Loading...

FIKRALAR








donen dunya dunya Dünya animasyonları 
irfgzr2 ile ilgili görsel sonucu


İRFAN GEZER
 

 



                              Tarihi Fıkralar

 
    BİLİNMEYEN LEVHALAR

   
İngiliz
Büyükelçisi, eski Osmanlı evlerinin dış duvarlarına asılan “Yâ Hafîz” (Muhafaza eden Allah (c.c.)
) levhalarını  görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşa’ya bunların ne
olduğunu sormuş.

    Fuad Paşa, İngilizin anlayacağı dille cevap vermiş:

    - O gördükleriniz,
Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır.

 
    ÇOK YÜZLÜLER

   
Mehmed Âkif,
iki yüzlü insanlara çok kızardı. Bir gün bir arkadaşına şöyle dedi:

- İki yüzlüleri artık sever hale geldim. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.

 
 Hazret-i Şems’i, konuşup nasihat etmesi için bir
meclise davet etmişler.

Hazret, meclise girer girmez, kapı eşiğine oturmuş.
Kendisini baş köşeye davet edenlere de şu cevabı vermiş:
 - Adam adamsa oturduğu her yer köşe olur ona! Adam adam değilse, köşe bile eşik olur ona!

 
    İÇİMİZDEKİ HOROZ

   
Çocuk:

    - Babacığım,
demiş. Bana bir horoz alsan da,
sabahları ötüp beni namaza kaldırsa.

    Adam:

    - Canım oğul,
diye cevap vermiş. Senin içindeki horoz
ötmedikten sonra, dışarıdaki horozun fayda vereceğini mi sanıyorsun?

 
    YEMEĞE YENİLMEK

   
Sasani
hükümdarlarından Ardşir Babegân, doktoruna, “Bir günde ne kadar yemek yemeli?” diye sordu. Doktoru:

    - Üçyüz gram kadar
yeter, dedi.

    Babegân

    - Bu kadarcık şey
insana ne kuvvet verir ki? diye bunu az bulunca, doktor şu karşılığı
verdi:

    - Bu kadarı seni
taşır. Bundan fazla olursa sen onu taşırsın.

 
    Hz. Ali’ye:

    - Allah, bu kadar
insanı nasıl hesaba çeker? diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:

    - Nasıl
rızıklandırıyorsa öyle.

 
    CİMRİ

   
Meşhur Cimri
Paşa, atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her
seferinde “Lâ havle” çekermiş.

    Bir gün atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle
sormuş.

    - Atlarıma ne oldu?

    Seyis, cevabı yapıştırmış:

    - Ne olacak efendim,
“Lâ havle” yiye yiye “Ve lâ kuvvete” oldular.

 
    NE OLUYOR!

   
Mehmet
Kırkıncı: “Hocam, ben namaz kılmakla
Allah’a ne faydam oluyor?” diye soran birine şu cevabı vermiş:

    - Senin namaz
kılmamakla kendine ne faydan oluyor?

 
    NASIL GEÇİRİR?

   
Necip
Fazıl’a, “Allah, deveyi iğnenin
deliğinden geçirebilir mi?” diye sormuşlar. “Evet geçirir” demiş. Bunun üzerine “deveyi mi küçültür, yoksa iğneyi mi büyültür?” demişler. Necip
Fazıl, İlahi kudretin sonsuzluğunu ifade babında, şu cevabı vermiş:

    - Ne deveyi
küçültür, ne iğneyi büyültür. Gökteki yıldızları senin gözbebeğine sığdırdığı
gibi, vızır vızır geçirir.

 
    Kenân Rıfâi’ye sormuşlar:

    - Madem ki neticede
kaderin dediği oluyor. O halde niçin çalışıyoruz?

    Şu cevabı vermiş:

    - Çalışmak da
kaderin icabı olduğu için!

 
    İFTİHAR

   
Şeyh Şâmil,
çarlık idaresi tarafından yakalanıp esir edildiğinde, Çar II. Aleksandır:

    - Sizin gibi
büyük bir insanı misafir etmekle iftihar ederim deyince, Şeyh Şâmil’in
cevabı şu olmuş:

    - Siz benim
misafirim olsaydınız, ben daha çok iftihar ederdim.

 
    İNSAN ve TANSİYON

    - “İnsan, kâinata hakim bir varlıktır”
diyen felsefe öğretmenine,
öğrencilerden biri, şu cevabı vermiş:

    - Tansiyonuna bile
hakim olamayan insan, kâinata nasıl hakim olur?

 
Tarih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle,
dünya çapında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal)’a sormuşlar:


    - “Sizdeki bilginin
çok azına sahib olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun
sebebi nedir?”

    Şöyle cevap vermiş:

    - Ben bilmek için
öğrendim, onlarsa bilinmek için!

 
    HERKES YANINDAKİNİ VERİR!

   
Kendisine
hakaret edilen Hz. İsa’ya (a.s.):

    - “Niçin karşılık
vermediniz?” diye sorduklarında:

    - Herkes yanındakini
verir, demiş. Onda olan, benim
yanımda yoktu.

 
    KAZA ETMEK

   
Yolculardan
biri, otobüs şoförünün yanına gider ve namaz vakti geçmeden bir mola vermesini
rica eder.

    Şoför sinirlenerek:

    - Kaza edin efendim,
der. Ne olur yani?

    Adam, sakin sakin cevap verir:

    - Ben kaza etmeden,
ya sen kaza edersen?

 
    RUHLAR NEREYE GİDER?

   
İbn-i Abbas
hazretlerine “Ruhlar cesetlerinden
ayrılınca nereye giderler?” diye sorduklarında, o yüce insandan şu
cevabı almışlar:

    - Yağı biten
kandillerin ışığı nereye gidiyorsa, oraya…

 
Cüneyd-i Bağdâdî’ye: “Sabır nedir?”
diye sorduklarında şu cevabı vermiş:

    - Yüzünü ekşitmeden,
acıyı yudumlamaktır.

 
    YETMEZ Mİ?

   
Asr-ı saadetteki muhteşem hadiselerden duygulanan bir genç:

    - “Keşke
Peygamberimiz’in (sav) devesi olsaydım” deyince, Ali Suad atılmış:

    - Ümmeti olman
yetmiyor mu?

 
    PEYGAMBER HÂNESİ

   
Hz. Mevlânâ,
evlerinde yiyecek olarak hiçbir şey kalmadığını söyleyen hanımına tekrar tekrar
sormuş:

    - Gerçekten hiçbir
şey kalmadı mı?

    - Evet, demiş
eşi. Hiç yiyeceğimiz kalmadı.

    O yoklukta tükenmez hazinelerin sahibini bulan Mevlânâ,
ellerini kaldırıp:

    - Allah’ım sana
hamd-ü senâlar olsun, diye şükretmiş. Evim, Peygamber hanesine benzedi.

 
    DERDİN DEVASIZI

   
İbn-i
Sinâ’ya:

    - Dünyada devâsı
olmayan bir dert var mıdır? diye sorduklarında:

    - Derdin devâsızı,
iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş.

 


   
Adamın biri,
Muhammed Bin Vâsi’nin bacağındaki yarayı görüp, “Sana acıyorum” dediğinde, ondan şu cevabı almış:

    - Ben, aynı yaranın
gözümde çıkmadığına şükrediyorum.

 
    SUSTURUCU TEDAVİ

   
Zamane
gençlerinden biri, bir toplantıda Mehmed Âkif’i küçük düşürmeye çalışıp:

    - “Affedersiniz,
demiş. Siz baytar mısınız?”

    Mehmed Âkif, hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş:

    - Evet, bir yeriniz
mi ağrıyordu?

 
    MÜJDE

   
Harun
Reşid’in vezirlerinden biri, Behlül Dânâ’ya latife yollu takılarak:

    - “Müjde sana ey
Behlül, Sultanımız seni, domuzlarla maymunlara çoban tayin etti”
dediğinde, Behlül şu cevabı vermiş:

    - Öyle ise
kulaklarını aç da emirlerimi yerine getirmeye hazırlan.

 
Zeynel Âbidin Hazretleri abdest alırken sapsarı kesilirdi. Sebebini
sorduklarında şu cevabı verdi.


    - Kimin huzurunda
durduğumu düşünürseniz, sebebini anlarsınız…

 
    KABRİSTAN

   
Hz. Ali,
mezarlığa neden sık gittiğini soranlara şu cevabı vermiş:

    - İki sebebi var.
Anlattıklarıma itiraz etmiyorlar ve arkamdan gıybetimi yapmıyorlar.

 
    ÇINAR AĞACI MAYDANOZUN NESİ
OLUR?


   
Selim
Gündüzalp, sosyoloji hocaları olan rahmetli Seyid Ahmet Arvasi’ye:

    - Hocam
demiş, “insan maymunun gelişmiş
şeklidir” diyorlar. Ne dersiniz?

    Seyid Ahmed Arvasi şu cevabı vermiş:

    - O mantığa göre,
çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir.

 
Kadıköy Camiinde vaaz vermekte olan Osman Demirci Hoca’ya:

    - Hocam, diye
sormuşlar. At nalını evimizin kapısına
asarsak uğur getirir mi?

    - Demirci Hoca:

    - Zannetmiyorum,
diye cevap vermiş. O nallardan her atta
dört tane var ama, bütün gün kamçı yiyip duruyorlar.

 
    HAYATI SEYRETMEK

   
Yazar
Kazancakis, bir ihtiyara “neye
bakıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan
ayırmadan şu cevabı verir:

    - Hayatıma oğlum,
akıp giden hayatıma.

 
    SELÂMDAKİ İNCELİK

   
Muzaffer
Ozak Hoca’nın sahaflar çarşısındaki dükkanına giren bir genç:

    - Selâmunaleyküm
babalık… diye selâm verince, hazret selâmı alır:

    - Aleykümselâm
kurukalabalık…

 
    ÖRTÜNMEK İÇİN GİYİNMEK!

   
İngiltere
Kralı George ile görüştüğü sırada, Gandi’nin üzerinde her zamanki gibi beyaz
örtüsü varmış.

    Davetten çıkınca, bir gazeteci sormuş:

    - Kıyafetiniz, bir
kralla buluşmak için yeterli miydi?

    Gandi, hiç aldırmadan cevap vermiş:

    - Kral, ikimize de
yetecek kadar giyimliydi.

 
 Timurlenk’in Nasrettin Hoca ile ahbaplık ettiği devirlerde,
Timurlenk’e bir ayna hediye etmiştir. Timurlenk aynayı alıp yüzüne bakmış ve
ağlamaya başlamış. Hoca hayretle sormuş:

- Hayrola kumandanım, ne oldu size, neden ağlıyorsunuz? Timur:

- Ben yüzümün bu kadar berbat bir şey olduğunu bilmezdim, nasıl ağlamam?
Deyince, Hoca da iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış.

Bu sefer Timur sormuş:

- Peki Hoca, sana ne oldu, sen neden ağlıyorsun?

- Ah efendim, ben nasıl ağlamayayım? Siz şu mübarek (!) yüzünüzü bir saniye
görür görmez fenalıklar geçirip, ağlamaya başladınız. Ya kulunuz, bu yüzü her
gün görüyor ya!

 
Üçlü Filtre Testi

 
Bir gün bir tandık büyük filozofa rastladı ve dedi ki,
"Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun ?"

Bir dakika bekle diye cevap verdi Sokrat. Bana bir şey söylemeden evvel senin
küçük bir testten geçmeni istiyorum Buna Üçlü Filtre Testi deniyor.

"Üçlü Filtre?"

"Doğru, " diye devam etti Sokrat. Benimle arkadaşım hakkında
konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi
bir fikir olabilir. Bu ona 3 filtre testi dememin sebebi.

Birinci filtre "Gerçek Filtresi" Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam
anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?"

"Hayır," dedi adam " Aslında bunu sadece duydum ve ....

"Tamam," dedi Sokrat Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup
olmadığını bilmiyorsun. Simdi ikinci filtreyi deneyelim, " İyilik
Filtresini."

Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi ?

"Hayır, tam tersi..."

"Öyleyse, "diye devam etti Sokrat. Onun hakkında bana kötü bir şey
söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin.Fakat yinede testi
geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. " İşe yararlılık
filtresi."

Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim isime yarar mi ?

"Hayır", gerçekten değil.

"İyi" diye tamamladı Sokrat; Eğer ,bana söyleyeceğin şey doğru
değilse,iyi değilse ve ise yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki ?

Bu Sokrat’ın iyi bir filozof olmasının ve büyük itibar, saygı görmesinin
sebebiydi.
 
Kanuni'den
Mora Valisi Bali Bey'e

 
"Her
iyiliğin kaynağı adalettir.Adil olmayan kişinin elinden çıkan iş,kötü iştir.
Peygamberimiz "Bir günün adaleti yetmiş yıllık ibadetten üstündür"
buyurmuştur.Öyle insanlar var ki ellerinde
fırsat yok iken salih, abid ve zahit görünürler,ellerine fırsat geçince nemrut
kesilirler, ..Hizmetinde kullandığın adamların dış hallerine aldanma!Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde
kullanma! Zira o adamlar ki,Allah'ın bana emanet ettiği halkı ezerler,Kıyamet
günü sorumlu benim!...

 
Ey Gazi Bali Bey ;  mansıbımın geliri masrafıma yetmez diye gam
çekme.Ne dileğin varsa benden iste.Sana emanet ettiğim askerlerimin ve tebamın
gençlerini evlat,ihtiyarlarını baba, yaşlılarını da kardeş bil...Bilhassa fukaraya
şefkat ve muhabbetle ihsan kapılarını aç..."

 
* DÜNYADA SÖZÜ DOĞRU HAK TANIR BİR
ADAM BULAMADIM

 
Sultan III.Mehmet bir gün yanında bulunan devlet büyüklerine:

 
-"Bu dünyada sözü doğru hak
tanır bir adam bulamadım" deyince, etrafındakilerde sebebini sordular.Bunun
üzerine III.Mehmet şöyle dedi:

 
-"Şeyhülislam Bostanzade Efendiye iltifat ettim, derhal cahil bîr
kardeşini Rumeli kazaskeri yaptı.Gene cahil bir gence rica ile Selanik
kadılığını verdirdi. Bundan sonra babamın hocası Saadettin’e iltifat ettim,doğru
ve hak bilir dedim, o da oğlunu Anadolu kazaskerliğine ve bir diğer oğlunu da
Edirne kadılığına tayin ettirdi işte görüyorsunuz,ben artık kime
güveneyim?"

 
      Milattan önce 4-5. yüzyıllarda yaşayan,
Sokrat’ın öğrencisi ve Diyojen’in hocası olan meşhur Yunan filozoflarından
Antisthene bir gün bazı ahlaksız insanların kendisini övüp göklere
çıkardıklarını işitince müthiş bir korkuya kapılmış, ne diyeceğini şaşırmış ve
hemen duygusunu şöyle dile getirmiş:
-Ödüm kopuyor, acaba fena
bir şey mi yaptım!..

Çu Kung, hocası Konfüçyüs’e iyi bir yönetimin nasıl olacağını sordu.
Usta şöyle cevap verdi :Yeteri kadar
yiyecek, yeteri kadar silah ve halkın güveni. “Hiçbir alternatifiniz kalmadı ve
sıkıştınız. Önce bunlardan hangisinden vazgeçersiniz? Sorusuna Usta, “Silah”
dedi. Sonra “yiyecek”. Niçin ? denilince Konfüçyüs cevap verdi. “Çünkü eski
zamanlardan beri insanlar birçok sebepten ölümü tatmışlardır.,ancak
yöneticisine güveni olmayan halkın ayakta kaldığı görülmemiştir.” 
 

 
“1300’lü yıllarda Gırnata (Granada)’da
Yusuf Ebu’l Hallac tarafından yaptırılan, bir üniversitenin giriş kapılarından birinin
nefis kitabesinde şunlar okunmaktadır;
“Dünya hayatı şu dört şey üzerinde dayanıp durur.”

1-Hikmet sahiplerinin taşıdığı ilim; 
2-Yetkili kimselerin göstereceği adalet; 
3-İyi ve salih
kimselerin duası;

4-Yiğitlerin cesareti;

 
 
Sultan Abdülaziz’in Fransa
seyahatine Fuad Paşa Osmanlı diplomasisini temsilen katılmıştı. Paşa’nın kıvrak
zekası ile bu seyahatte gösterdiği başarı bir  Türk devlet adamının nasıl
olması gerektiğini göstermek bakımından önemlidir.

 
Bu seyahatte Fransa kralı
III.Napolyon şaka yollu Fuad Paşa’ya sorar:

 
-Paşa!Girit adasını kaça satarsınız?

 
Cevap muhteşemdir:

 
-Kar istemeyiz haşmetmeap;aldığımız
fiyata satarız.

 
 

 
Osmanlı toplum yapısı üzerine
uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterroht’a, “Osmanlı
Devleti,geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı’ndan
mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da Batı’daki en mütavazi bir
derebeyin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?” diye
sorulduğunda, şu cevabı vermiştir. “Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asır
Filistin’in sosyal yapısı üzerine çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler
içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle
yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde
Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır.”

 
 

 
 

 
 

 
Pek mağrur ve şımarık olan III.Napolyon , Sultan Abdülaziz ile buluşacaktı.
Fuad Paşa’da ona refakat için Elize Sarayı’na gelmişti. Fransa teşrifat nazırı,
krala vaktin geldiğini hatırlatınca Napolyon, Fuad Paşa’nın orada olduğunu
unutup, „Biraz beklesin ,ne çıkar!“ diye çıkışmış;sonra da Fuad Paşa’yı görüp
mahçup olmuştu. Telafi için Paşa’ya dönüp:

 
-Aman Paşa!Sakın zat-ı şahaneye söyleme!deyince Paşa taşı gediğine
koymuştu.

 
-Hiç merak buyurmayın haşmetmeap! Hiç zat-ı şahanenin sizin hakkınızda
söylediklerini haber veriyor muyum?

 
                               

 
 

 
 ŞEYH
EDEBALİ’NİN,DAMADI OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ

 
 

 
Ey Oğul,artık Bey’sin!
Bundan sonra öfke bize,uysallık sana.Suçlamak bize,katlanmak sana. Acizlik
bize,hoş görmek sana. Anlaşmazlıklar bize,adalet sana. Haksızlık
bize,bağışlamak sana. Ey oğul,sabretmesini bil,

 
vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma ve insanı yaşat ki, devlet yaşasın. Ey oğul,işin ağır,işin
çetin,gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun.

 
 

 
II.Bayezid, büyük hat
sanatkarı Şeyh Hamdullah’ın sanatına olan hürmetinden ve sevgisinden dolayı,
hat üstadının yazı meşk ederken hokkasını tutup, rahat etsin diye onun sırtını
yastıkla beslemiştir.

 
 

 
Yavuz Sultan Selim, Mısır
yolunda... Orduyu Hümayun saatlerce Kocaeli’nin bağ ve bahçelerinden geçer.
Yavuz’un içinden şöyle bir endişe geçer: “Acaba asker izinsiz tek bir elma
koparmış mıdır?” Bir müddet sonra ordusunu durdurur. Yeniçeri Ağasını yanına
çağırarak bütün askerlerin heybelerinin aranması emrini verir. Aranacak şey,
tek bir elmadır. Fakat bulunamaz. Yavuz mesrurdur. Bu sevinçle şöyle der :
“Eğer bir askerin üstünde halkın bahçesinden koparılmış tek elma çıksaydı,
Mısır seferinden vazgeçecektim. Şükür Allah’ıma!”

 
 

 
 

 
Napolyon katıldığı savaşı kazanmış ve düşman ordusunun komutanı esir
olmuştur. Ancak komutan olmasından dolayı ona esir değil, misafir muamelesi
yapmış ve onu akşam yemeğinde kendi masasına kabul etmiştir. Düşman ordusunun
komutanı olan adamda yenilgiden kaynaklanan hazımsızlık söz konusudur. Hiç
durmadan konuşmakta ve yenilgiye kılıf aramaktadır. Bunun karşısında
Napolyon’un tavrı gayet sakindir. Napolyon’un bu tavrıyla iyice çileden çıkan
adam adam ,”Biz şerefimiz için savaştık, siz para için savaştınız!” deyince
Napolyon’un cevabı gayet etkileyicidir. “Elbette... Çünkü herkes kendisinde
olmayan şey için savaşır!”

 
 

 
Yeryüzünde bir devlet olsaydı,başşehri İstanbul
olurdu.

 
Türkler öldürülür,lakin mağlup edilemezler.

 
 

 
Her Mektup
Geçemez

 
 

 
Osmanlı döneminde ,yabancı bölgelerden gelen mektup belgelerin bulaşıcı
hastalık tehlikesine karşı özel karışımlarla tütsülenip dezenfekte edildiği
ortaya çıktı.

 
Araştırmacı-yazar Kamil Şahin tarafından yapılan çalışmada ,Osmanlıların
yurt dışından gelen ya da şüpheli görülen mektup ,belge ve yazışmaların salgın
hastalık tehlikesine karşı tütsüleme yoluyla dezenfekte edildiği ve bu işlemler
için sterilizasyon merkezleri kurulduğu belirlendi. 18. ve 19. yüzyıllarda
“Tahaffuzname” ismi verilen merkezlerde,sterilizasyon işleminde kulla-nılan
ilaç ve maddelerle merkezlerde çalı-şan görevlilerin almış oldukları maaşlar ve
diğer masraflar belgelerde ayrıntılı şekilde yer alıyor.

 
 

 
 Şair Baki’nin Dostları

 
Klasik şiirimizin büyük ustası Baki’ye sormuşlar,dostluk nedir diye..

 
Cevap vermiş:

 
Dostlukları bilmem;ama dostlar üç çeşittir. Bir dost vardır;gıda
gibidir,insan onu her gün arar.Bir dost vardır;ilaç gibidir gereğinde
aranır.Bir dost vardır;hastalığa benzer o seni arar.. 

 
 

 
Görmemiş

 
“Kafandaki şişlikte neyin nesi?”

 
“Şu ilerdeki cam kapıyı görüyor musun?”

 
“Evet”

 
“Ama ben göremedim”

 
 

 
Şaşı-yorum

 
Gazetelere şaşıyorum.

 
Meşhur biri ölünce manşetten haber yaparlar.

 
Fakat....

 
Meşhur biri doğunca tek satır yazmazlar.

 
 

 
Sanattan
Anlamak

 
Picasso’nun sergisinde bir kadın,tablolardan birini
ünlü ressama göstererek:

 
-Ben bu resimden hiçbir şey anlamadım,demiş.

 
Picasso kadına sormuş:

 
-Siz Çince biliyor musunuz madam?

 
-Hayır

 
-Ama Çince’yi bir buçuk milyar insan konuşuyor ve
anlıyor.

 
 

 
 

 
Çalarken Neşelenmek                                                                                                                                                 
 
-Neyzen Tevfik’e bir gün sorarlar:

 
-Çalarken mi neşelenirsin,yoksa neşeli olduğun zaman
mı çalar-sın?

 
O günlerde Maliye Bakanı hak-kında yolsuzluk
dedikoduları

 
alıp yürümüştür.

 
Neyzen Tevfik fırsatı kaçırmaz.

 
-Maliye Bakanı değilim ki, çalarken
neşeleneyim,cevabını verir.

 
 

 
 

 
Nükte

 
Adamın biri köle pazarından kiralamak istediği
hizmetçiye,”Ne kadar ücret istersin?” diye sorar.”Karın tokluğuna çalışırım.”
Cevabını alınca da,kölenin iri cüssesine bakıp “Beni bağışla seni
kiralayamayacağım.” der.  Bu sefer,adamın hizmetçi almak gibi bir
niyetinin olmadığını anlayan köle “Pazartesi ve perşembeleri de oruç
tutarım.”cevabını yapıştırır.

 
 

 
 

 
Yer kaybettikçe büyüyor

 
 

 
İspanya krallarından Dördüncü Filip Portekiz’i kaybettikten sonra “Büyük
Filip” ünvanını almak ister. Bunun üzerine komutanlarından biri şöyle konuşur.

 
-Kralımız deliğe benziyor. Yer kaybetikçe büyüyor.

 
 

 
Affedersen emsalsiz olursun

 
 

 
Abbasi Halifesi Memun,Amcası İbrahimBin Mehdi’yi öldürtmek istiyordu. Bunu
sadrazmı Ahmet bin Halit’e açarak,onun fikrini almak istedi. Sadrazam şöyle
cevap verdi:

 
“Amcanızı katledersiniz emsaliniz vardır,yani sizin gibi bunu yapan çok
olmuştur. Ancak amacanızı affederse-niz,  sizin gibi biri asla bulunmaz ve
emsalsiz olursunuz.”.

 
Bu cevabı makul gören Memun, amcasını öldürtmekten vazgeçti.

 
Matematik:

 
Binom denklemi: 9.asırda yaşamış olan büyük İslam alimi Harezmi ,
Newton’dan yüzlerce yıl çnce  “Cebir ve Denkleme Hesabı Hakkında
Özetlenmiş Kitap” adlı eserinde ilk olarak binom denklemini çözmüştü.

 
İntegralin keşfi: 11.asırda yaşamış Hamit bin Hıdır el-Hocendi “İki
küpün toplamı asla küp olamaz” şeklindeki integral denilen denklemi Fermat’ten
(1601-1665) asırlar önce ortaya koymuştur.

 
Bügün kullandığımız rakam sistemini insanlığın hizmetine sunan 9.asırda
yaşamış Harezmi’dir.

 
Sekant’ın bulucusu olarak Kopernik’in bilinmesine rağmen Ebu’l
Vefa el-Buzcani Kopernik’ten çok daha önce Sekant’ı keşfetmiştir.

 
Blaise Pascal’a (1623-1662)maledilen ve bu sebeple de Pascal üçgeni olarak bilinen bu üçgen
Kerhi tarafından bulunmuştur.

 
Fizik:

 
Rölativite teorisi: 9.asırda yaşamış Kindi , 1916’da Einstein’e maledilen
Rölativite Teorisi’ni Einstein’den 1000 yıl kadar önce ortaya koymuştur.
Kindi’ye göre bütün varlık ve varlığın fiziği izafidir.Zaman,mekan,hareket
birbirinden bağımsız değildir.

 
Devinimsizlik (eylemsizlik) teorisi : 965-1030 yılları arasında yaşamış
İbn-i Heysem eylemsizlik kanununun kaşifi olarak kabul edilen Newton’dan
(1642-1727) asırlar önce eylemsizlik kanununu keşfetmştir.

 
Optiğin keşfi: Optiğin kaşifi olaralak Roger Bacon’un (1220-1292)
bilinmesine rağmen , optik ondan yaklaşık iki asır önce (965-1030) yılları
arasında yaşamış İbn-i Heysem tarafından keşfedilmiştir.

 
Tıp :

 
İlk akıl hastanesi: İlk akıl hastanesi 765’te Bağdat’a
açılmıştır. Aynı tarihte Avrupa’da akıl hastalarına cadı gözüyle bakılmaktaydı.
Avrupa’da ilk akıl hastanesi 1410’da açılabilmiştir.

 
Dereceli gözlük: 9.asırda yaşamış ve birçok alanda çalışmalar yapmış
olan İbn-i Firnas, gözlüğün mucidi kabul edilen Bacon’dan (1220-1292) üçyüz yıl
önce dereceli gözlüğü keşfetmiştir.

 
Bel kemiğinin düzeltilmesi: İbn-i Sina’nın Venedik’te 1576’da
basılan eserindeki resimlerden anlaşıdı ki,o,bel kemiğine ait düzgün olmayan
halleri düzeltebiliyordu. Oysa bu yöntem 1986’da Colat de Beck tarafından

 
uygulanabilmiştir.

 
İlk çiçek aşısı: Çiçek aşısını ilk bulan kişinin Dr.Edward Jenner olduğu
bilinmektedir (1976). Halbuki Osmanlı Devleti’nde çiçek aşısının Lale Devri’nde
uygulandığını biliyoruz (1718-1730).

 
Kimya :

 
Atomun parçalanması : 820 yıllarında Harran’daki
medresede müderrislik yapan Cabir bin Hayyan atomun parçalanabiceğini ve bu işlem
sırasında büyük bir enerjinin açığa çıkacağını belirtmiştir.

 
Petrolün keşfi:  9.asırda yaşamış Ebi Zekeriya Razi’ninSırrü’l
Esrar isimli kitabında Petrol ve arıtılmış petrolün ısı ve ışık elde
kullanıldığını yazmaktadır.

 
Kantitatif (sayısal ) metod : 11. asırda yaşamış Ebu’l Kasım
el-Kaşi bu metodu kimyevi bileşiklerin analizinde kullanan ilk kişidir. Halbuki
bu metod 700 sene sonra Lavousier’e maledilmiştir.

 
 

 
 

 
Alçaklık-Yükseklik

 
 

 
Napolyon, kütüphanesindeki kitaba erişemeyince, uzun boylu mareşal Moncey:

 
-Müsaade ederseniz kitabı ben alayım majeste,dedi. Ben, sizden daha
yükseğim.

 
-Kaşlarını çatan imparator:

 
-Hayır, dedi.Siz benden yüksek değil yalnızca daha uzunsunuz.

 
 

 
Kolay mı?

 
 

 
Hayranlarından biri, Alexandre Dumas’a :

 
-Üstad, dedi. Nasıl oldu da bu kadar güzel ihtiyarladınız?

 
A.Dumas:

 
-Eee, kolay değil...demiş. Bütün ömrümü onun için harcadım.

 
 

 
Kaç yaşında

 
 

 
Onu yakından tanımayan birisi bir gün Galile’ye kaç yaşında olduğunu
sormuştu.

 
Büyük bilgin sakalını sıvazlayarak:

 
-Sekiz,on yaşında olmalıyım,dedi.

 
Soruyu soran şaşırmıştı. Galile ekledi:

 
-Sekiz-on yıl yaşayacağımı umduğum yıllardır.

 
 

 
                                  
Hatibin Cevabı

 
Güzel konuşması ile ünlü Çiçero nutuk veriyordu. Çiçeroyu çekemeyen bir
avukat kalabalık arasından fırlayarak bağırdı.

 
-Hey, ne havlayıp duruyorsun orada?

 
Çiçero’nun cevabı bir hatibe yakışır cinsten:

 
-Ne yapayım, bir hırsız gördüm de...

 
 

 
     

 
Dalkavuk

 
Filozof ile dalkavuk konuşuyormuş. Filozof ne derse , dalkavuk onu tasdik
ediyormuş. Nihayet sabrı tükenen filozof haykırmış :

 
-Hiç olmazsa bir defa olsun itiraz et de, iki kişi olduğumuzu anlayalım be
birader!..

 
 

 
 

 
 

 
 

 
Kral Frederik kılık değiştirmiş olarak sokaklarda dolaşırken , küçük bir
çocuğun, bir kapının ziline yetişmek için uğraştığını gördü. Çocuğa yaklaşan
kral:

 
-Dur yavrum, yardım edeyim diyerek uzanıp zili çaldı.

 
Kralın koluna yapışan çocuk :

 
-Hadi!.. dedi,çabuk kaçalım.

 
 

 
Mehmed  Akif , I.Dünya Savaşı sırasında Berlin’e gitmiş. Dönüşünde
sormuşlar:

 
-Nasıl, savaşı kazanacak mıyız?

 
Akif şu cevabı vermiş:

 
-Hayır!Çünkü Berlin Büyükelçisi Kur’an-ı  tefsir etmekle , Ayosofya
Camii imamı da siyasetle meşgul. Böyle millet galip gelmez.

 
 

 
Halife Ömer bin Abdülaziz Hazretleri “Şehrimizi korumak için etrafını surla
çevirmek istiyorum, gerekli parayı gönderiniz” diye müracaat eden valisine şu
cevabı yazmıştı: “Şehrinizi surla değil, adaletle koruyunuz ve zulümden
arındırınız.”

 
 

 
Eski Roma’da eyalet valilerinden biri, Kayser Tiberius’a vergilerin
artırılmasını teklif edince ondan şu cevabı almış:”İyi çoban koyunlarının
yününü kırpar ;ama derisini yüzmez.

 
 

 
Harun Reşit, kendisini sık sık ikaz eden Behlül Dana hazretlerine “Sen
kendi işine bak, her koyun kendi bacağından asılır!” dermiş. Bir gün sarayı pis
bir koku kaplamış. Sebebini araştırdıklarında üst kattaki bir odada bacağından
asılı bir koyun bulmuşlar. Bu işi yapanı da keşfetmişler elbette: Behlül.
Halife kendisini sıkıştırdığında cevap müthiş olmuş:”Gördüğünüz gibi her koyun
kendi bacağından asılır ; ama kokusu herkesi rahatsız eder.”

 
 

 
Tarih biyografisi ve monografi sahalarında dünya çapında ünlü şahsiyet olan
İbnülemin Mahmut Kemal İnal’a sormuşlar : “Sizdeki bilginin çok azına sahip
olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?”
İbnülemin şöyle cevap vermiş:”Ben bilmek için öğrendim, onlar ise bilinmek
için.”  

 
 

 
Büyük İskender M.Ö 323’te Babil’de öldü. Ölüm döşeğinde iken, etrafında
bulunan generaller “Devletin idaresini kime bırakacağını” sorduklarında ,
İskender şöyle dedi:

 
-En layık olana.

 
 

 
Anibal, M.Ö. 202 yılında ana vatan Kartaca’da Roma ordularına “Zama Meydan
Savaşı”nda mağlup oldu. Roma sulh yapılabilmesi için Anibal’in teslimini şart
koşunca Anibal memleketten ayrıldı. Uzun müddet Girit’te, Suriye’de gezdikten
sonra, Anadolu’ya gelip Bitinya kralına sığındı. Ancak Roma burada da peşini
bırakmadı. Artık kaçacak gücü de yoktu. Bu yüzdendir ki Anibal zehir şişesini
ağzına boşaltırken:

 
-“Romalıları korkularından kurtaralım”dedi.

 
Öldüğünde 60 yaşında olan Anibal’ın mezarı Gebze’dedir.

 
 

 
Sezar M.Ö. 50 yılında Roma üzerine yürüyordu. Senatoda bir korku ve heyecan
vardır. Senatör Çiçero yaptığı bir konuşmada :

 
-“Sezar yaklaşmaktadır. Onu durduracak askerimiz varmıdır? Diye sorduğunda
Pompe oturduğu yerden bir guru ve haşmetle :

 
-“Endişe etmeyiniz , İtalya’nın neresinde olursam olayım, ayağımı yere
vurduğum zaman oradan ordular fışkırtırım” dedi. Ancak ne var ki Sezar’ın
ilerlemesine kimse mani olamıyordu. Fırsatı kaçırmayan Çiçero, Konsül Pompe’ye
yaklaşıp şöyle dedi:

 
-“Haydi bakalım, şimdi ayağını yere vur.”

 
 

 
M.Ö 49’da Sezar, Pompe’i takip ile Roma’ya geldi. Buradan Mısır’a geçen
Sezar, Kleopatra ile tanıştıktan sonra tekrar Anadolu’ya dönüp, Partlar’la
müthiş bir savaşa tutuştu. Uzun yıllar Doğu’da kalan Sezar, Roma’da
dostlarından aldığı bir mektupta, kendisinin bu kadar zamandır neler yaptığı
soruluyordu. Sezar, bu dostuna lakonik bir cevap verdi:

 
-“Veni,vidi,vici ”  (Geldim,gördüm,yendim )

 
Sende mi Brütüs

 
 

 
Sezar’a M.Ö. 44’te Senato içinde bir suikast hazırlanıp, 23 yerinden
hançerlenerek ,feci bir şekilde öldürüldü. Bu sıralar 57 yaşında bulunan Sezar
ilk hançer darbesinden sonra arkasına baktığında ,evlatlığı Brütüs’ün de
hançerini kaldırıp saldırmakta olduğunu gördü. Sezar bunu beklemediğinden
kendini tutamayıp:

 
-“Sende mi oğlum Brütüs?” diyerek, kendini hançerlere teslim etti.

 
 

 
Biz de demire çelikle cevap veririz

 
 

 
Attila, Katalanum Savaşı’ndan evvel Bizans’a bir elçilik heyeti göndererek
yıllık vergisini istedi. İmparator Marcianus Attila’ya şu cevabı verdi:

 
-“Ben, altını dostlarıma veririm,başkalarına vereceğim sadece demirdir.”

 
Buna kızan Attila bir yandan savaş hazırlığı yapıyor ve bir yandan da
Marcianus’a şöyle cevap veriyordu:

 
-“Biz de demire çelikle cevap veririz.” 

 
 

 
Gerçek Ana Hangisi?

 
 

 
Hz. Süleyman’ın karşısına getirilen iki kadın, ortalarında bulunan çocuğun
kendi çocukları olduğunu iddia ediyorlardı. Hz.Süleyman halkın ve devlet
adamlarının önünde bu meseleyi şöyle halletti. Hz.Süleyman kadınlara:

 
-“Bir çocuğun annesi bir tane olur, ama sizler iki kişisiniz. Gelin bu işi
kardeşçe halledelim” dedikten sonra, yanı başında bulunan cellada şöyle dedi:

 
-“Şu çocuğu al, tepesinden hayalarına kadar kesip ikiye ayır, bir parça bu
kadına bir parçasını da öteki kadına ver.”

 
-Cellad, çocuğu aldı kılıcı ile ikiye böleceği sırada kadınlardan biri acı
bir çığlık atarak haykırdı:

 
-“Allah adı için vurma.”

 
Hz.Süleyman:

 
-“Neden vurmasın?” dedi. Kadın ağlıyordu. Ötekisi gayet sakindi.

 
Hz.Süleyman ağlamayan kadına dönüp:

 
-“Sen verdiğim hükme razı mısın?” dediğinde kadın da “razıyım” diye cevap
verdi. Bu sefer Hz.Süleyman:

 
-“Gerçek ana, ağlayan ve çocuğun öldürülmesine razı olmayandır, çocuğu
anasına veriniz. Diğeri de zindana atılsın.”

 
 

 
Vur; fakat dinle

 
 

 
M.Ö.480 yılında İran ve Yunan donanmaları Salamis limanında karşı karşıya
gelmişlerdi. Savaştan evvel yapılan bir toplantıda Atinal’lı Temistokles,
körfezin içinde savaş yapılmasını ileri sürdü. Amirale göre İran gemileri
büyüktü,dar bir körfezde savaş yapamazlardı. Ancak Temistokles bu fikrini
bağıra bağıra söyleyince, Baş Amiral Oribad buna kızmış ve bastonunu kaldırıp Temistokles’in
üzerine yürümüştü. Temistokles  başını eğmiş ve şçyle demişti:

 
-“Vur; fakat dinle.”

 
 

 
Megabizos

 
 

 
Pers hükümdarı I.Dara (Darius) ,generallerinden Megabizos’u çok severdi.
Bir gün Dar nar yerken kardeşi yanına gelip:

 
-“Bu nar taneleri sayısınca bir ömre malik olmak ister misin?” dediğinde
Dara şöyle cevap vermişti:

 
-“Bu kadar Megabizos’a malik olmayı tercih ederim.”

 
 

 
Bir gün Hz.Muhammed’e sormuşlar:

 
-“Ya peygamber, Hz.Ali’yi çok seversin bunun sebebi nedir?”

 
-Öğrenmek istiyorsanız. Hz.Ali’yi çağırında gelsin, o gelince söylerim”.
Hz. Ali huzuruna varıncaya kadar Hz.Muhammed yanındakilere:

 
-“Siz birisine iyilik etseniz , o da tutsa kötülük etse ne yaparsınız?

 
-“Yine iyilik ederiz.”

 
-“Ya o yine fenalık ederse”

 
-“Yine iyilik yapmaya bakarız.”

 
-Ya yine fenalık yapmaya devam ederse.” Odada bulunanlar başlarını yere
eğip bir şey söylemediler. O anda içeri Hz.Ali girdi. Hz. Muhammed
etrafındakilere sorduğu soruyu bu sefer Hz.Ali’ye sordu ve tam yedi defa Hz.Ali
her defasında da iyilik edeceğini tekrarladı. O zaman odada bulunanlar:

 
-“Ey peygamberimiz,dediler, Hz.Ali’yi sevmekte haklıymışsın”  

 
 

 
Bir Kese İnci

 
 

 
Basra mücevhercileri bir araya toplanmıştı. İçlerinden biri başından geçen
bir olayı şöyle anlattı:

 
“Bir zaman çölde yolumu kaybetmiştim. Yanımda yiyecek ve içecek hiçbir şey
kalmamıştı. Tam hayattan ümidimi kestiğim sırada içi dolu bir kese buldum. Bunu
kavrulmuş buğday sandığım andaki zevki ve sevinci , inci olduğunu öğrenince de
duyduğum acıyı ve hüznü hiçbir zaman unutamam..”

 
“Kuru  çöllerde, kumların ortasında susuzun ağzında inci olmuş, sedef
olmuş, ne çıkar? Azıksız adamda ha altın olmuş ha saksı kırığı!”

 
 

 
Hükümleri Kafamızla Veririz

 
 

 
III.Selim Devrinde doğruluğu ile tanınmış bir alimi kadı tayin etmek
isterler. Kadının ayağındaki kunduralar eski ve yamalı olduğundan kendisini
sevmeyenlerden biri:

 
-Böyle ayağına giyecek bir ayakkabısı olmayan adam kadı yapılır mı?...diye
laf edince, kadı ona şu cevabı göndermiş:

 
-Kendisine söyleyin . Biz hükümlerimizi ayağımızla değil, kafamızla
veririz.

 
 

 
Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelen Avusturya elçisi Busbek,
hatıratında Osmanlılarda memur tayininden şöyle bahseder:

 
“-Hiç kimse , falanın neslinden gelmiş olmakla, diğerinden mümtaz bir
mevkie çıkamaz. Sultan herkesin vazife ve mesuliyetini tevcih ederken ne
servete önem verir, ne de boş ricalara kulak asar, yalnız ehliyete ve liyakata
bakar. Türkler ehliyet ve liyakata son derece dikkat ediyorlar. Bir kimsede
sağlam bir karakter ve seciye arıyorlar.”

 
 

 
Prusya Kralının Müneccimleri

 
 

 
Padişah III. Mustafa, Avrupa’daki ilerlemenin sebebini, kralların
müneccimlere sahip olmasında arıyordu. Yedi sene harplerinde düşmanlarını yenen
Prusya Kralı II.Frederik haklı bir şan ve şöhret kazanmıştı. Frederik’in bu
başarılarını da mahir müneccimlere sahip olmasında arayan Sultan, Frederik’e
elçi göndererek ondan müneccimler istedi. Kral elçi ile:

 
“-Benim üç müneccimim vardır:

 
1-Hazinemi daima dolu bulundururum.

 
2-Yarın savaş edecekmiş gibi orduma daima talim ettiririm.

 
3-İbretle ecdadımın tarihini okurum.” diye haber gönderdi.

 
 

 
Keşke İçinde Adam Otursaydı

 
 

 
Aristo yolda giderken oldukça yakışıklı bir adama rast gelir. Bir de
konuşup ta söylediği sözlerin, verdiği cevapların cahilene ve ahmakane olduğunu
görünce der ki:

 
-Güzel bir ev. Keşke içinde adam otursaydı!

 
 

 
Kötü Alışkanlıklar

 
 

 
Montaigne şöyle diyor:

 
-Kötü alışkanlıklar, yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar.
Başlangıçta kuzu gibi sevimli , alçak gönüllüdür. Ama zamanla oraya yerleşip
kökleşti mi öyle azılı,öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine

 
gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.

 
 

 
Hapse Gideceğimi Nereden Bilirim

 
Ezop bir gün yolda giderken o bölgenin hakimine rast gelir.  Hakim
“Nereye gidiyorsun” diye sorar. Ezop “Nereye gittiğimi bende bilmiyorum”
karşılığını verir. Bu cevaptan canı sıkılan hakim etrafındakilere emir verir,
Ezop’u yakalatıp hapse koydurur. Bunun üzerine Ezop hakime der ki:

 
-Gördünüz mü, sözüm doğruymuş. Ben hapse gideceğimi nereden bilirdim?

 
 

 
 

 
İşte Hocanızın Tarif Ettiği İnsan Budur

 
 

 
Eflatun’un öğrencilerine “İnsan iki ayak üzerine yürüyen tüysüz bir
hayvandır” dediğini duyan Diyojen, hemen bir horoz yakalar, tüylerini yolduktan
sonra Eflatun’un dersanesinden içeri fırlatır. “İşte çocuklar!Hocanızın tarif
ettiği insan budur” der.

 
 

 
İskender ile Diyojen

 
 

 
-Beni tanıdın mı?

 
-Ben de Diyojen denilen adamım.

 
-Sen benden korkmuyor musun?

 
-Sen iyi adam mısın yoksa kötü bir adammısın?

 
-İyi adamım.

 
-Dünyada iyi adamdan kim korkar ki ben de senden korkayım?

 
 

 
Sen onu taşırsın.

 
 

 
Sasani hükümdarlarından Andşir Babegan, tabibine

 
-Bir günde ne kadar yemek yemeli?diye sordu.

 
Doktoru:

 
-Üç yüz gram kadar yeter, diye cevap verdi.

 
Babegan:

 
-Bu kadarcık şey insana ne kadar kuvvet verir ki? Diyerek bunu az bulunca,
tabip şu karşılığı verdi:

 
-Bu kadarı seni taşır. Bundan fazla olursa sen onu taşırsın.

 
 

 
Su,hareket,perhiz

 
Meşhur tıp üstadı Falcon, son demindeyken etrafında toplanan
meslektaşlarına :

 
-Ölümüme üzülmeyin, dedi arkamda üç tane büyük hekim bırakıyorum.

 
Başucundaki doktorlar hemen ağzından çıkacak isimleri işitmek için
heyecanla üzerine eğildiler.

 
Falcon saydı: “Su,hareket,perhiz!”

 
 

 
Ben de yemin edeceğim.

 
 

 
Sadrazam Koca Ragıp Paşa bir gün huzuruna çağırdığı memurlara :

 
-Rüşvet almadığınıza dair yemin edebilir misiniz? Diye sormuş.

 
Hepsi de almadıklarına dair yemin etmiş. Fakat şair Haşmet suskun
kalıyormuş. Paşa şaire şöyle demiş:

 
-Haşmet! Yemine yanaşmıyorsun; rüşvet almışa benzersin.

 
Haşmet şöyle demiş:                                                        
                                                                                                             -Paşa
hazretleri, yalan yere yemin edenler çatlar derler. Bakıyorum, çatlamazlarsa,
ben de yemin edeceğim.

 
 

 
Abdülhak Hamit’in evinde bir sohbet sırasında , konu gençlik ve
ihtiyarlıktan açılmış. Yaşı geçmiş bir hanım Hamid’e dönerek :                                                                 
                                                                                              -Efendim,
gönül kocamaz, der.Hamid cevap verir:                                                                                                        
-Kocamaz ama kocamış bir vücut içinde de oturmak de istemez...

 
 

 
Sokrat’a sormuşlar, uzun ve rahat bir yaşamın sırrı nedir diye, “Masrafını
kısmak yoluyla kendinden borç al. Rahatlığın sırrı budur”

 
 Uzun bir yolculuktan dönen arkadaşlarından bahsetmişler Socrat’a.
“Yolculuk onu hiç değiştirmemiş “ demişler.Sokrat; “Doğaldır çünkü gittiği yere
kendisini de götürmüştür” demiş.

 
 

 
Sultan Alparslan’ın Merv şehrindeki türbe kitabesi şu şekildedir. “Ey
Alparslan’ın göklere yükselmiş şan ve şöhretini görenler, gelin de onun nasıl
toz toprak olduğunu görün.”

 
 

 
 

 
Kanaat

 
     Filozof Diyojen çeşme başına
oturmuş, çorba yapmak üzere mercimek ayıklıyordu. O esnada imparato
yakınlığıyla tanınan Aristippus adlı başka bir filozof kendisini farkedip
yanına yaklaştı. Aristippus da filozoftu, ama bilgisini etrafındakileri
aydınlatmaktan çok , imparatora dalkavukluk etmek için kullanırdı. Bu şekilde
keyif için kolay ve rahat bir hayat sürmenin yolunu bılmuştu. Alaycı sesle
Diyojen’e “Sen de imparatora yakın olmayı becerebilseydin, böyle çeşma
başlarında mercimek ayıklamaya mecbur kalmazdın” dedi. Diyojen şu cevabı verdi.
“Sen de böyle mercimek çorbasına kanaat etmeyi becerebilseydin, imparatora
dalkavukluk etmek zorunda kalmazdın.”

 
 

 
Son Roman

 
 Kötü bir romancı Copus’e yeni eserini göstererek  “Son romanım
üstad” der. Copus “Son mu?” diye sorar. “Gerçekten son mu, ne saadet!”

 
 

 
NEFSE İTİMAD EDİLMEZ

Ebul Hasan
Buşenci, bir gün yıkanmak için banyoda bulunduğunda, hizmetçisini çağırıp kapı
arkasından gömleğini uzatıp, "Bunu falan fakire veriniz" buyurdu.

Hizmetçi "Peki efendim" diyerek gömleği götürüp fakire verdi. Daha
sonra

EbulHasan'a :

-Efendim bunu dışarı çıkınca söyleyemez miydiniz ?

Banyoda iken söylemenizin sebebini anlayamadım, diye sordu :

Ebul Hasan şu açıklamada bulundu :

-O hayırlı düşünce hatırıma orada iken geldi dışarı çıkıncaya kadar nefsimin
beni bu düşünceden caydırmasından korktum. Nefsime, çok kısa zaman da olsa
itimad edemem.



 NASIL RIZIKLANDIRIYORSA

Hz. Ali'ye (R.A.) :

- Allah, bu kadar insanı nasıl hesaba çeker?

diye sorulduğunda :

Hz. ALİ (R.A) :

- Nasıl rızıklandırıyorsa öyle, buyurmuşlardır.



BAKKAL BORCU

Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir ramazan, oruç üzerine konuşuluyordu. Paşa'nın
sevip himaye ettiği şair Haşmet de oradaydı.

Paşa ona :

- Haşmet senin de borcun var mı ? diye sordu.

- Var efendim.

- Ne kadar ?

- Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var.

Ragıp Parşa kızdı :

- Be adam onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum, deyince Haşmet :

- Onu Allah sorar paşam; sizin soracağınız bakkala olan borçtur, dedi.



DOMUZ ETİ

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'e esareti sırasında Rus çarı tarafından bir ziyafet
verilir.

Günlerdir bir şeyler yemeyen Şeyh Şamil, yemekleri iştahla yerken Rus Çarı
yanındakilere :

- Korkarım bu adam bizi de yiyecek! diye fısıldar,

Bu sözleri duyan Şeyh Şamil Çar'a şöyle seslenir :

- Endişeye mahal yok, zira bizim dinimizde domuz eti yemek yasaktır.



EY PİR! KALK KURTAR

Yunanlılar Bursa'yı işgal ettiğinde "Pir Emir" isimli zatın türbesine
bakan türbedar, mezarın başına giderek, bastonu ile sandukaya vurarak :

-Ey pir,Bursa işgal edildi, kalk kurtar! der

O gece rüyasında Pir Emir'i gören türbedara

Emir :

- Be hey gafil, vatanı düşmandan kurtarmak, ölülerin değil, dirilerin hakkıdır
der ve okkalı bir tokat atar. Türbedar uyandığında tokatın acısı hala
geçmemiştir.



KİM ÖLE KİM KALA

Padişaha Hindistan'dan nadide bir kumaş gelmiş.

Padişah terzibaşını çağırmış :

- Bak, demiş, bu gün çarşamba, cumaya kadar 12 düğmeli bir elbise dikeceksin.

Ama düğmeleri altından olacak. Altınları da sen döküp yapacaksın...

Terzibaşı :

- Ama... diyecek olmuş.

Padişah kükremiş :

- Aması... kellen ...

Terzi evine çekilmiş. Eli ayağı titriyormuş.

Karısı teselli etmiş:

- Bak kocacığım. Sen şu işe bir başla gerisi Allah Kerim...

Terzi önce düğmelerden başlamış. Altın düğme dökmek için önce çivi dökmek,
sonra da bunu büküp yuvarlatmak gerekiyormuş. Terzi cuma günü şafak sökerken
binbir zahmetle çivileri dökebilmiş.

Düğme haline getirmeye çalışıyorken kapı çalmış. Terzi kireç gibi bir yüz ve
titreyen bacakları ile kapıyı açmış. Karşısında üç zaptiye :

-Padişah hazretleri dün gece Hakkın rahmetine kavuştular. Çivi lazım. Sen
çivileri hazırla.



YARATILIŞ

Padişah, oğlunun çok iyi yetişmesini istediği için, hocalar tutmuş, oğluna her
şeyi öğretmeye çalışmış, ama nafile; çocuğun gözü eğlencedeymiş, çalsın sazlar
oynasın kızlar, gününü gün ediyormuş...

Padişah, bir gün vezirine dert yanmış :

- Ne yaptımsa nafile, o kadar hoca tuttum, okuttum, olmadı!

- Padişahım, çocuğun yaradılışında ne varsa o olur, neye kabiliyetliyse, onu
yapar.

Hocalar çocuğun kabiliyetini geliştirir, tabiatını, yaratılışını
değiştiremez...

Padişah kızmış :

- Yani sana göre eğitimin, terbiyenin bir faydası yok mu ?

- Hiç olmaz mı padişahım,ama eğitim, terbiye yaratılışı tam değiştirmez!

Padişah, o gece sarayda bir eğlence düzenletmiş, eğlence sırasında terbiyeli
eğitilmiş kediler de gösteri yapmışlar, sırtlarında bir tabak, tabakta yanan
mum dolaşıp duruyorlarmış...

Padişah vezire dönmüş :

Gör, bak, terbiye, kedileri bile ne hale getiriyor!

Vezir sesini çıkarmamış. Bir ay sonra yine saraya çağrılınca, bu sefer bir
sepette beş, on tane fare koyup gitmiş...

Biraz sonra padişahın terbiyeli, eğitilmiş kedileri ortaya çıkınca, vezir
sepetin kapağını açıvermiş. Fareleri gören kediler gösteriyi filan unutup
saldırmışlar, halılar tutuşmuş, ortalık birbirine girmiş, vezir de yavaşça
padişahın kulağına fısıldamış :

- Yaa, işte böyle padişahım, terbiye de, eğitim de yaratılışa bağlıdır!



KERAMET

Devrinde hayli şöhrete ulaşan büyük mutasavvıf ve alim,(Aziz Mahmud Hudayi)
zaman zaman saraya da misafir olurdu.

Menkıbeye göre gene bir gün misafirliği sırasında, Hudayi abdest almakta iken
padişah (I. Sultan Ahmet) eline su döker. Valide Sultanda elinde havlu tutmak
için beklemektedir. Bu sırada Valide sultan'ın gönlünden şeyh hazretlerinin çok
kerametli olduğu söylenir, bize de bir keramet gösterseler diye bir istek geçer.
Bunu fark eden Hudayi :

- Sultanım bundan büyük keramet mi olur?

Benim gibi aciz bir kula yeryüzünün padişahı su döküyor, valide hazretleri de
havlu tutuyor! der.



DOSTLUĞUN ÖLÇÜSÜ

Şemsi Tebrizi ve Mevlana Celaleddin Rumi iki büyük dosttur.

Aralarındaki dostluk asırları aşarak günümüze kadar ulaştı. Gerçek dostluğun ne
olduğuna dair kıymetli ölçüler verdi. Çeşitli defalar ayrıldılar, kavuştular.
Ayrılığın acısını, kavuşmanın sevincini yaşadılar.

Bir gün Şems Tebriz'dedir. Bir Yahudi koşarak gelir ve bağırır :

- Müjde ! Mevlana geliyor.

Şems mütebessim. Hemen bütün varını yoğunu yahudiye bağışlar. Yahudi gittikten
sonra olaya şahid olan birisi Şems'e :

- Bu yahudi seni aldattı. Yolda kimse yok, Mevlana gelmiyor der.

Şems tebessümünü bozmaz ve dostluğun o müthiş ölçüsünü verir :

-Biliyorum. Bu sözün yalanına malımı mülkümü verdim. Doğru olsaydı canımı
vermem gerekirdi.



BOŞ EL

İbrahim bin Edhem bir gün hamamdan çıkarken para isterler :

- Şimdi yok, sonra veririm.

İlgililer :

- Paran yoksa hamama girmeseydin. deyince, İbrahim bin Edhem Hazretleri vecde
gelir ve düşüp bayılır. Bir süre sonra kendine geldiğinde, ne oldu diye
sorarlar. O da şu karşılığı verir :

- Boş el ile şeytanın evine koymuyorlar. Peki amelsiz olarak Rahman'ın evine
nasıl gireriz?



MENFAAT

Mevlana Hazretleri, müridlerinden biriyle giderken, bir kaç köpeğin sarmaş
dolaş uyuduklarını görür.

Müridi :

- Güzel kardeşlik örneği der, keşke insanlarda bunlardan ibret alsa.

Mevlana tebessüm ederek karşılık verir :

- Aralarına bir kemik atıver de, gör kardeşliklerini.



KİLİSENİN ŞEHADETİ

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil,esarette bulunduğu sırada Ruslardan namaz
kılmak için yer göstermelerini istemiş. Sarayın kilisesine götürmüşler.

Şeyh Şamil, namaz hazırlığını yaparken, Ruslar da kilisedeki putu örtmeye çalışıyorlarmış.

Şeyh Şamil onlara müdahale ederek :

- Bırakın öyle kalsın, demiş. Şamil'in esarette ve burada da namaz kıldığına onlar da şehadet etsin.

 
 

 
İSABETLİ HATA

Meşhur
hainlerden Abdullah Cevdet'in yazdığı makalenin bir satırı,

"Ben bu vatanın öksüzüyüm"

yerine yanlışlıkla "Ben bu vatanın öküzüyüm" diye basılmış.

Durumu Süleyman Nazife açarak "Bir mürettip hatası oldu" dediklerinde
Nazif :

- Mürettip hatası ne demek kardeşim, diye cevap vermiş. Buna düpedüz mürettip
sevabı (doğrusu) derler.



SÖZLÜKTE OLMAYAN KELİME

Almanya'da tren istasyonlarında yatıp kalkan alkoliklere "penna"
denir.

Penna kelimesinin Türkçedeki karşılığını soran Alman öğretmene Türk öğrenci şu
cevabı vermiştir:

- Türkiye'de penna olmadığı için, onun karşılığı olan bir kelime de yoktur.



BİLİNMEYEN LEVHALAR

İngiliz Büyükelçisi eski Türk evlerinin dış duvarlarına asılan "Ya
Hafız" (Muhafaza eden Allah (c.c.) )levhalarını görünce dayanamamış ve
Keçecizade Fuad Paşaya bunların ne olduğunu sormuş.

Fuad Paşa, İngilizin tam anlayacağı dille cevap vermiş :

- O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır.



ÇIKIYORUM

Şair Nef'i bir toplantıda konuşurken, düşmanlarından biri içeri girmiş, fakat
herkese selam verdiği halde kendisine :

- Merhaba canım ! demiş.

Nef'i durur mu? Hemen cevabını yapıştırmış :

-Derhal çıkıyorum.



NADİREN

Ünlü karikatürist Cemal Nadir Güler'e, "Siz hiç gülmez misiniz?" diye
sorarlar. Cemal Bey :

- İsmime dikkat edin, demiş, Görmüyor musunuz "Nadir Güler" deniyor.

BAZAN VE BAZEN

Üniversitede edebiyat dersinde öğrencilerden biri hocaya sorar :

- Hocam, bazan mı denir, bazen mi?

Hoca cevap vermeden öğrencilerden biri cevabı verir :

-Bazan bazan, bazen bazen.



DÜŞÜNÜYORUM

Bir sohbet sırasında Arif Nihat; "Düşünüyorum, o halde varım." sözünü
biraz hatalı bulduğunu söylemiş.

Doğrusunu sormuşlar, şöyle cevap vermiş :

-Düşünülüyorum, o halde varım.

Not : "Düşünüyorum, o halde varım." sözünü bir başka düşünür
"Varım, o halde düşünmeliyim." şeklinde düzeltmiştir.

 


Hatibin Cevabı

 
Güzel konuşması ile ünlü Çiçero nutuk veriyordu. Çiçeroyu çekemeyen bir
avukat kalabalık arasından fırlayarak bağırdı.

 
-Hey, ne havlayıp duruyorsun orada?

 
Çiçero’nun cevabı bir hatibe yakışır cinsten:

 
-Ne yapayım, bir hırsız gördüm de...

 
    

 
Dalkavuk

 
Filozof ile dalkavuk konuşuyormuş. Filozof ne derse , dalkavuk onu tasdik
ediyormuş. Nihayet sabrı tükenen filozof haykırmış :

 
-Hiç olmazsa bir defa olsun itiraz et de, iki kişi olduğumuzu anlayalım be
birader!..

 
 

 
Ama derisini yüzmez.

 
 

 
Eski Roma’da eyalet valilerinden biri, Kayser Tiberius’a vergilerin
artırılmasını teklif edince ondan şu cevabı almış:”İyi çoban koyunlarının
yününü kırpar ;ama derisini yüzmez.

 
 

 
Veni,vidi,vici

 
 

 
M.Ö 49’da Sezar, Pompe’i takip ile Roma’ya geldi. Buradan Mısır’a geçen
Sezar, Kleopatra ile tanıştıktan sonra tekrar Anadolu’ya dönüp, Partlar’la
müthiş bir savaşa tutuştu. Uzun yıllar Doğu’da kalan Sezar, Roma’da
dostlarından aldığı bir mektupta, kendisinin bu kadar zamandır neler yaptığı
soruluyordu. Sezar, bu dostuna lakonik bir cevap verdi:

 
-“Veni,vidi,vici ”  (Geldim,gördüm,yendim )

 
 

 
Sende mi Brütüs

 
 

 
Sezar’a M.Ö. 44’te Senato içinde bir suikast hazırlanıp, 23 yerinden
hançerlenerek ,feci bir şekilde öldürüldü. Bu sıralar 57 yaşında bulunan Sezar
ilk hançer darbesinden sonra arkasına baktığında ,evlatlığı Brütüs’ün de
hançerini kaldırıp saldırmakta olduğunu gördü. Sezar bunu beklemediğinden
kendini tutamayıp:

 
-“Sende mi oğlum Brütüs?” diyerek, kendini hançerlere teslim etti.

 
 

 
Keşke İçinde Adam Otursaydı

 
 

 
Aristo yolda giderken oldukça yakışıklı bir adama rast gelir. Bir de
konuşup ta söylediği sözlerin, verdiği cevapların cahilene ve ahmakane olduğunu
görünce der ki:

 
-Güzel bir ev. Keşke içinde adam otursaydı!

 
 

 
 

 
NE HALT
EDECEKSİN

 
Çelebi Sultan Mehmet.kardeşi Musa Çelebi'yi takip etmek için Edirne'ye
gider.Bunu fırsat bile Karamanoğlu gelip Bursa'yı kuşatır.Bu sırada Musa Çelebi
ölür.Cenazesi Edirne'den Bursa'ya getirilir.Karamanoğlu durumu ö|renir,bunun
bir tuzak olduğunu sanarak hemen askerim çekip kaçmaya başlar.

 
Karamanoğlu'nun  "Harman tanesi" denilen iri,şişman bir
nedimi vardır. Zavallı adamın koşmaya değil,yürümeye bile hali yoktur.Beş on
adım gittikten sonra ayaklarının bağı çözülür ve efendisine der ki:

 
-Behey evi yıkılası ca!
Osmanoğlu'nun ölüsünden böyle kaçıyorsun. Ya dirisini görsen ne halt edeceksin?

 
ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMAN GAZİ'YA NASİHATİ

 
Ey oğul. artık Bey'sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik
bize gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana Acizlik bize hoş görmek
sana, anlaşmazlıklar bize, adalet sana, haksızlık bize, bağışlamak sana. Ey
oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı
yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun.

 
OSMAN GAZİ OĞLU ORHAN GAZİYE VASİYETİ

 
Ey oğul! Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara)
dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan,
itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan,
helalı harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma,
devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme'.. Zira yaratandan korkmayan,
yaratılandan hiç korkmaz. Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede
sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygaraber-i
Zişan'ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer'i şerifin dışına çıkmazdı.
Zulümden, bidatten sakın. Zulme ve bid'ate teşvik edenleri devletinden
uzaklaştır. Çünkü böyleleri seni zevale uğratmış olurlar

 
Daima cihad ile devletini genişletmeye çalış. Çünkü uzun zaman sefer
olunmazsa askerin şecaatine; reislerin ve kumandanların bilgi, tedbir ve
malumatına ağırlık ve noksanlık gelir. Böyle sefer işlerini bilenler ölür gider
de yerine tecrübesiz kimseler gelir, bu yüzden de bir çok hatalar meydana gelir
ki, bundan da devlet büyük zararlar görür. Beytü'1-mali koru! Devletin
servetini çoğaltmaya çalış!., Şer'i şerifin ölçüsüne göre sana ait olana
kanaatle, ihtiyaçlarından ve gerekli olanlardan başka lüzumsuz yere telef etme,
israftan kaçın. Askerinle, malınla gururlanma. Zira onlar Allah yolunda cihad
için milletin işlerinin yerli yerinde görülmesi ve cihana adalet ve fazileti
yayman için vasıtadırlar.

 
Sadakatle Allah rızası için çalışan devlet erkanım koru!.. Vefatlarından
sonra böyle kimselerin çoluk-çocuğuna bak, ihtiyaçlarım karşıla.!. .Halkından
hiç kimsenin malına tecavüz etme!.. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat,
böylelerinin yakınlarına sıkıntıdan kurtar. Askeri erkanı iyi koru!.. Alimler,
fazıllar, sanatkarlar, edipler; devletin bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve
ikramda bulun. Bir kemal sahibi işitince onunla yakınlık kur, dirlikler ver ve
ihsan eyle!.. Hükümetinde ulema, fazıl kimseler, erbab-ı maarif çoğalsın,
siyaset ve din işleri nizam bulsun!..

 
Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir bey olarak gelip hak etmediğin
halde bunca inayet-i celile-i Rabbaniye'ye mazhar oldum. Sen de benim yolumdan
git ve bu Din-i Muhammedi'yi ve ashabını, başka sana tabi olanları koru.
Allah'ın (c.c) hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere
böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü
kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah'ın yardımına güven. Halkı
düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!.. Haksız, yere hiç bir ferde
layık olmayan muamelede bulunma!,. Halkı taltif et, hepsinin rızasını
kazan".

 
 

 
 

 
         HAYDİ SİZ GİDİNİZ BİZ GELİRİZ

 
Trabzon Rum İmparatoru David Komnen,akrabası Uzun Hasan'a güvenerek
Türklere verdiği vergiyi kestiği gibi,daha evvelce ver­diklerini de geri
istemeye başladı,Fatih, David' in elçilerine şöyle dedi:

 
-"Haydi siz şimdi gidiniz, ben kendim gelir borcumu öderim."

 
BENİ BİR
GÜN EVVEL ÖLDÜRT

 
Yavuz Sultan Selim şedid bir padişahtı. Bu yüzdendir ki,'Dilerim Allah'tan
Yavuz'a vezir olasın" sözü bu asırda bir beddua idi.Yavuz iş-bilir kimseleri
sevmezse bile takdir ederdi.Sadrazam Piri Paşa Yavuz'un hoşlanmadığı kişiler
arasında idi.Ancak Pırı paşa bilir bir kimse olduğu ,için Yavuz Onu makamında
tutuyordu. Ancak Piri Paşa günün birinde padişahın bir bahane bulup kendisini
öldürteceğini bildiği için,devamlı huzursuzluk içinde bulunuyordu.Bir gün her
şeyi göze alıp Yavuz'un huzuruna çıkarak:

 
-"Padişahım,dedi,bu sadık kulunuzu günün birinde öldürteceğinizi
biliyorum.Bu işi bir gün evvel yapın da bende kurtulayım ,sizde kurtulun".
Padişah bu sözlere çok gülmüş ve Şöyle demişti:

 
-"Doğru söylersin, seni öldürtmek i sterim, Ancak, senin gibi
becerikli birini bulmak çok zordur. Yoksa seni muradına eriştirmek çok
kolaydır."

 
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN MORA VALİSİ BALİ BEY'E
FERMANI

 
"Her iyiliğin kaynağı adalettir.Adil olmayan kişinin elinden çıkan
iş,kötü iştir. Peygamberiınizs "Bir günün adaleti yetmiş yıllık
ibadetten üstündür" buyurmuştur.Öyle insanlar var kimilerinde fırsat yok
iken salih, abid ve zahit görünürler,ellerine fırsat geçince nemrut kesilirler,
..Hizmetinde kullandığın adamların dış hallerine aldanma!Mala muhabbet
göstereni devlet hizmetinde kullanma! Zira o adamlar ki,Allah'ın bana emanet
ettiği halkı ezerler,Kıyamet günü sorumlu benim!...

 
Ey Gazi Bali Bey ;  mansıbımın geliri masrafıma yetmez diye gam
çekme.Ne dileğin varsa benden iste.Sana emanet ettiğim askerlerimin ve tebamın
gençlerini evlat,ihtiyarlarını baba,yaşlılarım da kardeş bil...Bilhassa
fukaraya şefkat ve muhabbetle ihsan kapılarım aç..."

 
 

 
 

 
 

 
ŞEMSÎ PAŞA'NIN HAZIR CEVABI

 
İran Şahı Sarı Selim'in padişahlığını tebrik etmek İçin Edirne'ye Şah Kulu
adında bir elçi göndermişti. Şah

 
Kulu büyük bir hediye kervanı ile Edirne'ye yaklaşırken, Padişahın emri ile
Şemsi Paşa da, tertipli ve güzel

 
giyinmiş küçük bir ordu ile onu uzak bir mesafeden karşılamaya çıkmıştı.
Şah Kulu Osmanlı askerinin

 
ihtişamını çekememiş ve Şemsi Paşa'ya :

 
-"Uzaktan askerinizi gelin alayına benzettim" deyince Şemsi Paşa
da ;

 
-"Evet,haklısınız. Çaldıran'da da gelin almaya gelen bu askerdi"
diye cevap vermişti.

 
DÜNYADA SÖZÜ DOĞRU HAK TANIR BİR ADAM BULAMADIM

 
Sultan III.Mehmet bir gün yanında bulunan devlet büyüklerine:

 
-"Bu dünyada sözü doğru hak tanır bir adam bulamadım" deyince,
etrafındakilerde sebebini sordular.Bunun üzerine III.Mehmet şöyle dedi:

 
-"Şeyhülislam Bostanzade Efendiye iltifat ettim, derhal cahil bîr
kardeşini Rumeli kazaskeri yaptı.Gene cahil bir gence rica ile Selanik
kadılığını verdirdi. Bundan sonra babamın hocası Saadettin’e iltifat
ettim,doğru ve hak bilir dedim, o da oğlunu Anadolu kazaskerliğine ve bir diğer
oğlunu da Edime kadılığına tayin ettirdi işte görüyorsunuz,ben artık kime
güveneyim?"

 
HAYDİ  ÇIK   ORADAN

 
Sultan Murat devrinde ayyaş Bekri Mustafa, meyhaneden zilzurna sarhoş
çıkmıştı. Devriyeler peşine takılıp

 
kendisini kovalamaya başladılar. Kurtulamayacağını anlayan ayyaş Bekri
Mustafa, kendini kaldırıp havuza

 
attı. Devriyeler havuzun kenarına gelip:

 
-"Haydi çık oradan" dediklerinde Bekri Mustafa:

 
-"Ben karada değil, deryadayım. Bana Kaptan Paşa karışır" diye
cevap verdi.

 
Delinin Biriyim

 
Zalim Haccac, Abdullah bin Zübeyr'i şehit ettikten sonra Medine'ye gelir.Bu
olay üzerine gelişmeleri İzlemek için Haccac tebdili kıyafet eder,yaşlı bir
bedevinin şehirden içeri girdiğini görür. Kendisine der ki:

 
-Ya Şeyh! Medine'de ne var yok?

 
-Ah sorma, halleri pek yaman!

 
-Ne oldu?

 
-Ne olacak Abdullah bin Zübeyr gibi bir zatı şehit ettiler.

 
-Kim etti?

 
-Haccac denilen o Allahın belası,o zalim herif!

 
-Ya Şeyh sen Haccac'ı görsen tanır mısın?

 
-Hayır.

 
-(Yüzünü açıp) İşte Haccac benim.

 
-Ey kardeş sen de beni tanıyor musun?

 
-Hayır.

 
-Beni Amir kabilesinden delinin biriyim. Ne söylediğimize yaptığımı bilmem.
Haccac İhtiyarın tedbirinden hoşlanır ve kendisini affeder.

 
İşte Bende öyle Yaptım

 
Bilginlerden birine edepsiz adamın biri saldırır ve tekme atar. Bilgin karşılık
vermez. Görenler "Niçin mukabele etmedin" diye sorarlar.Bilgin şu
cevabı verir:

 
-Sizi bir hayvan tekmelese ne yapar sınız ? Hiç değil mi? İşte bende öyle
yaptım.

 
Ne İnekler Feda Ettim

 
Oğlunun okuması için hayli masraf ettiği halde çocuğun hiçbir şey öğrenemediğini
gören köylü,büyük Bir ümitsizlik içinde "Ah,şu bir tanecik öküz için ne
inekler feda ettim " der.

 
HAYATI GÜZELLEŞTİRME KURALLARI

 
-İnsanlara beklediklerinden fazlasını verin ve bunu gönülden yapın

 
-Seni seviyorum dediğinizde, yüreğinizden gelsin.

 
-'Özür dilerim' dediğinizde karşınızdakinin gözünün içine bakın.

 
-Kimsenin  hayallerine gülmeyin.

 
-Tartışma her zaman olur, yeter ki işi küfürlü kavgaya çevirmeyin.

 
-Hızlı düşünüp yavaş konuşun.

 
-İnsanlar cevabım vermek istemediğiniz bir soru sorduklarında gülümseyin ve
"Neden bilmek istiyorsun?" diye siz sorun.

 
-Annenizi ihmal etmeyin.

 
-Kayıpları kazanılmış derslere dönüştürün.

 
-Küçük kırgınlıkların büyük dostlukları bitirmesine izin vermeyin.

 
-Hatayı hissettiğiniz anda durmasını bilin ve hemen düzeltmek için çaba
gösterin.

 
-Telefona cevap verirken gülümseyin, karşı taraf sesinizde mutluluğu
duyacaktır.

 
-Ara sıra yalnız kalın ve kendinize vakit ayırın

 
-Değişime hep açık olun ancak değerlerinizi yitirmeyin.

 
-Bazen en iyi cevap, cevap vermemektir unutmayın.

 
-Daha çık kitap okuyup daha az televizyon seyredin.

 
-İyi ve dürüst bir hayat yaşayın. Yaşlanıp geriye baktığınızda keyfiniz
kaçamasın.

 
-Allah'ın ipine sanlın ama arabayı da kilitlemeden bırakmayın.

 
-Satır arası mesajları algılamayı öğrenin,

 
-Dua edin muhteşem bir güç olduğunu göreceksiniz.

 
-Yılda en az bir defa daha önce gitmediğiniz bir yeri görün.

 
-Çok paranız varsa yoksullara yardım edin, zenginliğin en güzel tarafı
budur.

 
-Bazen istediğinizin olmaması ihtimali vardır, unutmayın.

 
-Başarınızı ona ulaşmak için neler kaybettiğinizle ölçün.

 
ATLARIMIZIN DİZ KAPAKLARINA KADAR MÜSLÜMAN KANI İÇİNDE YÜRÜYORUZ,

 
1096 yılında I.Haçlılar Kudüs'e girerek,40 bin Müslümanı kılıçtan
geçirdiler. Gödofroi dö Buyyon Papa II.Urban’a yazdığı bir mektupta şöyle
diyordu.

 
-"Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları katlettik.Malumunuz olsun ki,
Süleyman mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış
olarak yürüyoruz".

 
Rene G. Rousset adındaki tarihçi yukarıdaki fikri doğruladıktan
başka,şunları da ilave ediyor.

 
-Haçlılar Kudüs'te o kadar çok Müslüman kestiler ki, atların ayaklan kan
deryasına battıkça in­san etleri duvarlara sıçrıyordu".

 
GERÇEK FAKİRLİK

 
Günlerden bir gün zengin bir baba ailesi ve oğlunu köye götürdü.Bu
yolculuğun tek bir amacı Vardı insanların ne kadar fakir olabileceklerini
oğluna göstermek.

 
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.Yolculuktan
döndüklerinde oğluna Sordu:

 
-         İnsanların ne kadar fakir
olabileceklerini gördün mü?

 
-         Evet!

 
-         Ne öğrendin peki?

 
Şunu gördüm:Bizim evde bir köpeğimiz var,onlarınsa dört.Bizim bahçenin
ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,onlarınsa sonu olmayan bir
dereleri,Bizim bahçemizde ithal lambalar var,onlarınsa yıldızları. Bizim görüş
alanımız ön avluya kadar ,onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.

 
Oğlu sözlerini bitirdiğinde,babası söyleyecek bir şey bulamadı.Oğlu ekledi:

 
-Teşekkürler baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için.

 
HAYATA DAİR

 
İmkanlannın altında yaşa

 
Bol bol gülümse, hem maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilmez.

 
İnsanların adlarını hatırla.

 
Asla birilerinin umudunu kırma.Belki de sahip oldukları tek şey odur,

 
Karının en iyi arkadaşı ol!

 
İlk izlenimlerine güvenme.

 
Arkadaşlarına borç verirken ihtiyatlı davran, ikisini de kaybedebilirsin.

 
Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlardan uzak dur.

 
Köprüleri atma. Aynı nehri kaç kez daha geçmek zorunda kalacağına
şaşıracaksın,

 
Büyük sözler vermekten korkmamama yerine de getir.

 
Hüküm vermeden önce her iki tarafı da dinle,

 
Zarif ol.Kimseyi bile bile kendinden soğutma.

 
Birisine seni seviyorum deme fırsatım asla kaçırma.

 
Kimse tek başına başaramaz;sana yardımcı olanlara minnet duy.

 
Zamanı ve sözleri dikkatsizce kullanma. İkisi de geri alınamaz,

 
İnsanlara değerlerini hissettirebileceğin fırsatları kolla.

 
Güzel giyinmek için çok uğraştığını bildiğin birine "Harika
görünüyorsun" de.

 
Şükret.

 
Başladığın her işi bitir.

 
Hiç kimsenin sözünü kesme.

 
Seni ziyarete gelenleri ayakta karşıla,

 
Telefonu coşkulu ve dinamik bir sesle aç.

 
Anne ve babanın kahkahalarını banda kaydet.

 
Ölmeden önce kendine bir mezar yeri satın al ve süt sık oraya git.

 
Keşke sözcüğü yerine bir daha ki sefere demeyi dene.

 
Misafirlikte yemeği övmeyi unutma.

 
Karnın açken asla yiyecek-içecek alışverişine çıkma. Gereğinden fazlasını
alırsın.

 
Unutma! Bir insanın en derin duygusal ihtiyacı, takdir edildiğini
hissetmesidir.

 
Yaşlan7ama paslanma.

 
İyi bir avukat, muhasebeci ve tesisatçıya ahbab ol.

 
DÜŞMAN SAVMAYA GELMEDİK

 
Büyük Napolyon general rütbesi ve ordu komutanlığı ile İtalya'da bulunduğu
sırada bir savaş meclisinde düşmanın sayısından, askerin çokluğundan söz
edilir. Bunun üzerine Napolyon der ki: -Biz buraya düşman saymaya gelmedik.

 
BÖYLE BİR KÜSTAHLIKTA BULUNABİLİRDİM

 
İsviçre'de askerlerden biri sigarayı yakmak için yüzbaşıya yaklaşır ve der
ki:

 
-Lütfen ateşinizi verir misiniz?

 
Subay büyük bir hiddetle şöyle der:

 
-Eğer Prusya'da bulunmuş olsaydık yüzbaşıdan böyle bir talepte bulunmaya
cesaret edebilir miydin?

 
Asker kayıtsız bir şekilde cevap verir:

 
-Doğru.Fakat biz Prusya'da bulunsaydık ne siz yüzbaşı olurdunuz,, ne
de ben böyle bir küstahlıkta bulunabilirdim.

 
PARMAKLA
ALMAK MÜMKÜN OLSAYDI ÖYLE YAPARDIM

 
Hükümet adamlarından biri,Napolyon Bonapart'ı savaşta küçük düşürmeye
çalışır.Haritanın üzerinde parmağım gezdirerek "Önce şuraları
almalıydınız. Sonra şuradan geçerek buraları zabt etmeliydiniz" diye
konuşur. Napolyon ise şu cevabı verir:

 
-Evet,gösterdiğiniz yerleri parmakla almak mümkün olsaydı öyle yapardım.

 
O AYAK BENİMDİR

 
Fransa Harbiye Nazırı Fransa'ya nakledilen yaralı askerlerin bulunduğu
hastaneyi ziyaret eder.Bu sırada yaralılara şöyle hitap
eder:''Kahramanlarım!Gösterdiğiniz cansiperane hizmetleriniz hiçbir zaman
unutulmayacaktır.Zira ancak sizin fedakarlığınız saye­sinde bugün Fransa'nın
bir ayağı Çin'de bulunmaktadır."

 
Bu konuşmaları dinleyen ve bir ayağını gülleye kaptıran bir asker şöyle
seslenir:

 
-Aman nazır efendi! O ayak benimdir.

 
ARKADAŞLARIM İLERİ GİDİYOR

 
Bir subay talim sırasında bir askere dedi ki:"Niçin geri kalıp sırayı
bozuyorsun?"Nefer şu cevabı verir: -Ben geri kalmıyorum, arkadaşlarım
ileri gidiyor!

 
ACABA ARANIZDAKİ FARK NELERDİR

 
Bir gün Abdülaziz huzuruna giren Fuat Paşa'ya:

 
-"Söyle bakalım,dedi,Ali Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa ile aranızda ne
gibi fark vardı?Bu soruya Fuat Paşa şöyle cevap verdi:

 
-"Ben, Ali Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa bir ırmak kenarına gelsek
karşıya geçmek için bir köprü kurulduğunu görsek, üçümüzün yapacağı iş şudur.
Ben hemen köprüye saldırırım, Ali Paşa köprüden sağlam olup olmadığım tetkike
başlar ve bir ge­çit arar. Mütercim Rüştü Paşa ise bir alay asker köprüden
geçmedikten sonra köprüye ayak basmaz."

 
ŞEYHÜLİSLAMA SORUN

 
II.Abdülhamit, 93 savaşının Kars cephesinde başarı gösterenlere madalyalar
takmaya başlamıştı. Bir ara Şeyhülislam da bu madalyadan takmaya başlayınca,
Fuat Paşa göğsündeki madalyayı derhal çıkardı.Bir gün padişah Fuat Paşa'nın
göğsündeki madal­yasını göremeyince:

 
-"Fuat Paşa.siz Kars madalyasını niçin takmıyorsunuz?" diye
sorunca Paşa da:

 
-"Efendim ben Kars savaşlarına iştirak etmedim ki, madalyasını
takayım"

 
-"Bu nasıl olur paşam?"

 
-"Bana inanmazsanız, Şeyhülislama sorunuz. Acaba beni savaş alanında
gördü mü?"

 
VAHDETTİN'İN FERYADI

 
Son Osmanlı padişahı olan Vahdettin, bilindiği gibi bir İngiliz gemisine
binerek İstanbul'dan ayrılmıştı. Söğütte yaprağı açılan Osmanlı tarihi, San
Remo'da Vahdettin ile son bulacaktı. Ancak Vahdettin, ayrılırken bile devlete
ait tek bir kuruşu beraberinde götürmemiştir.Nitekim bir hatıratında şöyle
diyor:

 
-"Bendenden evvelki padişahlar gibi kuş tüyü üzerinde padişah olmadım.
Ateş yığını üzerinde padişah oldum. Benden daha iyi veliaht bulunsaydı, vallah
billah tallah ben padişahlığı kabul etmezdim. Saltanat ile teneşir arasındaki
mesafeyi bilirim"

 
MEVLANA'DAN YEDİ ÖĞÜT

 
-Cömertlikte,yardım etmede akar su gibi ol.

 
-Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

 
-Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,

 
-Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

 
-Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.

 
-Hoşgörülükte deniz gibi ol.

 
-Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol,

 
 

 
Svendai

 
Rus knezi Vladimir ile Peçenek başbuğ Svendal  988 yılında Trubej
nehri kıyılarında karşılaştılar. Nehri bir ta­rafın da Ruslar,öteki tarafında
da Peçenek Türkleri bulunuyordu.İki tarafında savaşabilmesi için,iki taraftan
bi­rinin nehri geçmesi şarttı.Ancak iki tarafta nehri geçip savaşmaya cesaret
edemiyorlardı.Uzun bir bekleyişten sonra Peçenek başbuğu Svendal5nehrin
kıyısına gelip şöyle bağırdı:

 
"Sen kendi adamlarından birini seç,bende seçeyim.Onlar huzurumuzda
vuruşsunlar.Eğer senin adamın galip gelirse,üç sene savaşmayacağız.Eğer benim
adamım galip gelirse,üç sene savaşacağız."

 
Rus knezi teklifi kabul etti. Tarihi kaynaklara göre Rus pehlivanı,Peçenek
pehlivanın pençeleri arasında can vermişti.

 
Bari su içsinler

 
Romalılar savaşa giderken kafes içinde kutsal saydıkları piliçleri de
beraberinde götürürlerdi.Şayet piliçleri ka­fes içindeki yemleri yememiş
iseler,bu hayra alamet sayılmazdı.Klodius zamanında Drepene savaşma giden
Romalılar,piliçlerin yemlerini yemediklerini İmparatora bildirince,Klodius:

 
-"Mademki yem yemiyorlar,bari su içsinler" diyerek hayvanları
denize attı.

 
En layık olana

 
Büyük İskender M.Ö.323'te Babil'de öldü. Ölüm döşeğinde iken,etrafında
bulunan generaller "Devletin idare­sini kime bırakacağını"
sorduklarında İskender şöyle dedi: -"En layık olana"

 
Böyle durmazdın

 
Aristo öğrencilerinden birine bir mesele tarif ettikten sonra der ki;

 
-Anladın mı?

 
-Evet.

 
-Ama senin anladığına delalet eden bir işaret göremiyorum.

 
-O işaret nedir?

 
-Güleryüz. Anlamış olsaydın, sevinirdin. Böyle durmazdın.

 
 

 
Timur Han, ölüm döşeğinde şunları söyledi:



"Oğullarım,



Milletin refahını, saadetini sağlamak için sizlere bıraktığım vasiyeti ve
tüzükleri iyi okuyun, asla unutmayı ve tatbik edin. Milletin dertlerine derman
bulmak vazifenizdir.



Zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın. "Adalet ve
iyilik etmek" düsturunuz, rehberiniz olsun.



Benim gibi uzun saltanat sürmek isterseniz, kılıcınızı iyice düşünerek çekiniz,
bir defa çektikten sonra da onu ustalıkla kullanınız.



Aranıza nifak tohumları ekilmemesi için çok dikkatli olun. Bazı nedimleriniz ve
düşmanlarınız nifak tohumları saçmaya, bundan faydalanmaya çalışacaklardır.
Fakat vasiyetimde size idare şeklini, ana ilkelerini gösterdim. Bunlara sadık
kalırsanız taç başınızdan düşmez.



Ölüm döşeğinde söylenen babanızın bu sözlerini unutmayın.



Benden sonra hakan, Pir Muhammed Cihangir olacaktır. Ona, bana itaat eder gibi
itaat edeceksiniz. Kumandanlarım, şimdi itaat yemini ediniz!"



(Ve bütün kumandanlar, saray adamları, ağlayarak yemin ettiler.)

 
BİR
ZAMANLAR                  

 



 
                   
  Faziletliydik:
Kimsenin
  malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık
  nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.

                    
  Dürüsttük: Bir zamanlar
  Londra Ticaret Odası’nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası
  asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

   İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası’nın toplantılarında
  oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır,
  onun dediği olurdu.

                   
  Temizdik: Yere bile
  tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya tanıtmasıyla meşhur
  Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor:

  "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de
  saçlarında, sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları,
  sakalları dökülür."

                 
  Çevreciydik: Kurak
  günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen
  kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık.Bunlara
  öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

                 
  Harama el sürmezdik:
  Fransız muellif Motray, 1700’lerdeki halimizi şöyle anlatıyor:"Türk
  dükkanlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey
  unutsam, hiç tanımadığım dükkancılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç
  kere Beyoğlu’ndaki ikametgahıma kadar gelmişlerdir."

                 
  Medeni idik: İngiliz
  sefiri Sir James Porter ise, 1740’ların Türkiye’si için şunları
  söylüyor:"Gerek İstanbul’da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde
  hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkan bırakmayacak şekilde
  ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

                 
  Dosdoğruyduk: Fransız
  generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık,
  murabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında
  meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin
  doğruluklarına hayran kalır."

                 
  Hırsızlık nedir bilmezdik:
  Fransız muellif Dr. Brayer, 1830’ların İstanbul’unu getiriyor önümüze:

  "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkanların çoğunlukla
  umumi ahlaka itimaden açık bırakıldığı İstanbul’da her sene azami beş-altı
  hırsızlık vakası görülür."

  Ubicini, Dr. Brayer’i şöyle doğruluyor:

  "Bu muazzam payitahtta dükkancılar, namaz saatlerinde dükkanlarını açık
  bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla
  kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz.

  Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet
  vakaları olmadan gün geçmez."

                   
  Naziktik: Edmondo de
  Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880’lerin "biz"ini anlatıyor
  bize:

  "İstanbul Türk halkı Avrupa’nın en nazik ve en kibar insanlarıdır.
  Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar
  müsamahakardırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir,bizim
  kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

                   
  Cihana örnektik:
  Türkiye Seyahatnamesi’yle meşhur Du Loir’un 1650’lerdeki hükmü şöyle:

  "Hiç şüphesiz ki, ahlak bakımından Türk siyasetiyle medeni hayati bütün
  cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

  Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile
  kapsıyordu.

     
              Hayata karşı saygılıydık: Bu
  konuda dilerseniz Elisee Recus’u dinleyelim, bize 1880’lerdeki halimizi
  anlatsın:

  "Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde
  eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak
  yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla
  anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev
  bir Türk evidir."

                   
  Hayırseverdik: Comte de
  Marsigli’yi tekrar dinleyelim:

  "Yazın İstanbul’dan Sofya’ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş
  köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

  Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri
  kanaatindedir. Şöyle diyor:

  " İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve
  hatta bitkilere bile teşmil ederler."

  Bu tespiti, İslam ve Türk düşmanı avukat Guer, misallendiriyor:

  "Türk şefkati hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği
  zikrediyor:

  "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu
  adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar...
  Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip
  sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." Ve devam
  ediyor:

  "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. “

 


 

 
Timur ve
Karınca

 



 
Meşhur
  Türk Hükümdarı Timurlenk'e:

  -Seni erlikten başbuğluğa yükselten nedir?..diye sordular.

  Timurlenk şu cevabı verdi :

  -Asla ümitsizliğe düşmedim... O kadar zorlukla karşılaştığım halde hiç birisinden
  yılmadım ve bir maksadıma erişmek için bir karınca bana örnek oldu: Bir gün
  düşmanlarımdan kaçmış bir harabeye sığınmıştım. Her yerden ümidi kesmek üzere
  olduğum bir anda gözüm bir karıncaya ilişti. Karınca kendinden büyük bir
  buğday danesini almış bir yıkıntının üzerinden aşırmak için uğraşıyor; fakat
  taşıdığı şey kendisinden büyük olduğu için sonuna kadar götüremiyor,
  düşürüyordu. Dane yuvarlanarak duvarın dibine düşüyor, karınca tekrar inip
  rızkını alıp götürmeye uğraşıyordu. Bu hal elliden fazla oldu; ama karınca da
  nihayet maksadına erişti. Karıncanın bu azmini gördükten sonra bende bir ümit
  peyda oldu. Kendi kendime:”Ben bu karınca kadar da mı olamayacağım.” dedim ve
  maksadıma erinceye kadar hiç bir zorluktan yılmadım.

 


 

 
Osmanlı
Korkusu

 



 
1534 yılında
  Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde Osmanlı Akıncılarını gözlemesi ve
  Akıncıları görünce çan çalarak haber vermesi için bir memuriyet kuruldu.

  Bu memuriyet Viyana Belediye Meclisi'nce:

  "Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından böyle bir memuriyete gerek
  yoktur."

  denilerek ancak 1956 yılında (tam 422 yıl sonra) iptal edilmiştir.

 


 

 
Arkadaş

 



 


  Eski Türklerde askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı
  kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok
  atarlarmış.

  Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne
  genelde bir taş veya kaya olurmuş yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi
  ARKA-TAŞ’dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile
  güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz
  kişilere verdiğimiz isimdir.

 


 

 
Kanuni ve
Ferdinand

 



 


  1532 yılında Kanuni büyük bir ordu ile Almanya üzerine yürüdü. Aylarca
  Almanya'da gezdiği halde, ne Ferdinand ve ne de kardeşi Şarlken, Kanuni ile
  savaşmaya cesaret edemediler. Bunun üzerine Kanuni Şarlken'i savaş alanına
  çekebilmek için, aşağıdaki mektubu yazdı:

 

  - "Bu kadar zamandır erlik davası yapıp durursun. Ne senden ne
  kardeşinden nam ve nişan yok. Sizlere saltanat ve erlik davası haramdır.
  Belki karından dahi utanmazsın. Belki kadında gayret var sizde yok. Er isen
  meydana gelesin, takdir ne ise yerine gele. Gel seninle saltanatı Beç
  (Viyana) sahrasında paylaşalım. Bu kere dahi meydana çıkmazsan avratlar gibi
  çıkrık alıp padişahlık tacını takmayasın."

 


 

 
 

 
Tarihi Bir
Pazarlık

 



 
Abdülaziz’in
  1867’deki Paris seyahatinde III.Napolyon, Hariciye nazırı (Dışişleri bakanı)
  Keçecizade Fuad Paşa ile sohbet ederken, Girit meselesine bir çare bulmak
  için paşaya,Girit’in Yunanistan’a satılmasını teklif etmiş ve adaya karşılık
  ne kadar para isteyebileceğini sormuş! Hazır cevaplığı ile ünlü olan Paşa, şu
  zarif cevabı vermiş:

  -Aldığımız fiyata veririz haşmetmeab !

 

 
                                              
  OSMANLI PADİŞAHLARI

 
Osmanlı
  padişahları 14 isim kullanmışlardır. 1 tane Orhan, İbrahim, Abdülmecid,
  Abdülaziz; 2 tane Bayezid, Süleyman, Mahmut, Abdülhamit; 3 tane Osman, Selim,
  Ahmet; 4 tane Mustafa; 5 tane Murat ve nihayet 6 tane Mehmet ismi
  kullanılmıştır.

 


 

 
İstanbul'un
geleceği

 



 
Süheyl
  Ünver'in İstanbul Risaleleri kitabından ilginç bir hikaye..

 

  ''Fatih İstanbul'u alıp da alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden
  derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi.

  Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar.
  Korktu, teskin ettiler.

  Niçin hapsedildin diye sordular? Keşiş fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları
  sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp İstanbul'u Türklerin alıp
  almayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul'un
  Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de Konstantin'in kızarak onu
  zindana attırdığını hikaye etti. Ve şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki
  falım doğru imiş.

  Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair
  remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendirileceğini bildirdi.

  Keşiş remil attı ve şöyle dedi:

  -İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman
  gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı
  olmaktan çıkacak.

 

  Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak
  'İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına
  uğrasınlar!' diye beddua etti.''

 


 

 
Ağaca
Asılan Zekat Parası

 



 


  Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman günlerce dolaşıp yıllık
  zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadı. Bunun üzerine zekatının
  tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine
  de:

  -Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek
  kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al, diye yazdı.

  Bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı rivayet edilir...

 

  *Ne diyelim: Hey gidi günler , demek buraya uygun düşse gerek...

 


 

 
Bal
Şerbeti

 



 


  Bir Ramazan’da Medineli bir Müslüman halife Hz. Ömer’i iftara davet etti.
  Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer’e bir kap içerisinde bir içecek sunuldu.
  Hz.Ömer:

  -Bu nedir? Diye sordu.

  Ev sahibi:

  -Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da, diye cevap verdi.

  Hz.Ömer kabı eli ile iterek şöyle dedi:

  -Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için kuyu suyunu bile
  bulamazken ben burada bal şerbeti içemem.

 


 

 
Devasız
Dert

 



 
İbn-i
  Sina’ya bir gün şöyle bir soru sorulmuş:

  -Her derdin bir devası vardır derler. Dünyada devası olmayan dert yok mudur?

  Büyük alim şöyle cevap vermiş:

  -Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır!

 


 

 
 

 
Güzel Bir
Mektup

 



 
Namık
  Kemal’in oğlu Ali Ekrem, bir gün babasından şu unutulmaz mektubu aldı:

  -Ekremciğim, ne yapacağım bilemediğim için sana mektup yazıyorum. Ama ne
  yazacağımı da bilemediğim için sözüme son veriyorum; gözlerinden öperim.!

 


 

 
Nedim'in
En Çok Sevdiği Millet

 



 
           
  Lale devrinin meşhur sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın huzurunda
  bir gün çeşitli milletlerin özelliklerinden söz ediliyormuş. Bir çok görüşler
  öne sürülmüş, yalnız şair Nedim hiçbir şey söylemiyor, arasıra gülümsüyormuş.
  Onun bu hali paşanın dikkatini çekmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

  -Nedim Efendi, neden hep susuyorsun? Sen de söylesene, en fazla hangi milleti
  seversin? Nedim:

  -Kendi milletimi paşam! diye cevap verince, paşa:

  -O başka, biz kendi milletimizden değil, öteki milletlerden söz ediyoruz, sen
  onların hangisini niçin seversin, söyle demiş.

  Nedim:

  -Kulunuz en çok gül kavimini sever efendim, çünkü o kavm-i latif bize hiçbir
  zaman düşmanlık göstermez.

 


 

 
Halkın
Silahı

 



 
18.yüzyıl
  Lehistan krallarından Stanislas Leczinsky vilayetlerden birine yapmak
  istediği vergi zammı için o vilayet temsilcileri ile görüşüyormuş. Stanislas,
  itirazlar karşısında dayanamamış ve birdenbire şöyle bağırmış:

  -Siz benim irademe nasıl karşı gelebilirsiniz, elinizdeki kuvvet nedir?

  Halk temsilcilerinden biri de hemen şu cevabı vermiş:

  -İtaat ve nefret...

 


 

 
Valilik
Sınavı

 



 
Hz. Ömer
  halifeliği sırasında önemli bir adamı vilayetlerinden birine vali olarak
  atamış. Vali adayı atamasını almak için Hz.Ömer’in odasına gelmiş.Hz.Ömer o
  sırada bir çocuğu sevip okşuyormuş. Atama kağıdını bekleyen vali, çocuğun kim
  olduğunu sormuş ve kimsesiz bir yetim olduğunu öğrenince, halifeye hayretle
  bakıp:

  -Aman efendim, benim birkaç çocuğum var. Hiç birini okşamam, benden öyle
  korkarlar ki gözlerini kaldırıp yüzüme bakmaya bile cesaret edemezler! demiş.
 

  Hz.Ömer ise o sırada memurun getirdiği atama emrini hemen yırtıp atmış ve:

  -Kendi evladına şefkati olmayan adamın halka merhameti olamaz, diye taş
  yürekli babayı valilikten almış...

 


 

 
Devletlerin
Can Çekişmesi

 



 
Namık
  Kemal’in Osmanlı İmparatorluğu’nu devamlı tehlikede gösteren yazılarına karşı
  bir gün dostlarından biri şöyle bir itirazda bulunur:

  -Siz yıllardan beri devleti can çekişir durumda gösteriyorsunuz. Halbuki
  devletimiz hamdolsun yerinde duruyor.

  Namık Kemal hemen şu cevabı vermiş:

  -Ben Bekçi Hasan Ağa’nın can çekişmesinden bahsetmedim, Osmanlı Devleti’nden
  bahsettim. Altı yüz yıllık büyük bir imparatorluğun can çekişmesi hiç olmazsa
  kırk elli yıl sürer.

 


 

 
Merzifonlu
Paşa'nın Tehdidi

 



 
1677
  yılında Osmanlılar aleyhine Rusya ile Lehistan gizli bir anlaşma yapmışlarsa
  da, Merzifonlu Paşa’nın bundan haberi olmuştu. Derhal hem Rusya’ya, ve hem de
  Lehistan’a aşağıdaki mektubu yazıp, kendilerini tehdit etti:

  -Lehistan ile Rusya devletlerinin aleyhimizde birleşmekte olduğunu biliyoruz.
  Ancak bu birleşme bizi ürkütmemiştir. Allah’a hamdolsun ki, Osmanlı
  Devleti’nin kuvveti o kadar çoktur ki, değil Rusya ve Lehistan’ın birleşmesi
  7 ve 9 kral birleştikleri halde, sakalımızdan bir tek kıl dahi
  koparmamışlardır.

 


 

 
 

 
III.
Mustafa'nın Üzüntüsü

 



 
Osmanlı
  tarihinde Rus düşmanı diye anılan III.Mustafa sadrazamı Koca Ragıp Paşa ile
  devamlı münakaşa ederdi. Bu münakaşaya sebep padişahın Ruslar ile savaş
  istemesi, Ragıp Paşa’nın ise buna mani olmasıydı. Bir gün gene huzuruna Ragıp
  Paşa’yı çağıran III.Mustafa kendisine:

  -Neden vezirim, daima savaştan kaçarsın. Şayet kastın akçe ise
  Edirnekapısı’ndan Rusçuk’a kadar iki keçeli akçe dizerim, dediğinde,

  Ragıp Paşa şu tarihi konuşmayı yaptı:

  -Padişahım ben savaştan kaçmıyorum. Osmanlı Devleti uzaktan kükremiş bir
  aslana benzemektedir. Bu heybeti ile bir çok Avrupa devletini korkutmaktadır.
  Şayet savaşa girecek olursak düşmanlarımız kükremiş aslanın ağzında dişi,
  pençelerinde tırnaklarının olmadığını göreceklerdir. Dişi ve tırnağı olmayan
  bir aslanın parçalama gücü var mıdır?

 


 

 
İnsanlığın
En Muhteşem Harikası

 



 
Osmanlı
  sosyal yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden
  Hutterroht’a :

  -Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı
  Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en
  mütevazı bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?
  diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht, şu anlamı cevabı vermiştir:

  -Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde
  çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl
  sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öğle yemeğinden sonra yiyeceği
  üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak
  insanlığın en muhteşem harikasıdır.

 


 

 
İbretli
Bir Not

 



 
Altı asır
  gibi uzun bir süre üç kıtada hükmünü yürüten ecdadımızın medeniyet mirasını
  inceleyip araştırmadan içte ve dıştaki bazı gafil ve hainlerin ona,
  "emperyalist" yaftasını yapıştırarak mahkum etmeye çalışmalarına
  karşın, Macaristan İlimler Akademisi tarafından ortaya çıkartılıp yayınlanan
  bir belgede belirtildiğine göre, Osmanlı Devleti'nin Macaristan'da hakim
  olduğu devirlerde, Macar halkından yılda 7 milyon akçe 21 milyon vergi
  toplayıp, buna karşılık aynı yıl Macaristan'a 21 milyon akçe yatırım
  yapıyordu.

 


 

 
Körfez
Savaşı'ndan Bilgiler

 



 
1991
  yılında meydana gelen Körfez Savaşı'nın bir günlük maliyeti ile 3 milyon
  çocuğun 2,7 yıllık süt ihtiyacı karşılanabilirdi... Bu savaşın otuz günlük
  savaş gideri ile 50 milyon insanın 4 yıllık ekmek ihtiyacını
  giderilebilirdi... 1 adet Stealth avcı uçağının bedeli ile 13 milyon kitap
  alına bilirdi...Ve 1 adet Patroit füzesi ile 74 milyon adet fidan
  dikilebilirdi...

 

 
HAZIR CEVAP

 
Fransa
  Kralı III Napolyon'un, Paris'te Osmanlı Devleti Büyükelçisi olarak bulunan
  Ahmet Vefik Paşa ile konuşması esnasında bir ara alaylı bir şekilde:

  -Sen kendini Yavuz Sultan Selim'in elçisi mi zannediyorsun?" demesi
  üzerine Ahmet Vefik Paşa da büyük bir hazır cevaplıkla:

  -Öyle olsaydım, siz  de Fransa'da imparator olarak bulunamazdınız,
  cevabını vermiştir.

 

 
NİÇİN SAVAŞIRIZ.

 
Yavuz
  Sultan Selim, Mısır Seferi'nden başarılı dönmüştü. Bütün halk toplanmış onu
  şehre girerken alkışlamak için sabırsızlanıyordu. Ama Padişah, gece olmadan
  şehre girmek istemiyordu. Bunun sebebini herkes merak ettiği halde hiç kimse
  sormaya cesaret edemiyordu.

  Sonunda büyük alimlerden olan İbni Kemal:

  "Padişahım, bir maruzatım var," dedi.

  Padişahın:

  "Efendi, ne istediğin varsa hiç çekinmeden söyle," demesi üzerine
  İbni Kemal cevabı merak edilen soruyu şöyle sordu:

  "Askerler merakta, bütün halk sokağa dökülmüş, sizi alkışlamayı
  beklerken siz hala şehre girmezsiniz. Bunun sebebi hikmeti nedir?"

  Yavuz şu şahane cevabı verdi:

  “Efendi, sen bizi hala tanıyamadın mı? Biz; şan, şöhret ve alkış toplamak
  için değil,

  Allah rızasını kazanmak için savaşırız."

 


 

 
Onu Allah sorar

Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir Ramazan orucundan konuşuyorlardı.

Paşa Haşmet’e sordu:

- Haşmet! Senin de borcun var mı?

- Var efendim!

- Ne kadar?

- Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var!

Ragıp Paşa;

- Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince Haşmet şöyle der:

- Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur.!



Münasebetsiz Mehmet Efendi

İkinci Sultan Mahmud’a “Münasebetsiz Mehmet Efendi” isminde birinden
bahsetmişler. Merak edip, huzuruna getirtmiş. Biraz konuşmuş, aklı başında bir
adam bulunca :

- Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Halbuki pek makul konuşuyorsunuz.

Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire Padişah'a sordu:

- Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?

Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi:

- Hayır, bilmem.

- Bendeniz de bilmem.

- Ya?

- Evet... Benim Bursa’da halamın damadının ihtiyar bir teyzezadesi vardı.

- Evet...

- O da zurna çalmasını bilmezdi.

Sultan Mahmut mabeyinciye işaret etti.

- Herifi çıkartın, şimdi bayılacağım!..



Davetiyede yazmıyor

İkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan
Müşir Arif Paşa Ramazan'da vilayet ve ordu erkanına çok zengin bir iftar
düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akşamı iftar edildikten sonra Paşa
davetlilere:

-Hadi efendiler, dedi namaz kılalım.

Davetliler arasında bulunan Bektaşi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini
çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra Paşa'ya sokuldu:

-Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok!.



Değirmen taşı

Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat Paşa'nın parmağındaki yüzüğe
dikkatli dikkatli bakıyordu. Paşa sordu:

 
- Taşıma mı bakıyorsun?

- Evet Paşam, ne taşı diye bakıyorum.

- Elmas!

- Affedesiniz ama, bir şey soracağım: Sana kaç para getiriyor?

- Hiç!

Hasırcızade gülümseyerek:

- Benim de dedi, dede yadigarı bir çift taşım var ama, her sene bana elli altın
getirir!

- Ne taşı bu?

- Değirmen taşı, Paşam!



Sen hakiki dalkavuk musun?

Mirasyedinin biri içinin sıkıldığından bahsederek bir dalkavuk aramaya koyuldu.
Bir dostu kendisine birini tavsiye etti. Dalkavuk gelip hizmete başladı. Aradan
üç beş gün geçtikten sonra mirasyedi:

-"Sen dalkavuk değilmişsin, hiç dalkavuğa benzemiyorsun" diye
söylendi. Dalkavuk telaşa düştü: "Efendim dedi dalkavuğum, her tarafım da
dalkavuğa benzer." dedi.

Mirasyedi, onun halinden ve bu sözünden hoşlanmadı kendisine yol verdi.

Dostu ikinci bir dalkavuk gönderdi. Mirasyedi onu da beğenmedi. Nihayet dostu
üçüncüsünü gönderdi. Mirasyedi ile dalkavuk arasında şu konuşma geçti:

- Sen hiç dalkavuğa benzemiyorsun.

- Benzemem efendim.

- Yok yok benziyorsun.

- Benzerim efendim. Tıpkı tıpkısına dalkavuğumdur ben.

- Amma da dalkavukmuşsun.

- Evet efendim... Tam dalkavuğumdur.

- Mirasyedi bundan hoşlandı. Dostuna teşekkür etti, tam dalkavuğu buldum dedi.



Para vermeyenler var mı?

Abdülhamid zamanında Ayasofya Camii'nde vazeden Of’lu Tavilzade İbrahim Hoca
çok şöhret kazanmıştı. Fakat bir huyu vardı ki fena tesir bırakıyordu: Va’zın
sonunda mendil açıyor: Dinleyenlere : "Sökülün bakalım" diyordu.



Hocanın bu hali sarayın kulağına gitti. Abdülhamid mabeyincilerden birine emir
vererek camiye yolladı. Mabeyinci va’zı dinledi. Hoca mendili açıp parayı
topladıktan sonra yanına giderek konuştu: Padişahın selamlarını ve iradelerini
tebliğ edeceğim.



- Buyurun efendim!

- Her mendil açışta ne kadar para topluyorsunuz?

- Nihayet elli kuruş. Çoğu metelik atıyor.

- Demek ki ayda on beş lira. İşte bunun iki misli olarak otuz lira veriyorum.
İradei seniye gereğince bir daha mendil açmayın.

Ertesi günden sonra hoca bir daha mendil açmaz. Kimse de çıkarıp kendiliğinden
on para vermez. Nihayet kadir gecesi gelir. Hoca duayı yapar. Halk kalkıp
gideceği sırada hoca bağırır. "Durunuz ey cemaat, sizden bir sualim var.
Bana yüksek bir yerden mendil açmayayım diye irade tebliğ edildi. Fakat
görüyorum ki sizin hiç birinizde hocaya bir kuruş verelim diye
davranmıyorsunuz. Merak ettim, acaba size de “Sakın hocaya bir şey vermeyin!”
diye bir emir verildi mi?



Kahve getirin

Kazasker Mollacık zade Ataullah efendi çok tiryaki idi. Bir gün Babıali’de arz
odasında toplanan mecliste kestirdiği hafif bir şekerlemeden uyanınca kendisini
tiryakilerle dolu olan konağında sanarak “Kahve getirin” diye el çırptı.
Meclistekiler hayretle birbirlerine bakarken Kaymakam Şakir Ahmet Efendi paşa.
“ Artık konuşmaktan yorulduk, bir kahve içecek kadar teneffüs edelim” diyerek
mollayı utancından kurtarmaya çalıştı.

 
Kardeş payı

Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir
kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, “Padişahım ben senin
kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim
kardeşim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince
Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene
bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.

 
Üçüncü kadeh

Bir gün sandalcı Bekir Mustafa ile tebdil gezen Dördüncü Murat ve veziri aynı
kayıkla Üsküdar’a geçiyorlardı. Havanın güzelliği, denizin safası Bekri'yi
keyiflendirdi. Daima beraberinde taşıdığı şişeyi çıkarıp bir maşrapa dolusu
içti. Sonra bir maşrapa da yanındakine ikram etmek istedi. Onlar reddedecek
olmuşlarsa da Bekri’nin ısrarına dayanamayarak içtiler. Bir ikinci maşrapa bir
üçüncü maşrapa gelince vezir kendini tutamayarak:

- Karşında kim var biliyor musun? dedi.

Bekir Mustafa sakince cevap verdi.

-Kim olacak benim gibi bir Allah’ın kulu.

Vezirin sesinin perdesi yükseldi:

-Karşındaki Sultan Murat ben de veziriyim.

Bu sözler Bekir Mustafa’yı telaşa düşürmedi. Bir kahkaha attıktan sonra sakince


-Olur şey değil yahu dedi. Herifler iki maşrapa içince biri Padişah öteki vezir
oldu. Üçüncü maşrabayı dikselerdi biri Allahlığı, öteki Peygamberliğini iddia
edecek.



Uğursuz kim?

Osmanlı padişahlarından “Avcı” lakabıyle meşhur Dördüncü Mehmet Edirne’de bir
gün, çıktığı geyik avında bir şey vuramamasını uğursuz bir adam görmesine
bağladı. Düşünüp taşındı. Bu uğrusuzluğun saraydan çıkarken gördüğü, derviş
kıyafetli bir damdan geldiğine karar verdi. Kısa boylu, uzun saçlı aksak
yürüyüşlü üstü dökülen bu dervişin bulunmasını emretti. Adamcağız bulunup
Padişah'ın karşısına getirildi. Padişah hiddetle bağırdı:

-"Seni uğursuz herif seni, bu sabah erkenden çıkınca ilk defa seni gördüm.
Senin yüzünden bir keklik bile vuramadım Gel cellat başı bu mihnetsiz adamı al,
as."

Kellesinin gideceğini gören derviş:

"Uğursuzluğum yüzünden" dedi, "Asılıyorum. Yalnız ölüme giden
bir adamın son sözünü dinlemek lazımdır, benim de iki şey söylememe izin verir
misiniz?"

Hala hiddeti üstünde olan Padişah

-Peki ne söyleyeceksen çabuk söyle.

Derviş:

- Zatı şahanenizde bu sabah ilk defa bu kulunuzu gördüğünüz için benim
uğursuzluğum yüzünden bir keklik kaybettiniz. Ama bu kulunuz da bu sabah ilk
defa zatı şahanenizi gördüm, ben de bu yüzden kellemi kaybediyorum. İnsaf ile
düşününüz hangimiz daha uğursuz?



Her şeyin başı sağlık

Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir
gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek:

"Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye sordu.

-Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz,
cevabını verdikleri halde yalnız sadrazam Nevşehirli İbrahim paşa itiraz etti:

- Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım!

- Nedir?

- O yüzüğün takıldığı parmak!

 
Kuru havlu

Bir gün, birkaç saat devam eden yağmurdan sonra, beraberinde kahyası ve nedimi
şair Haşmet Efendi olduğu halde Ragıp Paşa bahçeye çıktı. Yağmurun her şeyi
sırılsıklam hale soktuğunu gören vezir:

- Acaba, dedi bu yağmurdan sonra kuru bir şey kaldı mı?

Kahya hemen cevap verdi:

- Kulunuzun abdest havlusu. Çünkü hiç ıslandığı görülmemiştir.

 
Tok açın halinden anlar mı?

Eski İstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekar esnafa karşı pek amansız
davranırdı. Çarşıya çıktığı zaman, dükkan dükkan dolaşır, tavukların
kursaklarına kadar her şeyi inceden inceye muayeneye girişirdi. Eğer tavukların
kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu falakaya yatırır döverdi. Bir gün yolda
rastladığı seyyar bir tavukçuyu, yine böyle yere yıktı. Fakat tam sopa faslına
başlayacağı sırada, tavukçu eline sarıldı:

 
- Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın. Bir de sahibinin
kursağını yoklasan, a benim sultanım.

 
Terlemek için ne yapmalı?

Zamanında ünlü doktorlardan Aziz Paşa mektepten diploma alacağı sene imtihanda
sorulan: Bir hastayı terletmek için ne yaparsın sorusuna:

 
- Şu ilacı veririm cevabını verdi.

- Sonra sınav yapan öğretmenlerle arasında şu konuşmalar geçti:

- Terlemezse?

- Bu ilacı veririm.

- Terlemezse?

- Şunu yaparım.

- Terlemezse?

- Bunu yaparım

- Yine terlemezse?..

- Terlemezse getirir, huzurunuzda imtihan ederim.

 
Hiddet ve şaka

Sultan Mahmut pek hiddetli olduğu bir sırada, onu güldürmek için musahip Sait
Efendi odaya girdi:

- Efendim! Yemek hazır.

- Padişah hiddetle bağırdı:

- Ananın bilmem neresine sok!

Sait Efendi:

- Başüstüne efendim! Fakat kapaklarıyla mı sokayım.

- Sultan Mahmut gülmeye başladı. Gülünce de hiddeti geçti.



Sirkeli altın kap

Babası gibi nüktedanlık ve hazır cevaplıkla tanınmış olan Keçeci Zade Fuat
Paşa, harikulade güzel , fakat alabildiğine cahil bir Rus prensesi ile bir
müddet konuştu.

 
Sohbetin bitiminde Rus diplomatlarından biri kendisine:

-Prensesimizi nasıl buldunuz?

Sualini sordu. Keçeci Zade şu cevabı verdi:

-Sirke dolu bir altın kap.

 
Gölge etme başka ihsan istemem

Rusya sefiri meşhur İgnatiyef mezun olup memleketine giderken, veda için
geldiği Yusuf Kamil Paşaya: “Efendimize Rusya’dan ne getireyim?” demesiyle
paşa:

- Bir mesele getirme de dedi, ben hiç bir şey istemem!

 
Cehennemin dibi

Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın,bir gün pek sevdiği av
köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:

 
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?

Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya, suratını asarak cevap verdi:

-Vallahi paşam dedi, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı
doyar!

 
Dinlediğini anlamak

Ahmet Vefik Paşa Bursa alisi iken Mudanya kaymakamına falan yere kadar Bursa
yolunun iki tarafına ağaç diktir diye emretti. Elde mevcut olan fidanlar fazla
geldiğinden kaymakam gösterilen yeri geçirtti. Ahmet Vefik Paşa tayin ettiği
noktadan ileriye dikilen ağaçların hepsini söktürdü. Hikmetin soranlara şu cevabı
verdi: “Mudanya kaymakamı verdiğim emri bu kere fazla icra etti, yarın da eksik
yapabilir, tamamını yapmaya alışmalıdır.”

 
Menfaat dünyası

Süleyman Nazif’in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken
biri: “ Meteliğe kurşun atar” dedi.

 
Nazif şu cevabı verdi:

- Hayır kurşun atmaz, göbek atar!

 
Cimriliğin sonu

Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi,
şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve
fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti.
Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi, Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli
baktıktan sonra.

-Sende, bu cimrilik varken ‘nah’ şeyhülislam olursun.

 
Eline veren kolunu kaptırıyor

Şair Kevseri, bir gün odasında çorba pişiyordu. Gelen dostlarından biri
tencerenin altındaki ateşin az olduğunu görerek bir odun koymak suretiyle
Kevseri’ye yardım etti. Şair yeni konan odunu hemen çekti. "Birader !
Pişirme işine karışma sonra yemeğe ortak olman lazım gelir” dedi.

 
Yalan dünya

Saz Şairi Seyrani , gözü ama olmuş eski bir dostuna rast geldi.

-Ne var ne yok?

Diye hatının sorunca, ama olan dostu.

-Ne bileyim, dedi, bende artık dünyayı görecek göz kalmadı ki!

Şair, eski dostuna şu zarif cevabı verdi:

-Esef etme, onda da bakılacak yüz kalmadı!

 


Delidir ne yapsa yeridir

Şair deli Nüzhet, Bursa’da iken, deliliği ile tanınmış bir zat valiliğe
tayin olundu. Gene deli diye anılan bir başkası da kadı idi.

Bir gün sokakta zaptiyelerin bir damı sürükleyip götürdüklerini gören Nüzhet
sordu:

-Bunu nereye götürüyorsunuz?

Zaptiyelerden biri:

Delidir, tımarhaneye götürüyoruz.

Deyince şair gülmeye başlayarak.

-Ayol, dedi, delinin tımarhanede ne işi var. Devlet işlerinde hiç mi münhal
kadro kalmadı?

 
Ben de gelmedim

Recai Zade Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de
meşhurdu. Şurayı devlette genç bir muavin iken , bir gün Cevdet Paşayı ziyarete
gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı.
Arabasının da orada oluşu da buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak,
içeriye gidip geldikten sonra:

-Paşa evde yok!

Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recai Zade, uşağa:

-Öyleyse, dedi, paşaya benim gelmediğimi söylersin.

 
Milletvekilleri suskunluğu

Merhum Adalı Avni bir akşam Belediye Daimi Encümeninden çıkmış iki arkadaşıyla
beraber otomobile binerek Ada iskelesine gitmişti. Arkadaşları uğraştıkları
halde otomobilin kapısını bir türlü açamayınca Avni yağız dayanamadı, şoföre
seslendi: "Oğlum, mebus ağzı mı bu, neden açılmıyor.?"

 
“BİZ SENİ UYANIK BİLİRDİK…”

 
İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, padişahın
huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş. Bunun üzerine
sultanın karşısına çıkarılmıştı. Yaşlı kadın:

Evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek,
şikayette bulunur. Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni:

-Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu
duymadın? deyince, yaşlı kadın :

Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat
uyuyorduk der. Bu cevap üzerine Kanuni utanarak :

-Haklısınız diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder

 
Mevlânâ Hazretleri, talebelerinden biriyle yürürken, yol kenarında birkaç
köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler.

    Yanındaki talebesi:

    - Güzel bir
kardeşlik örneği, der. Keşke
insanlar da bunlardan ibret alsa.

    Mevlânâ, tebessüm ederek karşılık verir.

    - Aralarında bir
kemik atıver de, gör kardeşliklerini.

 
    KALEMİN İŞİ ZOR

   
Ünlü
gazeteci ve yazarlardan Velid Ebüzziya, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanıp
beraat ettikten sonra, genç meslektaşlarına nasihat etmiş:

    - Şu sıralarda sakın
fincancı katırlarını ürkütmeyin…

    Yusuf Ziya Ortaç, başını sallayarak:

    - Bu söylediğin
imkansız üstadım, demiş. Zira
ortalıkta o kadar çok katır var ki!..

 
    DÜNYANIN YÜZÜ

   
Hastalıktan
ötürü gözleri kapanmış olan bir adam, halk şairi Seyrani’ye:

    - Bende dünyayı
görecek göz mü kaldı? diye şikayette bulununca, söz eri Seyrani:

    - Hiç üzülme dostum
demiş. Zaten dünyada da bakılacak surat
kalmadı.

 
    ATLIYA CEVAP

   
Efendimiz
(s.a.v.) sahabelerine bir ikram sırasında hizmette bulunurken, uzaklardan gelen
bir atlı yanlarına yaklaşarak,

    - Bu kavmin efendisi
kim? diye sordu O’nu arıyorum.

    Efendimiz (s.a.v.) bu soruya, gurur olur endişesiyle “benim”
diye cevap vermedi. Ve o anda sahabelerine hizmet etmekte olduğundan, asırlar
boyunca yankılanan ve aynı zamanda atlı adama cevap niteliği taşıyan şu
sözlerle mukabele etti:

    - Bir kavmin
efendisi, ona hizmet edendir.

 
    SAĞLAM İŞ

   
Mehmed Âkif,
Berlin’den döndüğünde sormuşlar:

    - Berlin’de ne var
ne yok üstad!

    Şöyle cevap vermiş:

    - Gördüğüm kadarıyla
işleri dinimiz gibi sağlam; dinleri ise işlerimiz kadar çürük.

 
    MUTLULUK

   
Tolstoy’a “nasıl mutlu oluyorsunuz?” diye
sorduklarında şu cevabı vermiş:

    - Sahip olduğum
şeylere sevinerek, sahip olmadıklarımı ise hiç düşünmeyerek.

 
    İMTİHANSIZ GEÇMEK YOK

   
Öğretmen,
öğrencilerin aklını karıştırmak için:

    - Çocuklar
demiş. Allah hepimizin cennete
gitmesini istediği halde, neden bizi dünyaya göndermiş?

    Çocuklardan biri, soruya karşılık vererek:

    - Öğretmenim
demiş. Şüphesiz ki siz bizim sınıf
geçmemizi istiyorsunuz. O halde neden hepimize geçerli not vermeyip imtihan
ediyor sunuz?

 
A. Geylanî Hazretlerinin üzerine hiç sinek konmazdı. Onun bu haline vakıf
olanlardan biri sordu.

    - Üzerinize sinek
konduğunu hiç görmüyoruz? Sebebi nedir?

    Şu cevabı verdi:

    - Niçin konsun ki?
Üzerimde ne dünyanın pekmezi var, ne de ahiretin balı…

 
    ALIŞVERİŞE GELDİK…

   
İbn-i
Muhayrız isimli din alimi, elbise almak için bir mağazaya girdiğinde,
içerdekilerden birisi onu tanıdı ve dükkan sahibine:

    - Bu zât, İbn-i
Muhayrız’dır, dedi.

    İbn-i Muhayrız kendisine özel bir muamele yapılmaması için
hemen dışarı çıkarken:

    - Biz paramızla
birşeyler almaya geldik, dedi. Dinimizle
değil.

 
    İHLASLI OLMAK

   
Yahya bin
Muaz’a:

    - Kul ne vakit
ihlaslı sayılır? diye sormuşlar. Cevaben şöyle buyurmuş:

    - Kendisini öven
insanla, tenkid eden insanı bir gördüğü vakit…

 
    SİZ DE ORTAKSINIZ

   
Süfyan-ı
Sevrî, evinin kapısı önünde bir dostuyla sohbet ederken, önlerinden son derece
süslü giyinmiş bir adam geçti. Dostu bu adama hayranlıkla bakarken, Süfyan-ı
Sevrî ona şöyle buyurdu:

    - Eğer sizler gıpta
ile bakmamış olsaydınız, bu adam böyle süslenip israfa girmezdi. Hayranlığınızı
ifade eden tavrınızla bu adamın ‘israf’ günahına siz de ortak oluyorsunuz.

 
    REHBER BÖCEK

   
Ebü’l-Haccac
Aksurî’ye:

    - Maneviyatta
rehberin kim? diye sorduklarında:

    - Bir böcek,
dedi.

    Alay ediyor sandılar. İzah etti:

    - Dışarıda gezerken,
fener direğine çıkmak isteyen küçük bir böcek gördüm. Kaygan olduğu için yarı
yoldan düşüyor, fakat hiç yılmıyordu. Yüzlerce defa aynı hareketi tekrarladı.
Onu o halde bırakıp mescide gittim. Çıktığımda bir de ne göreyim, direği
tırmanmış, fenerin yanında duruyor. O hayvan engellerden yılmama ve sebat etme
konusunda rehberim oldu.

 
    BİR ÖKÜZ UĞRUNA

   
Oğlunun
okuması için çiftliğindeki bütün inekleri satan bir köylü, onun birşey
öğrenemediğini görünce:

    - Ne bahtsız
adammışım, diye söylenmiş. Bir
öküz uğruna ne inekler feda ettim.

 
    MALIN NEREDE?

   
Hasan
el-Basrî, “Ben ölümden korkuyor ve onu
sevmiyorum” diyen birine şu cevabı vermiştir:

    - Malını geride
bıraktığın için ölümü sevmiyorsun. Eğer malını ileriye (ahirete) gönderseydin,
peşinden gitmek isteyecektin.

 
Behlül Dânâ’ya biri sorar:

    - Oğlum öldü. Mezar
taşına ne yazdırayım?

    Behlül Dânâ şu cevabı verir:

    - Şunu yazdır: “Dün
altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak
günahtan gayri her şeyi örter.”

 
    ÖLÜLER ÇİÇEK KOKLAMAZ

   
Amerika’lı
iş adamı, bir Çinli’yle alay ederek sormuş:

    - Ölüleriniz,
mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?

    Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş:

    - Sizin ölüleriniz,
koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

 
    HAYAT NE ZAMAN BAŞLAR?

   
- Hayat kırkından sonra başlar, diyen
bir kişiye Said Turhan şu karşılığı vermiş:

    - Eğer otuz beşinde
ölmezsen!..

 
    ÖLÜM NEDİR?

   
Talebelerinden
biri, Konfüçyüs’e:

    - “Ölüm nedir?”
diye sorduğunda, Konfüçyüz’ün cevabı şu olmuş:

    - Hayat hakkında ne
biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim.

 
    HER KOYUN

   
Harun Reşit,
kendisini sık sık ikaz eden Behlül Dânâ Hazretlerine:

    - Sen kendi işine
bak, dermiş. Her koyun kendi
bacağından asılır.

    Bir gün sarayı pis bir koku kaplamış. Sebebini
araştırdıklarında, üst kattaki bir odada bacağından asılı bir koyun bulmuşlar.
Bu işi yapanı da keşfetmişler tabi ki: Behlül.

    Halife, kendisini sıkıştırdığında:

    - Gördüğünüz gibi,
her koyun kendi bacağından asılır efendim, demiş. Fakat etrafı kokuttuğu için, herkesi rahatsız
eder.

 
    ORUÇ NASIL ŞİŞMANLATIR?

   
Hekimoğlu
İsmail’e, “Ramazan olmasına rağmen
biraz kilo almışsınız?” dediklerinde:

    - Maalesef öyle oldu,
demiş. Çünkü iki kişilik yemek yiyor,
bir kişilik oruç tutuyorum.

 
    RİYAKÂRA CEVAP

   
Adamın biri,
Hz. Ali’yi gıyabında yani ardından kötülediği halde yüzüne karşı övmeye
başlayınca, ondan şu karşılığı almıştır:

    - Söylediklerinden
daha aşağı, fakat içinden geçirdiklerinden daha üstünüm.

 
Bir Rus generali, Şeyh Şâmil’in iştahını abartarak “Beni yemenizden korkuyorum” deyince, Şeyh Şâmil:

    - Boşuna korkmayın
efendi, demiş. Bizim dinimizde
domuz eti yemek haramdır.

 
    TAKVA NE DEMEK?

   
Ebu Hureyre
“takva“nın ne olduğunu
soranlara:

    - “Siz hiç dikenli
yoldan geçtiniz mi?” dedi. Onlar da “Evet geçtik” dediler.

    Bunun üzerine: “O
halde oradan geçerken ne yaptınız?” diye sordu. Onlar:

    - Dikenlerden sakındık,
dediler.

    - İşte takva da,
günah ve hatalardan sakınmaktır, cevabını verdi.

 
    İNSANIN MAHARETİ

    Bir sohbet sırasında, Ârif Nihat Asya’ya:

    -Eğilir, bükülür,
katlanır ve istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler.

    Ârif Nihat Asya, şöyle cevap verir:

    - Desenize, eninde
sonunda camı da kendimize benzettik!

 
    GÖNDERİLEN, GÖNDERENDEN
HABERCİDİR

   
Dahi
kumandan Halid Bin Velid Hazretlerinden, Efendimizi (s.a.v.) anlatmasını
istemişler.

    - Bu hususta son
derece acizim demiş.

    Israr etmişler.

    - Gönderilen,
gönderenin şanına lâyık olur, buyurmuş. Onu gönderen Allah (c.c.) olduğuna
göre, gerisini anlayın artık.

 
    GÜNLÜK

   
Bir
Hristiyan, Ahmed Vefik Paşa’ya:

    - Camilerinizde
niçin günlük (bir çeşit koku) yakmıyor sunuz? diye sorduğunda, ondan şu
cevabı almış:

    - Bizimkiler
abdestlidirler. Yellenmezler. Onun için günlük yakmıyoruz.

 
    HAKLI TENKİT

   
Eflâtun, bir
grup arkadaşı arasında oturan Sokrat’a:

    - Geçen gün bir
arkadaşını herkesin arasında azarladın, diye çıkışmış. O sözleri başbaşa kaldığın zaman söyleyemez
miydin?

    Sokrat, soruya soruyla karşılık vermiş:

    - Beni böyle
azarlamak için, başbaşa kalmamızı bekleyemez miydin?

 
    OLMADIĞI YERİ GÖSTERİN

   
Materyalist
öğretmen, öğrencisine:

    - Söyle bakalım,
demiş. Allah nerede? Eğer bilirsen
portakal vereceğim.

    Öğrencinin cevabı şu olmuş:

    - Siz bana O’nun
olmadığı yeri gösterin, ben size bahçe dolusu portakal vereyim.

 
Hz. Lokman’a:

    - “Edebi kimden
öğrendin?” diye sormuşlar. Şu cevabı vermiş:

    - Edepsizlerden.

 
    EŞSİZ CÖMERTLİK

   
Hz. Ebû
Bekir’in cömertlikte de bir eşi yoktu. Bir defasında cihad için yardım istendi…
Bütün sahabiler koşuştular. Kimi malının yarısını, kimi dörtte birini
getirmişti. Hz. Ebu Bekir’in getirdiği ise, malının tamamıydı.

    Resulûllah (a.s.v.) kendisine sordu:

    - Ailene ne
bıraktın?

    Hz. Ebubekir, cevap verdi.

    - Allah ve
Resûlü’nün muhabbetini!..

 
    KANAAT

   
Bir talebe,
hikmet sahibi bir zât ile sohbet ederken:

    - Cennet’te küçük
bir yerim olsa bana yeter deyince, o zât şu cevabı verdi:

    - Âhiret için
ettiğin kanaati, keşke dünya için de etseydin.

 
    GÜZEL İNSANLAR

   
Sahabelerden
biri, Hz. Ebûbekir’in yanına gelerek:

    - Çok günahkarım,
der. Benim için dua eder misiniz?

    Hz. Ebûbekir:

    - Yâ Rabbi, der. Bir
günahkar, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle.

 

 
 

 

 
 

 


Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
0.535 607 5459