahkemeler sırasında aynı yolu seçmiştir. Diğer bir kısım ileri gelenler ise idam olundular veya çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
 
Nötron Bombası (neutron bomb)
Doğal hidrojen dışındaki bütün atomların çekirdeklerinde yer alan nötronun çekirdekten ayrılması, bölünmesiyle elde edilen nükleer silahlı bomba. Bu bomba bir roket, füze, topu veya uçak aracılığıyla kullanılabilir. Kullanıldığı zaman, etki alanı dar olmasına rağmen, etki alanı içindeki toprağın altında veya zırhlı araçların içine sızarak tehlikeli olabilir. Bu tehlike canlılar için tehlikeli olan yoğun nötron ve gama ışınımı dalgasından dolayıdır. Nötron bombası daha çok bir taktik silahı veya savaş alanı silahı olarak kullanılır. Ayrıca caydırıcı bir niteliğe de sahiptir.
 
Nuncio: bkz. Diplomatik Protokol
Nüfus Değişimi (population exchange)
Halkın belirli bir bölümünü oluşturan kesimlerin karşılıklı olarak iki devlet arasında değiştirilmesi. Mübadil (Mübadeleye dahil olan kişi) olan kişi bu yolla güce zorlandığı gibi göç ettiği ülke devletinin vatandaşlığını da zorunlu olarak kazanır.
Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan mübadele anlaşması bu konuya örnek gösterilebilir.
 
Nükleer Caydırıcılık (nuclear deterrence)
Bir devletin veya devlet grubunun başka bir devletin kendilerinin istemediği veya çıkarlarına aykırı olduğu bir politikayı uygulaması için, ellerindeki nükleer gücü koz olarak kullanması.
Araçlar:
·           Genel askeri kapasite
·           Süper kitle-imha silahları
·           İttifakı bitirme
·           Misillemede bulunma tehdidi
 
Nükleer Kış (nuclear winter)
Nükleer silahlara sahip devletler arasında yapılacak bir savaşta bütün nükleer silahların karşılıklı kullanılmasıyla dünya ve insan üzerinde oluşturacağı etki ve yeni oluşacak olan yaşam ortamı.
Nükleer kışın çevresel etkisi, insan yaşamının devam edip etmeyeceğini soru olarak bırakmaktadır. Nükleer patlamaların bundan başka etkileri ise genel bir radyoaktif serpinti ve dünyanın ozon tabakasının yok olması.
 
Nükleer Silahlar (nuclear weapons)
Yokedici gücüne, bombanın içindeki malzemelerin enerjiye dönüştürülmesiyle sahip olan silah. Bu silahlar, patlayıcı makinalardır. Mesela, bomba, top, torpedo, füze. Güçlü nükleer silahlar geleneksel silahlardan daha etkili ve yıkıcıdır. Nükleer silahlar sık sık atombombası ve hidrojen bombası diye adlandırılır (sınıflandırılır).
İki nükleer bomba II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Birleşik Devletlerce, Japonya'nın Nagasaki ve Hiroşima kentlerine atılmışır.
 
Oldu-Bitti Politikası (politique de faite accomplie)
Diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında, bir devletin müzakere yoluna gitmeksizin kuvvet kullanarak fiili durumlar yaratması ve bunu diğerlerine kabul ettirmeye çalışması veya bir anlaşmaya dayanan danışma yükümlülüğünü yerine getirmeksizin kendi başına hareket ederek, bu anlaşmaya taraf diğer devletlere bir nevi sürpriz olarak benimsetmeye çalışmasıdır.
Oldu-bitti politikası, bazen yarar sağlar ise de bazen de çeşitli anlaşmazlıklar ve bunalımlara yol açabilir. Örneğin 1968'de Rusya'nın Çekoslovakya'da Dubçek'in yönettiği liberalleşme akımı üzerine ülkeyi askeri kuvvet göndererek bir gecede işgal ile denetim ve yönetimaltına alması bir oldu-bitti politikası uygulamasıdır. Bu davranış, Rusya için komünist blokun (Varşova Pakı) birliği açısından bir yarar sağlamamışsa da bir çok diğer ülkelerde kuşkular uyandırmış, blok içinde psikolojik çatmalar ve sürtüşmelere yol açmıştır.
Öte yandan 1973 Altı Ekim Savaşı sırasındaki Ortadoğu bunalımının ABD'nin Avrupa'da NATO'ya tahsisli kuvvetlerini, diğer müttefikleri bildirip danışmaksızın alarma geçmesi, daha sonra da Avrupa Dokuzların (çoğunluğu NATO üyesi Ortak Pazar ülkeler) ABD ve diğer müttefikleriyle danışmanlarda bulunmaksızın Arap ülkeleriyle görüşmelere girişme kararı, bu ittifak içinde tarafsızlık yaratan oldu-bitti eylemi örnekleridir. Bu durum üzerine, NATO ülkeleri Atlantik İşbirliği bildirisinde bu tür davranışlarda bulunmamayı da bir ilke olarak kabullenmişlerdir.
 
Orta Elçilik
Diplomatik derece ve protokol sorunu kapsamlı bir şekilde ilk defa 1815 tarihli Viyana Kongresinde ele alınmıştır. 19 Mart 1815 tarihinde bir tüzük kabul edildi ve diplomatik temsilciler şu sınıflara ayrıldılar: a)büyükelçiler, legatus ve nunciolar b)Hükümdarlar katına atanan orta elçiler, c)Maslahat güzarlar.
Bu tüzüğün kabulünden üç yıl sonra 21 Kasım 1815 tarihinde Aix-la Chapelle Kongresi sırasında imzalanan protokolde olası tartışmaları ve anlaşmazlıkları önlemek üzere diplomasi temsilcileri şöyle sıralandırılmıştır:
a) Büyükelçiler
b) Orta elçiler
c) Maslahatgüzarlar (işgüderler)
d) Yerleşmiş elçiler (muhkim elçiler)
Bu sınıflandırma biçimi 2 Mart-14 Nisan 1961 tarihinde Viyana'da toplanan "Diplomatik İlişki ve Bağışıklıklar Hakkında B.M. Konferansı"nda küçük düzeltmelerle kabul edilmiştir. Sınıflandırma şöyledir:
a) Devlet başkanı katına atanan büyükelçiler ve nuncio denilen papalık temsilcisi,
b) Devlet başkanı katına atanan orta elçiler ve internunciolar,
c) Dışişleri bakanı katına atanan işgüderler.
 
Ortak Üyelik (member associate)
Kimi uluslararası örgütlerde ortak üyelik diye anılan bir statüye rastlanmaktadır. Bu statü, sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş bir kavrama bağlı bulunmayıp, ilgili örgütlere göre değişmektedir. Örneğin, Ortak Üyelik Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) çerçevesinde tam üyeliğe kabul edilmeden önceki hazırlık aşamasında geçici üyelik statüsünü belirtmektedir. Bir başka örnek de 20 Kasım 1992'de Roma'da imzalanan Norveç ve Türkiye'nin Batı Avrupa Birliği ortak üyeliğine ilişkin belge ve ona ekli mutabakat zaptı ile oluşturulan ortak üyelik statüsüdür.
 
Orta Yoğunlukta Çatışma (mid-intensity conflict)
ABD'nin soğuk savaşın bitmesiyle birlikte ortadan kalkan yüksek yoğunlukta çatışma stratejisinin yerine getirdiği savaş stratejisi. Bu strateji süratle yoğun bir ateş gücünü düşmanı en kısa zamanda yok etmeye yönelik olarak kullanmayı öngörmektedir. ABD bu yeni stratejiyi 1991'de Irak'ta uygulamıştır.
 
Otorşi (autarchy)
Bir devletin ihtiyaçlarını kendi iç bünyesinde karşılayan, uluslararası ekonomik ilişkilerini en düşük seviyeye indirmesidir. Temelinde ekonomik bakımdan kendi kendine yeterlilik vardır. Bu sistem uluslararası işbölümüne kapalıdır ve tam bir ekonomik bağımsızlığı hedef alır. Dış dünyadan korku kaynakların askeri amaçlara bağlanması dolayısıyla dış ticaret avantajlarının kaybedilmesi ve ideoloji baskısı otarşi eğilimlerini güçlendirir. Modern çağdaki otarşi denemelerine örnek olarak Rusya'nın 1917'de, Almanya'nın 1934'de uygulamaya başladıkları dış ticaret denemeleri gösterilebilir.
Otonomi: bkz. Özerklik
 
Oyalama Politikası
Diplomatik görüşmelerde parlamento hayatındaki engelleme taktiklerini andıracak şekilde sonucu geciktiren davranışlara dendiği gibi, uluslararası ilişkilerde bir devletin çözmeyi arzulamadığı bir konuyu çeşitli taktikler kullanarak sürüncemede bırakmasıdır. Ayrıca, bazı durumlarda zaman kazanmak ve bu arada gerekli alanlarda tedbirler almak veya hazırlıklar yapmak için başvurulan tutum için de bu deyim kullanılır.
 
Oyun Teorisi (game theory)
Şu iki özel durumda uygulanabilecek bir teorik analizdir: (1)Bir oyuncunun elde ettiği kazancın diğerinin (veya diğerlerinin) kaybını oluşturduğu mutlak çelişki durumu. (2)Çelişki ile işbirliğinin karma durumu şöyle ki, bu durumda oyuncular ortak kazançlarını artırmak için işbirliğine girişebilirler, ancak yine de kazancın dağıtımı konusunda bir çelişki sözkonusudur. Oyun teorisinde ekonomik, sosyal bir çelişki sözkonusudur. Oyun teorisinin ekonomik, sosyal ve siyasal alanda uygulanabileceği pekçok durum bulunabilir. Teoriyi ilk kez orataya atanlar J. Von Nevmann ve O. Mongenstein'dir. Oyun teorisi sonradan uluslararası politikada da kullanılmaya başlandı. II. Dünya Savaşından sonra birkaç büyük devletin uluslararası sistemi belirlediği bir ortamda bu teoriye başvurulabilir. Bu anlanların başında çatışma analizi ve strateji konuları gelmektedir. Bu temelde kurulan oyun modelleri başlıca iki varsayıma dayanmaktadır: a)Sıfır toplamı modeli; bu modelde taraflardan birinin kazancı doğrudan bir diğerinin kaybı anlamına gelmektedir. Soğuk savaş döneminde büyük güçler açısından bu tür bir ilişki var. Böyle bir durumda dahi taraflar kendi açılarından en rasyonel stratejiyi bulmaya çalışırlarsa birisi "en iyisini" seçerek bir denge noktasını yakalayabileceklerdir. B) Sıfır toplamlı olmayan model. Bu model, taraflar yine esas olarak birbirlerine rakip olmakla beraber, her iki tarafın da karlı olabileceği denge durumları sözkonusu olabilmektedir. Oyun teorisinin uluslararası politikaya uyarlanışı konusunda üçüncü çabalar Thomas C. Schelling'in çalışmaları olmuştur.
 
Önleyici Diplomasi (preventive diplomacy)
Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi tarafından "önleyici diplomasi" yoluyla dünyanın her yerinde barış ve güvenlik sağlamak ve Birleşmiş Milletler ile daha çok işbirliği halinde çalışmak amacıyla nükleer silahlarını hemen hemen yarıya indirmek konusunda anlaşan ABD ve Rusya'ya ve başka ülkelere yönelik olarak 31 Ocak 1992'de ortaya atılan bir gündem düsturudur. Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand Güvenlik Konseyi'ne hitap ettiği sırada, artık "Yeni Dünya Düzeni"ni kurmayı hızlandırmak için "önleyici diplomasi" ye ağırlık verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rusya Başkanı Boris Yeltsin, Konsey toplantısının ardından 1 Şubat 1992'de Camp David'de, ABD Başkanı George Bush ile nükleer ve konvansiyonel silahların indirimi, ve Birleşik Devletler Topluluğu (BDT) üyeleri arasındaki barış konularını görüşmüştür.
 
Özerklik (autonomy)
Üniter ya da federal devlet sisteminde, bölgelerin ya da kamu kurumlarının belli sınırlar çerçevesinde siyasal ya da yönetsel anlamda kendi başına karar alabilme ve uygulayabilme serbestliği.
Siyasal anlamda özerklik, bir devlet sınırları içinde belirli bir ülkeye, bölge ya da yöreye içişlerinde serbestlik tanımayı ifade eder. Genellikle çok uluslu devletlerde görülen özerklik uygulamalarının merkezi hükümet yetkililerinin belirli oranda sınırlandırıldığı yönetsel bir düzenleme biçimidir. Özerklik federe bir statü taşımayan ama merkezi hükümeti vesayet denetimine bağlı olarak içişlerinde belirli bir serbestlikten yararlanan bir yönetim biçiminde ortaya çıkabilir. Eski Yugoslavya'da Kosova ve Çin'de Sinkiang (Doğu Türkistan) bu tür bir özerkliğin örnekleri sayılabilir.
 
Özümleme (assimilation)
Bir sosyal ve kültürel grubun başka bir sosyal ve kültürel grubun bir parçası olma, onun içinde erimesi süreci. Özümleme bir ülkeden başka ülkeye gidildiğinde olabileceği gibi aynı ülke içinde bir yerden başka ülkeye gidilmesiyle de olabilir.
Asimilasyona uğramış bir grubun ilkelerine, değerlerine, hukuk kurallarına, kurumlarda, geleneklerde ve gereksinimlerin giderilmesinde kullanılan oranlarda büyük değişiklikler olur. Yani yaşam biçimi değişir. Bazen bunları hepsinin değişmediği bazı eski özelliklerin de sürdürüldüğü olur.
Özümleme bazı durumlarda olmayabilir veya yavaş yavaş olur. Bazı gruplar, azınlık olanların kendi içlerine girmelerini istemezler (yahudiler) veya azınlık olan grup kendi yaşam biçimine sıkı sıkı sarılır ve yeni yaşam biçimine adapte olmaktan sakınabilir.
Gelişme Endüstri devletlerinde genellikle azınlıklar çoğunluğa asimile olurken gelişmekte olan ülkelerde bazen çoğunluk olan grup azınlığa assimile olur.
Parlamenter Diplomasi (parliamentary diplomacy)
Halen var olan uluslararası kurumlarda çoğunluğun uzlaşmasını isteyen, buna önem veren konferans diplomasisi. Aynı politik sistem, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, diğer uluslararası organlar ve ulusal parlamentolarda da uygulanır.
 
Pasif Direnme (passive resistance)
Dışarıdan veya içeriden gelen baskı ve şiddet uygulamalarına aynı şekilde karşılık vermeyerek yeni baskı ve şiddet yoluna sapmalarında yapılan karşı koyma faaliyeti.
 
Pasif Halk (passive population)
Dış politikaya karşı ilgi duymayan bu halk grubu, dış politika kurumlarındaki girişimlerinde, bu konularda basın ve yayın araçları ile duyurulan bilgileri değerlendirmek yeteneğinden yoksundur.
 
Pax-Americana: bkz. Yeni Dünya Düzeni
Perestroyka: bkz. Gorbaçov Diplomasisi
 
Persona Grata
Bir devletin özellikle belirli bir kişiyi yabancı devletin temsilcisi olarak görmek istemesi.
 
Persona Non Grata
Bir devletin özellikle belirli bir kişiyi diğer devletin diplomatik temsilcisi olarak kabul etmemesi.
 
Ping-pong Diplomasisi (ping-pong diplomacy)
Uzun zaman, içeride komünist rejimi pekiştirmekle meşgul olan Çin, batılı ülkelerle ve özellikle ABD le ilişkiler kurmamıştır. Zaten ABD de bu yolda girişimlerde bulunmamış Formoza'daki Çan Kay Şek Çin'ini desteklemiştir. Ancak, zamanla hem Çin'in ve hem de ABD'nin bu görüşleri değişmiştir. İlişkiler kurma eğilimi başlamıştır. Bu yolda ilk adımlar olarak Çin ile ABD arasında ping pong masa tenisi takımarı ziyaretleri ve maçları yapılarak ilk yakınlaşma denemelerine girişilmiş ve bu duruma "ping-pong diplomasisi" adı verilmiştir. Nitekim, kısa bir süre sonra ilişkiler daha da gelişmiş ve ABD Başkanı Nixon Çin'e resmi bir ziyarette bulunmuştur. Bu arada Çin dışa açılma politikasını dinamikleştirmiş, bir çok ülke ile diplomatik ilişki kurmuş, Birleşmiş Milletler'deki yerini almıştır. Türkiye de Çin Halk Cumhuriyetiyle 1971 Ağustos'unda tanıma ve diplomatik ilişkilere girişmiştir.
 
Plebisit (plebiscite)
Herhangi bir bölgede yaşayan insanların bağlanmak istedikleri devleti seçmelerini sağlayan halkoylaması. Plebisit genellikle sınırların çizilmesi veya büyük devletlerin parçalanması sonucu oluşan bölünme zamanlarında gerekli olmuş ve uygulanmıştır. Yapılan plebisit sonucu, bölge halkı diğer devletlere bağlanmak istememişse, bu bölge üzerindeki egemenlik hakkı resmi yollarla seçilen devlete geçer.
 
Prestij Politikası (prestige policy)
Statu quo veya emperyalizmin amaçlarına ulaşmak için kullanılan araç, politika. Devletlerarası prestij, bir devletin diğer devletlerin ya da halklarının gözönünde ve zihnindeki yeridir. Prestij politikasının amacı, diğer devletleri sahip oldukları gücü ile etkilemektir. Araçları ise diplomatik törenler ve askeri güç gösterileridir.
Prestij politikası sonucu ulaşılmak istenen, bir devletin kendi maksatlarına diğer devletin saygı göstermesini ve güttüğü emperyalist ya da statü politikalarına destek sağlamaktır.
 
Prim Politikası (premium policy)
Siyaset alanında prim politikası deyimi, tavizci (ödüncü) bir tutum izleyerek ve bazı çıkar hesaplarına dayanarak bir kısım noktalarda karşı tarafa bazı müsamahalar göstermek, bazı ilkelerinden fedakarlık etmektir.
Ekonomik alanındaki pirim politikası ise daha somut bir niteliktedir ve çeşitleri bulunmaktadır. Örneğin, çalışma alanında uygulanan prim politikası ile fazla iş yapan ve yüksek randıman verenlere ekstradan para ödenir. Dış ticarette ve ihracatta prim politikası ile hükümet dış ülkeye ucuz satılan mallar için ihracatçıya ekstradan bir para öder. Paranın dış değeri açısından prim politikası ise, çeşitli nedenlerle ülke parasının dış değerinin resmi ve gayri resmi -serbest piyasa- (karaborsa) değerleri oluşması ve arada bir fark yaratılmasıdır. Bu durumda, fark lehte ise ülkenin parası prim yapmaktadır, aleyhte ise aksidir ve yabancı para prim yapmaktadır.
 
Propaganda
Bazı siyasal ve toplumsal düşünceleri kabul ettirmek, desteklemesini sağlamak, birey ve grupların düşüncelerini duygularını ve hareketlerini etkilemek için kamuoyunun sistemli bir şekilde izlenmesi.
Amaçları
·           Dost devletlerin desteğini kazanmak veya kuvvetlendirmek
·           Olaylar veya fikirlere karşı tutum oluşturmak veya tutumu değiştirmek
·           Düşmana yolaçan devletlerin program ve politikalarını zayıflatmak, etkisizleştirmek,
·           Düşman diğer grupların programlarını önlemek ve karşılık vermek.
Propaganda etkili olabilmesi için inanılır, basit, ilginç, tutarlı sık sık tekrar edilmesi, bölgesel veya genel gerçeklerle uyumlu olması gerekir.
İki türlü propaganda vardır. Bireysel propaganda ve kitle propagandası. Ayrıca propagandanın kendisine has teknikleri vardır: Mesela, taraftarları hareket halinde ve canlı tutmak için aynı şeyleri tekrarlamak veya tarafların morallerini yüksek tutmak, gevşekliğe düşmemek için güç gösterisinde bulunmak.
Propagandacı özellikle mücadelenin sonucunu belirleyecek olan tarafsızlar, tereddütlü olanlar ve fikri olmayanlar üzerinde çalışır: Araçları ise söz, yazı ve resim ile ilgili bütün araçlardır. Propagandanın etkisi kitle toplumu ve teknolojik gelişmelerle artacaktır.
 
Protokol (protocol)
Başlıcı iki anlamda kullanılır. a)Siyasal hayatta, özellikle de diplomaside tören, konferans vb. durumlarda uygulanması gereken kurallar dizisi, b)İmzalanan bir andlaşmadan sonra bazı konulara açıklık getirmek üzere kaleme alınan ve genellikle de uygulamaya ilişkin konuların ele alındığı metinler
 
Psikolojik Savaş (psychological war)
Düşman askeri birliklerinin ve milletlerin direnme gücünü zayıflatmak, sivil halkla silahlı kuvvetlerin arasını açmak için düşüncelere etki yapmak suretiyle uygulanan askeri destekleme savaşı.
 
"Quid pro quo" Politikası (puid pro quo policy)
Türkçe'de; "Kısasa kısas" denilen şekilde uygulanan bir tutum olup, dünya diplomasisinde bu Latince deyimle anılmaktadır. Bazen, "göze göz, dişe diş" de denilen bu politika ile bir devlet diğerlerine karşı aynen onun kendisine olan davranışlarına uygun bir tutum izleyerek cevap verir. Uygulamada, bu politika, barışta dostluğa dostluk, zorluğa zorluk, işbirliğine işbirliği, propagandaya propaganda ile karşılık verilmesi şeklinde savaşda da misilleme politikası biçiminde gerçekleştirilir.
 
Raison d'etre
Dilimize hikmet-i hükümet ya da devletin varlık nedeni olarak aktarılabilen Latince bir deyim.
 
Res Communis
Herhangi bir devletin egemenliğine bağlı olmayan anlamında bir terim. Kural olarak tek bir birimin edinim konusu yapılamayacak yerler ve şeyleriifade eden bu terim varolan şeyin veya yerin herkese ait olduğunu, ortak kullanıma açık olduğunu ifade eder. Özellikle uzay hukuku konusunda, uzayın res communis (herkese ait olan) mı yoksa res nullius (kimseye ait olmayan) mı olduğu öğretide uzun süre tartışma konusu olmuş ve res nullius olduğu görüşü ağır basmıştır. Bu konudaki bir başka örnek açık denizlerin durumudur.
 
Revizyonizm (revisionism)
Hem iç hem dış hem de uluslararası politika kavramıdır. Revizyonizm'den genellikle hareket, adalet ve değişiklikten yana olan politika anlaşılır. Yani var olan yapıda değişiklik isteyen politika denebilir.
Uluslararası Politika literatüründe hem genel hem de özel anlamda kullanılır. Uluslararası alanda mevcut statükoyu, varolan güç dağılımını değiştirmeye yönelik tutumlar genel olarak revizyonist politikalar olarak adlandırılır. Özel olarak da iki dünya savaşı arası dönemde başta Almanya olmak üzere I. Dünya Savaşı'nın statükosundan hoşnut olmayan İtalya ve Japonya'nın başını çektikleri revizyonist devletler grubunu nitelemekte kullanılır.
 
Risk Kuramı (risk theory)
Herhangi bir faaliyetten yarar sağlayan devletlerin bu faaliyetin doğurduğu tehlikelerden, risk ve zararlarından da sorumlu olacağını öngören kuram.
Sahipsiz Ülke (no man's land)
Sahipsiz ülke kavramı; hiçbir devletin egemenliği altında olmayan bir ülkeyi belirtmektedir. Bu kavram ile asıl kastedilen üzerinde bir topluluğun yaşamadığı ülke olmakla birlikte, Avrupalı devletlerin sömürgeci çıkarlarına ve anlayışlarına bağlı olarak, tarihte Avrupa uygarlığına bağlı olmayan toplulukların yerleştirdiği birçok ülkenin de sahipsiz ülke kavramı içinde değerlendirildiği gözlenmektedir. Bu tür yerli topluluklarının üzerinde yaşadığı ülkelerin "sahipsiz ülke" kabul edilmesinde Avrupalı devletlerin başvurduğu uluslararası hukuk ölçütü sözkonusu ülkeninbir devletin egemenliği altında bulunmaması olmuştur. Ancak U.A.D.'nin Batı Sahara konusundaki 16.10.1975 tarihli danışma görüşünde de kabul ettiği gibi ne kadar ilkel olursa olsunlar insan topluluklarının birçoğu asgari bir siyasal ve toplumsal örgütlenmeye sahip bulunmaktadır. Bu durumda anılan ülkeler üzerindeki yerel toplulukların örgütlenmesinin bir devlet örgütlenmesi düzeyinde olup olmadığının değerlendirilmesi geçmişte Avrupalı devletlerin çıkarlarına dayanan subjektif görüşler çerçevesinde yapıldığından Avrupa tipi bir örgütlenme modeline sahip bulunmayan bir takımbelirli düzeydeki uygarlıklara sahip yerli toplulukların yaşadığı ülkelerin de "sahipsiz ülke" olarak kabul edildiği birçok örneğe rastlanmaktadır. Bununla birlikte, bugün uygulanan uluslararası hukukta geçerli olan görüş siyasal ve toplumsal bir örgüte sahip olan ülkelerin sahipsiz ülke olarak kabul edilemeyeceklerdir.
Salam Politikası (salami policy)
Diplomasi ve milletlerarası ilişkilerde sözü geçen bir politika tarzıdır ve bir konunun sabırla ve metodik bir şekilde ağır ağır işlenerek, parça parça gerçekleştirmelerle sonuca varılmasını amaçlayan bir tutumu belirler. Bu deyim, bütün bir salamı bir kerede yutmak mümkün olmamakla beraber, dilimler halinde yavaş yavaş yemenin daha kolay gerçekleşmesi gerçeğinden esinlenilerek konmuştur. Örneğin, Kıbrıs'ta Makarios Türk toplumuna karşı bu politikayı benimsemiştir ve sürdürmekteydi. Böylece, birden ENOSİS'i gerçekleştirmenin zorluğu karşısında, Türklerin haklarını kısıtlamak, ekonomik olarak çökertmek, onları Adadan kaçırmak, ağır ağır Ada'yı ENOSİS'e doğru götürmekteydi. Zaten, çabuk ve birden ENOSİS isteyen EOKA'cılarla arasında bu yüzden anlaşmazlık çıkmıştı ve onlar tarafından devrilmesi ile başlayan olaylar Türkiye'nin barış harekatına yol açmıştır. Böylece bu durum tamamen değişerek Makarios'un salam politikası da iflas etmiştir.
Saldırı (attack)
Uluslararası ilişkilerde bir devletin herhangi bir kışkırtma olmaksızın bir başka devletin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını çiğnemesi. Bir çatışma sona erdikten sonra cezalandırılacak ya da tazminata mahkum edilecek tarafın belirlenebilmesi açısından Uluslararası Hukuk'ta saldırı terimi, savunma zorunluluğu, uluslararası bir yetki ya da topraklarına girilen ülkenin onayı olmaksızın bir biçimde askeri güç kullanma biçiminde tanımlanmıştır. SSCB'nin Doğu Avrupa'lı müttefikleri ile beraber 1968'de Çekoslovakya'yı işgali buna örnek gösterilebilir.
Savaş (war)
Devlet ya da ulus gibi siyasal birimler arasında genellikle açık ve ilan edilmiş olarak yürütülen ve devletler hukukunca düzenlenmiş kurallar uyarınca yapılan silahlı mücadele. Savaşta amaç rakiplerin birbirlerine iradelerini kabul ettirmeleridir. Bir devletin diğerine karşı girişmiş olduğu tek taraflı zorlamalar diğer devlet tarafından aynı şekilde karşılanmadıkça savaş sayılmaz. Çatışmanın savaş haline alabilmesi için devletler arasında cereyan etmesi gerekmektedir. Bir devletin silahlı kuvvetleri ile silahlı fertler arasındaki çatışmalar, asilere ve deniz haydutlarına karşı girişilen hareketler savaş kabul edilmemektedir.
Savaş devletler hukuku kurallarına uygun olarak gerçekleştirilmek durumundadır. Savaş halinin başlamasından itibaren sonuna kadar savaş devletlerle ilişkilerde savaş hukuku kuralları, savaşan devletlerle tarafsız devletler arasında ise tarafsızlık hukuku kuralları uygulanır.
Savaş hakkı klasik devletler hukukuna göre egemen devletlerin başta gelen haklarından biridir. Ancak önce 1928 Briand-Kellog Paktı, daha sonra 1945 BM. Antlaşması ile savaş hukuken uluslararası suç kabul edilmiştir.
Savaş Durumu (state of war)
Uluslararası hukukta savaşın ilan edilmesinden itibaren başlayan hukuki durum. Ülkeler arasında çarpışmaların başlamasıyla ortaya çıkan bu durumda taraflar arasında diplomatik ilişkiler otomatik olarak kesilir ve devletler arasında daha önceden imzalanmış birçok antlaşma hükümsüz kalır ya da bunların fiilen uygulanma olanağı ortadan kalkar. Uluslararası hukuk kuralları savaş hali durumunda da savaşılan devletin can ve mal güvenliğine saygı gösterilmesini gerektirmektedir. Bununla beraber uygulamada genellikle bu kesimlerin mağdur olmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Savaş Nedeni (casus belli)
Diplomasi dilinde ve uluslararası hukukta devletler arasındaki ilişkilerin kesilmesine ve savaş çıkmasına neden olabilecek her türlü eylem ve işleme verilen ad. Bir devletin başka bir devletin davranışlarını kendisi için tehlikeli bularak casus belli olarak nitelemesi, aykırı biçimlerinin en kesin ve ağırıdır. Örneğin Almanya I. Dünya Savaşı öncesinde Fransa ile Rusya arasında iki ateş arasında kalmamak ve Schlieffen Planını uygulayabilmek için Rusya'nın seferberlik ilanını casus belli kabul etmiştir.
Casus belli oluşturan durumlar bir ittifak antlaşmasında öngörüldüğünde, casus belli'nin bir türü olan "casus foederis"ten söz edilir.
Seferberlik (mobilization)
Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini, ekonomisini, yönetimini topyekün savaşa hazır hale getirme durumu. Savaş hazırlık ve tedbirlerinin tamamı. Seferberlik ilanı genellikle taraflar arasında diplomatik ilişkiden bir sonuç alınmaması veya alınamayacağının anlaşılması ve ilgili taraflardan bir ya da birkaçının amacına ulaşmak için güç kullanmaya niyetli gözüktüğü bir duruma işaret eder. Bununla beraber bir ülke tamamen karşı tarafa baskı uygulamak amacı ile de seferberlik ilan edebilir. Seferberlik durumunun önemine göre kısmi veya genel nitelikte olabilir.
Self Determinasyon (self determination)
Ulusların geleceklerini kendilerinin tayin etmeleri ilkesi. Klasik anlamda ulusların kendi geleceklerini belirlemesi kavramı bir ulus ya da yabancı bir güce bağımlı olmadan ayrı bir devlet halinde örgütlenebilmesi anlaşılmaktadır. Kökü bakımından Fransız İhtilali sırasında 1795 tarihinde yayınlanan insan ve vatandaş hakları demecine dek gitmektedir. Bu tarihten I. Dünya savaşına değin geçen süre içinde bu ülke aynı ulustan olan halkın bağımsız bir devlet kurma hakkını ifade eder. I. Dünya savaşı sonunda ABD başkanı Wilson yayınladığı 14. noktasının sonuncusunda ulusların geleceklerini kendilerinin tayin etmelerinden bahsetmekteydi. Ancak Wilson'un bu ilkesinin tüm ülkelere uygulanması için yaptığı girişimler başarısız olmuştur. Sadece savaştan yenilgi ile çıkan devletlere kısmen uygulanabilmiştir. II. Dünya savaşından sonra özellikle sömürge altındaki ülkelerin bağımsızlık istekleri ile başlayan ulusçuluk hareketleri, ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri ilkesini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bu sorunların en çok tartışıldığı BM organlarında bu ilke modern siyasal dilin en çok kullanılan sözcüklerinden biri olmuştur.
Serbest Bölge (free zone)
Ülke sınırları içinde ancak gümrük sınırları dışında kalan bölge. Serbest bölgenin sınırları kesin olarak belirlenmiştir. Bulunduğu ülkenin dış ticaret, gümrük ve mali düzenlemelerinin kısmen ya da bütünüyle uygulanmadığı bu alanlara mal ve hizmetler gümrüksüz girebilir. Ancak sınırlarda mal ve hizmet giriş-çıkışları sıkı denetime tabidir. Serbest bölgeler faaliyetin niteliğine göre serbest ticaretbölgesi, serbest bankacılık alanı gibi gruplara ayrılır. Serbest bölgeye üye olan her ülke dışarıya karşı kendi gümrük sistemlerini uygularlar. Serbest bölgeye gümrüksüz olarak giren mallar burada bekletilebilir, depolanabilir ve işlenebilir. Bu nedenle serbest bölgelerde önemli sanayi işletmeleri ve yükleme, boşaltma, ambalajlama tesisleri kurulur.
Sessiz Diplomasi (silent diplomacy)
Bir diplomasi türü. Günümüzde devletlerarası ilişkileri kolaylaştırıcı bir zemin hazırlayan en iyi örnek Birleşmiş Milletler Örgütü'dür. Örgüt çerçevesinde sessiz diplomasi odaklarından birisi Genel Sekreterliktir. BM Genel Sekreteri üye devletlere ilişkin çeşitli sorunların çözümü için, bu devletlerin başkentlerini gezerek, onların çeşitli düzeylerdeki yetkilileri ile görüşmeler yaparak "sessizce" yoğun bir diplomatik faaliyet sürdürmektedirler. Sessiz diplomasinin bir başka zemini de "başta BM ve ona bağlı kuruluşların merkezleri olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşların merkezlerinde faaliyet gösteren, sürekli misyonlardır
Bu merkezleri, mali güçleri her ülkede diplomatik temsilcilik açmaya yeterli olmayan küçük ülkelerin birbirleri ile ilişki kurabilmeleri için uygun ortam hazırlamaktadır. Bu merkezler ayrıca, BM içerisinde yer alan çeşitli grupları oluşturan devletlerin kendi içlerinde yaptıkları grup toplantıları açısından da sessiz diplomasi ile bir zemin oluşturmaktadır.
Sığınma (asylum)
Uluslararası hukukta yurttaşı olduğu devletten cezai kovuşturma, mahkumiyet ya da siyasal baskı nedeniyle kaçan kişilere başka bir devletçe tanınan koruma. Her devletin kendi yasalarına ve özel sözleşmelerine göre düzenlediği sığınma hakkı daha çok siyasal nitelikli suçlarda tanınır. Devlet başkanına suikast, savaşta düşmanla işbirliği yapılması, savaş ya da insanlık suçu işlenmesi gibi durumlarda genellikle iltica, yabancı savaş ve ticaret gemilerine başvurarak koruma isteme, diplomatik sığınma olarak anılır. Bu durumda kişiye sığınma hakkı kişinin ayrılmak istediği ülke topraklarında verilir. Elçilik ya da diplomatik temsilciliklerde verilen sığınma hakkı çoğu kez tartışmalara yol açar.
Sığınmacı (refugee)
Vatandaşı bulunduğu ülkede uğradığı baskılar yüzünden ve maydana gelen siyasi olaylar nedeni ile iradesi dışında ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve vatandaşı bulunduğu ülkenin korumasını yitiren başka bir devletin vatandaşlığına geçmemiş yurtsuz göçmen. Daha önceleri nüfus artışının azlığı, ülkelerin sınırlarının kesin kez katı kurallarla çizilememiş olması gibi nedenlerden ötürü bir devletten diğerine seyahat etmek için pasaport ya da vize almak gerekmiyordu. Daha önceleri birçok göç dalgasının görülmesine karşın, mülteci sorunu esas olarak devlet sınırlarının daha sıkı bir korumaya alındığı 19. yy.'ın sonlarında ortaya çıkmıştır. Yüzyıllar boyunca iltica hareketlerinin temelinde yatan başlıca etken dinsel ya da etnik hoşgörüsüzlükler olmuştur. Koydukları kurallara herkesin uymasını isteyen dinsel ve siyasal otoriteler, bunu sağlayamadıklarında genellikle sınırdışı etme yöntemlerine başvurmuşlardır (15. yy'ın sonlarında Yahudiler'in İspanya'dan kovulması). Yakın tarihte daha sık görülmeye başlanan siyasal nedenli iltica hareketleri daha çok modern devletlerde büyük siyasal çalkantıların ve muhalif azınlıklara yönelik baskıların sonucu olarak ortaya çıktı. (1917 Sovyet Devrimi ve İç Savaş sonucu 1,5 milyon komünizm muhalifinin ülkeden göç etmesi). Mültecileri korumaya yönelik çalışmalar 1920'lerde başlamış ve bu alanda Hükümetlerarası Mülteci Komitesi (1938-47), Uluslararası Mülteciler Örgütü (1947-52), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (1950) kurulmuş uluslararası örgütlerdir.
Sınır (border)
Bir devletin ülkesel egemenlik haklarını kullandığı toprak parçasını diğerinden ayıran bir varsayım çizgisi. Burada sözkonusu egemenlik hakları sadece kara parçaları ile ilgili olmayıp içsular, karasuları, kara sahası ve yeraltı gibi alanları da kapsamaktadır. Sınırların saptanmasında başlıca iki yöntem uygulanmaktadır:
1)Varolan bir sınırın belirlenmesi. Bu yönteme "uti possidetis" adı verilmektedir. Varolan sınır iki devlet arasında eski bir sınır olabileceği gibi, bir eyalet veya il sınırı da olabilir. 2)Yeni bir sınırın benimsenmesi. Bu tür bir sınırın oluşturulmasında yapay ve doğal öğelerden yararlanılmaktadır. Yapay sınırlar enlem ve boylamları, doğal sınırları ise dağlar nehirler gibi coğrafi sınırları ifade eder. Ayrıca etnik, dini farklılıklar da devletler arasındaki sınırların oluşumunda rol oynayabilirler.
Sınırların yeryüzü üzerinde uygulanması için "sınır karma komisyonları" kurulur. Bu komisyonların yetkileri kesin değildir. Komisyonlarca alınan kararlar konu ile ilgili devletlere sunulur ve onaylanması beklenir.
Sınırlı Savaş (limited war)
Düşmanın bütünüyle yokedilmesinden veya şartsız tesliminde daha sınırlı bir amaca yönelik olarak yürütülen silahlı mücadele. Bu türden bir savaş sınırlılığının göstergesi, savaşta kullanılan silahların derecesi, katılan taraf sayısının azlığı, kapsadığı alanın darlığı gibi özelliklerdir. Günümüz uluslararası sisteminden sınırlı savaş çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. a)İki süper gücün birbirine karşı stratejik askeri gücünü silahlar kullanmayıp, yalnızca birbirlerinin askeri gücünü hedef alan taktik nükleer silahlarını kullandıkları çatışmalar, b)Büyük güçlerin karışmadığı, küçük devletlerin kendi aralarındaki çatışmalar c)Büyük güçlerden de destek alan küçük devletlerin mücadeleleri, d)Bir süper gücün diğerinin müdahalesi olmadan küçük devlete karşı getirdiği askeri müdahaleler e)B.M. Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulacak bir gücün, alınan bir kararı uygulamak için girişeceği bir silahlı mücadele.
Silahlanma (armament)
Devletlerin bir dış politika aracı olarak başvurabilmeleri için gerekli savaş araç ve gereçlerinin sağlanması. Tarihin çeşitli dönemlerinde yaşayan insan topluluklarında çeşitli düzeylerde silahlanma eğilimleri görülmektedir. Bu eğilimler savunma, yayılmacılık, rekabet ve ekonomik çıkarlara yöneliktir. Devletlerin bu gibi nedenlerden dolayı silahlanması çok eski dönemlerden beri süregelmektedir. XX. yüzyıl ile birlikte konuya ilişkin iki yeni gelişme ortaya çıkmıştır. Birincisi, hava silahlarının gelişmesi, ikincisi de, silahlanma ile ekonomik çıkar ve diğer ekonomik sorunlar arasındaki ilişkilerdir. II. Dünya Savaşı sonrasında nükleer silahların ortaya çıkması silahlanma olayına daha farklı bir görünüm kazandırmıştır.
Silahların Denetimi (weapons control)
Silahların geliştirilmesini, denenmesini, kullanılmasını ve konuşturulmasını denetlemek amacına yönelik uluslararası sınırlamadır. Bu uygulamanın iki işlevi vardır. Birincisi askeri hazırlık durumunun içerdiği risleri küçülterek topyekün savaş olasılığını azaltmaktır. Silahların denetimi, silahsızlanma ya da silahların sınırlamasında olduğu gibi silah üretiminin yasaklanmasını gerektirmez. Yalnızca bu alanda kısıtlayıcı rol oynar. 1960 yılından sonra, genel anlamda silahsızlanmadan çok, silahların denetimine doğru bir eğilim belirginleşmiştir. Bu amaçla ikili ya da çok taraflı birçok antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmalardan en önemlisi "Atmosferde, Dış Uzayda ve Sualtında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma"dır. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşmayı bu kapsamda ele alabiliriz. Silahların denetimi konusunda en önemli gelişme Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri kapsamında imzalanan anlaşmalardır.
Silahsızlanma (disarmament)
Genel barışı sağlamak amacıyla, ülkelerin askeri güç potansiyelini sınırlama ve azaltma çabası Silahsızlanma politikalarının amacı, saldırı ve savunma silahlarının üretiminin ve üretim teknolojisinin geliştirilmesini en aza indirmektedir. Bu aşamada silahların denetimi, silahsızlandırmaya katkıda bulunur. Silahsızlanma konusunda ilk çalışmalar 1899 ve 1907 yıllarında toplanan I. ve II. La Haye Konferansları'nda da gündeme geldi. I. Dünya Savaşı sırasında silah teknolojisindekigelişmelerin etkisi ile Milletler Cemiyeti çerçevesinde silahsızlanma çabaları arttı. Bu çabalar sonucunda çeşitli antlaşmalar yapıldı. Fakat bu çabalar Avrupa ülkelerinin hızla silahlanması yüzünden hiçbir sonucu ulaşamadı.
II. Dünya Savaşı'nın sonunda ilk kez atom bombasının kullanılması ile silahsızlanma girişimleri hemen hemen tümüyle nükleer silahlara ilişkin bir görünüm kazanmıştır. Savaştan sonra nükleer silahların sınırlandırılmasına ve denetimine yönelik Lancaster Silahsızlanma Konferansı (1954) ve Rapocki Planı (1957) Soğuk Savaşın da etkisi ile sonuçsuz kaldı. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında 1960'dan sonra başlayan yumuşama ile silahsızlanma görüşmelerinin yolu açıldı. Anti-balistik füze sistemleri ve stratejik saldırı silahlarının sınırlandırılması yönünde olumlu adımlar atıldı. Orta Menzilli Nükleer Silahları Sınırlandırma Antlaşmasının 1987 Aralık ayında imzalanması ile silahsızlanma konuları daha da arttı. Silahsızlanma konusunda yapılan antlaşmaları iki grupta ele alabiliriz. a)Çok taraflı antlaşmalar; bu antlaşmalar birçok ülke tarafından imzalanan genellikle Birleşmiş Milletler bünyesinde yapılan antlaşmalardır. b)İki taraflı antlaşmalardır; bu antlaşmalar, iki ülke (ABD-SSCB arasında imzalanan antlaşmalar gibi) arasında imzalanan antlaşmalardır.
Similasyon (simulation)
İncelemek istenilen herhangi bir sistemin, operasyonel niteliklere sahip olan bir benzerinin oluşturulması ve benzetme yoluyla modelin incelenerek sisteme ilişkin sonuçlara varılabilmesidir. Günümüzde uçuş simulatörleri bunun en güzel örnekleridir. Bu yolla bir havayolu firması yeni bir uçak modelini kullanıma sokarken, elemanlarının uçağa alışmasını bu simulatörler aracılığı ile sağlamaktadır. Günümüzde simulasyon analizleri çok yaygın olmamakla birlikte, çeşitli sosyal bilim alanlarınd da kullanılmaktadır. Buradaki en önemli sorun, benzetmenin belirli bir ölçüde basitleştirmeyi zorunlu kılmasıdır. Simulasyon analizleri uluslararası politika alanında da, özellikle dış politika konularına ilişkin karar alma süreçlerinin incelenmesinde kullanılmaktadır.
Sistem Analizi (system analysis)
Dar anlamda, rasyonel karar vermede yardımcı olan tekniklerden birisi. Geniş anlamda ise tüm blgi alanları arasında bir ilişki kurmaya çalışan Genel Sistem Teorisi'nden türetilen çeşitli analiz yöntemleri anlamında kullanılmaktadır. Sistem analizi gerek siyaset bilimi, gerekse uluslararası politika alanlarında ilginç çalışma ve uygulamalara konu olmuştur. Sistem analizi yaklaşımını siyaset bilimine uygulayanların öncüsü David Easton'dır. Easton genellikle ulusal düzeydeki siyasal sistemler üzerinde durmuş ve özellikle de istikrarsız sistemlerin nasıl olup da varlıklarını sürdürebildiklerini incelemiştir. Sistem analizi yaklaşımını uluslararası politika alanında uygulamasının öncüsü de Morton Kaplan'dır. Kaplan'a göre bu çabaların amacı, uluslararası olayların evrimi içerisinde yinelenen kalıpları ve üst düzey genellemelerini saptamak, bilimi önceden saptanabilirlik ile sınamaktır. Kaplan'a göre sistemlerin incelenebilmesi demek, değişkenlerin incelenmesi demektir. Uluslararası politika açısından beş tür değişken söz konusudur. a)Uluslararası bilimin genel davaranışlarını betimleyen sistemin temel değişkenleri b)Uluslararası birimlerin yapısal niteliklerine ilişkin değişkenler, c)Sistemin değişimini belirleyen kuralları içeren değişkenler, d)Uluslararası birimlerin yeteneklerine ilişkin değişkenler, e)Uluslararası birimlerin birbirleri hakkında bilgilenme derecelerine ilişkin değişkenlerdir.
Diğer yandan uluslararası sistem kuramı uluslararası politikayı yalnızca uluslararası sistem açısından ele alır. Uluslararası sistem kuramı uluslararası alanın tümünde ya da bir kesimindeki karşılıklı etkileşimler ile ilgilenir. Uluslararası politikayı bu açıdan ele alanlar, kişiliklere ve içsel etkenlere veya ideolojilere fazla ağırlık vermezler, devletin davranışını dış çevreye karşı bir tepki olarak gösterirler.
Sivil Savunma (civil defense)
Ülkenin saldırıya uğraması halinde, özellikle halkın can ve mal kaybını önlemek için alınan önlemler. Bu önlemler, sığınakların temini, gıda ve ilaç stoklarının oluşturulması vb. şeklindedir. Savaşın konvansiyonel silahlarla yapıldığı eski dönemlerde sivil savunma büyük şehirlerde toplanmış olan sivil halkın korunması anlamına geliyordu.Günümüzde ise daha çok nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlara karşı savunma anlamında kullanılır. Bunun dışında, özellikle hava saldırılarına karşı halkın korunması da günümüzün sivil savunma tanımında yeralmaktadır.
Siyasal Rejim (political regime)
Bir toplumda yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkinin biçimine ya da bir ülkede hükümet biçimine verilen ad. Siyasal rejimler değişik ölçütlere göre sınıflandırılırlar: a)Yönetenlerin seçilme biçimi açısından; 1)Yönetenlerin seçimine yönetilenleri karıştırmayan "otoriter rejimler" 2)Yönetenlerin seçimini idare edilenlere bırakın "demokratik rejimler" 3)Yönetenlerin seçimi konusunda yukarıdaki iki sistemden de bazı özellikler taşıyan "karma rejimler" b)Hükümet organlarının türleri açısından; 1)bir kral, diktatör, imparator başkan vb. kişinin tek başına hükümet temsil ettiği "monokratik rejimler" 2)hükümet etmeyi küçük bir grup kişiye bırakın "direktuvar rejim" 3)Hükümet etmeyi kendi içinde seçtiği bir başbakan ve bakanlara bırakan "meclis sistem" c)Görev ve yetkilerin dağılımı açısından; 1)hükümete ilişkin görev ve yetkilerin, yasama, yürütme ve yargı şeklinde belirtilen klasik kuvvetler ayırımı ilkesi çerçevesinde ayrıştırılmasının sözkonusu olduğu "kuvvetler ayırımı rejimi" 2)hükümete ilişkin yasama, yürütme ve yargı yetki ve görevlerinin tek bir merkezde toplandığı "kuvvetler birliği rejimi" a)Toplumda kamu yetkisi ve bunu sınırlandırma derecelerine göre; 1)liberal rejimler 2)yarı liberal rejimler 3)otoriter 4)totaliter.
Siyasal Sistem (political system)
Toplumların ortak amaçlarını belirlemek, oluşturmak ve gerçekleştirmek üzere geliştirdikleri ve aralarında çeşitli düzey ve biçimlerde bağlantılar bulunan bir örgütler bütünü anlamına gelir. Siyasal sistemi diğer toplumsal örgüt kümelerinden ayıran bazı özellikler vardır. Birincisi, siyasal sistem kapsamı açısından diğer toplumsal örgüt kümelerinden çok daha büyüktür. Sosyal hayatın tüm yönlerini kapsar ve dolayısıyla faaliyetleri toplumun tüm kesimlerini etkiler, etkilemesi de beklenir. İkincisi siyasal sistemin kararları emredici, toplumun tüm üyelerini bağlayıcı niteliktedir. Diğer bir deyişle siyasal sistemin ürünü olan kararlar, ilgilendirdikleri kişiler açısından uyulmasında zorunluluk bulunan işlemlerdir. Uymama zor kullanmayı da içeren çeşitli yaptırımlar ile cezalandırılır. Diğer yandan siyasal sistem içerisinde bulunan toplum, diğer toplumların siyasal sistemlerinin oluşturduğu bir uluslararası çevrede yaşar, bu çevreden etkilenir ve bu çevreyi ekonomik ve hukuksal sistemleri aracılığı ile etkiler.
Soruşturma (interrogation)
İç politikadaki anlamından farklı olarak uluslararası ilişkilerde uyuşmazlıkların çözümünde kullanılacak olan yöntemlerden biri. Bu yöntem, uyuşmazlık konusu olayın doğru ve gelişiminin ayrıntılı olarak incelenmesi halinde uyuşmazlığın sona ereceği düşüncesinin ürünüdür. 1907 yılında yapılan sözleşmede bu tür komisyonların uyuşmazlığa taraf olan devletlerin aralarında yapacakları özel bir sözleşme ile kurulacağını, inceleyecek olayların, komisyonun görev ve yetkilerinin de yine bu sözleşmede belirleneceği öngörülmüştür. Bunun yanında, komisyonun görüşmelerinin gizli yürütüleceği, kararların oy çokluuyla alınacağı ve belgelerin tarafların onayıyla açıklanabileceği aynı sözleşmede ifade edilmiştir. Bu yöntem, 1913-1915 yılları arasında ABD tarafında otuz kadar devletle yapılan anlaşmalarla geliştirilmiştir.
Sosyalist blok: bkz. bloklaşma
Soykırım: bkz. jenosid
Sömürgecilik (colonialism)
Bir devletin bir başka ülkeyi işgal ederek yönetmesi ve bu yöntemden ekonomik çıkar sağlaması. Sömürgecilik iki anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamda ilkçağlarda köleci devletlerin çevrelerindeki güçsüz ülkelerin zenginliklerinden ve köle olarak insanlarından yararlanmak için sömürgeleştirmesidir. Bu anlamda Roma imparatorluğu eski dönemlerin en büyük sömürgeci devletiydi. Dar anlamda ise, XV. yy'ın sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa devletlerinin dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeleridir. Batı Avrupa ülkelerinde kapitalizmin başka ülkelere nazaran daha hızlı gelişmesinin temelinde, dünya üzerindeki doğal zenginliklerin, hazır servetlerin ve ucuz emeğin sömürülmesi yoluyla sermaye birikiminin hızlanması yatmaktadır. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da yerel kaynaklara, kültürlere, tarihe, dine, dile ve örgütlenme deneyimlerine zarar verilerek, sömürgeleştirme sistemli olarak uygulanmıştır. XX. yy.'ın sonlarına doğru da sömürgeleştirme hareketi doğal sınırlarına ulaşınca, paylaşım sorunları ortaya çıkmıştır. Her iki dünya savaşı da sömürgeciliğin bir ölçüde gerilemesi sonucunu doğurmakla beraber bu konudaki önemli gelişme, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmıştır. Özellikle 1960'larda hemen hemen tamamlanmıştır. Bununla beraber, bazı yazarlar bu siyasi bağımsızlıkların pek fazla önemli olmadığını, emperyalist ülkelerin "yeni sömürgecilik" yöntemleri ile benzeri sömürü ilişkilerini farklı biçimlerde yeniden oluşturdukları görüşünü savunmaktadırlar.
Statüko Politikası (status quo policy)
Hem iç hem dış hem de uluslararası politika kavramıdır. Statüko politikası ile biçim, düzen ve istikrar isteyen politika anlatılmak istenmektedir. Yani var olan yapıyı korumak isteyen politikadır. Uluslararası politika açısından ise savaşçı devletler arasındaki görüşmelere temel olarak kabul veya teklif edilen ve savaştan önceki var olan durumdur. Eğer bir devlet uluslararası sistemdeki mevcut güç dengesinin sürmesini istiyor ve bu sistemi aynı amaca yönelik çabalar ile destekliyorsa o devlet statükocu bir dış politika izliyor demektir. Statüko politikası emperyalist ve revizyonist politikaların karşıtıdır.
Strateji (strategy)
Bir savaşta siyasi iktidarın belirlediği, amaca ulaşmak için askeri kuvvetleri kullanma sanatı. Modern bir savaşta bir milletin veya milletler birliğinin savunmasında askeri, siyasi, iktisadi ve manevi güçleri birarada kullanmak ve düzenlemek sanatı. Genel (siyasi) strateji, bir devlet veya koalisyon güttüğü siyasete uygun olarak seçtiği hedeflere ulaşmak üzere her çeşit aracın kullanılması ve her alanda tedbir alanmasıdır. Topyekün strateji, Marksist, Leninist nazariyecilere göre sürekli sınıf mücadelesini yönetme bilimidir.
Taktikten farklı olarak strateji birkaç basit ilkeye dayanır. Bunların ilki güç ilkesidir. Savaşı yönetecek kumandan belli bir karar almalı ve bütün harekatın aynı hedefe yönelebilmesi için bu karardan dönmemeyi bilmelidir. Fakat bu kararın gerçekleşebilmesi ancak düşmana zorla kabul ettirilmesine bağlıdır. Dolayısı ile güvenlik ilkesi bütün askeri güçlerin kumandanının iradesini baltalayabilecek düşman kuvvetlerinin her türlü harekatına karşı tetikte bulunmalarını gerektirir. Kuvvet iktisadı ilkesi ise kumandana elindeki birlikleri ölçülü bir şekilde çeşitli hedeflere yönelterek ve ihtiyatta güçlü birlikler bulundurarak ikinci derece önemli sayılan hedeflere asgari kuvvetli, ama hedefe ise azami kuvvetle saldırmayı emreder. Gerçi savaşın alabildiğince geniş cephelere yayılması ve silahların olağanüstü bir şekilde gelişmesi askeri harekatın yönetimini hayli zorlaştırmıştır ama stratejinin yukarıda sayılan ilkeleri bugün de geçerlidir.
Stratejik Nükleer Silahlar (strategic nuclear weapons)
Çok uzun mesafeli düşman topraklarındaki hedefleri vurmak için dizayn edilmiş nükleer silah. Bu silahlar uzun menzil füzeler ve bombalardan oluşur. Aradaki menzil 10.500 kilometreye kadar çıkabilir. Silahların bazı yere konumlandırılmışken bazıları denizaltılarına yerleştirilir.
·           Kıtalararası balistik füzeler
·           Denizaltında atılan balistik füzeler
·           Krüz (cruise) füzeleri
Bazı nükleer silahlar her biri ayrı bir hedefe yönelen patlayıcı başlıklara sahiptir.
Stratejik nükleer silahlar, düşman stratejik nükleer silahlarını tahrip eder, düşman sosyal ve ekonomik organizasyonu sekteye uğratır.
Sürekli Tarafsızlık: bkz. Daimi Tarafsızlık
Sürgünde Hükümet (government in exile)
Uluslararası hukukta özel bir hükümet biçimi ve buna dair tanımadır. Hukuki bakımdan, hükümetlerin, devlet toprakları üzerinde egemen tek otorite olmaları temel kuralken, bazı özel durumlarda (savaş gibi) devlet toprağı üzerindeki otoritesini kaybetmiş hükümetler, diğer devletler tarafından hala ülkelerin legal hükümeti olarak tanınabiliyorlar. Böyle hallerde ülkesini uluslararası kuruluşlarda temsil etme yetkisi de bu "sürgünde hükümet"te oluyor. II. Dünya Savaşı sırasında ülkesi Almanya ve İtalya tarafından işgal edilmiş bazı hükümetler İngiltere'ye sığınmışlar ve sürgünde hükümet sayılarak bunlara kimi hukuksal ve siyasal işlemlerde bulunma imkanı tanınmıştı.
Şartsız Teslim (unconditional surrender)
Savaş sırasında avantajlı tarafın diğerine karşı öne sürdüğü savaşı sona erdirme koşulu. Şartsız teslim sözkonusu olduğunda kaybeden taraf, kazanan tarafın uygun bulunduğu her koşulu ve zorunluluğu yüklenme durumundadır. Böyle bir durumda kazanan taraf diğerinin ülkesini işgal edebileceği gibi, bu ülkede savaş suçlusu olarak gördüğü kişileri cezalandırabilir ve nihayet söz konusu ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik yapısında bazı değişiklikleri gerçekleştirebilir.II. Dünya savaşı sonrasında müttefikler savaşın sona ermesi için Almanya ve yandaşlarının şartsız tesliminde kararlı olduklarını 1943 Casablanca Konferansında D. Roosevelt'in konuşmasıyla dile getirmişlerdir. Sonuçta da Almanya şartsız teslimi kabul etmiştir. Bugünkü Birleşmiş Milletler düzeni içinde bu türden uygulamalar çok mümkün olmamaktadır.
Takımada (archipelago)
Birbirine yakın büyüklü küçüklü birkaç adadan oluşan topluluğa verilen ad.
Taktik Silahlar (tactical weapons)
Günümüzde modern silahlar, genellikle stratejik ve taktik silahlar olarak iki ana grupta toplanmaktadır. Diğer bir sınıflandırma da nükleer silahlar ve konvansiyonel-klasik-silahlar şeklindedir.
Taktik silahlar, savaşın bütünü değil, bir cepheyi, bir harekat alanını ilgilendiren, dar bir bölgede etkili ve küçük bir birlik tarafından kullanılan kısa menzilli silahlardır. Hemen hemen bütün konvansiyonel silahlar aynı zamanda taktik silah türleridir (top, tank, tanksavar silahları, bütün piyade silahları, kısa menzilli füzeler ve benzeri silahlar gibi).
Nükleer silahlardan da taktik önemde olanları bulunmakta ve bunların en son tiplerine "küçük nükleer silah" anlamına gelen "Mininuces" adı verilmektedir. Ayrıca, taktik nükleer silahlardan gücü 1ila 20 kilodan arasında değişmekte olup, yüzeyden-yüzeye (karadan-karaya) küçük ve kısa menzilli füzelerde başlık halinde atılabilen, nükleer mayın halinde bulunabilenler de vardır. Bugün için Avrupa'daki NATO kuvvetlerindeki taktik silah sayısının 7-8000 kadar olduğu uzmanlarca açıklanmaktadır.
Tampon Devlet (buffer state)
Coğrafi konum bakımından güçlü ve birbirine düşman iki devlet arasında bulunan, nisbeten küçük ve güçsüz devlet. Tampon devlet iki fonksiyon görebilir. 1)Bu büyük devletlerin doğrudan doğruya karşı karşıya gelmelerini önleyerek küçük gerginliklerin hemen çatışmaya dönüşmesini önler. 2)Öte yandan güçlü bir devlet çevresinde yer alan nisbeten güçsüz devletlerin topraklarını ülkesinin güvenliği açısından tampon bölgeler olarak görmekte ve kendisine dışarıdan yönelecek genel bir saldırıyı bu tampon ülkelerin topraklarında karşılamayı düşünmektedir. Rusya ve Batı Avrupa ülkeleri tarih boyunca Doğu Avrupa ülkelerini benzer bir gözle görmüşlerdir.
Tarafsızlık (neutrality)
Bir devletin başka iki devlet veya devletler arasındaki savaşın fiilen ve hukuken dışında kalması ve savaşan devletlerin de bunu böyle kabul etmesi. Tarafsızlık doktrini hiç değilse barış zamanında her türlü askeri ittifaka katılmayı reddeden öğretidir. Özellikle batı ve komünist blokları karşı karşıya getiren anlaşmazlıklarda bir hakemlik veya çekimserlik siyasetine sahip olanların görüşü böyle idi.
Tarafsızlık çeşitli şekillerde olabilir. 18 yy.'da alışılmış olan tam veya mutlak tarafsızlık yanında noksan, sınırlı veya gözetici denen tarafsızlık ortaya çıkmıştır. Sınırlı tarafsızlıkta savaşa katılma yok; ama taraflardanbirine yardım vardır. Bir diğer tarafsızlık da silahı olanıdır. Bu ya ticaret gemilerini korumak için refakatine savaş gemisi vermek ya da tarafsızlığa saygı gösterilmesini güven altına almak için kuvvetli bir orduyu silah altında tutmak şeklinde olur. Daimi tarafsızlık ise bir devletin diğer devletlere bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü güven altına alınmasına karşılık-meşru müdafaa durumu hariç-savaş hakkında ve askeri ittifaklara girme hakkında vazgeçmesi demektir.
Tarafsızlık bazı hakları (toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi, ticari ilişkilerde serbestlik) ve buna karşılık bazı yükümlülükleri (dolaylı dolaysız her tür çatışmaya katılmaktan kaçınma, savaş halinde bulunanlara karşı tam anlamıyla eşit davranma vs.) kapsar.
Terörizm (terrorism)
İhtilalci bir mücadele sistemidir. Bu sistemin yarattığı havaya "terör", sistemin tarafları veya uygulayıcısına da "terörist" denir. Terörizm; yasadışı stratejik ve siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için bir grubun veya devletin, hedeflenen kitleyi yıldırıp, korkutarak, planlı ve bilinçli biçimde şiddet kullanması ya da kullanma tehdidinde bulunmasıdır. Terörizmin kuralı yoktur, amaçları korku yoluyla istekleri dayatmaktır. Terörizm bir savaştır ama bu savaşın alanı belli değildir. Genelde teröristlerin seçtiği alanda taraflar karşı karşıya gelir. Eylemleriyle, kitle iletişim araçlarını kullanarak sorunlara dikkat çekmeye çalışırlar ve bunun için de en kanlı yolları seçmeye özen gösterirler.
Tırmanma (escalation)
Savaşan bir tarafın kendince gerekli görerek veya hasım tarafça girişilmiş arttırma hareketine karşılık olarak askeri imkanlarını hesaplı bir biçimde arttırması. Öte yandan tırmanmanın, cepheye daha fazla asker sevkedilmesi, savaşta yer alan ülke sayısının artması, giderek daha büyük alanlara yayılması biçiminde ortaya çıkması da mümkündür. Günümüz stratejistleritırmanma olgusunu askeri çatışmalarda mümkün olduğunca önlenmeye çalışılan bir süreç olarak görürken aynı zamanda bu sürecin topyekün bir savaşın ortaya çıkışını engelleyici bir fonksiyonu bulunduğuna da işaret etmektedir. Alt düzeydeki bir yoğunlukta başlayan mücadelede çeşitli tırmanma aşamalarında uzlaşmaya varılabilir.
Ayrıca tırmanma terimi Atom Çağı'nın strateji terimleri arasında yer alır ve atom silahlarının gücünün önüne geçilmez bir biçimde hızlanmasını belirtmek için kullanılır.
Topyekün Savaş (total war)
Çağımızda savaşın ulaştığı aşama. Eski dönemlerde savaş daha çok sonucu savaş meydanlarında belli, mücadeleye girişen orduların başarı veya başarısızlığı ile belirlenen bir görünüme sahipti. Ancak 20. yy. gelişmeleri durumu değiştirdi. Örneğin hava kuvvetlerinin ordulara katılması cephe gerilerinin vurulabilirliğini arttırdı. Topyekün savaşın bazı özellikleri vardır: a)Ülke halkının tümü savaşa katılır. Yani savaş ile ilgili çabalarda yer alır. b)Karşı tarafın halkı bunaltılmaya böylece savaşa direnme arzusu ve gücü azaltılmaya çalışılır. c)Modern silahların kullanılmasıyla hedeflerin küçük ölçekli tahribi sözkonusu olmaktadır. d)Ülkenin çoğunun mücadele içinde yeralması sonucu savaş global bir nitelik kazanır. e)Düşman tarafın halkını hedef alan yoğun moral ve ideolojik kampanya açılarak mücadele karşı tarafa yönelik bir haçlı seferi biçimine sokulmaktadır. f)Klasik savaş kuralları genellikle taraflarca pek dikkate alınmamaktadır. Günümüzde topyekün savaşın bir anlamı da yerel bir nükleer savaştır. Tarafların kesin bir zafer elde etmek için bütün güç ve kaynaklarını seferber ettikleri büyük savaştır. Tarih boyunca savaşların boyutları siyasal olmaktan çok ekonomik ve toplumsal nitelikte olmuştur. Basit toprak ilhaklarının genelde kiyasıya savaşlara yolaçması bu durumu yansıtır. Tarihte en kanlı çatışmalar ideolojik ayrılıkların yolaçtığı durumlar, iç savaşlar ve din savaşlarında görülmüştür. Büyük köle nüfusları olan Eski Yunan ve Roma'da bile çöküş dönemlerine değin topyekün savaş görülmemiştir. Savaşın belli kurallara uygun yürütüleceğine karşı çıkan Prusyalı askeri strateji uzmanı Carl Van Clausewitz topyekün savaş kavramını bugünkü anlamıyla kullanan ilk yazarlardandır.
20. yy.'daki iki dünya savaşı birçok yönden sınırlı olmakla beraber genelde topyekün veya en azından tarihin entopyekün savaşları sayılır.
Ultimatom (ultimatum)
Bir devletin diğer bir devletten derhal veya belirli bir süre içinde yerinegetirilmesini istediği bazı taleplerde(mesela o devlete verilmiş zararlardan dolayı tazminat ödenmesi, sınırlı ihlal ve tecüvüzlerine son verilmesi, sınırı geçmiş olan birliklerin geri çekilmesi gibi) bulunduğu diplomatik belge. Ayrıca genellikle talep veya taleplerin derhal yahut belirtilen sürede yerine getirilmemesi ültimatomu veren devletin gerekli gördüğü bütün tedbirleri (ilişkilerin kesilmesi, aynıyla karşılık verme, abluka, silah kullanma ve savaş ilanı) almakta kendini serbest sayacağı da belirtilir. La Haye antlaşmasına göre ultimatomun yazılı olarak verilmesi gerekir.
Ulus (nation)
İnsanların biraraya gelerek oluşturdukları en geniş toplumsal örgütlenme biçimi. Genelde aynı topraklar üzerinde yaşama, dil, din ya da benzeri ortak değerlerle birleşme ve yine genelde hukuksal egemenliği olma gibi tarafsız, kişinin kendini gruptan sayması gibi subjektif değerlerin biraraya getirdiği ve bu farkların bir elit tarafından hatırlatıldığı insan topluluğu, ulusu oluşturan çeşitli öğelerin tarihin genel akışı içinde belirginleştiği toplumlar, ancak kendi devletlerini kurma hakkını elde ettikten sonra günümüzdeki anlamda ulus olabilmişlerdir. Özellikle tanımda yer alan ve bir ulusun üyelerinde ortak olması gereken özellikler günümüzdeki birçok ülke açısından (en azından resmi düzeyde) sözkonusu olan ulus-devlet birlikteliğini hemen hemen bütünüyle ortadan kaldırmaktadır. Bu tanıma göre ya bir devlet içinde birçok ulus yeralmakta ya da bir ulus birden çok devlet arasında bölünmüş durumdadır. Bu durum günümüzde soruna daha pragmatik açıdan bakan ve daha çok ulus-devlet birlikteliğini temel alan bazı ulus tanımlarını beraberinde getirmiştir. Günümüzde yaygın kanıya göre ulus, ortak bir geçmişe ve geleceğe ilişkin benzer düşüncelere sahip olan yani bir inanç ve bilinç birliği içinde bulunan insan topluluğudur.
Ulusal Çıkar (national interest)
Yöneticilerin, devletlerin dış politikalarını dayandırdıklarını söyledikleri temel ögelerdir. Marksistlere göre devletin çıkarları veya ulusal çıkarlar aslında toplum içindeki egemen sınıfın çıkarlarından başka birşey değildir. İç politikada olduğu gibi dış politikada da devlet, mevcut düzeni dış tehlikelerden koruyan ve egemen sınıfın dışarıdaki çıkarlarını yürüten başlıca araçtır. Sovyet yetkililere göre barış zamanında dış politikanın başlıca aracı diplomasidir. Dış politikanın egemen sınıfın çıkarlarını yansıtmaya karşın diplomasi ulusal çıkarların resmi biçimdeki ifadesidir. Diplomatik ilişkiler ulusal çıkarlar örtüsüne gizlenmiş olan grup çıkarları ya da toplumsal sınıf çıkarları arasındaki çatışmanın bağdaştırılmasından başka birşey değildir. Ulusal çıkar kavramının tüm ulusun çıkarlarının bir bileşkesi niteliğini taşıdığını kabul eden klasik görüş taraftarları açısından da hangi ögelerin ulusal çıkarı temsil ettiğinin belirlenmesi sorun olmaktadır. Herşeye rağmen bir ulusun tümünü kapsayan ortak bir çıkaröğesinin ülkenin öz varlığının korunması olduğu genellikle kabul edilmektedir. Son yıllarda özellikle de ABD'li bazı yazarlar kavramın uluslararası politikanın biçimsel analizi açısından pek uygun olmadığını, dolayısıyla yerine başka kavram ya da kavramların konulması gerektiğini savunmaktadırlar.
Ulusal Devlet (national state)
Bir devlet biçimi Ortaçağ Avrupası'nın son dönemlerinde giderek çökmeye başlayan feodal sistem karşısında yeni ortaya çıkan burjuvaziyi yanlarına alan krallar merkezi otoritelerini güçlendirmekteydiler. Fransız Devrimi de ulusçuluğun ideolojik ve moral altyapısını güçlendirdi, çok uluslu imparatorluklar için gerçek bir tehdit oldu. 19. yy'ın sonları ve 20. yy başlarında en yoğun dönemini yaşayan ulusal devletlerin ortaya çıkış süreci 20. yy'ın ikinci yarısından itibaren azalmıştır. Bunun nedenleri, potansiyel toplulukların sınırına yaklaşılması iki bloklu sistemin ulusal devletin prestijini zedelemesi, eski sömürge devletlerinin bağımsızlığa kavuşurlarken ulusal devlet niteliklerini taşımamaları olarak sayılabilir. Ulusal devlet günümüzde yaygın bir uluslararası birim, bir devlet biçimi olarak görünmektedir.
Ulusal Güç (national power)
Bir devletin bir diğerini, belirli tutum ve davranışları yapma ya da yapmama açısından zorlamakta kullanılabileceği potansiyel olanaklar toplamı. Coğrafya; ulusal gücü oluşturan en istikrarlı faktördür. Önemi eski dönemlere göre azalmakla beraber günümüzde de geçerlidir. Örneğin, ülkenin bir ada olması, çok dağlık ve içlerine ulaşılması güç bir topograik yapıya sahip olması veya ülkeyi diğer ülkelerden ayıran hiçbir doğal engelin bulunmaması, bir ülkenin ulusal gücünü etkileyen ögelerden birisi de doğal kaynaklardır. Endostriyel kapasite; günümüzde gerekbarış gerekse savaş dönemlerinde ülkelerin ulusal gücünü belirleyen en önemli faktörlerden birisi de endüstriyel kapasitedir. Askeri Hazırlık Derecesi; gücü oluşturan temel öğelerden birisidir. Bir ülkenin askeri hazırlık derecesi, o ülkenin savaş teknolojisi, askeri birliğinin kapasitesi ve de silahlı kuvvetlerinin nicelik ve nitelik açısından mevcut durumu ile ilgilidir. Nüfus; önem derecesi duruma göre değişen bir faktördür. Günümüzde de konvansiyonel silahlar ile sürdürülen savaşlarda, özellikle de kara savaşlarında nüfusun önemi büyüktür. Diplomasinin Niteliği; elde bulunan potansiyonel olanakların değerlendirilmesi konusunda genel politikayı belirleyen faktördür. Bu anlamda diplomasi, ulusal gücü meydana getiren farklı ögeleri, ulusal amaçları yakından ilgilendiren uluslararası konular üzerinde en yüksek etkide bulunabilecek bir şekle getirme sanatıdır. Hükümet ve Yönetimin Niteliği; gerçekte sözü edilen tüm ögeler hükümet tarafından alınan kararlar çerçevesinde bir ülkenin gücünü oluştururlar. Bu nedenle nitelikli bir hükümetin gerçekleşebilmesi için gereken üç görev vardır; a)ulusal gücü yaratan maddi ve insani kaynaklar ile izlenmekte olan dış politika arasında bir dengenin kurulması b)sözkonusu kaynakların kendi aralarında gerçeçi dengenin kurulması, c)izlenecek dış politika konusunda halkın desteğini kazanma. Bazı yazarlar ulusal moral, ulusal karakter gibi saptanması ve karşılaştırılabilmesi son derece güç bazı faktörleri de ulusal gücü oluşturan ögeler arasında ele almaktadır.
Ulusal Hava Sahası (national air space)
Bir devletin ülkesi üstündeki hava sahası. Hava sahası devletlerin egemenliği altında bulunan hava ülkesi ile buna bitişik olarak yer alan iç suların, boğazların üstünde bulunan hava sahasıdır.
Ulusal Karakter (national character)
Devletlerin ve hükümetlerin "kişileştirilmesi" ile uluslararası davranışlarının açıklanabileceğini savunan görüş. Barışta ve savaşta ulus adına eylemde bulunanlar devlet politikası belirleyenler, uygulayanlar, destekleyenler, seçenler ve seçilenler, kamuoyunu biçimlendirenler gibi şeylerin hepsi ulusal karakteri oluşturan entellektüel ve moral niteliklerin izlerini taşırlar. Bunun sonucu da ulusal karakterin ulusal güç üzerinde etkiye sahip olmasıdır. Uluslararası ilişkilerin açıklanmasında ulusal karakterin gözönüne alınması bugün ciddi ve gerçekçi bir yaklaşım olarak kabul edilmemektedir. Rusların kaba kuvvetçiliği ve inatçılığı, Amerikaların buluşçuluğu ve bireyciliği, İngilizlerin doğmatik olmayan sağduyuları, Almanların ve Japonların disiplinci organize toplumsal yapıları ulusal karakter farklılıkları olarak öne sürülmekte ancak uluslararası ilişkilerin açıklanmasında çok yetersiz kalmaktadır.
Ulusal Moral (national moral)
Bir ulusun kendi hükümetlerinin dış politikasını barışta ve savaşta desteklemekte gösterdiği konsantrasyon derecesi. Tüm ülkede ulusal moralin varlığı, yokluğu veya niteliği özellikle ulusların tehlike ile karşılaştığı bunalımlı zamanlarda daha açık biçimde ortaya çıkar. Ulusal moral bir devletin ordusunun, dış işlerini, üretimini yani tüm faaliyetlerini ve dolayısıyla gücünü etkiler.
Ulusçuluk: bkz. Milliyetçilik
Ulus Devlet: bkz. Ulusal Devlet
Uluslararası Boğazlar (international straits)
İki açık denizi birleştiren deniz yolu. Bir boğazın "uluslararası boğaz" olarak kabul edilmesi için uluslararası deniz ulaşımında kullanılıyor olması, genişliği ve coğrafi konumu ve durumu önemli etkenlerdir. Eğer sözkonusu boğazın genişliği karasularının iki katından az ise ve iki açık deniz parçalırını birleştiriyorsa Boğaz suları karasuları rejimine tabidir. Boğazın genişliği, karasularının iki katından fazla ise, karasularının dışında ve boğazın ortasındaki alanda açık deniz rejimi uygulanır.
Uluslararası Denizyatağı (deep seabed)
Ulusal yetki sınırları dışında kalan deniz yatağı ve toprak altı. Deniz yatağı kavramı 1945'ten sonra ortaya çıkmıştır. Denizlerin maksimum düzeyde kullanılması arzusu ve teknolojik gelişmeler sonucu, devletler deniz yatağının ve toprak altının araştırılması ve işletilmesi için çalışmalarda bulunmaya başlamışlardır. Devletlerin karasularının altında kalan bölümün dışındaki deniz yatağı alanında çeşitli uluslararası düzenlemeler öngörülmektedir. Ancak denizde deniz altı ve boru döşeme hakkı da bu çerçevede ele alınmaktadır.
Uluslararası Hava Sahası (international air space)
Hiçbir devletin ulusal hava sahasına girmeyen yani devletlerin karasuları sınırının dışındaki bölgelerin üstündeki hava sahası. Deniz hukuku antlaşmaları açık denizler üzerinde yaralan hava sahasındaki uçuş serbestliği ilkesini kabul etmek suretiyle karasuları dışında kalan hava sahasının ulusal egemenliğe konu olamayacağını benimsemiştir.
Uluslararası İlişkiler (international relations)
Uluslararası ilişkiler, başta devletler olmak üzere, hükümetler ve devlet-dışı kuruluşlar arasında hukuksal, siyasal ve ekonomik ilişkileri analiz eden kapsamlı bir deyimdir. Hatalı olarak uluslararası politika deyimi ile aynı anlamda kullanılır. Uluslararası İlişkiler devletler arasındaki her düzeyde ve her çeşit konudaki ilişkileri kapsamasına karşın, uluslararası politika devletlerin resmi organları aracılığıyla kurduğu ve siyasal konulardaki ilişkileri kapsar.
Uluslararası Kamuoyu: bkz. Dünya Kamuoyu
Uluslararası Kanallar (international channels)
İki açık denizi birbirine bağlamak amacıyla insan eliyle açılan su yolları. Bu su yollarının uluslararası ulaşım bakımından çok önemli olmaları halinde hukuksal statüleri uluslararası anlaşmalarla belirlenmektedir. Eğer ilgili bir anlaşma yoksa uluslararası kanal sınırları içinde bulunduğu denetim hukuk düzenine tabidir.
Uluslararası Nehirler (international rivers)
İki yada daha fazla sayıda devletin ülkesinden geçerek denizlere ulaşan veya bu devletler arasında doğal sınır oluşturan nehirler. Genelde 20 Nisan 1921 Barcelona Sözleşmesi ile belirlenen hukuki statüleri, uzlaşımın kıyı devleti olsun veya olmasın geçiş serbestliğine dayanır. Kıyı devletleri ulaşımı engelleyecek önlemler alamaz ve özel hizmetleri karşılığı dışında hiçbir ücret talep edemezler.
Uluslararası Politika (international politics)
Uluslararası ilişkiler disiplinin bir alt dalıdır. İki veya daha fazla devlet arasındaki siyasi ilişkileri uluslararası sistemin tümü içinde ele alarak inceler. Uluslararası politika, devletlerin resmi organları aracılığıyla giriştikleri ilişkileri kapsar. Uluslararası politikarın tüm devletlerin dış politikalarının toplamı olduğu söylenir. Bu bir bakıma doğrudur, ancak, devletlerin dış politikalarının teker teker incelenmesiyle uluslararası politikanın tümünü çözümleyebilmek imkansızdır. Uluslararası politika alanında her zaman geçerli olabilecek bir "büyük kuram" (grand theory) geliştirilememiştir. Bu alanda yapılan araştırmaların çoğu konuya tek yönlü bakmıştır ve hemen hepsinde süreç yönü ön plana alınmıştır.
Uluslararası Sistem Kuramı: bkz. Sistem Analizi
Uluslarüstücülük (supranationalism)
Uluslaraüstücülük, üye birimlerden merkezi organa doğru bir karar-alma otoritesi transferini içerir. Üyeler uluslarüstü kararı ya kabul etmek ya da sistemden çekilmek zorundadırlar. Kararlar üye hükümetlerin temsilcilerince veya uluslararası düzenlemenin bir birimi olarak işlev gören kurum tarafından alınır.
Uluslarüstücülük, eğer ülkeler egemenliklerinin bir kısmını gönüllü olarak merkezi kuruma devrederlerse mümkündür. Ancak karar alma ayrıcalıklarından vazgeçmemekte ısrarlı olan liderlere sahip bağımsız ve egemen devletlerden ulaşan bir dünyada uluslarüstücülük çok az destek görmüştür. Avrupa Birliği Komisyonu, politikalar üreten, bir yürütme organı işlevi gören ve üye ülkeleri, özel grupları ve bireyleri bağlayıcı kararlar alan uluslarüstü bir kuruluş olarak ender rastlanan örneklerden birisidir. Diğer Birleşmiş Milletler organlarından farklı olarak Güvenlik Konseyi, BM Antlaşması'nda barış ve güvenlik konularında üye ülkeleri bağlayıcı uluslarüstü kararları almakla yetkilendirmiştir. Konsey bu gücünü, sözgelimi 1966'da Rodezya'ya zorlayıcı ekonomik yaptırımlar uygulamak suretiyle göstermiştir.
Uzlaştırma (arbitration)
Devletler arasındaki uyuşmazlıkların barışçı çözüm yollarından birisi. Uzlaştırma siyasal ve diplomatik çözüm yöntemleri arasında en fazla resmileşmiş olandır. Ya bir kişiye ya da bir komisyona verilen uzlaştırma görevi, uyuşmazlıkların hakemlik veya yargı yoluyla çözülmesinden daha esnektir ve çeşitli uyuşmazlıklara uygulanabilme yeteneği daha fazladır. Uzlaştırıcıların verdikleri kararlar, hakemlik ve yargı yollarından farklı olarak uyulması zorunlu, bağlayıcı kararlar değildirler. Uzlaştırıcının amacı, farklı görüşlerin bağdaştırılması yoluyla uyuşmazlığın çözümünü sağlamaktır, yoksa hukuksal hakların gerçekleştirilmesi değildir. Uzlaştırıcının teklifleri tarafları tatmin etmedikçe ve taraflar bu teklifleri kabul etmedikçe uyuşmazlık çözüme bağlanamaz.
Üçüncü Dünya (third world)
Az gelişmiş ülkeler kategorisinde bulunan Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri için kullanılan bir deyimdir. II. Dünya savaşı sonrasında, özellikle soğuk savaş döneminde dünya, sosyalist sistemi benimsemiş Doğu Bloku ve kapitalist sistemi benimsemiş Batı Bloku arasında ikiye bölünmüştü. Üçüncü Dünya Deyimi bu iki kutupluluğu ortaya çıkardığı bir olguyu belirtmiş ve tam anlamıyla bu iki kutuptan birisinde yer almayan devletleri nitelemek için kullanmıştır. Bu deyim, dış politika stratejilerini "bağlantısızlık" yönünde seçen ülkeler için de kullanılır. Ancak dahaçok Varşova Paktı ya da NATO üyesi olmayan az gelişmiş Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerini belirtir. Bu ülkelerin ortak noktaları çoğunun bir sömürge geçirmiş olmaları bağımsızlıklarını bir mücadele sonucu kazanmalarıdır. Bu ülkeler dünya barışı için bloklar arasında bir denge unsuru olduklarını düşünmekteydiler.
Ülke Kazanma
Devletlerin bir ülke parçasının sahibi olmaları iki durumda ortaya çıkmaktadır. i)Bir yeni devlet doğduğu zaman, ii)Varolan bir devlet ülkesine yeni bir ülke parçası kattığı zaman.
1) Devletin doğuşu ile bir ülkeye sahip olması
Bu yeni devletler, sömürgelikten kurtulan eski sömürge devletleri olup onların belirli bir ülkeye sahip olmalarının hukuksal dayanağı, self-determinasyon ilkesi olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık, bugün de gerek eskiden günümüze kadar varlıklarını sürdüren eski devletlerin gerekse varolan bir devletten ayrılma yoluyla bağımsızlığını kazanan yeni devletlerin sahip oldukları ülkelerin hukuksal dayanağı konusunda bir görüş birliği yoktur.
2) Varolan bir devletin ülke kazanması
Devletlerin ülke kazanması olayını iki değişik duruma göre değerlendirme olanağı vardır. i)Bir sahipsiz ülkenin bir devlet ülkesine katılması. ii)Bir devlet ülkesinden başka bir devletin ülkesine aktarılması. Bu konuda başvurulan başlıca yollar, tarafların maddelerini bildirme biçimlerine göre sınıflandırırsak uygulamada 3 değişik yönteme rastlanmaktadır. a)Andlaşma yoluyla ülke kazanılması, b)Tek-taraflı işlemler aracılığıyla ülke kazanılması, c)Uluslararası yargı, hakemlik ya da örgüt organı kararı ile ülke kazanılması,
a) Andlaşma yoluyla ülke kazanılması:
Devir, bir devletin ülkesinin bir bölümünün üzerindeki haklarından bir başka devlet lehine andlaşma aracılığıyla vazgeçmesi olayına verilen addır. Devir işleminin tam olarak gerçekleşmesi 2 öğenin bir araya gelmesini gerektirmektedir. i)Bir devir andlaşmasının yapılması, ii)İlgili ülkenin fiilen öteki devletin egemenliğine girmesi. Devir işlemi herhangi bir koşula ya da karşılığa bağlı olmayacağı gibi, bağış koşullu ya da bir karşılıksız elde etme sonucunda da olabilir.
b) Tek-taraflı işlemler aracılığıyla ülke kazanılması
Bir devletin tek-taraflı bir işlem ile başka bir devletin bir ülke parçasına sahip olması olayına, tarih içinde, iki durumda rastlanmaktadır. i)Fetih, ii)Kazandırıcı zamanaşımı. 20. yy.'da fetih yoluyla ülke kazanılması hakkının giderek reddedildiği gözlenmektedir. Kazandırcı zamanaşımı ise iç hukuktan uluslararası hukuka aktarılan bir kavram olup, başlangıçta bu hakka dayanmamakla birlikte bir ülke parçası üzerinde sürekli etkin bir biçimde egemenlik haklarını kullanan devletin belirli bir süre sonucunda ülkeye sahip olmasını hukuksal açıdan kabul etmektedir. Kazandırıcı zamanaşımı için 2 öğenin oluşması şarttır. 1)Bir ülkenin fiili işgal altında tutulması, 2)Belirli bir sürenin geçmesi.
Xenophobia: bkz. Yabancı Düşmanlığı
Yabancı (foreigner)
Bir devletin ülkesinde bulunan ve o devletin vatandaşı olmayan kişilerdir. Kişinin bulunduğu ülke ile bu kişiler arasındaki ilişkiler yabancı hukuku çerçevesinde düzenlenmektedir. Bir devlet yabancıların ülkesine girip girmemesi konusunda karar vermeye tek yetkilidir. Böylece eğer iki devlet arasında aksini öngören herhangi bir andlaşma yoksa, olağan olarak, bir devletin yurttaşları öteki devlet ülkesine girme konusunda ülke devletinin iznini almak zorundadır. Uygulamada devletlerin bu izni vize (visa) işlemi ile verme yoluna gittikleri görülmektedir. Ancak ülkelerine girişi serbest tutulan ve dolayısıyla vize gerekmeyen devletler de bulunmaktadır. Bu durumda, bu devletler çeşitli nedenlerle yasaklılar listesine aldığı yabancıların ülkesine girmesine izin vermemekle yetinmektedir. Yabancıların bir devlet ülkesine girmesinden sonra burada kalabilme koşulları da ülke devletince saptanmaktadır. Bu konuda da ülke devleti ile yabancıların devleti arasında bir andlaşma yoksa ülke devletinin ülkesel yasaları yabancılar için de geçerli olacaktır. Bir devletin ülkesine girmek isteyen ya da giren bir yabancıyı sınır dışı etmesi (expulsion) onun yetkileri arasındadır. Bunun yanında, eğer bir devlet başka bir devlet ile yaptığı herhangi bir andlaşmayla o devlet ülkesinde suç işleyen kişileri geri vermeyi kabul etmemişse, suçluları geri verme (extradition) konusunda da değerlendirmeyi kendisi yapma yetkisine sahiptir.
Yabancı Düşmanlığı (xenophobia)
Bir ülkede yaşayan yabancılara karşı, o ülkenin gerek resmi gerekse sivil odakları tarafından, özellikle ekonomik nedenlerden dolayı bağnazca takınılan karşıt tutum. Son yıllarda, artan gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk yabancı düşmanlığının tırmanmasına neden olmuştur. Örneğin Almanya'da Türkler'e, Fransa'da Kuzey Afrikalılar'a karşı girişilen olayların sayısı giderek artmaktadır.
Yakın Çevre (near abroad)
"Near Abroad" olarak adlandırılan "yakın bölge doktrini" ilk defa Rusya Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev tarafından, Aralık 1992'de AGİT'te yaptığı bir konuşmasında ortaya atıldı: "Artık AGİT bizim içişlerimize karışamaz, bundan böyle bildiğimiz yaparız, nükleer silah kullanırız. Bizim sınırımız dışında yaşayan 25 milyon etnik Rus'un hakkını korumaya kararlıyız. Bunlara dokunana müdahale ederiz".
Yakın bölge kavramının daha çok devletin jeopolitiği ile ilgili olan birçok devlet tarafından kullanıldığını görüyoruz. Örneğin ABD'nin Karayipler denizi, Fransa'nın Kuzey Afrika üzerinde bu doktrini kullandığını görüyoruz.
Yalnızcılık (isolationism)
Devletler tarafından izlenen bir dış politika stratejisidir. Bu stratejiyi izleyen bir devlet, kendi dışındaki dünya ile ilgili sorunlara mümkün olan en düşük oranda katılmaya, diğer ülkeler ve çeşitli uluslararası kuruluşlar ile en düşük düzeyde diplomatik ilişki kurmaya çalışır. Yalnızcılık politikasını izleyecek bir devletin ihtiyaçlarını karşılama bakımından kendi kendine yeterli olması gerekir. Bir ülkenin coğrafi ve topografi özellikleri de, bu türden bir stratejinin izlenebilmesini etkileyebilmektedir. Sözgelimi bir ülkenin ada olması böyle bir stratejinin izlenmesini kolaylaştırırken, ülkenin birçok başka ülkelerin çıkarlarının çatıştığı stratejik bir bölgede yer alması böyle bir politikanın izlenmesini güçleştirmektedir. Bunun yanında da içinde bulunulan uluslararası konjonktürün de, devletlerin bu türden bir strateji izleyebilmesini etkilemektedir. Sözgelimi, bir güç dengesi sisteminde bu türden bir stratejinin izlenmesi kolayken, iki kutuplu bir sistemde dahazordur. Günümüzde devletlerin karşılıklı bağımlılık ilişkileri bu türden bir stratejinin izlenmesini genel anlamda güçleştirmektedir.
Yaşam Alanı (Lebensraum)
Alman Nasyonal Sosyalist Partisi lideri Adolf Hitler'in 1933'te iktidara gelmesiyle uygulamaya başladığı dış politikasının 3. ve son aşamasıdır. Bu "yaşam alanı" kavramı Hitler'in çoğunlukla Alman jeopolitikçilerinin görüşlerinden geliştirdiği yayılmacı tezlerden biridir. Buna göre; üstün bir ırk olan Almanlar sıkışıp kaldıkları bu dar topraklardan, diğer aşağılık ırkların ellerinde bulunan alanlara doğru genişlemeliydi. Dış politikasının diğer aşamaları olan Versailles kısıtlamalarından kurtulma ve bir ulus, bir devlet(ein Volk ein Recih) ilkesi sınırlı ve somut politikalar olduğu halde, yaşam alanı sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği belli değildir. Bu yüzden Hitler ilk iki aşamayı gerçekleştirirken büyük tepkiler almamış, ancak Çekoslovakya'nın tümünü işgal etmesiyle üçüncü aşamanın başladığını farkeden devletlerin etkin tedbirler almaya başlaması sonucunda II. Dünya Savaşı başlamıştır.
Yatıştırma Politikası (appeasement policy)
Saldırı tehdidi karşısında saldırgan devlete karşı uygulanan politika. Bu türden bir politika, soruna barışçı bir çözüm getirebileceği gibi, saldırgan devletin egemenliğinin artmasına da yolaçabilir. Örneğin, Versay sisteminin çöküşünden sonra, İngiltere'nin Nazi Almanya'sına karşı uyguladığı "yatıştırma politikası" sonucu, İngiliz-Alman anlaşması.
Yeni Dünya Düzeni (new world order)
Uluslararası işbirliğini ve barışı yaratma ideali olarak tanımlanabilecek deyim, ilk kez ABD Başkanı George Bush tarafından Ağustos 1990'da, düzenlediği bir basın toplantısında söylenmiştir. Bush, bundan bir ay kadar sonra, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nu kimyasal ve biyoljik silahlar konusundaçalışmaya yönelttiği sırada bu deyimi tekrar etmiştir. Bush, Yeni Dünya Düzeni'nde herhalde ABD'nin etki alanı içinde gelişecek düzenden yeni pax-Americana'dan sözediyordu.
Pekçok sosyal bilimci, Yeni Dünya Düzeni'nden bahsedilirken kullanılan "Liberal Demokrasi", "Evrensel Barış" ve "İnsan Haklarına Saygı" kavramlarının Güney için fazla bir anlam taşımadığını, bunların daha çok Kuzey için geçerli olacağını iddia etmiştir.
Yeni Sömürgecilik (new-colonialism)
19. yüzyılda ortaya çıkmış olan emperyalizm sonucu oluşan sömürgeciliğin yeni bir hali. Bu bir devletin, bağımsızlığına rağmen, dolaylı yöntemlerle sömürülmesidir. Yeni sömürgeciliğe göre kapitalizm, dünyayı az geliştiren bir olgudur. Ulusal burjuvaziler yabancı sermaye tarafından emilmekte ve bunun olması sanayileşme sürecinin fiilen sınırlandırılmasına neden olmaktadır. Bazı yazarlara göre yeni sömürgecilik, resmi sömürgecilik uzantısıdır. Bazılarına göre ise, yeni sömürgecilik, azgelişmiş ülkelerde sanayileşme yönünde ilerlemeyi denetlemek ve sınırlamak amacı ile tekelci sermayenin uyguladığı yöntemleri içermektedir. Bir başka görüş ise sömürgeciliğin bu yeni halini savaştan sonra gelişmiş ülkelerden gelen yabancı sermayenin doğrudan müdahaleler yolu ile çıkarlarının denetlemesi ve böylece Batı sermayesinin ilk önce bunalımdan daha sonra da savaştan kurtulup kendine gelerek, dünya çapında egemenliğini yeniden kurması olarak görmektedir.
Yıldız Savaşları (star wars)
Nükleer silahlara karşı savunma projelerinden biri. Bu tür bir proje ilk defa 1980'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri tarafından ortaya atılmıştır. Bu Sovyetler'in ICBM (Inter-Continental Ballistic Missiles)lerini uçuşları esnasında tahrip etmeye yönelik bir sistemdir. Bu projenin temelinde, uzaya ve yeryüzüne yerleştirilmiş laser istasyonlarının yok edici ışınlarını, hareketli düşman hedeflerine yöneltmek yaratmaktadır. Bu projenin kapsamına karşı taraftan gelecek saldırıları ortaya çıkarmak için yerleştirilen alıcılarda tehdit algılayıcı sistemlerin kullanılması da girmektedir. Kısacası bu tür bir sistem, caydırıcılığın yöntemlerinden birisidir.
Yılgı Dengesi: bkz. Dehşet Dengesi
Yumuşama (detente)
Bloklar arasında karşılıklı "söz düellosu" ile savaş tehlikesinin azalması ve komünist ile komünist olmayan devletler arasında siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik anlaşmaların sayılarındaki artışa verilen ad. Bazı yazarlar, yumuşamayı "farklı ekonomik ve toplumsal sistemlere sahip ülkeler ya da ülke grupları arasında, son aşamada yeterli siyasal güvencelere başlanmış, uzun süreli ve kapsamlı bir Doğu-Batı işbirliğine varacak gerginliğin aşamalı ve bilinçli bir biçimde azaltılmasını öngören bir politika" diye yorumlamaktadırlar.
Yumuşama, Doğu-Batı ilişkilerinde çatışma ve gerginliğin azaldığı bir tarihsel dönem anlamında da kullanılabilir. Yumuşama bir "süreç" olarak düşünüldüğünde, yakınlaşma, anlaşma ve işbirliği aşamalarından oluşan bir ilişki türüdür. Bunun sonucu olarak da yumuşama uluslararası ilişkilerde bir amaç durumuna dönüşmektedir.
Daha somut olarak ele alırsak, yumuşama 1960'lı yıllarda başlayan bir süreçtir. Çin Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Romanya Sovyetler Birliği'ne başkaldırmaya başlamışlardır, diğer taraftan da Fransa NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) içerisinde ABD'ye karşı geliyordu. Asıl amaç BAB'ı (Batı Avrupa Birliği) harekete geçirip, Avrupa Topluluğunu alternatif bir güç odağı haline getirmektir. 1957 yılından sonra belirli bir süreç içinde ortaya "Yılgı dengesinin" (balance of terror) çıkması yumuşamanın nedenleri arasında sayılabilir.
1962 Küba Bunalımı sırasında olası bir nükleer savaşın eşiğine gelinmesi, tarafların yakınlaşmaya gitmelerine neden olmuştur. Yumuşamanın ortaya çıkışını bir dizi çok taraflı ve iki taraflı anlaşma sağlamış sayılabilir:
a)Antarktik bölgesini, nükleer silahların denenmesini de içine alacak biçimde silahtan arındıran 1 Aralık 1959 tarihli çok-taraflı "Antarktik Antlaşması"
b)Bir bunalım anında özellikle yanlış anlamaların riskini önlemek ve en yüksek düzeyde doğrudan iletişim kurmak amacıyla, ABD ve Sovyetler Birliği arasında, telefon bağı kuran ve 20 Haziran 1963 tarihinde imzalanan iki taraflı "Kırmızı Telefon Antlaşması".
c)Atmosferde, Uzayda ve Sualtında Nükleer Denemeleri Yasaklayan 5 Ağustos 1963 tarihli çok-taraflı Nükleer Denemeleri Sınırlama Antlaşması,
ç)Uzayda, ayda ve öteki gezegenlerde nükleer ve kitlesel yıkım silahlarını kullanmayı ve depolamayı yasaklayan, 27 Ocak 1967 tarihli çok taraflı "Dış Uzay Antlaşması" (Outer-Space Treaty).
d)Nükleer silah yapımı teknolojisinin transferini yasaklayan, 1 Temmuz 1968 tarihli bir çok taraflı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (Non-Proliferation Treaty).
e)Deniz dibinde, okyanus yatağında ve yeraltında nükleer ve öteki kitlesel yıkım silahlarının yerleştirilmesini yasaklayan 11 Şubat 1971 tarihli çok taraflı "Deniz Dibi Antlaşması",
f)30 Eylül 1971 tarihinde imzalanan ve iki ülke arasında yanlışlıkla bir nükleer savaş çıkmasını önleyecek tedbirleri saptayan iki taraflı "Kaza Önleme Antlaşması",
g)Kimyasal ve bakteriyolojik silahların geliştirilmesini, üretimini ve saklanmasını yasaklayan ve var olan stokların dokuz ay içinde yokedilmesini öngören, 10 Nisan 1972 tarihli çok taraflı "Biyolojik Silahlar Sözleşmesi".
h)25 Mayıs 1972 tarihinde imzalanan, açık denizlerde askeri uçuş ve seyrüsefer güvenliğini sağlayacak tedbirleri saptayan iki taraflı anlaşma,
i)26 Mayıs 1972 tarihli füze karşıtı füzeleri (Anti-Ballistic Missiles-ABM) sınırlandıran iki taraflı antlaşma,
j)22 Haziran 1973 tarihli nükleer savaşın çıkma riskini azaltmak için karşılıklı işbirliğini düşünce alışverişini ve davranış ilkelerini koyan iki taraflı "Nükleer Savaşa Engel Olma Anlaşması"
k)3 Temmuz 1974 tarihli, 150 kilotonu aşan askeri nitelikteki nükleer denemeleri yasaklayan iki taraflı, "Eşit Antlaşması",
p)24 Kasım 1974'te Başkan Ford ile Brejnev arasında imzalanan iki tarafa 1985 yılına kadar 2400'er saldırgan stratejik gönderme aracı (offensive strategic delivery vehicle) hakkı veren ve bunların 1320'sini çok başlıklı güdümlü füzelerle (multiple independly targeted recently vehicle-MIRV) donatılabileceğini kabul eden iki taraflı Vladivostok Antlaşması (SALT 1).
m)Askeri amaçlarla, çevrenin doğal yapısını değiştirme yöntemlerinin kullanılmasını yasaklayan 18 Mayıs 1977 tarihli çok taraflı çevreyi değiştirmenin yasaklanması sözleşmesi,
n)18 Haziran 1979'da Viyana'da Brejnev ile Başkan Carter'in imzaladıkları ve iki tarafın stratejik silahlarına nitel ve nicel sınırlamalar getiren iki taraflı SALT (Stratejik Arms Limitation Talks) Antlaşması. Bu antlaşmaya göre, tüm nükleer fırlatma sistemleri, iki taraf için de en çok 1250 tane olacak. Ayrıca tarafların sahip olabilecekleri, bağımsız olarak birden çok hedefe atış yapabilecek nükleer taşıyıcıların sayısı 1320'yi çok başlıklı kıtalararası füzeler ve yine çok başlıklı denizaltılardan atılan füzelerin toplam sayısı 820'yi geçmeyecektir.
Yüksek Yoğunlukta Çatışma (high-intensity conflict)
ABD'nin soğuk savaş döneminde sosyalist blokun Varşova Paktı üyeleriyle nükleer düzeyde bir çatışmayı ifade eden savaş stratejisi. SSCB'nin dağılması ile birlikte yüksek yoğunluktaki çatışma stratejisi kalktı ve böylece nükleer sistemle birlikte sona erdi.
Zirve Diplomasisi (summit diplomacy)
Uluslararası ilişkilerde devletlerin kullandıkları bir diplomasi türüdür. Bu tür diplomasinin özelliği, görüşmelerin ilgili tarafların en üst düzeyde temsil edilmesi ile yapılmasıdır. Eski dönemlerde imparatorların, kralların yürüttüğü bu tür diplomasi, günümüzde de devlet başkanları, başbakanları gibi ülkelerin en etkili kişilerince yürütülmektedir. Zirve diplomasinin en olumlu yanı, görüşme masasında genellikle bir çözüme ulaşmanın temel şartı olan karşılıklı taviz verme konusunda en fazla olanağa sahip olanliderleri biraraya getirmesidir. Ancak böyle bir diplomasinin düzenlenmesi için gereken hazırlık çalışmaları, bu tür diplomasinin dezavantajını oluşturmaktadır.

BAK,GÖR,İNCELE.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol